KAPİTALİZME TEOLOJİK HİZMETE MÛTİ, “PROTESTAN PAPAZLIĞI” HEVESLİLERİ

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

11-12-2020 22:51


Zaman zaman ifade etmeye çalışıyoruz: Bağlamından koparılan herhangi bir değer, anlamından koparılmış, özgün yapısından uzaklaştırılmış demektir ve bu sebeple araçsallaştırılmaya, nesneleştirilmeye açık hale getirilmiştir. Mesela, âhiret bağlamından koparılan bir dünya hayatı algısının, nefsin heva ve hevesleri ile şeytanın saptırmalarına ve çeşitli çıkar odaklarının nesneleştirme ve sömürme ameliyesine açık hale gelmiş olması gibi.

Tarihsel süreçte ve günümüzde maalesef İslam’ın değerleri de işbu “bağlamdan kopararak nesneleştirme ve araçsallaştırma” ameliyesine maruz kalmış ve kalmaktadır. Kur’an’ın bizatihi kendi bütünlüğü bağlamından ve yanı sıra Rasulullah (a.s.)’ın örnekliği (Sünneti) bağlamından koparılarak her türlü öznel, subjektif yoruma açık hale getirilmesi, benzer şekilde Rasulullah’ın Kur’an bağlamından koparılarak tanınmaya, anlaşılmaya çalışılması gibi…

Son yıllarda yerden mantar biter gibi artan sayıda piyasaya sürülen “Kur’an mealleri”nin bir kısmında sözünü ettiğimiz “bağlamlardan koparma ve dolayısıyla keyfi/subjektif yorumlara açık hale getirme” sorununun saptırıcı, yıkıcı neticelerine tanıklık etmekteyiz. “Kur’an meali” adı altında, İslam’ın temel şiarlarını, özellikle de modern cahiliyeye yönelik ana itiraz noktaları diyebileceğimiz hükümlerini ortadan kaldırmaya kalkışan hadsizliklere, post-modern Samiriliklere tanıklık etmekteyiz.

“Bozuk saat günde iki defa doğruyu gösterir” sözüyle mutabık olarak, mezheplere mutlak ittibayı savunarak tam anlamıyla mezhebini din, ulemâyı da eleştirilemez konumda görerek maalesef rab konumuna getirmiş,[1] “levlake” dalâletini savunmak adına 13 seri makale yazabilecek kadar ultra gelenekçi bir yazarın çok doğru bir tesbiti var, son dönemde piyasaya sürülen kimi meallerle ilgili; “Meal üzerinden din inşası” diye. İşte günümüzde maalesef bu tanıma uyan meallere tanıklık etmeye başladık.

Neticede, Türkçe mealini (yaklaşık çevirisini) yaparak Kur’an’ın mesajlarını Arapça bilmeyenlere ulaştırma gibi bir iddianın ürünü olan, olması gereken bazı çevirilerin, Kur’an’ın temel iddialarıyla, ictimai/siyasi mesajları ve hedefleriyle çelişen, dahası bu mesaj ve hedeflere karşı Samirice bir saptırma ve karşı koyuşu ifade eden içeriklere sahip oldukları görülebilmektedir.

Bugün İslam'ın “Luther'i” ve özellikle de “Calvin’i” olmaya hevesli birçok kimse türemiş durumdadır. Bu türler, İslam'da Katoliklik veya Ortodoksluk’ta olduğu gibi bir “din adamı sınıfı olmadığını” ve dolayısıyla Kur’an’ı/İslam’ı anlamanın kimselerin tekelinde olmadığını haklı olarak söylerken, kendileri ise “dini anlamayı tekelinde gören din adamlığı”nın ötesinde, Kur’an’ı bağlamlarından koparıp kimi temel emir ve nehiylerini keyfi/subjektif yorumlara açık hale getirerek, İslam’ı temel iddiaları ve ahkâmından soyutlamaya kalkışabiliyor ve böylece tam anlamıyla içimizdeki "Protestan papazları" gibi hareket edebiliyorlar.

Bu gibiler, Kur’an’ın iç bütünlüğü ve Kur’an-Sünnet bütünlüğü bağlamlarını gözetmeyen, şu veya bu tonda modern cahili paradigmayı esas alan yaklaşımlarıyla, İslam'ı ahkâmından ve modern / post-modern câhiliye karşısındaki temel itiraz ilkelerinden soyutlama misyonunu yerine getirmeye çalışıyorlar, çıkış noktası olarak belki böyle bir gayeyle hareket etmiyor olsalar bile. Zira insanın gayesinden ziyade, üzerinde bulunduğu yol-yöntem, usuldür belirleyici olan. O sebepledir ki “Usul esasa mukaddemdir” denilmiştir. Yanlış usulün, insanı esastan saptırması kaçınılmaz bir neticedir.

Sözünü ettiğimiz yaklaşım sahipleri, Kur’an’ı gerek kendi iç bütünlüğü/bağlamından, gerekse onu en iyi anlayıp yaşayan Rasulullah (a.s.)’ın pratik örnekliği (Sünneti) bağlamından kopararak ve yanı sıra Kur’an’ın külli kaide ve gayelerini devre dışı bırakan parçacı ve parçalayıcı post-modern bir yaklaşımla, onun lafızlarına keyfi/subjektif anlamlar yükleyerek mesajlarını alt üst edebilmekte, cahili algı ve işleyişleri yerle yeksan etmek için inzal olunan Kitab-ı Kerim’i, modern / post-modern cahiliye algı ve işleyişlerinin meşrulaştırıcısı, payandası haline getirebilmektedirler.

Bu durumun çok cüretkâr ve ifsad edici, üstelik de sunuş yazısında “geleneksel yaklaşımlara” olduğu gibi “modernist bakış açısına” karşı da eleştirel bir yaklaşım imajı veren ifadeleriyle yanıltıcı bir niteliğe de sahip olan misallerinden biri, Erhan Aktaş’ın, “Kerim Kur’an / Türkçe Çeviri” adlı “mealidir”.[2] Yanıltıcıdır, zira sunuş yazısını okuyan bir muhatap, bu mealin son dönemde giderek yaygınlaşan modernist yaklaşımlardan beri bir zihin ve anlayışla hazırlanmış olduğunu düşünerek, bu olumlu düşünceyle, meale karşı gerekli dikkat ve seçicilikten uzak bir okuma gerçekleştirebilecektir.

Sunuş yazısındaki bu cila, Kur’an’ın anlam ve gaye bütünlüğüne, ölçü ve ilkelerine vâkıf olanlar açısından, meal okunmaya başlandığında pıtır pıtır dökülmekte, tabir yerindeyse şapka düşüp kel görünmektedir, lakin ifade etmeye çalıştığımız gibi yeni bir Kur’an meali okuyucusu açısından sunuş yazısındaki cila ile, içerikteki modernist / post-modernist tahrifat çelişkisinin fark edilmesi kolay olmayabilecektir.

Söz konusu “mealin” yazarı, sunuş yazısında modernist anlayışla ilgili olarak “Bu hareket, önemli ölçüde Kur’an’ı rasyonelleştirme çabasına girdi. Arap dilinin mecaz, temsil, teşbih gibi anlatım özelliklerini kullanarak, Kur’an’a müdahale sayılabilecek bir yaklaşımla rasyonellik belirleyici unsur yapıldı” ifadelerine yer verdiği mealinde, modern bakış açısıyla Kur’an’a yönelik müdahalelerin en ağırlarını pervasızca ve tabii ki keyfi olarak yapmaktan geri durmamakta, bugün için modern tuğyanizmin hedefindeki iki önemli İslami değer olan faizin haramlığı ve başörtüsü eksenli tesettür emrini iptal etme cüretkârlığına soyunabilmektedir.

Kur’an çevirisi adı altında Kur’an’ın ictimai ve iktisadi iki temel direğine yönelik yaptığı bu tahrifatlarda izlediği yola baktığımızda, makalemizin başında dile getirmeye çalıştığımız usulsüzlüğü çok bariz olarak görmekteyiz. Yani, Kur’an’ın külli kaide ve gayelerini, kendi iç bütünlüğü/bağlamlarını ve Rasulullah (a.s.)’ın pratik örnekliği (Sünneti) bağlamını yok sayan, neticede faize dayalı mevcut ekonomi uygulamalarını ve “modern” giyim-kuşam kültürünü esas alarak lafızlar üzerinde yapılan keyfi/subjektif yorumlar ve dahası demagojilerle, tıpkı ünlü protestan papazı Jean Calvin gibi faizi meşrulaştıran, tesettürün esası/imamesi vasfı taşıyan başörtüsünü ise Kur’an’ın emri olmaktan çıkaran bir hadsizlik, tahrifatçılık, açık bir yıkıcılık ortaya konulmaktadır.

İşin doğrusu şu ki, bugüne kadar, özellikle de şu son çeyrek asır içinde İslam’a ve değerlerine, şiarlarına yönelik birçok modernist / post-modernist saptırma girişimine, tahrifat çabasına tanıklık ettik, halen de etmekteyiz. Fakat doğrudan faizin haramlığı ve başörtüsünün farz oluşu gibi, İslam’ın tüm zamanlarda egemen cahiliyeye karşı somut itiraz ve direniş esasları arasında yer alan iki temel İslami değeri bu kadar yıkıcı şekilde hedef alan bir hadsizliği bu “mealde” görmekteyiz.

Bu müfsid “mealin” yazarı, sunuş yazısında  “geleneksel anlayışa” değinirken “Bu anlayış, sözcük anlamı ile yetinen, “anlam” ve “amaca” gerektiği kadar önem vermeyen bir anlayıştır” ifadelerini kullanmaktadır. İşte faiz ve başörtüsü konusunda kendisinin yaptığı da, üstelik sözcük anlamlarını da saptırma cürmünü de işleyerek, tam olarak budur. Bir metnin bağlamları, anlam ve amacı devre dışı bırakıldığında, dileyen bir kimsenin o metindeki herhangi bir sözcüğe keyfi/subjektif anlamlar yükleyerek o metni kendi hevasına uydurmasından daha kolay bir iş olmayacaktır.

Nitekim, “salat” kelimesini/kavramını Kur’ani/Nebevi bağlamları ve anlam ve amacından koparan mealcilerin, bu sözcüğe salt dua veya dayanışma/yardımlaşma anlamı yükleyerek namaz ibâdetini iptal etmeleri de bu usulsüzlüğün bir misalini teşkil etmektedir. Bir mealcinin, dönemin ABD başkanı B. Obama ve göbekleri açık şekilde giyinmiş kızlarının bir yemek dağıtım fotoğraflarını paylaşıp, altına “İşte salat budur” şeklinde yazdığı paylaşımı hiç unutamam.

Bu arada, bahse konu “mealin” yazarının nasıl ki sunuş yazısında güya “Kur’an’a modernist yaklaşımı” eleştiriyor ve fakat mealinde modern tuğyanizmin iki temel enstrümanı olan faizi ve tesettürsüzlüğü meşrulaştırma grişiminde bulunarak modernist yaklaşımın tam anlamıyla dibini buluyorsa, aynı şekilde “geleneksel yaklaşım” eleştirisinde de tutarlı olmadığını görmekteyiz. Zira mealinde, bir cahiliye dönemi nikah (!) biçimi olan “muta nikahını” savunacak kadar bu açıdan da şirazeyi kaybettiği görülmektedir. Oysa “muta nikahı” adı verilen uygulama, ifade ettiğimiz gibi çirkin bir cahiliye âdetidir ve İslam, tek bir evlenme biçimi (aile oluşturma, talak/boşanma, iddet, vâris olma gibi şartlara haiz nikah) vaz ederek, bu alandaki diğer cahiliye uygulamaları gibi “muta nikahını” da ortadan kaldırmıştır.

Bu cahiliye uygulaması; Rasulullah (a.s.)’dan sonra, tıpkı muskacılık, üfürükçülük benzeri cahiliye âdetleri “İslami bir kılıfla” yeniden nasıl diriltilmişse, üretilmiş rivayetler üzerinden yeniden gündeme getirilen bir cahiliye âdetinden başka bir şey değildir.

Söz konusu “mealin” yazarı, “muta nikahı” adı verilen cahiliye âdetini meşrulaştırmaya kalkışırken de, modern cahiliyenin, tuğyanizmin iki temel enstrümanı durumundaki faizi ve tesettürsüzlüğü meşrulaştırmaya kalkışırken de aynı usulsüzlüğü izlemektedir. O usulsüzlüğü şöylece özetleyebiliriz: Siyak-sibak bütünlüğünü, Kur’an bütünlüğünü ve Kur’an’ın külli kaide ve gaye bütünlüğünü (Kur’an’ın iç bağlamlarını) yok sayıp, ilgili ayeti ve ayetin ilgili lafzını bu bütünlükten kopararak, o lafza keyfi anlam yüklemek ve ayete kendi zihinsel formasyonuna göre, keyfince anlam verebilmek…

Söz konusu “mealin” yazarı, Nisâ sûresi 24. ayetteki “istemta’tum”, Bakara sûresi 275. ayetteki “riba” ve Nur sûresi 31. ayetteki “humur” (tekil hali; hımar) kelimelerini, bütün Kur’ani bağlamlarından pervasızca koparmakta ve böylece savunmasız, işlevsiz bıraktığı, tabir yerindeyse mustaz’aflaştırdığı, zayıf duruma düşürdüğü bu kelimelere geleneksel ve modern cahili anlayışlardan mülhem keyfi anlamlar yükleyerek, bilerek veya bilmeyerek İslam’ın temelleriyle oynamakta, haramları helal yapmak, Allah’ın emrini iptal etmek gibi açık bir “Samirilik” misyonuna soyunabilmektedir.

Bahse konu “mealin” yazarının, “riba” ve “faiz” kelimeleri üzerinden yaptığı demagoji ve “ribanın haram, faizin ise meşru olduğunu” ifade ediyor olması, şayet kasti bir saptırma girişimini ifade etmiyorsa, büyük bir cehaleti işaret etmektedir. Bu yaklaşım, tıpkı Türkiye’deki kimi seküler kesimlerde “şarap” ve “içki” kelimeleri üzerinden yapılan demagojiyi, “Kur’an’da şarap haram kılınmıştır, diğer içkiler değil” komikliğini hatıra getirmekte, bu komiklikle tam bir uyum arz etmektedir.

Konuları tekil olarak makalemizin ikinci bölümünde, inşallah bir sonraki sayıda ele alacağımızı belirterek,  şimdilik şu kadarını söylemekle yetinelim ki, “riba” ve “faiz” kelimeleri ve bu kelimelerin ifade ettikleri anlam, tam olarak “hamr” ile “içki” kelimeleri ile bunların ifade ettikleri anlam gibidir. Evet biz bugün nasıl ki “hamr” yerine Türkçe bir kelime olarak “içki” kelimesini kullanıyor isek, “riba” kelimesi yerine de yaygın olarak bir başka Arapça kelime olan “faiz” kelimesini kullanıyoruz. Ancak bunu ayrı bir anlam çerçevesi için değil, tam olarak “riba” kelimesinin karşılığı olarak kullanmaktayız.

Tıpkı “salat” kelimesi yerine kullandığımız “namaz” ve “savm/sıyam” kelimesi yerine kullandığımız “oruç” kelimeleriyle o orijinal Kur’ani kelimelerin kastettiği, nitelediği ibâdetleri kastettiğimiz gibi. Bir kimsenin bugün kalkıp, “salat” ve namaz” veya “savm” ve “oruç” kelime farkları üzerinden bir mahiyet farkından söz etmeye kalkışması nasıl ki ancak kendi cehaletini dışa vuracak anlamsız bir demagojiden öteye geçemeyecek ise, “riba” ve “faiz” kelime farkı üzerinden Mekke cahiliyesindeki faizle, günümüz modern cahiliyesindeki faizi birbirinden ayrıştırıp, aslında daha eşed bir münker olan, dünya çapında zengini daha zengin, fakiri daha fakir hale getiren bir yığma, yağma ve sömürü çarkını ifade eden modern cahiliye faizini meşrulaştırmaya çalışmak da o şekilde anlamsız bir demagojiyi ifade etmektedir. Günümüz kapitalist ekonomisinin temel enstrümanı olan faiz, ribanın kurumsallaştırılmış günümüz versiyonundan başka bir şey değildir. Aralarında illet ve mahiyet farkı yoktur. Aksini iddia etmek, “şarap hamrdır, fakat rakı hamr değildir” demekle eşdeğer bir cehalet, komikliktir. Fakat işte bahse konu “mealde” bu cehalet ve komiklik pervasızca icra edilmiştir.

Kur’an’ın Külli Kaide ve Gayelerini Yok Sayarak, “Kur’an’a Karşı Kur’an” Pozisyonu Almak

Kur’an okuyan, Rasulullah (a.s.)’ın 23 yıllık Kur’ani yaşantı, inşa ve mücadelesine dair temel bilgilere sahip olan bir kimse, şu hususların Kur’an’ın külli kaide ve gayeleri arasında çok temel hususlar olduğuna, bu üç hususun Kur’an’ın ictimai-siyasi-iktisadi inşasında eksene aldığı konular arasında bulunduğuna tanıklık edecektir:

1- “Cahiliye âdeti” olarak nitelenen[3] açılıp-saçılmanın doğuracağı ifsadın önüne geçilmesi ve toplumsal işleyişte kadının, câhiliye ortamlarında olduğu gibi cinselliği ile değil, şahsiyeti/kişiliği ile yer almasını temin ve iffetsiz insanlar karşısında kadının hukukunun korunmasını kolaylaştırmak gayesiyle tesettürün öngörülmesi.

2- Kadın-erkek ilişkilerinde evlilik ve aile merkezli bir inşanın hedeflenmesi.

3- Allah’ın kulları için var ettiği nimetlerin, servetin tekelleştirilmesine (kenz) karşın, paylaşımın, serveti tabana yaymanın esas alınması.

Kur’an’ın; tüm külli kaide ve gayeleri konusunda olduğu gibi, bu üç konuda da yalnızca parça emir ve nehiyler bildirmekle kalmayıp, her üç konuda da tüm boyutlarıyla akidevi, ahlaki, hukuki, ictimai, siyasi bütünlükte bir inşa gerçekleştirdiğini görmekteyiz.

Örneğin evlilik/nikah konusunda; evlenilmesi helal olanlar, olmayanlar, nikahsız ilişkilerin fuhşiyat olarak nitelenmesi, zinaya yaklaşılmamasının emredilmesi, bekarların evlendirilmesinin önemine vurgu yapılması, nikah akdinin şartları, evlilikteki sorunların çözüm yollarına, karşılaşılan sorunlara karşın ailenin ayakta tutulması için alınması gereken tedbirlere değinilmesi, aileler arası hakemlik müessesesi, evliliğin sürdürülemeyecek noktaya gelinmesi durumunda nikah akdinin sona erdirilmesinin ölçüleri, nikah akdinin sonlandırılması sonrası işleyecek karşılıklı hukuk gibi konuyla ilgili her meseleyi ele alan ve ölçülendiren bir öğreti ve ahkam bütünlüğü söz konusudur.

Aynı durum kenz ve rant ekonomisine karşı paylaşım ekonomisi konusunda da, tesettür konusunda da söz konusudur.[4] Allah’ın kulları için var ettiği zenginliklerin, nimetlerin belli ellerde dolaştırılmayıp paylaşımının emredilmesi, kenzin/biriktirmenin zemmedilmesi ve paradan para kazanmak demek olan faizciliğin yasaklanıp, buna karşılık insanların birbirlerine Allah için borç vermesi demek olan kard-ı hasen öğretisinin güçlü vurgularla gündeme getirilip bir mü’min ahlakına dönüştürülmesi, sadaka, zekat, infak gibi çeşitli kavramlarla ifadesini bulan paylaşımın teşvik ve emredilmesi, Karun kıssası, bahçe sahipleri kıssası gibi anlatımlarla Allah’ın kullarının hakkı olan nimetleri onlarla paylaşmak yerine biriktirme ve tekelleştirme yoluna gidenlerin akıbetine vurgu yapılıp, buna karşılık zenginliği, nimetleri o zenginlik ve nimetlerde hakkı bulunan toplumla paylaşmanın dünyevi ve uhrevi güzel neticelerine vurgu yapılması, Kur’an bütünlüğünde önemli bir yekün tutan hususlardır.

Tesettür konusu da aynı şekilde, birkaç emir ve nehiyle sınırlı olarak değil, Kur’an’ın temel konularından biri olarak Kur’an bütünlüğüne nakşedilmiş hususlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle İblis’in, Adem (a.s.) ve eşini örtülerinden mahrum kılarak cennetten uzaklaştırdığına işaret edilip örtünmeye ve örtünmenin esasını, ana bağlamını teşkil eden takva elbisesine  vurgu yapılması, cahiliye devri kadınları gibi açılıp-saçılınmamasının emredilip, baştaki örtüyü gerdanlık kısmı da örtecek şekilde salmaya özel bir vurgu yapılması, dışarı çıkılması durumunda cilbab adı verilen dış örtünün ayrıca emredilmesi ve bu emrin gayesi olarak iffetli bilinmenin ve böylece iffetsiz erkeklerce rahatsız edilmemenin teminine işaret edilmesi, yaşlı kadınlara dış örtü konusunda ihtiyari bir muafiyet getirilip,  bununla birlikte sakınmalarının kendi faydalarına olacağının ifade edilmesi, kadınların yürüyüş ve konuşma tarzlarının da Rabbani ölçülerle belirlenmesi gibi ölçüler, konunun Kur’ani inşa açısından önemini ortaya koyan hassasiyetine işaret etmektedir.

İşte bu üç konuda, Kur’an’ın külli kaide ve gayelerini, siyak-sibak ve Kur’ani bütünlük bağlamlarını devre dışı bırakarak, ayetlerdeki kelimeleri bu bütünlükten soyutlayıp, Kur’ani anlamlarından da kopararak,  keyfi ve cahilane yorumlarla Kur’an’ın anlam ve maksat örgüsüne, öğretisine, dünya görüşü ve ictimai-siyasi-iktisadi inşa hedefine aykırı ve dahası muarız bir yaklaşım ortaya koymak, Ali Şeriati’nin meşhur tanımından mülhem olarak söyleyecek olursak tam anlamıyla “Kur’an’a karşı Kur’an” pozisyonu almak demektir.

“Kur’an Çevirisi” Adı Altında Kapitalizme Teolojik Hizmet

Coğrafi keşifler ve sanayi devrimiyle birlikte batıda feodal düzenin yerine yeni ve son derece yayılmacı, sömürgeci bir yağma ve yığma düzeni olarak ortaya çıkan kapitalizmin teşekkülünde, Katolikliğe karşı 16. asırda önce Martin Luther (1489-1546) ve ardından Jean Calvin’in (1609-1564) itirazları ile ortaya çıkan ve protest niteliği sebebiyle “Protestanlık” olarak adlandırılan akımın etkisi/katkısı sosyolog ve iktisatçıların üzerinde durduğu bir konu olmuştur. Özellikle Max Weber’in (1864-1920), “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı eserinde, Kalvinci Protestanlığın kapitalizmin güçlenmesindeki etkisine dair yorumları dikkate değerdir.

Max Weber, kapitalist zihniyetin “Protestan ahlâkı”nda mevcut olduğunu belirterek, “Protestan ahlâk”ın başarılı iktisadi faaliyeti ve kazancı, arzu edilebilir bir dini faaliyet olarak tespit ettiğini vurgulamaktadır.[5] Weber, “kapitalist ruhun” oluşmasında, Kalvinci Potestanlığın daha ziyade dünyevi başarı, düzenli çalışma ve mesleğin gereklerini yerine getirme disiplini ile, uhrevi kurtuluş arasında bağ kuran teolojisine vurgu yapıyor olsa da, bundan daha önemli ve asıl etkinin, Jean Calvin’in, Katoliklik ve hatta Luhher Protestanlığının aksine, kapitalistleşmenin temel enstrümanı olan faizin haramlığı akidesini iptal ederek faize meşruiyet kazandırmış olmasıdır. Orhan Türkdoğan, bu gerçeği şu şekilde ifade etmiştir:

“Protestanlık’ın spekülasyon, borç verme, faiz, devlet müdahalesi konusundaki söylemleri kapitalizmin gelişiminde büyük etkisi olmuştur. Nitekim Cenevre, Bale, Amsterdam, Londra gibi Protestan merkezleri ticari kapitalizmin yoğunlaştığı yerler olmuştur… Calvin özellikle, Faizin günah olmadığını açıklayarak; o tarihe kadar borç verme işlemine konu olmadan yalnızca gelecek kötü günler için tasarruf edilmiş yastık altı paraları, iktisadi faaliyetlere yöneltmiştir.”[6]

Kısacası batıda nasıl ki feodal dönemin teolojik zeminini Katoliklik oluştururken, kapitalist dönemin teolojik zemini de Protestanlık/Kalvinizm tarafından oluşturulmuştur. Faizin meşru görülmeye başlanmasıyla kapitalist sermaye birikimi, tekelleşme ve tröstleşme mümkün olmuş, kapitalist sömürü çarkı dönmeye başlamıştır. Kalvinizmin bu niteliği, yani kapitalizme teolojik/dini meşruiyet ve zemin kazandırmış olması sebebiyle, günümüzde, bütüncül bir hayat nizamı olarak, kapitalist yağma ve yığma düzeni karşısındaki yegâne direniş kalesi niteliği taşıyan İslam’ı bu niteliğinden uzaklaştırarak, sekülerizm, muhafazakârlık/konservatizm, milliyetçilik/nasyonalizm ve kapitalizm gibi modern cahili algılarla uzlaştırmak, onların payandası, teolojik meşrulaştırıcısı konumuna düşürmek üzere yapılan yorumlar, dile getirilen görüşler “İslami modernizm” ve kapitalizme özgü olarak da “İslami Kalvinizm” olarak nitelendirilmektedir.

Nitekim, ABD Utah Üniversitesi öğretim görevlisi Hakan Yavuz, Fetullah Gülen’i şöyle tanımlıyordu, yıllar önce verdiği bir röportajda: “Gülen hareketi, dinin ve Tanrı’nın; kapitalizmin ve Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre, Türk burjuvazisini güçlendirmek için yeniden yorumlanmasıdır.”[7] İşte bahse konu ettiğimiz “meal” de maalesef, Kur’an’ın konuyla ilgili bütün öğretilerini, mesajlarını, emir ve nehiylerini yok sayıp, riba ve faiz kelimeleri üzerinden ürettiği demagojiyle, modern yağma, yığma ve sömürü düzeni kapitalizmin başat enstrümanı olan faizi meşrulaştırmaya kalkışmakta, böylece maalesef kapitalizme teolojik hizmet sağlayan, İslam’ı kapitalizmin ihtiyaçlarına göre yorumlayan bir konuma düşmüş olmaktadır.

İnşallah devam edecek…

Dipnotlar

[1]    Bkz: Tevbe 31. ayet ve İbn Adiy’le arasında geçen diyalog ile Rasulullah’ın bu ayeti tefsiri.

[2]    Emri bil m’aruf, neyhi anil münker yükümlülüğümüz gereği kalema aldığımız bu makale, umarız ki söz konusu “mealin” yazarı tarafından kişisel asabiyet ve buna dayalı savunma refleksiyle değil de, hâlini muhasebe ve tevbe-i nasuh için kendisine merhametle kazandırılmış bir fırsat olarak görülür. Tevbe-i nasuh ve hâlini ıslah yerine, mevcut saptırıcı ve yıkıcı yaklaşımlarda ısrar ve bu müfsid yaklaşımların neşrine devam edilmesi, açık bir Samirilik misyonunun sürdürülmesi demek olacaktır ki, bu kendisi ve etkilediği insanlar açısından büyük bir ziyan demektir.  

[3]    Bkz: Ahzâb, 33/33

[4]    Tabi tesettür denilince şunu evvel emirde vurgulamamız gerekir ki, başörtüsü kadın tesettürünün imamesi hükmündedir. Bahse konu yaptığımız meal çalışmasında öne sürüldüğü gibi “başörtüsüz bir tesettür” iddiası yumurtasız omlet gibi bir garabetin ötesinde bir anlam taşımamaktadır. Ki başörtüsü konusunu yazımızın ikinci bölümünde daha ayrıntılı ele alacağız inşallah.

[5]    Bkz: H.Ekber Bodur, “Modern Kapitalizm’in Doğmasında Dinin Rolü”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10. Sayı, Erzurum, 80-108, 1991

[6]    Orhan Türkdoğan’ın “Endüstri Sosyolojisi, Türkiye'nin Endüstrileşmesi: Dün-Bugün-Yarın” (Töre Devlet Yayınevi) kitabından aktaran: İshak Torun, Kapitalizmin Zorunlu Şartı “Protestan Ahlâk”, Cumhuriyet Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2002

[7]    https://ahmetubeytugur74.wordpress.com/2014/02/12/hakan-yavuzla-gulen-hareketi-roportaji, 2004

(Not: Bu makale, İktibas Dergisi'nin Aralık 2020 sayısında yayınlanmıştır.)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN