İÇERDEN SESLER (KİTAP TAHLİLİ)

Mehmed MAKSUT

14-12-2025 22:49


Her ülkenin bir tarihi, her insanın bir mazisi olduğu gibi her eserin de bir hikâyesi vardır. Bu hikâyeler genelde doğuda sevinçler yerine acılarla doludur. Tarih boyunca doğu acılarla yoğrulmuş çocuklar doğurmuştur. Bu acılar kimilerinde kısa süreli olsa da birçok insanda uzun sürmüştür. Hele insan ömrünün en temiz dönemi “çocukluğu”, en dinamik güzel dönemi “gençliği” bu acılara şahit olarak geçmişse ömrünün diğer kalanının nasıl geçtiğinin bir anlamı olmuyor. Zira acılar çocukluk ve gençliğinize nakış nakış işlenmiştir. Nereye giderseniz gidin o acılar hep sizinledir. Kimliğinizi inşa etmiştir.

Tanıtacağımız eserin böyle bir hikâyesi var. Ve bu hikâye kulaktan duyma, kitaplardan alınma değil bizzat yaşanmışlardan ortaya çıkmış bir maziye sahiptir. “Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar” hakikatince bazı eserleri ve insanları sadece okuyarak değil ancak tanıyarak ve yaşayarak anlarsınız. Eyüp Bozkurt’un “İçerden Sesler” eseri doğunun bağrından Batman’da hayat imtihanına başlayan bir eser. Ve her eser sahibinden, döneminden izler taşır. Bu eserde zindanda tanıştığımız, yıllarca mektuplaştığımız kıymetli dostumuzun zindan hatıralarından oluşuyor. İslami uyanışın en dinamik dönemleri olan 1980-1990 yıllarda ya da namı değer “soğuk savaş” dönemlerinde başlayan bir hikâyenin zindandaki yansımasını içermektedir. Gençlik yıllarımızda okuduğumuz Zeynep Gazalinin “zindan hatıraları” romanı gün geldi bizim hayat hikâyemiz oldu. Necip Fazıl Kısakürek’ten dinlediğimiz Zindandan Mehmet’e Mektup şiiri gün geldi bizim gençliğimizi geçireceğimiz mekân oldu. 

Eyüp Bozkurtun “İçerden Sesler” eseri deneme, anı formatında 144 sayfa olarak Çıra Yayınevi tarafından yayınlanmış. Cezaevine maddi boyutlarıyla dışardan bakan birisi olarak değil içeriden bakan, psikolojik tahlillerde bulunan bir eser. Cezaevine dışardan bakan insanların dünyası ile içeriden bakan insanların dünyası arasındaki okuma farklılıklarını göreceksiniz. İçinde bulunduğunuz mekânın insan üzerindeki etkisinin ruhi boyutunu çok güzel analiz etmektedir. Yazarın yaşadığı dönem 1990'lı yıllar, gözaltında kayıpların/ölümlerin kaydının bile tutulmadı en ağır, en rezil işkencelerin vatandaşlara pervasızca reva görüldüğü kirli ve karanlık bir dönemdi. Olağanüstü hal halin olağanıydı.

Eyüp Bozkurt İslami mücadeleden tutuklanmış bilinçli bir Müslümandır. Bu bilinç ister dışarda ister içerde mekân fark etmeksizin hayata yansır. İman; insana, mekânı ne olursa olsun bir özgünlük ve farklılık kazandırır. Herkesin tesbih sallayarak, volta atarak, günü öldürerek geçirdiği cezaevinde İslami bilincin hayatı nasıl anlamlandırdığını, bereketlendirdiğini göreceksiniz. Hayat bir imtihandır lakin imtihanının da temiz olması, ilahi aşkın değerlerle olması en olumsuz mekânları bile feraha çeviriyor. Zindan kimisi için mahzen kimisi için medresedir. İnsanın asıl mekânı yüreğidir, zihnidir. Yüreğini ve zihnini temiz tutanlar, ilahi amaçlarla bütünleştirenler için dünyevi imtihanlarda geçici olur. Hz Yusuf misali zulüm üzerine kurulu saraylardan daha anlamlı olur Yusufi zindanlar.

Eyüp Bozkurt “İçerden Sesler” eserini “hapis bir mücadele ve bedel alanıdır” boyutuyla işlemiştir. Eskiden az bir zaman mahpusluk tecrübesi olmuş insanlar büyük teveccühlere mazhar oluyorlardı. Bu durumun gençlerdeki zindan hayaline ve bu hayalin hikâyesine ışık tutuyor. İçeriye girdikten sonra ortaya çıkan duyarsızlık, sahipsizlik, yalnızlığın acısını yansıtıyor. 1990 ile 2000 sonrası cezaevlerindeki değişime değinerek “adalet hala kör ve topal seyrediyor ama en azından işkence ve kötü muamele karnemiz eskisi kadar kötü ve dolu değil” diyor.

Eyüp Bozkurt “İçerden Sesler” eserinde zindanı fiziki bir mekândan çok insan üzerindeki etkisinden yola çıkarak tanımlamaktadır. Zindan denilince ilk akla gelen şey karanlık ve koyu bir yer oluşudur. Kelime Farsçadır ve güneş ışığının girmediği, karanlık, havasız ve nemli yerleri anlatır. Bu özellikleriyle zindan çürümeyi de çağrıştırır.  Kör ve ölü bir yatırım alanıdır mahpushaneler. Masrafı çok olup pek bir getirisi yoktur. Sahip olduklarından, gereksinim ve ihtiyaçlarından, alışkanlıklarından bir şekilde vazgeçmeyi öğrenmenin ve yaşamanın adıdır mahpusluk. Zaman algıları normal değildir mahpusların ve bir müddet sonra takvim ve yapraklar flulaşır. Bayram günlerindeki burukluk ve boğucu hava nevi şahsına münhasırdır. Duvarlar üstünüze üstünüze gelir ve mekân mengene olup boğazınızı, ruhunuzu sıkar.

Zindanda her günün akşamı hasret vaktidir.  Eğer düşünceye istikamet kazandıracak sağlam bir mihenk, rota ve pusula varsa zindan tefekkür ufkunda yolculuk mekânıdır.  Zindanda volta bir nebze de olsa boyuttan çıkma ve hayallere yelken açma zamanıdır. Bazen adımlar hızlanır da adeta hızlı yürüseler hayallerini kavuşacaklarmış gibi olurlar. Maddi manevi muhtelif yokluklar, yasaklar mahrumiyetler yurdudur cezaevi. Dizi dizi engellerin ve yasakların sonu gelmez.

Zindanda hayat üç kelimeye sığar; kapı, pencere ve duvar. Ve her yerde demir parmaklıklar. Gaflet ve şehavet uykusundan uyanıp kendine gelme, hakikati görme, her şeyi yeniden ve daha derinden düşünüp muhasebe etme; halini, seyir ve gidişatını düzeltme ve ıslah fırsatı. İşte zindandan açılan altın kapı! Bütün mesele görebilmek, irade ve azimle bu kapıdan içeri girip değerlendirmektir.

Süresi ve türü ne olursa olsun mahpusluğun insanı müspet ve menfi yönde değiştirici dönüştürücü bir hususiyeti vardır. Eğitim ve kendini geliştirme gibi edinilen alışkanlıklar da mahpuslukta insanda haller oluşturur ve izler bırakır. Pasiflik ve koy verme öğrenilip alışkanlık haline dönüşebilir mahpusta. Diğer yandan insanda potansiyel olarak bulunan kimi erdem ve yetenekler yeşerip filizlenebilir. Bazısında inanılmaz güzellikle ve beceriler ortaya çıkar ki ne kendisi kendisine inanır ne de beridekiler gördüğüne. Kimisindeyse hiç ummayacağınız semtine yakıştıramayacağınız durumlar sadır olur. İnsan söz konusu olduğunda şaşırmamak gerektiğini ne kadar erken öğrenirsen yeridir. Uzun zaman dar bir mekâna kapatılan insanlarda bazı davranış bozukluklarının görülmesi kaçınılmaz. Zaman içinde hissetme algılama ve idrak melekelerinde olumsuz ve belki bazı kalıcı tesirlerin görülmesi de mümkündür.

Eyüp Bozkurt eserinde; Hapishanenin suçluları namuslu insanlar haliyle getirmek bir yana yeni suçlular üretmeye yaradığı ya da suçluyu daha fazla suça sürüklediğini belirtir. Mahpushaneler mahpusların kalplerine ulaşamamaktadır ve onların ıslah edilip topluma kazandırılmalarında büyük fonksiyonelliğe sahip değildir. Bireyselleştirmek, gözetimi altında tutmak ve cezalandırmak yani egemen olmak demektir. Bence modern iktidar çocuğu okulla hastayı hastaneyle suçluyu hapishane ile kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirilmiş, egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır. Cezalandırma siyasi iktidarların etki ve yetki alanıdır ve tutuklu hükümlü sayısı iktidarın kontrolündedir.

Eyüp Bozkurt eserinde hapishanelere yazarlar ve edebiyatçılar bağlamında alıntılarla yer vermektedir. Namık Kemal, Necip Fazıl,  Sabahattin Ali, Ahmet Arif, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kaya, Osman Yüksel Serdengeçti gibi yazarların mahpushane ile ilgili şiirlerinde zindana değinmiştir.  

Mahpusluk hayatında güzelliklere çok yer vermedimse olmadıkları anlamına gelmesin diyor yazar. Dostluklar, paylaşımlar, okumalar, pişmeler. Çeşitli alanlarda yapılan dersler, okumalar ve fikir teatilerinin mahpusların eğitim ve olgunlaşmasındaki payı büyüktür. Dış dünyasına mukabil mahpusun iç dünyası büyük ve geniştir. İçeride maskeler bir bir düşer üryan kalırsınız meydanda. Aile gelir anlayan ve ağlayan sadece ailenizdir. Kavga ve düşman olmayınca tabiatıyla içerisi de çok gürültülü geçmiyor. Biraz erken sayılabilecek bir sürede içimize yöneldik. Yaşanmamış bir halin hayali ve tasavvuru zor ve olguları bilmek ile o şeyleri bizzat yaşamak farklı şeylerdir. Bilgisine sahip olduğumuz bir şeyin kendisinden fersah fersah uzak olabiliriz.

 Eşya zıddıyla malum olur ve insan yokluklarından anlıyor şeylerin kıymetini. Mekânların ve yaşanmışlıkların ruhları ve bedenlerle münasebeti güçlüdür. Sevindiren şeyleriniz de kimi zaman çok küçük olabiliyor hatta çok küçük bir şeyden büyük bir mutluluk duyabiliyorsunuz. Çaresizlik; üzerinize düşeni yaptığınız, şartları zorladığınız ve bunları anlayıp çözüme ulaşamamanız olduğunda çok can yakmaz.

Bugün af çıksın yarın yine gündemdedir cezaevlerinde. Beklenti ve umut ne kadar yüksekse yaşanan hayal kırıklığı ve yılgınlık da o kadar derin olur. Af dışarı çıkabilmenin yegâne yolu olunca sizin için umut olur, umut da hayatınız. Bir gün çıkarıp umudu ve hayaliyle yaşar mahpuslar.  En ağır cezalarda bile bir gün çıkarım umudunu söküp almaz insandan.  Sürgünlüğün yılları çok olsa da ufka doğru bakarsınız, ne kadar kaldı diye. Mahpushanede insan ve duanın hikâyesi çok farklı değildir. Sıkıntı daha çok olduğu için dua da daha çoktur. Musibet deminde ona sığınmak ve ibadete durmak şaşırılacak bir şey değildir.

Kitabın sonlarında yazar çeşitli tavsiyelerde bulunmaktadır: Bilgi ve becerilerimizi sadece kitaplardan edinmeyiz, acısıyla tatlısıyla yaşadığımız hayattan da öğreniriz. Belki de en kalıcı ve kıymetli bilgiler hayatın bellettikleridir. İmtihandan azade bir anı yoktur Müslümanın; dışarıda, içeride, okulda, çarşıda, evde, avluda. Mesuliyetlerimizin tatil yapmadığını aklımızda bir an olsun çıkarmamalı. Sırrı ihlasla yapılmış üç beş amelimiz olsun, canımızı da Müslüman olarak verebilme şeref ve bahtiyarlığına erişebildikse, ikametgâh adresimiz füruadır.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN