DERDİ OLANIN DERGİSİ OLUR, PEKİ YA DERGİ FUARININ MÜŞTERİSİ?

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

13-11-2025 04:54


Öncelikle şunu belirtmiş olalım ki başlıktaki müşteri kelimesi ticari mânâda kullanılmış değildir.“Mârifet iltifata tâbidir, müştrerisiz meta zâyidir” sözünde olduğu gibi, herhangi bir hususta gösterilmesi beklenen, dahası icap eden ilgi-alakayı ifade etmeyi amaçlamaktadır.

Herhangi bir sohbet-ders silsilesine başlarken, besmele-hamdele-salveleden sonra “Derdi olanın dersi olur” sözüyle giriş yapmayı adet edinmişimdir.

Evet, derdi olanın dersi olur. Nitekim ilk inzal olan Kur’an bölümlerinden olan Müzzemmil sûresi ilk sekiz ayet; ağır bir yük ve dert yüklenen Rasulullah (a.s.) ve beraberindeki ilk mü’minlere, bu derdi taşıyabilmeleri için gerekli donanımı kazanmalarını sağlayacak ders sorumluluğu yüklemişti:

“Ey ağır yük yüklenen (müzzemmil)!

Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk,

(Gecenin) Yarısı kadar ya da ondan biraz eksilt.

Veya üzerine ilave et. Ve Kur'an'ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku.

Gerçekten senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.

Doğrusu gece naşiesi/kalkışı etki bakımından daha kuvvetli ve okuma bakımından da daha sağlamdır.

Çünkü gündüz vakti senin için uzun meşguliyetler vardır.

Rabbinin ismini zikret ve bütün varlığınla yalnızca O'na yönel.”

Bu meyanda, Müddessir sûresi ilk iki ayetten mülhem “Derdi olanın dergisi olur” da diyebiliriz. Zira kalkıp inzar etmek, uyarmak da öncelikli İslami yükümlülüklerdendir.

Rahmetli Ercümend Özkan’ın şayet bir derdi olmasaydı bugün İktibas Dergisi de olmazdı. “Dert adama söyletir”, hem söyletir hem de dergi çıkarttırır! İyi ki dertli insanlar, iyi ki dergiler var.

Cemil Meriç’in “tefekkürün kaleleri” olarak nitelediği dergiler, herhangi bir düşünce ve dâvânın hem iç öğretim-eğitim aracı, hem dışa dönük dâvet aracı, hem de birikimlerini kalıcı hale getirdiği bir arşiv aracıdır.

Cahiliye Mekkesinde şiirin ve ona karşı İslam risaleti sürecinde Kur’an vahyinin Mekke ve civar toplumlarda neşrinin işlevi, birkaç asırdır önemli ölçüde dergiler ve diğer yayın organları tarafından yürütülmektedir, ki bu da “dergi” diye adlandırılmış olan söz konusu süreli yayın türünün önemini ifade etmek için yeterlidir.

İslami uyanışın neşvünema bulup dalga dalga İslam coğrafyasında etkisini gösterdiği özellikle de 19. ve 20. asırdaki İslami uyanış çabalarını, çıkardıkları dergiler üzerinden takip edebiliyoruz.

“Urvetul Vuska”, “Beyanul Hak”, “Sırat-ı Müstakîm / Sebilur Reşad”, “en-Nezîr”, “Tercümanul Kurʾan”, “Hilal”, “Şura”, “Tevhid”, “İktibas”, “Müslüman Genç”, “Umran”, “Haksöz”, “Değişim”, “Basiret”, “Vuslat”, “Köklü Değişim” ve benzeri yüzlerce dergi bir hareketle özdeşleşmiş, zaman zaman harekete isim olmuş zaman zaman da hareketten ismini almış yayın organlarıdır.

Kısacası dergi bir mekteptir, dergi bir harekettir, dergi dâvettir, dergi bir ailedir, bir yöneliş bir sığınak bir atılımdır. Hâsılı dergi, hakikaten çok mühim bir araçtır.

Özellikle son çeyrek asırda insanlığı adeta esir almış olan dijitalleşmenin doğurduğu acı bir netice de, televizyonun icadı ve yaygınlaşmasıyla ivme kazanan popüler kültürün bir kâbus misali insanlığın üzerine çökmesi, “sosyal medya” olarak adlandırılan mecraların kitlelerin gerçek anlamda afyonu haline gelmesi ve insanların vaktinin önemli bir bölümünün bu mecralarda geçirilmeye başlanması ve bunun yanı sıra “bilgiye ulaşma” ihtiyacının bu mecralarda karşılandığı algısının oluşmasıyla birlikte kitap ve dergi okuma oranlarının trajik şekilde düşmüş olması gerçeğidir.

