Yaşasın demokrasi özgürlük ve halkların kardeşliği falan !

Biz Müslüman bir toplumda ve Müslümanca yaşamak istiyorsak; toplumun her safhasında İslam’ın değerlerini yüceltmek zorundayız ve bu ancak Kur’an ve Sünnet’e uygun bir model ve yöntemle gerçekleşir. Demokrasi-özgürlük isteklerinin ne kadar sahte ve ancak kendilerinden yana olduğunuzda geçerli bir ölçü olduğunu anlamak için sadece son 2 günde yaşananlara dikkat çekmek yeterlidir

07-07-2018


Hamd bizi yoktan var eden alemlerin Rabbı Allah (cc)’a aittir.

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. 2002 yılından bu yana yapılan tüm seçimlerde aşağı yukarı aynı hava, aynı algı düzeyi oluşturulmaya çalışıldı. Tüm dünyada son 20 yılda çok şey değişti. Özellikle Ortadoğu’da yaşanan süreç, devrilen liderler değişen sistemler ve bunların ışığında Suriye üzerinden yeniden dizayn edilen ülke yönetimleri ve bölge dengeleri dikkate alınırsa Türkiye’de son 16 yılda hiçbir şeyin değişmemesi üstelik bu sürecinde önümüzdeki 5 yıl boyunca da bu şekilde  süreceğini de düşünürsek artık küresel sistemin ülkeler üzerindeki etkisini yeniden düşünmek ve değerlendirmek gerekir.

Türkiye’de 2002 yılından beri yapılan seçimlerde seçmen profili 2 parçaya ayrıldı. Bir tarafta tüm müslüman ve muhafazakar kesimin temsilcisi durumunda olan Ak parti, diğer tarafta ise geriye kalan tüm partiler. Ak partinin 28 şubat sürecinden yorgun ve ümidi kırılmış bir şekilde çıkan müslüman kesimi bir çatı altında toplama sürecini başarıyla yürüttüğünü ve buna hala devam ettiğini kimse göz ardı edemez. Özellikle İslami çevre içinde etkin olan ve müslüman kesim üzerinde söz sahibi olan dernek-vakıf ve cemaatleri bir islami dava havası üzerinden organize etmesi haliyle geride kalan tüm kesimlerden ayrışmasına sebeb oldu. Bu ayrışma dini hassasiyetler üzerinden hala devam ediyor. Özellikle 15 Temmuz sürecinden sonra bu ayrışma daha keskin bir tarafa büründü. Şüphesiz bunda Ak parti dışında kalan partilerin 15 Temmuz darbe sürecini açıktan veya gizli desteklemelerinin payını da unutmamak gerekir.

Seçimle iktidar olamayacağını anlayan küresel sistemin bir başka saç ayağı Türkiye içindeki temsilcilerini sürekli teyakuzda tutarak ve bunu artık gizlemeden aleni yaparak hegamonyalarını sürdürmek istediler. İngiltere’nin ve özellikle Almanya’nın dizayn ettiği muhalafet mücadelesine şimdilik ara verdiklerini söyleyebiliriz ama bu pes ettikleri anlamına gelmiyor. Geçenlerde açıklanan bir rakama göre Almanya 15 Temmuz sürecinden sonra kendisine başvuran yaklaşık 1200 kişinin iltica isteğini kabu etti. Bu kişilerin arasında  darbe sürecini  ve o sürece giden yolun yapı taşlarını bizzat yöneten ekibin olduğunu söylemek zor olmasa gerek. PKK’ya ve onun siyasal ayağı olan parti ve derneklere verilen maddi ve manevi desteği belirtmenin gereği yok sanırım. Bir tarafta 16 yılda oluşan kazanımlar (veya kazanıldığı varsayılan ) diger tarafta bunların ve Müslümanların karşısında olan Laik-Kemalist cephe.

Peki gerçekten öylemi ? Elbette iktidarların siyasal anlayışları devlet yönetiminde etkendir ve etkindir. Yani varolan yönetim kadrosu yerine aksini düşünen bir parti ve yönetim kadrosu iktidara gelse genel anlayışlarda ve devlet-vatandaş ilişkisinde  temelde bir şeyler değişir mi ?

Şimdi bunu biraz örneklendirelim ve hatta direk şu soruyu soralım, Ak parti değil de HDP-CHP ve İP üçü koalisyon kurup iktidar olsaydı kendi siyasal söylemlerini devreye koyablirlermiydi ?

Örneğin; 3. Havalanı projesi yarıda mı kalırdı ve devlet oraya yapılan tüm yatırmları (yaklaşık 35 milyar euro)  çöpe mi atardı yoksa planlanan tarih olan 29 ekim 2018 ‘de anlı şanlı  bir törenle bizzat yıkarım diyenler tarafından açılırmıydı ? cevabınızı duyar gibiyim.

Örneğin; TRT’yi satacağım diyen politikacılar gerçekten TRT’yi satarmıydı yoksa sabah akşam kendi politikalarının ışığında yayın mı yaptırır dı ?

Şimdi daha keskin bir örnek verelim ? Parti proğramında özerklikten-yerel yönetimden ve Güneydoğu’da içişlerinde bağımsız bir kürt devleti planlayan ve bunu açıktan söyleyen HDP iktidar ortağı olsaydı ? bölgede bir kürt devleti kurmaya çalışırmıydı ? Apo’nun heykelini diker miydi ?

Elbette bu sorulara verilecek cevap açık ve nettir. Demokrasilerde iktidar olmak ile muktedir olmak aynı şey değildir. Ve siz demokrasinin izin verdiği ölçüde ve oranda ona karşı gelebilirsiniz. Mesela; özellikle son iki yıl içinde sosyal medya’da devlet aleyhinde sayısız yazıları ve söylemleri olan  Gazateci ! Ahmet Şık  HDP’den vekil oldu. “Devletiniz Teröristtir” diye paylaşım yapan bir kişi terorist dediği devletten maaş alacak bundan daha acınası vekil olmak için bir yemin yapacak. Ne diyordu o yemin metni ;” Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü…Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

Peki Müslümanların cephesinde durum farklı mı ? Mevcut iktidarın müslümanların maslahatına uygun olduğunu düşünmek ve Kur’an ve Sünnet üzerine hareket etme zorunda olmasına ragmen İslam’ın evrensel İlkelerini tevil ederek sistem içinde varolma mücadelesi yapacağını düşünen dava adamlarının Ahmet Şık’tan ne farkı kalacak ? elbette sosyalistler-laikler-ateistler ve marksistler; yani varlığını İslama ait değerlere savaş açmaya borçlu olanlar ile müslüman kesimi aynı potada eritmek adil ve hikmetli değildir. Ancak; Allah’ın murat ettiği toplum ve Peygamberin örnek olarak gösterdiği devlet modeli ancak Kur’an ve Sünnet ölçeğinde değişim gösterebilir.

Biz Müslüman bir toplumda ve Müslümanca yaşamak istiyorsak; toplumun her safhasında İslam’ın değerlerini yüceltmek zorundayız ve bu ancak Kur’an ve Sünnet’e uygun bir model ve yöntemle gerçekleşir. Demokrasi-özgürlük isteklerinin ne kadar sahte ve ancak kendilerinden yana olduğunuzda geçerli bir ölçü olduğunu anlamak için sadece son 2 günde yaşananlara dikkat çekmek yeterlidir. Ömür boyu hapis ile yargılanan ve 15 Temmuz darbesinin her safhasında belirleyici aktörlerden olan M. Altan serbest bırakıldı. Devlet ile hiç bağı olmayan, herhangi bir terör eylemine karışmamış mevcut sistemi kendi inançlarına göre yorumlayan ve kamuoyunda Ebu Hanzala olarak bilinen Halis Bayuncuk 12,5 yıl hapis cezası aldı. Halis Bayuncuk Ahmet Şık’a göre devlet için daha az tehlike olmasına rağmen birini 12,5 yıl hapis diğerini milletvekili yapan fark oyunu kuralına göre oynamamalarıdır. Yani demokrasiye olan tavırlarıdır.

Demokrasi ve özgürlük terimleri içini terimi icat edenlerin doldurduğu bir alandır ve kendi içindeki değişkenlik yine kendine olan bağlılıkları ile ilgilidir. Kimin nerede ve ne kadar özgür olduğu meselesini, yani demokrasilerde kim ne kadar özgürdür ve halklar gerçekten kardeşmidir ? bir sonraki yazımızda Rabbimiz fırsat verirse değerlendirmeye çalışacağız.

Halil ÇİLOĞLU

Etiketler : #Yaşasın   #demokrasi   #özgürlük   #ve   #halkların   #kardeşliği   #falan   #!   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN