

DİNDE ORİJİNAL KALMAK!
Asım ŞENSALTIK
30-12-2025 16:51
Dinin bizden istemiş olduğu en önemli sorumluluklardan bir tanesi şudur: İslâm dışı din ve düşünce mensuplarına benzememek. İslâm’ın biz müminlerden istediği husus şudur: Bize göndermiş olan dine atma ve katmada bulunmadan olduğu gibi kabul etmek -yani ona teslim olmak- ve gücümüz oranında onu hayatımızda temsil etmemizdir. İslâm, insanlar için hayat prensipleri belirleme hakkının sadece Allah’ta bulunduğu, bu hakkın O’ndan başka birisine verilmesinin asla kabul edilmeyeceğini kalın çizgilerle altı çizilerek bildiriyor.
Kur'an'a ve Hz. Peygamberin hayatına baktığımız da şununla karşılaşıyoruz. Risâletin Mekke döneminde özellikle benzemememiz gereken kimseler olarak Mekkeli müşriklerin gündeme getirildiğini görmekteyiz. Müslümanların içinde yaşadığı o toplumda en yaygın inanç putperestlik olması sebebiyle uyarıların da bu inanca yönelik olduğunu görmekteyiz. Kur’an’ın Mekke döneminde inen âyetlerine baktığımız zaman hedefe koyduğu inanç olarak putperestliği görmekteyiz.
Medine dönemine baktığımız zaman ise orada da özellikle benzemememiz gereken kimseler olarak Ehl-i kitabın gündeme getirildiğini görmekteyiz. Medine’de, kendilerini bir kitaba ve peygambere nispet eden hatırı sayılır bir Yahudi kitle vardı. Bunların Medine’nin halkıyla geçmişe dayanan bir birliktelikleri vardı. Bu birliktelik süreç içerisinde etkilenmeleri beraberinde getirmesi söz konusu olmuş olabilir. Müslümanların çok kadim bir tarihe sahip oldukları için Yahudilere özenmeleri mümkündür. İşte bu dudumun oluşturacağı kimlik problemine engel olmak için Kur’an ve Hz. Peygamber, Medine döneminde sürekli olarak Ehl-i kitaba benzememe noktasında uyarılarda bulunmuştur.
Bu durum bize Müslümanlar olarak içinde yaşadığımız toplumda yaygın olarak bulunan İslâm dışı inançlar, kabuller, referanslar neler ise onlara karşı bir duyarlılık oluşturmak ve onlara benzememek gerektiği öğretmektedir.
Kur'an'a tabi olan biz müminlerin benzemememiz gereken kimseler olarak sadece Mekkeli müşrikleri veya sadece Medine'de yaşayan Ehl-i kitabı dikkate alarak hareket etmemiz bizi yanlış neticelere götürecek bir yaklaşım olacaktır.
Nasıl ki Kur’an-ı Kerim Mekke'de müşrik inancını, Medine'de ise Ehl-i kitabın inancını ön plana taşıyarak bize bu konuda rehberlik ettiyse biz de kendi yaşadığımız çağda yaygın olarak bulunan ve insanlar üzerinde etkisi en fazla olan İslâm dışı unsurlar ne ise onları tanımak ve onlara benzemekten sakınmak sorumluluğumuz olduğunu unutmamamız gerekiyor.
İçinde yaşadığımız toplumda ve çağda, insanlarımızı en fazla etkileyen inanç ne Mekkeli müşriklerin putperest inançlarıdır ne de Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan Ehl-i kitabın din kabulleridir.
İçinde yaşadığımız toplumda Yahudi dinine ait birtakım inançları benimsenmesi ve onların toplum üzerinde kabul görmesi gibi bir durum hemen neredeyse yok gibidir. Kur'an'ın Yahudilerin yapmış olduğu birtakım olumsuz özellikleri gündeme getirerek bizleri onlar üzerinden uyarması bizi yanıltmamalıdır. Kur'an'ın gündeme getirmiş olduğu o olumsuz özelliklerin çok büyük bölümü Yahudi dininin bir gereği olarak yapılan davranışlardan ziyade onların zaaflarını neticesi olarak ortaya çıkmış olan neticeler olduğunu çok rahat görebilmekteyiz. Bugün içinde toplumumuzda çok fazla Kur’an’ın onlar üzerinden gündeme getirdiği olumsuz özellikler üzerinden Yahudileşme söz konusu olsa da Yahudilik dininin temel esaslarına yönelik olarak çok fazla bir benzeşme söz konusu değildir.
Benzer durum Hristiyanlık için de söz konusudur. Toplumumuzda başta Hristiyanların tanrı inançları olmak üzere dinlerinin temelini oluşturan kabullere yönelik bir benzeşmenin olduğu istisnalar dışında yok gibidir. Yok gibidir derken hiç yoktur demek itemiyoruz. Farklı inançların bir arada yaşadığı toplumlarda her zaman bazı noktalarda benzeşmeler söz konusu olabilir. Tabi ki Müslümanlar arsında da bazı kesimlerde Hıristiyanlara ait inançlardan bazılarına rastlamak söz konusu olabilmektedir. Kur’an inzâl olduğu dönemde Müslümanları en fazla etkileme olasılığı bulunan ve bundan dolayı Müslümanların uyarıldığı Müşriklerin inançları, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi kabulleri bugün de hâlâ en büyük tehlike olarak göstermek çok isabetli olması gerekir.
Kısacası bugün Hz. Peygamber bu toplumda görev yapsaydı, Kur’an bu toplum üzerine inzâl ediliyor olsaydı, öncelikli olarak Mekkeli müşriklerin, Yahudi ve Hıristiyanların inançlarından ziyade öncelikli olarak insanlar üzerinden en fazla etkisi bulunan dünya görüşleri ne ise onlara benzememiz gerektiği konusunda bizlere uyarılarda bulunurdu.
Bugün içinde yaşadığımız toplumda insanlarımızı en fazla etkileyerek onları İslam'dan uzaklaştıran inançların en önde gelenleri Batı'nın mihmandarlığını yaptığı laik bir dünya görüşü, sekülerizm ve insan hevasına dayanan özgürlükçü dünya görüşüdür. Kısaca modern cahiliye diye adlandıracağımız bu anlayışın, içinde yaşadığımız topluma özgü olanı Kemalizm ideolojisidir. İttihat ve terakki cemiyeti ile başlayan ve cumhuriyetle birlikte Kemalizm ideolojisiyle devletleşen bu ideoloji geldiğimiz noktada Müslüman halkı en fazla etkileyen bir işleve sahiptir. Bu sebeple Müslümanlar da dahil olmak üzere hemen herkesin üzerinde ciddi manada bu şekilde bir dönüştürücü etkisi olan bu anlayışlar, Müslümanların en fazla benzememeye çalışacakları kesimler olmalıdır.
Her ne kadar biz Müslümanlar olarak İslâm dışı olan hiçbir din, ideoloji, dünya görüşü ve benzeri hususlardan uzak durarak onlara benzemememiz gerekse de kendisini herhangi bir din olarak gösterilmese de, insanlar üzerinde oluşturmuş olduğu etki ile onları dinlerinden uzaklaştırarak bâtıl anlayışların içerisine sürükleyen çok daha tehlikeli anlayışlar söz konusudur. Çağımızda toplumu bu yönüyle çok daha fazla etkileyen anlayışlara benzememeye daha bir fazla hassasiyet göstermemiz gerektiği bir hakikattir.
Batının Ürettiği Modern Cahiliyenin Temel Referansları:
İnsanı kutsayan bir inançtır. İnsanı, yaratılmışlardan bir varlık görmek yerine onu tanrı yerine koyarak hayat üzerinde tek söz sahibi olarak tanır. İslâm’da hayatın merkezinde olan varlık Allah (c.c.) iken bu inançta insandır. Hayat üzerinde söz sahibi olması gereken varlık sadece insandır. Diğer canlılarla nasıl bir ilişki kurması gerektiğini de, hem cinsleriyle arasındaki münasebetlerin de nasıl olması gerektiğinin ölçülerini de insan belirlemelidir. İnsanın toplumsal bir varlık olması yönüyle de bu hak tüm insanlara değil de onları temsil eden ve genellikle de gücü elinde bulunduran azınlık bir kitleye aittir.
Temel aldığı referansları üç başlık altında toplamak mümkün. Bunlar:
- Akıl,
- Hevâ
- Hümanizm
Batının ürettiği seküler dinin temel özellikleri şu şekilde ifade edebiliriz:
1- Din, hayat üzerinde belirleyici olmayacak, insan vicdanı ile Allah arasında kalacak. Toplumu ilgilendiren hiçbir meselede din referans olarak gösterilmeyecek, referanslar sadece batılıların öngördüğü insan tipinden alınacak.
2- Din, sadece kilise/havra/cami gibi ibadet mekanlarında ve kişilerin bireysel uygulamalarında temsil edilebilecek. Bu anlayışta din, toplumların bir arada yaşayabilmesi için varlığı zaruri olan bir realite olarak görülmektedir. Bu yönünden dolayı din açıktan reddedilmek yerine, ona saygı duyulduğu ifade edilerek; onun ancak ibadet mekanlarında varlığını devam ettirmesine izin verilmektedir. Bu anlayışlar tarafından din, insanları kendi sistemlerine entegre etmenin bir aracı olarak görülmekte ve kullanılmaktadır.
3- Siyaset, tamamen dinden bağımsız olarak aklın belirlediği ve insanların çoğunluğunun kabulüyle yürürlüğe giren yönetim şekli olan demokrasiye göre olacak. İnsanın kendi kendisini yönetmesi ve çoğunluğun dediğinin olması gerektiği olarak tanımlanacak demokrasilerde, hiçbir zaman halkın çoğunluğunun dediği olmamış, toplumlara öncülük eden kimselerin halkın önüne sürdüğü seçeneklerden birisi olmuştur. Sözde halk adına yürürlükte bulunduğu iddia edilen demokrasi, her dönemde toplumları sömüren elit bir kesime hizmet eden bir yönetim şekli olmuştur.
4- Eğitim, aklın ve bilimin ortaya koyduğu referanslara göre olacak, din bu alana da müdahil olmayacak. Dini referans almayan, hatta dine karşı tavırla şekillenmiş aklın belirlediği normlar neyse bilgi ona dayandırılacak, bu normlara uymayan bilgiler kabul edilmeyecek. Batılıların, tamamen modern olarak kabul edilen bilimin koyduğu ölçülere göre aklı şekillendirmek istemelerinden dolayıdır ki bu ölçülere uymayan hiçbir bilgiyi kabul etmemektedirler. Eğitimi de bu temeller üzerine kurmakta, bu yönüyle de insanların dinden referans alan bilgilerini reddetmektedirler. Dine göre en hakiki bilgi Allah’ın verdiği bilgiyken bu anlayışa göre bilimin ortaya koyduğu ve rasyonalist aklın doğru gördüğü bilgiler en doğru bilgilerdir. Diğer bir adıyla beşer olan ve bu yönünden dolayı birçok zaafı olan insan, gerçek bilginin tek belirleyicisi olarak görülmektedir.
5- Ekonomi, kapitalist anlayışa uygun olarak şekillenecek, faiz gibi uygulamalar, topluma vereceği zararlar dikkate alınmadan meşru görülecek, din bu alana da müdahil olmayacak. Faiz sisteminin; parası olan kesimlere fayda sağladığı ve paraya ihtiyaç duyan fakir insanları sömürdüğü veya an azından zenginler kadar fayda sağlamadığı bilindiği halde şiddetle savunmaktadır. Batıda, modern dünya görüşünü oluşturanlar büyük ekseriyetle zenginler olmaları sebebiyle faiz gibi kendilerine sürekli fayda sağlayacak bir uygulamayı da şiddetle savunmaları ve ekonominin merkezine koymaları da anlaşılacak bir durumdur. Lakin insana nihai olarak huzur getireceği söylenen bu dünya görüşünün, toplumun büyük kesimleri olan fakir insanları sömüren faize dayanan bu sistemi benimsemesinin aslında ne kadar da gerçeklikten uzak olduğunun bir göstergesidir.
6- Toplumda yaşayan bireyler, özgür olduklarından tercihleri sebebiyle baskı görmeyecek, bir başkasına zarar vermediği sürece tercihleri noktasında kısıtlanmayacak. Kulağa hoş gelen bu söylem aslında modern insan için felaketin tamda kendisidir. Dinden sistemli bir şekilde uzaklaştırılan modern insan için bu yaklaşım aslında her türlü taşkınlığın ta kendisidir. Dinin insan hayatında yer aldığı bir durumda frenlediği birçok şehevî arzu, dinin yer bulanmadığı bu anlayışların hâkim olduğu hemen her yerde, birçok ahlâksızlıklar insan ilişkilerinde belirleyici olmaya başladığı görülmektedir. Bu anlayış başta kadın-erkek ilişkileri olmak üzere her türlü ilişkilere yansımış ve adeta şehevî arzuların belirleyici olduğu bir toplumsal hayatı beraberinde getirmiştir.
7- Hukuk tamamen insanı ilahlaştıran hümanist düşüncenin belirlediği ölçülere göre olacak, din bu alana da müdahil olmayacak. İnsanlar arasında adaleti gerçekleştirmek için var olması gereken hukuk, bu temelden ziyade kutsallaştırılan insanın arzularını tatmin aracı olarak görülmüştür. Oluşturulan beşerî hukukla suçlar önlenmeyince devasa hapishaneler yapılarak insanlar orada tutuklu bulundurularak suçların önüne geçileceği düşünülmüştür. Oysa ki bu tür cezalandırmalar ne zulme uğramış insanın memnun etmiştir ne de suçları önleyebilirmiştir. Tam aksine suç oranlarını artırmış, toplumlar adalete ve güven ortamına hasret kalmışlardır. İşin bir başka tarafı da belirlenen hukuk kuralları hep halktan olan kesimleri cezalandırmak için kullanılmış, gücü elinde bulunduran insanlar ise hep bu kanunlardan muaf tutulmuştur.
8- Sanat ve medya sektörü insanın kişisel hazlarını tatmin edecek şekilde kurgulanacak, yapılan tüm içerikler buna göre hazırlanacak. Dinin bu alan üzerinde de bir etkisi olmayacak. Modern cahiliyenin sanat anlayışı tamamen insanın hevasına hitap edecek şekilde kurgulanmıştır. Görsel ve yazılı medya aracılığıyla sanat adı altında sergilenen bu çirkeflikler tüm topluma ulaştırılmış, toplumlar en fazla bu alan üzerinden ifsat edilmişlerdir. Sanatın merkezine cinselliği koyarak ifsada öncelikle buradan başlamışlardır. Özellikle kadın, bu sektörün birinci derecede kullandığı bir araca dönüşmüştür. Cinselliğin öne çıkarıldığı filim, tv. programları, müzik, magazin, dizi film, eğlence programları gibi nice içeriklerle toplumları şehevî arzularının kurbanı haline getirilmiştir. Toplumların namus algıları hazırlanan içeriklerle yok edilmiş bunun yerine rızaya dayalı her türlü gayr-i ahlaki birliktelikler meşru hale getirilmiştir. İcra edilen sanatla insanlar, sadece dinlerinden edilmemişler, aynı zamanda namus duygularından da uzaklaştırılmışlardır.
Gelinen noktada hemen tüm dünya insanını etkisi altına alan bu modern cahiliyenin ürettiği ve toplumları onunla dinden ve manevi değerlerinden uzaklaştırdığı algılara karşı biz Müslümanların iman ettiği kutsal kitabın ve dinimiz olan İslâm’ın ortaya koyduğu ölçüler ise unutulmuş gibidir. Şu an içinde yaşadığımız toplum da dahil olmak üzere, toplumlar üzerinde en fazla etkisi olan, insanların kendilerine benzediği algılar ne Yahudilik, Hıristiyanlık gibi dinlerdir. Bunlardan daha fazla insanlar üzerinde etkisi olan ve insanların benzeştiği kimseler bu seküler dinin algıları ve yaşam tarzıdır. Bu modern cahiliye hemen tüm insanlarımızı belirli yönleriyle etkisi altına almıştır. Kimi insanlarda bu etki çok fazla iken kimi insanlarda ise daha azdır. Lakin az bir azınlık dışında herkes bu algıların etkisi altındadır.
Batının ürettiği bu seküler din anlayışına göre dinin hayat üzerinde hiçbir etkisi olmaması gerekirken İslâm göre ise hayatın tüm alanlarıyla ilgili dinin koyduğu ölçülere uyulmadığında kişilerin Müslüman olmaları söz konusu edilemez. Dolayısıyla da bir kişi, seküler algıları ve yaşam tarzını -belirli oranda da olsa- benimsediği bir durumda Müslüman kalamaz. İslâm’ın reddettiği fakat modern cahiliyenin referans aldığı bir algı ve yaşam tarzının kabul edildiği bir durumda o konuda Allah’ın belirlediği ölçüler yok sayıldığından bu durum kişinin Müslüman kimliğini ortadan kaldırır.
Seküler din anlayışına göre din sadece camilerde/kilise/havralarda ve insan vicdanında temsil edilirken İslâm’a göre kişi tüm davranış ve sözlerini dine göre belirlemek zorundadır.
Seküler inanca göre toplumlar üzerinde egemenlik kayıtsız ve şartsız halka ve onları temsil eden organlara aitken İslâm’a göre egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ın görülmediği sürece kişi Müslüman olmaz.
Yine sekülerizme göre eğitim sadece aklın ve bilimin ortaya koyduğu bilgiler referans alınarak yapılır. İslâm’a göre ise kişi Allah’ın verdiği bilgiyi esas almazsa Müslüman olamaz. Bilginin kaynağı Allah, yani O’nun kullarına gönderdiği vahiydir.
Seküler dünya görüşüne gere ekonominin dini ve imanı yoktur, İslâm’a göre ise kazanma ve harcama konusunda ölçüleri Allah belirler ve insanda onlara uymak zorundadır. Uymadığı zaman dinde taşkınlık yaptığından Müslüman olma iddiasını kaybeder.
Seküler din anlayışına göre bireylerin kişisel özgürlükleri toplumsal yapıyı şekillendirmek için esasken, İslâm’a göre bireyin özgürlükleri dinin belirlediği anlan içindedir. Dinin belirlediği alanın dışına çıkıldığında bu durum özgürlük değil, kişinin zalim ve fasık kimseler olacakları bir sonucu doğurur.
Seküler din anlayışına göre sanat kişinin kişisel hazlarını tatmin aracı olarak görülürken İslâm bu alanı da kişinin dünyadaki asıl sorumluluklarını hatırlatacak şekilde ancak yapılabileceğini bildirir. Dinin haram gördüğü hiçbir husus sanat adı altında özendirilerek sergilenemez. Çıplaklık, zina, içki vb. haramlar, kadın erkek arasında bulunması gereken sınırların sanat adı altında ihlal edilmesine rıza göstermez. İnsanları kendilerine zarar verecek bu tür çıkmazların içinde değil, onlara yüce hedefler belirleyerek o hedeflere ulaşması sağlamaya çalışır. Her türlü haramların kişiyi o hedeften uzaklaştıracağını bildirerek onları yasaklar.
Seküler anlayışa göre kutsal kitap, toplumu bir arada tutan bir dinamik olduğundan referans alınmasa da saygı gösterilmesi gereken ve yeri geldiğinden amaca ulaşmak için bir vasıta olarak kullanılabilir. Hatta seçilen yöneticiler dine karşı mesafeleri olsa da dine saygılı olduklarını halklara belli etmek için göreve başlarken kendisi üzerine yemin etmeleri gereken bir kitap olarak da kabul etmektedirler. Lakin kutsal kitabın asla toplumsal hayat üzerinde bir etkileri söz konusu edilmez. Çünkü modern cahiliyede toplumsal hayat, dine dayanmayacak şekilde kurgulanmıştır.
Gelinen noktada Müslüman olma iddiasında bulunan insanlarla modern cahiliyenin müntesipleri birbirlerine benzemektedirler. Ne yazıktır ki modern cahiliyenin müntesipleri Müslümanlara benzememekte, Müslümanlar, modern cahiliyenin müntesiplerine benzemektedirler. Ve yine ne yazıktır ki her geçen gün bu benzeşmenin etkileri artmaktadır. Din bizi onlar üzerinde şahit göstererek onları kendimize benzetmemizi isterken, onlara rol model olmamız gerektiğini bildirirken bizler her geçen gün onlara biraz daha fazla benziyoruz.
Siyasetimiz onların uyguladıkları siyasetleri gibi olmuştur. Onlar toplumlarını idare ederken hangi siyasi sistemleri referans alıyorlarsa bizler de onlarla aynı sistemleri referans alıyoruz. Referans aldığımız bu sitemin İslâm’a uygun olup olmamasının da hiçbir önemi yokmuş gibi hareket ediyoruz. Cumhuriyetle birlikte, onlarla tümüyle entegre olarak siyasetimizi dinden kopararak modern cahiliyenin üzerine kurulduğu değersizlikler temelinde kurmuşuz.
Hatta gelinen noktada siyasetin Batılıların ürettiği cahiliye değerlerinin üzerine kurulmasından ve sürdürülmesinden rahatsız olarak siyaset kurumunu İslâm’ın belirlediği değerlere taşımak için siyasete giren muhafazakâr kesimlerin süreç içerisinde modern cahiliyenin etkisi altında kalarak, onlara benzeştiklerini görmekteyiz. Türkiye’de siyaseti İslâm’a uygun hale getirme iddiasında bulunanlar; sözde onları bize benzetmek için siyasete girmişlerdi lakin gelinen noktada gördük ki kendileri onlara benzemiş, onlardan olmuşlardır. Bir benzeşme söz konusu olmuştur; lakin onlar bize değil, biz, onlara benzemişiz.
Dine yaklaşımımız da onların deni yaklaşımlarıyla aynı olmuştur. Modern cahiliyenin Kutsal kitap yaklaşımları ile bizim Kur’an’a yaklaşımız aynı olmuştur. Onlar kutsal kitaplarını bir ibadette malzemesi olarak görüp ona saygıda bulundukları gibi bizler de onlar gibi Kur’an’ın ibadet malzemesi olarak görmek ve onu kendisine saygı göstermekten ibaret görmekteyiz. Kur’an’ı, okuyup sevap kazanmak ve ona abdestsiz dokunmamak, belden aşağı tutmamak gibi saygı kalıplarının ötesinde bir ilişkimiz kalmamış gibi. Onlarında kutsal kitaplarıyla ilişkisin bundan ibaret olduğunu görmekteyiz. Bu konuda da maalesef onlara benzemiş durumdayız.
Eğitimde referanslarımız onların referanslarıyla aynı. Ekonomimiz onların ekonomileri gibi, toplumsal hayata bakışımız onlarınki gibi, sanat anlayışımız onlar gibi, eğlence anlayışımız onlar gibi kısaca toplumsal hayatın tüm alanlarında onlarla bizim aramızda bir fark kalmamış. Lakin onlar bize değil, biz, onlara benzemiş durumdayız. Bugün gelinen noktada Müslümanlar üzerinde en fazla etkisi bulunan anlayış ne Yahudiliktir ne Hıristiyanlıktır ne da başka bir kadim dindir. Bizleri en fazla etkileyen İslâm dışı anlayış; modern cahiliyenin ürettiği anlayış ve uygulamalardır.
İşte modern cahiliyenin, tarihi süreç içerisinde ürettiği ve aşama aşama bizlerin de uygulamaları arasına giren kutlamalardan bir tanesi de Yılbaşı etkinlikleridir. Yılbaşı kutlamaları seküler Batının ürettiği bir bayram ve eğlence zamanıdır. İçerisinde İslâm’ın haram gördüğü birçok uygulamayı barındıran bir kutlamadır. İçki, kumar, kadınlı-erkekli eğlenceler gibi nice İslâm dışı uygulamalar bu kutlamalarda yer almaktadır. Ayrıca pagan inançlarının da nice izleri vardır. Noel ağacı, hindi kesmek ve noel baba gibi figürler de yılbaşı kutlamalarına dahil olmuştur. Bütün bunlar, bizlerin dinde orijinal kalmadığımızın, modern cahiliyenin müntesiplerine benzeştiğimizin göstergesidir.
Dinin bizden istediği temel bir ilke olan İslam dışı yaşayış ve uygulamalara benzememe ilkesi gereği bu kutlamalardan uzak durmalıyız.
Toplum olarak Yahudileşmesek de Hıristiyanlaşmasak da bunlardan daha tehlikeli olan bir başka İslâm dışı anlayış olan sekülerleşmişiz. Seküler dininin ve özellikle ülkemizde o dinin temsilciliğini yapan Kemalizm her gecen gün insanlarımızı biraz daha kendine benzetiyor. Her gecen gün insanlar biraz daha İslâm’dan uzaklaşarak bu yaklaşımların etkisi atına giriyorlar.
İçinde yaşadığımız ülkede sözde Müslüman olan muhafazakâr kesim ile batılıların ürettiği tüm değersizlikleri savunan kesimler arasında ufak tefek farklar haricinde hemen hiçbir fark kalmamıştır. Söz gelimi muhafazakâr kesimin:
- Yaptığı siyasetle, diğerlerinin yaptığı siyasetin bir farkı var mı?
- Muhafazakâr olduğu iddia edilen zenginlerle, muhafazakâr kesimin zenginleri arasında bir farkı var mı? Söz gelimi işlettikleri işletmelerde çalıştırdıkları işçilerine verdikleri ücret yönüyle diğerleriyle aynılar mı değiller mi? Onlarda devletin belirlediği -büyük şehirlerde başka geliri olmayan insanların hayatta kalma olasılığı olmayan- asgari ücret uygulamasını onlarda yapıyorlar mı?
- Muhafazakâr denilen kesimin eğlence uygulamalarıyla diğerlerinin bir farkı kaldı mı?
- Para kazanma ve harcama noktasında muhafazakarlarla diğerleri arasında bir fark var mı?
- Toplum içindeyken, cinselliği öne çıkarmaları yönüyle muhafazakâr kadınlarla diğerleri arasında bir fark var mı?
- Yaşam standartları yönüyle muhafazakârlar ile diğerleri arasında bir fark kaldı mı?
Şu soruyla bitirelim:
Biz mi seküler dinin müntesiplerine, -ülkemiz özelinde Kemalist zihniyeti benimseyenlere- benzedik, yoksa onlar mı bize benzedi?
Kurtuluşun yolunun; tekrar özümüze dönmek ve Kur’an’ın referanslarını yeniden dikkate alarak Hz. Muhammed (a.s.v.)’ın pak sünnetini kendimize kılavuz edinerek ve toplumsal hayatımız içerisine sirayet etmemiş gayr-i İslâmî anlayışlardan arınarak İslâm’da orijinal kalmaktan geçtiğini unutmamalıyız.
- 30-12-2025 DİNDE ORİJİNAL KALMAK!
- 28-11-2025 BAŞÖĞRETMENİMİZ KİMDİR?
- 31-05-2025 DİNÎ DUYARLILIKLARDA İTİDAL VE DENGE
- 11-03-2025 RAMAZAN SORULARI!
- 01-03-2025 RAMAZANI HAKKIYLA NASIL DEĞERLENDİREBİLİRİZ?
- 03-02-2025 DİNLE ALDATILANLARDAN OLMAYALIM!
- 20-01-2025 İNSANA İNANÇ VE EYLEMLERİNİN SÜSLÜ GÖSTERİLMESİ VE BUNA ETKİ EDEN UNSURLAR
Makaleler
Hava Durumu































