Ne yazık ki geldiğimiz nokta, “tefekkürün kaleleri” dergilerin yok olma ile var olma arasında tercihe zorlandıkları ve bir kısmının şimdiden pes ettiği, bir kısmının ise bu meş’um dalgaya karşı direnmeye çalıştığı bir süreçtir.

İktibas, 12 Eylül zemherisinde çıkmaya başladığında kısa zaman içinde büyük bir teveccühle karşılaşmıştı. 20 bin tiraja kadar çıktığı dönemler oldu. Özellikle dağıtımda çıkarılan engeller İktibas’ın bu yükselişine engel oldu ve bun rağmen İktibas önemli bir kitleye ulaşmaya ve okunmaya devam etti.

Dijitalleşme ile geldiğimiz nokta, bilgilendirme/bilgilenme noktasında alternatifsiz araçlar olan kitap ve dergi açısından maalesef trajiktir. Bu, gerçek anlamda bir insanlık trajedisidir. Zira insanlık, dijitalleşmeyle birlikte popüler kültüre teslim olmakta, giderek daha fazla oranda sâbitesizlik ve kıblesizlik uçurumuna yuvarlanmaktadır.

Kitapsızlık ve dergisizlik, sâbitesizlik ve kıblesizliktir demekte hiçbir abartı görmüyorum.

Bugün dergilerin gerçek anlamda can çekiştiği bir süreçteyiz, açık konuşalım. Bu basit bir olay değildir, gerçekten insanlığın can çekişmesidir. Tabi insanlık derken; sığırlar, yırtıcılar gibi biyolojik bir türü kastetmiyor isek.

Bu acı durumu, dergi fuarlarında yıldan yıla daha fazla müşahede etmenin üzüntüsünü yaşayan bir dergi dostu olarak yazıyorum bunları. Buradan “imdat” çağrısı yapmış oluyorum, S.O.S. vermiş oluyorum. Bilmem ki kaç idrakte mâkes bulur, kaç kişi bu feryadı hisseder ve bu durum karşısında ne yapabiliriz arayışına girer?

Son kalelerimiz yıkılıyor ahali. Bunun şakası da geri dönüşü de yok. Dergilerimizle birlikte ya biz de yok olacağız ya da dergilerimizle birlikte var olmayı başaracağız.

İstanbul’da geçtiğimiz ay 16.sı düzenlenen Dergiler Fuarı, dergilere teveccühten çok maalesef dergi alanında irtifa kaybını bir kez daha gözlemlediğimiz bir etkinlik oldu.

Tarihi dokusuyla ayrı bir güzellik taşıyan Rami Kütüphanesi’nde 9-12 Ekim günleri arasında düzenlenen fuara, İktibas Dergisi adına ben de katıldım, İktibas’ın standında dört gün gururla nöbet tuttum.

Önceki yıllarda, fuarın asıl mekânı olup fuarla özdeşleşmiş mekân durumundaki Sirkeci Garı’nda ve bir yıl da Eyüp meydanında fuarda bulunmuş bir dergi dostu olarak fuarların her geçen yılının önceki yılları aratacak durumda olmasından derin üzüntü duyduğumu belirtmek istiyorum.

Bu durumu kabullenmemek gerektiği kanısındayım. Zira kabullenmek, savaşı kaybetmek demektir. Gerekirse akıntıya karşı kürek çekmeyi de bilmeliyiz. Bu alan, akıntıya karşı kürek çekmeye değer bir alandır zira.

Bu yılki fuarda hiç hareket ve bereket yok değildi tabi. Enseyi tamamen karartacak bir durumda da değiliz. İlk gün ve son gün hareketlilik vardı, ortadaki iki gün durgun geçti. Okuyucular geldi, dergileri inceledi, alan aldı, biz ilgi duyanlara derginin sair sayılarından hediye ettik. Son sayı (Ekim sayısı) görece iyi ilgi gördü.

Fakat dediğim gibi yıldan yıla azalan ilgi ve dinamizm söz konusu ve bu gidişatı tersine çevirmek, gözlemlerime göre mümkün.

Her şeyden önce Dergiler Fuarı gibi çok kıymetli bir etkinliği organize eden, böylesine önemli bir çalışmaya emek veren arkadaşların bu işin öneminin farkına varmaları gerekir diye düşünüyorum. Bu konuda bir zaafiyet olduğu her halden anlaşılıyor.

Önceki yıllara nazaran bu yıl fuarın duyurusu çok zayıf kaldı mesela. Önceki yıllarda medya organları gelip çekim yaparlardı ve haber bültenlerinde, gazetelerde fuardan söz edilirdi, bu yıl bunları da göremedik.

Tüm bunlar, organizasyonun gerekli imtina ile yapılmadığını, tabir yerinde ise fuarın “dostlar fuarda görsün” gibi zayıf bir yaklaşımla organize edildiğini düşündürüyor.

Önceki yıllarda katılımcı dergiler camialarını fuara taşımaya çalışırdı ve bu hissedilirdi. Bu yıl bunu da göremedik. Aynı şekilde önceki yıllarda birçok yazarın fuara gelip dergi stantlarını ziyaret etmesine tanıklık ederdik, bu yılki fuar bu yönüyle de zayıf kaldı.

Mekânın şehrin merkezi yerine çeperinde olması fuarın zayıf kalmasında bir etken olsa da, organizasyon öncesinde alınacak birtakım tedbirlerle bu dezavantajın etkisi azaltılabilirdi.

Şahsen, fuarın ilk yıllarında yapıldığı gibi fuar öncesi katılımcı dergi temsilcileriyle bir toplantı yapılarak, fuarın duyurulması ve camiaların fuara ilgisinin temini konusunda netice doğuracak kararlar alınmalıydı düşüncesindeyim, ki nasip olursa gelecek yılki fuar için bu, teklifim olsun.

Dergimizin standının artık klasikleşen en yaygın ziyaretçi sorusu olan “İktibas halen çıkıyor mu?” sorusu bu yıl da favoriydi!

“1981’den Bugüne, Sözümüzü Değiştirmeden ve Gücün Sözüne Teslim Olmadan” şiarıyla bulunduğumuz fuarda birçok okuyucu İktibas’ın bugününden haberdar olmadığını ifade etti yine.

Her fuar sonrası, bu soru bizler arasında bir espri konusu olmaya devam ediyor. Kendimize de soruyoruz, “Dergiyi niçin yeterince tanıtamıyoruz?” diye.

Geçtiğimiz yıl genç yaşta yitirdiğimiz Vuslat Dergisi yayın yönetmeni İlhami Pınar kardeşimle fuarlarda hep yan yana idik. Bu yıl İktibas’la Vuslat standları yine birbirine yakındı, aramızda bir stant vardı. Oradaki kardeşlere merhum İlhami’yle yine bir dergi fuarındaki fotoğrafımızı gösterdim, kendisini hayırla, özlemle yâd ettik.

Üç-dört ayda bir benden Vuslat için dosya yazısı isterdi, bu yönüyle de güzel bir editör-yazar ilişkimiz vardı. Hayat işte, bir varmış bir yokmuş. Rabbim râzı olan kullarından kılsın.

Umarım 2026 yılı fuarından başlamak üzere dergiler fuarı baştan iyi bir organizasyonla yapılandırılır, paydaşlar olarak dergi temsilcileri de işin başında sürece ortak edilerek “dostlar fuarda görsün” yaklaşımı yerine, “dost - düşman fuar görsün” yaklaşımıyla gerçekleştirilir.

Yazıma son verirken bir serzenişimi ifade etmekte fayda görüyorum. Şahsen dergimiz yayın kurulu ve yazarlarımızın dergi fuarına ve dergimiz standına ilgi göstermesini beklerdim. Önceki fuarlarda yayın kurulunun ilgisi söz konusuydu, lakin bu yıl bu ilgi de gösterilmedi ne yazık ki.

Oysa fuarların zayıflaması bizim ilgimizi zayıflatıcı bir etki oluşturmamalı. Dergi fuarlarını okuyucuyla buluşma konusunda iyi bir imkân olarak görmeli ve fuarların güçlenmesi, etkili olabilmesi için öncelikle bizler insiyatif almayı bilmeliyiz.

Dergi evet tefekkürün kalesidir. Derdi olanın evet dergisi olur, olmalıdır. Dergi mekteptir, dâvettir, harekettir. Dergilerin ve dolayısıyla da dergi fuarlarının kıymetinin bilineceği ve hak ettikleri ilgiyi görecekleri gelecek yıllar dileğiyle…

(Not: Bu makale, İktibas Dergisi’nin Kasım 2025 sayısında yayınlanmıştır.)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN