SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE

Ahmed KALKAN

25-06-2018 17:52


Seçim sonuçlarının belli olduğu 25 Haziran’ın sabahında oyların gösterdiği hususları doğru bir şekilde okumamız gerekiyor. Beklendiği gibi Tayyip Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı oldu. Zaten ciddi bir alternatifi de yoktu. Partisi ise beklendiğinden de az oy alarak tek başına iktidar olamadı. Bundan önce 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan son genel seçimde oyların % 49,49’unu alarak toplam 550 milletvekilinden 317 milletvekili çıkaran AKP, 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimde oyların ancak % 42,5’ini alarak 600 milletvekilinden 293 milletvekili çıkarabilmektedir. 3 yıl boyunca seçmen sayısının 2 milyon 400 bin civarında arttığı halde, AKP’nin aldığı oy 2,5 milyon azaldı. Artan seçmenleri hesaba kattığımızda 2011 seçimlerine göre 4 milyondan fazla oy kaybettiği anlaşılıyor. Tayyip Erdoğan’ın aldığı oy oranı % 52,5 iken, AKP’nin aldığı oy oranı ancak % 42,5. Tayyib’e oy verenlerden tam 5 milyon kişi AKP’ye oy vermemiş. 2015 seçiminde aldığı oy oranının % 7’sini kaybetmiş bir partiden bahsediyoruz. Bu sonuçlar gösteriyor ki, AKP, büyük bir düşüşe geçmiştir. Tek başına iktidarı kaybetmiştir.

Bu verilerden yola çıkarak bazı çıkarımlarımı paylaşmak istiyorum.

Halk iradesi, milli irade denilen demokrasi budur. Tahteravallidir; binersin üstüne, bir yükselir bir alçalırsın. Hakem halktır; demokrasilerde halka küsülmez, kızılmaz. Nasıl karar verdi ise ona uyulur. Sana çok verince iyi olan kalabalıklar, sana ders verince kötü ilan edilmez.

Demokrasiyi, çok partili yönetim tarzını kabul ettiğinize göre, falan partiye suçu yükleyip barajı aşmasını suç gibi görmek, ya da başarısızlığın faturasını oy vermeyenlere kesmek de ciddi bir çelişkidir.

AKP’nin bu oy kaybı hakkında ciddi bir muhasebe ve özeleştiri yapması icap ediyor. Daha önce oy verdiği halde, bu kadar insanın artık partilerine oy vermemesini değerlendirirken, işi baştan ele alıp, demokratik çalışmaları İslâmî bir bakış açısıyla tahlil etmek de gerekiyor. Senin partin nasıl seçime katılıyorsa, diğer partiler de katılacak. Devamlı “bizi halk seçti”, “halkın iradesi”, “demokrasi”… der dururdunuz. Şimdi de HDP barajı geçtiyse onu da halk seçti. Onlar size nasıl tahammül ettiyse, siz de onlara tahammül edeceksiniz. Halkın iradesini önemseyen, demokrasiyi hakem kabul eden zihniyetlere göre HDP’ye suç bulmak kendisiyle çelişmektir. Siz değil miydiniz PKK’lılara: “Dağdan inin, parti kurun, mecliste çözüm arayın” diyen? Onlar da sizin sözünüzü tuttu. Ve meclise 67 milletvekili ile giriyorlar. Demokrasiyi kabul ettiğinize göre, halkın size verdiği oyları sizden geri alarak HDP’ye ve daha çok İyi denilen partiye vermesini de suçlayamazsınız.

Hele, “oy vermek câiz değildir” diyen muvahhid kesimi suçlamak, yenilginin faturasını onlara yüklemek hiç adaletli değildir. Onlar başka partilere oy verin demediler. Oy verme oranları aşağı yukarı aynı: Her ikisinde de % 85’in biraz üstünde. Eğer bu seçimde oy vermeyen kesimler çok fazla olsaydı, o zaman hiç oy vermemeyi ısrarla savunan kesimi kendi ölçülerinize göre suçlama hakkınız olabilirdi. İkinci olarak, onların AKP’ye 5 milyon civarında oy kaybettirecek güce sahip olduğunu ileri sürmek gibi gözünüzde büyüterek gülünç olursunuz.

Her yokuşun bir inişi, her yükselişin bir alçalışı olacak. Hiç beklemiyordunuz iktidarı kaybedeceğinizi. Kibirden, şımardığınızdan göremiyordunuz hatalarınızı. Şimdi ne kadar özeleştiri yapacaksınız, hep birlikte göreceğiz? Ve esas geri dönmeniz gereken problemin ne kadar farkına varacaksınız? Gayrı İslâmî rejimi güçlendirmenin, ölümcül düzenin iskeletine kan pompalamanın yanlışlığını ve Nebevî metodun gerekli olduğunu, halkın hakemliğini esas almak yerine Hakkın rızasını öne çıkarmak gerektiğini… Bu yenilgi ile esas temel mevzuda, demokrasiyi ve takip edilen yanlış metodu sorgulayacak bir değerlendirme, bir muhasebe yapmanız icap ettiğini içinizden söyleyenler ve uygulayanlar çıkacak mı? Eğer hükümete talip olunmasından önce devleti İslamlaştırmaya talip olmanın önemini gösterecekse, Allah’ın hükümleri uygulansın diye halkın İslâm’a doğru değişim ve dönüşüm çabalarına itecekse, demokrasinin kendisini sorgulamaya yöneltecekse, bu mağlûbiyet gâlibiyet sayılır. Yok, suçu birilerine yamayıp kafayı kuma gömecekseniz, kendinizi aklamaya, gurur ve kibir içinde yaşamaya devam edecekseniz bu mağlubiyetleri daha nice mağlubiyetler takip edecektir.

“Dünya Müslümanları kaybetti, ümmet kaybetti” gibi büyük lafları bir tarafa bırakın. Siz nereden ümmetin temsilcisi oluyorsunuz? Ümmet için neler yaptınız? Bu yaptıklarınız Peygamberlerin yaptıkları ile, Kur’an’ın öncelikli emirleriyle ne kadar örtüşüyor? Eğer ümmet kaybetti ise, ümmetin kaybetmesine sebep olarak kendi hatalarınızı göz önüne getirin. “Müslümanlar rahat etmişti, bundan sonra rahat edemeyecekler.” Böyle mi diyorsunuz? İşte, fazilet gibi gördüğünüz bu durumu da muhasebe edin. İslam davasının önünün açılması gerekirken, dâvânın rahat etmesi önceliklenmeli iken Müslümanları rahata ve rehavete sürüklediniz. Gayrı İslâmî bir rejim ve ortamda rahat olan Müslümanlar daha fazla dünyevileşti, Ak parti hükümeti sayesinde faizsiz, kredi kartsız, uydu TV.siz, internetsiz, cepsiz, israfsız yaşayamayacak hale geldi. İslam rahat değilken Müslümanların rahatını önceliklediniz, onları sağcı ve muhafazakâr yaptınız. İslâm devletini talep eden kesim yok denecek kadar azaldı. 17 senelik iktidarınızda Kur’an’ın ahkâm âyetlerinden kaç tanesini hayata taşıdınız? Allah’ın Kur’an’da farz kıldığı kaç hükmü uygulattınız ve kaç tane haramı suç saydınız? 13 senede imkânsızlık ve daha büyük zulüm ortamı içinde Peygamberimiz devlete gitmişti. Sizin İslâmî devlet talebinden bile namaz kılanları uzaklaştırıp uzaklaştırmadığınızı hiç olmazsa bu ortamda muhasebe etmeniz gerekmez mi? İktidarda iken düşünemediğiniz Allah’ın hükmünü, inşallah bundan sonra düşünür, İslâmî değişim ve dönüşüm için peygamberler nereden nasıl başladı ise, Kur’an bizlerden öncelikle neleri yapmamızı istedi ise onlara öncelik vermeyi planlarsınız da o zaman bu yenilgi, zaferin başlangıcı olur. Peygamberler tevhidden başlamıştı; putperestliğe tavır almışlar, putlarla mücadele için her zorluğa göğüs germişlerdi. Halkı değiştirerek devlete lâyık toplum oluşturmuşlardı. İslâm ve Müslümanlar için Kur’an’ın ve Sünnetin tavsiyelerine uymayı, nebevî metodu, bugün değilse, ya ne zaman düşüneceksiniz? Yoksa, hâlâ câhiliyye hükmünü mü istiyorsunuz? Allah’ın hükmünü istiyorsanız haydi Kur’an okumaya, anlayarak, teslim olarak ve yaşamaya çalışarak, onun hükümlerini kendinize, evinize, işyerinize, kuruluşlarınıza ve devlete de hâkim kılmak için Kur’an’a yönelin! Peygamber’in usulünü uygulayarak…

% 85’i geçen katılımla seçime katılım oranı, dünya ortalamasına göre hayli yüksek. Bu da demokrasiyi bu halkın ne kadar benimsediğini gösteriyor.

Koalisyonların tarihe karıştığını söyleyenler ne kadar yanıldılar. AKP’nin tek başına iktidarda olduğu zamanlarda, ilk yıllarda askerlerin, TÜSİAD’ın, medyanın yön verdiği bir yönetimi yaşadı. Yani, sayılan bu güçlere, yattığı yerden Atatürk’ü de eklersek, çok sayıda koalisyon ortağının ülkeyi birlikte yönettiği gerçeği ortaya çıkar. 15 Temmuz 2016’ya kadar son 10 yıl Fetullah’ın koalisyon ortağı olduğuna şahit olduk. Şimdi de MHP’nin büyük ortak şeklinde koalisyon ortağı olacağını / olduğunu görüyoruz. Bugün kötülük odağı, büyük şeytan ilan edilen dünkü ortağı Fetö için: “Ne istedilerse verdik” diyen cumhurbaşkanı, bugünden sonra da Devlet’e ne istediyse vermeye hazır konumdadır. MHP, kendisi olmadan çoğunluğu sağlayamayacağını, istediği gibi ülkeyi yönetemeyeceğini bildiğinden, büyük ortak gibi AKP’ye her istediğini yaptıracaktır. Aynı zamanda, AKP’yi daha ulusalcı, daha vatancı, daha ırkçı bir çizgiye çekecek, kendi sloganlarını ona kabul ettirecek, kendi dünya görüşünü AKP’ye hâkim kılacaktır. Yani, sadece koalisyon ortağı olmakla yetinmeyecek, AKP’yi büyük oranda MHP’ye benzetmeye çalışacaktır. Uygulanacak çok başlılığa, “koalisyon” demek yerine “Cumhur İttifakı” demek, olayı değiştirmeyecektir. Önemli olan ad değil, uygulamadır.

Tayyip Erdoğan, yaptığı balkon konuşmasında “bu seçimin galibi demokrasidir, milli iradedir” dese de, AKP’liler seçim zaferi kutlasa da, bu seçimin esas galibi Devlettir, MHP’dir. MHP artık iktidar partisidir, iktidara rengini verecek olan, istediğini yapacak ve yaptıracak olan parti, bundan sonra AKP değil, MHP olacaktır.

Halktan iyi niyetli ama saf seçmenlerin bir kısmı AKP’nin sistemi değiştireceği beklentisi veya bahanesi ile partilerini desteklediler. Dağ fare doğurdu. 25 Haziran’dan itibaren yeni sistem yürürlüğe giriyor. AKP’nin bahsettiği “yeni yönetim sistemi”ni İslâmî yönetim sistemi diye anlamak isteyenler, hâlâ görmüyorlar mı, işte “yeni yönetim sistemi” başlıyor. Sistem değişikliği denilen şey uygulamaya giriyor. Bakın bakalım, sistemi değiştireceğini düşündüğünüz kimseler İslâmî anlamda sistemin nesini değiştirmişler? Aynı yönetim, aynı anayasa ve aynı kanunlar. “Allah’ın hükmüyle hükmetme”, “İslâmî bir sistem” ifadelerini dilinin veya kaleminin ucuna alan bile yok. Kendi kendilerine gelin-güvey olanlar, kendilerini kandırıp gerdeği daha çok bekleyecekleri için hayaliyle tatmin oluyorlar.

AKP’nin oy kaybını, oy verilmesine karşı çıkan tevhid ehli mü’minlere fatura etmek, adaletli bir tavır değildir. Sayıları ve imkânlarına baktığımızda, tevhid ehli câmiada toplumdan, medyadan esen sert rüzgârlarla savrulan ve oy verip saf değiştiren kimselerin sayısı, daha önce oy verip de bunların etkisiyle oy vermeyen kişilerin sayısından daha fazladır. En iyimser yaklaşımla oy vermekten caydırdıkları insan sayısı toplam olarak yüzlü rakamları geçmeyecektir. Vakıa ise, milyonlarca oy kaybıdır. Oy vermeye karşı çıkan kesimler ne dedi: Hüküm, hâkimiyet sadece Allah’a aittir. İnsanların hangi esaslar ile yönetileceğini belirleme hakkı yalnızca Allah’ındır. Allah’tan başkası insanlara vekil olamaz. Bu din, Allah’a ait olduğu gibi, bu dinin uygulanması ve hâkim olması için uygulanacak metodlar da kişilerin kendi kafasına göre olamaz. Nebevî usulün dışındaki yöntemlerden Allah’ın râzı olması beklenemez. Bunları söylediler ve Kur’an’dan âyetler, Peygamberimizin hayatından örnek kesitleri öne sürerek tezlerine delil getirdiler. Çünkü tevhid ehli iyi bilir; dinin özü oy kullanıp kullanmamak değil; tevhidi bütün boyutlarıyla kabullenip uygulamaya koymaktır. Diğer boyutlarıyla birlikte tevhidi siyasal anlamıyla da kabul edip Allah’tan başkasının yasa koyarak halkı Allah’ın hükmüne ters şekilde istediği gibi yönetip yönlendirmesine karşı çıkmaktır. Tevhidi tümüyle benimsememiş ve bilinçli ya da bilinçsiz şekilde imanına zulüm, yani şirk karıştırmış olan kimselerin oy vermemesi, onu kurtarmayacaktır. Oy veren müşrik bir kimsenin, oy vermeyen müşrik hale getirilmesi, ne o kimseye ne de onu oyda vazgeçirene herhangi bir sevap getirmeyecektir. Oy oranı azalmadı, rekor seviyeye ulaştı. Eğer oy verme oranı ciddi oranda düşmüş olsaydı, bunun sebebini oy vermeyin diyenlere atfedebilirdiniz. Yüzde 85’in üzerinde bir oy verme oranı var. AKP’nin kaybettiği oylar kendilerine "iyi" diye ad veren partiye kaymış anlaşılan. Yeni çıkan bu parti yüzde 10 civarında aldığı oyun az bir bölümünü CHP’den, büyük bir bölümünü de AKP’li küskünlerden aldı.

Allah için oy vermekten kaçınan muvahhid mü’minlere düşen görev: Oy verip vermeme tartışmalarına mecbur olmadıkları müddetçe girmemeleri, insanları Kur’an’ın anlayarak okumaya, teslim olup uygulamaya davet edip tevhidi bilince ulaşmaları için gayretlerini bu alana yoğunlaştırmaya çalışmalarıdır. Ayrıca, bölük pörçük bir görünüm içindeki tevhidi câmia, en kısa zamanda bir araya gelip bir güç teşkil etmeleri şarttır. Bir de güzel ahlak yönüyle örnek olmaları ve alternatif çalışma sistemi nasıl olur, alternatif usûl, yani Nebevî metod nasıldır, muhataplarına iyi anlatabilmelidirler.

Allah için AKP’ye oy verdiğini söyleyenlere düşen görev: Bu kaçıncı hayal kırıklığı diye düşünmekten öte, demokratik yolla başarıya ulaşmış dünyada bugüne kadar bir topluluğun bulunup bulunmadığını sorgulamak, bu yolla başarılı olunsa bile Allah’ın rızasına erişilemeyeceğini bilmek... Hükümete değil, devlete talip olmanın gerekli olduğunu; Kemalist, laik, demokrat bir düzeni kimler yönetecek, bunu temel görev gibi görmek yerine; önce kendi içimizde tevhidi, İslâm’ı uygulamak, sonra başka insanlara Allah’ın hükmünü, O’na itaat ve teslimiyeti anlatmak ve toplumu değiştirmeye çalışıp toplumun İslâmî devlete tâlip ve ona lâyık olmasını sağlamaya çalışmak olmalıdır.

Gayr-ı İslâmî düzeni toptan reddedip reddetmedikleri, düzenin topyekûn bir inkılapla radikal bir değişikliğe uğramasına gerek olmadan küçük ıslahatlarla Müslümanların düzeni haline gelebileceği anlayışına sahip olup olmamaları, başında Devlet’in olduğu, ırkçı, ulusalcı, laik ve Kemalist bir parti ile hemen her konuda işbirliği yapmanın getireceği gibi problemlere çözüm üretsinler. Hakla bâtıl arasında tavizci, uzlaşmacı, vatancı, ulusalcı, laikliği, düzeni, demokrasiyi toptan reddetmeyen, hakla bâtılı karıştıran, küfür kanunlarıyla ülkeyi yönetmekte bir sakınca görmeyen, Allah’ın indirdiğiyle hükmedilmesi gerektiğini önemsemeyen, kendilerinin seçtiği milletvekillerinin Allah’ın hükmüne tamamen zıt kanunlar çıkartmasını doğal gören, bu tağutî düzeni başkalarının değil; kendi oy verdiklerinin yönetmesi gerektiğine inanmak ve uygulamak... Tevhidi, siyasal ve sosyal açılımı ile kabul etmediği yargısına varılacak durumlar... Put, şirk, tâğut, Allah’ın hükmü gibi kavramları hiç önemsemeyen, bunlarla ilgilenmeyen vekiller ve onları destekleyenler… Kur’an’ı hayata geçirme gibi bir dertlerinin ve ideallerinin olduğuna şahit olmadığımız kimseler ve yapay gündemleri... Laikliği benimsediklerine dair nice konuşmaları olan en tepedekiler… Samimi, ama saf halktan bazılarının beklentisi ile şeriatı getireceği düşünülen, şeriata ters inanış ve yaşayış içinde zevk u sefa içinde ömür sürenler… Bunların öyle bir derdi, gündemleri, söylemleri yok. Ama eğer milyonda bir ihtimalle böyle bir şey yapmaya kalksalar, getirecekleri şeriat Osmanlı’nın bile gerisinde kalacak olan; tevhidden soyutlanmış, putperestlikle uzlaşmış, Batıyı (Hıristiyan ve Yahudileri) dost kabul eden, demokrat, kısmen laik bir şeriat, Müslümanlık olacaktır. Yani, sadece isim değişecek, cisim aynı kalacaktır. Ortadoğu ülkelerinin kimisinin devletin ismini değiştirmekle yetinmeleri, “İslam Cumhuriyeti” gibi devletin adına İslam kelimesi yerleştirmeleri ve bazı bireyle ilgili kanunlarla şer’i hukukun uygulanıyor gösterilmesi gibi...Yoksa, bunların gerçekten Peygamberimizin kurduğu gibi bir devleti, başında Ebubekir gibi birinin bulunduğu bir devleti istediklerini düşünmek mümkün değildir. Din anlayışlarında samimi oldukları, ama sahip oldukları dinin hakla bâtılın karışımı bir din olduğu anlaşılıyor.

Demokrasi ile İslâm’ı bağdaştırmak isteyenlerin İslam Dinini doğru anlamadıkları kesin. Tevhid ve şirk konularını bilirler, haberdardırlar. Ama kabul etmedikleri apaçık ortadadır. Tevhidle bağdaşmayacak geleneği öne çıkartan, Osmanlı tipi bir din anlayışına sahip oldukları görülüyor. Yöneticilerin yapıp ettiklerine bakıldığında demokrasi ile Müslümanlığı birleştirmek için, tağutî düzeni halka kabul ettirmek için çok büyük gayret sarf ettikleri açığa çıkıyor. Halk açısından tutarlı geliyor ki, seviliyor ve destekleniyor. Hak açısından tutarlı olmadığını Kur’an’la karşılaştırdığımazda ve Peygamberin mücadeleleriyle kıyasladığımızda net olarak görüyoruz.

Yöntem ve metodlarının Kur’anî ve Nebevî olduğunu iddia etmek mümkün değil. Ve bu demokratik yöntemle hiçbir ülkede hiçbir zaman hiçbir kimse, en küçük çapta İslâmî anlamda başarılı olamamış, tam tersine halkı İslâm’dan soğutmada hayli başarılı olmuşlardır.

Demokratik yöntemi benimseyen ve oy vererek değişimin gerçekleşeceğini düşünenler, farkında olarak veya olmayarak bu düzeni güçlendirdiler, bu düzeni Müslüman halka kabul ettirdiler, bunlar İslamcı halkı ve hatta İslamcı teşkilat ve cemaatleri “İslam Devleti” söyleminden uzaklaştırdılar. “Dinin Devleti” gibi bir vâkıa olmadığından “Devletin Dini” veya “Devlet Dini” oluşturuldu. Yani devletin emrinde bir din. Bu din anlayışına uymayan nice âlimler, cemaat önderleri, yazarlar hapse atıldı. Demokrasiye büyük katkıda bulundular ve Müslümanlara demokrasiyi benimsettirdiler. Bu particiler ve bu iktidar sayesinde artık kimse tâğut kavramını kullanmıyor, putlara ve putperestlere tavır almıyor. Dünkü tevhid ehli insanlar bugün demokrasi türküsü çağırıyor, elinde bayrakla ulusalcı sloganlar atıyor. Devlet başkanı, râbia diye farklı bir simgeye hiç alâkasız anlamlar yükleyerek Türk tipi bir din anlayışı oluşturdu; İslam dışı kavramları kutsal bir slogana dönüştürdü; İslâm’ın beş şartı gibi, tâğutî içeriğe sahip dört inanç esasını halka dikte ettirdi: "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet". Bu yöneticilerin beyin yıkamaları sayesinde; “Tek ilâh, tek örnek şahsiyet, tek kitap, tek hüküm” diyenler ve yöneticilerin böyle demesini bekleyenler de pek kalmadı.

Eh, kabul edelim: “Yol yaptılar, yollara çiçek diktiler.” İyi de, Almanya veya ABD, bunların yaptıklarından çok daha fazla hizmet ediyorlar ülkelerine. Oralarda yaşasak onları mı destekleyecektik? Önemli olan cennete giden yolu ne hale getirdikleri. Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen yöneticilere Kur’an “tâğut” der. Ve tâğutları reddedip inkâr etmek, iman etmek için şart kabul edilir (2/Bakara, 256). İki çeşit devlet, iki çeşit yöneci vardır. Biri İslâm Devleti ve başındaki halife, ülü’l-emr. Allah’a isyanı emretmedikçe bu yönetime ve yöneticiye itaat farzdır. İkincisi Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen devlet ve yöneticileri. Böyle bir otorite konusu, Kur’an’daki tâğut kavramıyla ele alınmalıdır. Zâlimlerin imam (devlet başkanı) olma hakkı Kur’an’a göre yoktur (2/Bakara, 124. Kunut duasında yaptığımız duayı, namazda her gece Rabbimize verdiğimiz sözü unutuyor muyuz?: Günün en son kıldığımız vitir namazının en son rekâtında okuduğumuz kunut duası. Bu duada “ve nahlau ve netrukü men yefcuruk” diye Allah’a söz veriyoruz. Yani diyoruz ki: “(Ey Allah’ım!) Biz Sana isyan eden (fâsıklık, fâcirlik yapan) kişiyi (yönetimden, liderlikten) hal’ edip alaşağı ederiz, onu kendi haline terk ederiz.” Nahlau (hal’ ederiz) derken kullandığımız hal’ kelimesi, “ehl-i hal’ ve’l-akd” denilen yöneticiyi azletme ve yeni bir yönetici atama konusunda ehil olan şahısların yaptığı iştir. “Yöneticiyi makamından indirmeye, alaşağı etmeye” hal’ etme denir. Ve netrukü: Terk ederiz, onu yardım(cı)sız bırakır, onunla ilişkilerimizi keseriz, ona destek olmayız, onu inkâr ederiz. Dikkat edilirse, Allah’a isyan eden (fâsıklık, fâcirlik yapan) kişiyi, sadece bu vasıflarıyla hal’ etme sözü veren müslüman, yüz binlerce insanı Allah’a isyan etmeye sevk eden, onların fâsık ve fâcir, hatta müşrik olmasına zorlayıp yönlendiren tâğutlara karşı haydi haydi hal’ etme sözü vermiş olacaktır. İşte, bizim namazımız bile tâğutlara bir ültimatom ve onlara karşı nasıl tavır takınacağımıza dair bir ahid ve söz verme, bir siyasi bilinçtir, öyle olmalıdır.

Şu âyetin âhirette muhâtabı olma endişesi ne kadar bizi çekip çeviriyor?: “Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, ‘Keşke Allah’a ve Resûl’e itaat etseydik’ diyecekler. Yine şöyle diyecekler: ‘Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânete uğrat.” (33/Ahzâb, 66-68)

Oy alamayanlarla, oy alanlarla oyalanıp durmayalım. Unutmayalım, bu dünyaya ne seçim, ne geçim için geldik. Seçim için geldik diyorsanız, bu Allah’la Onun dışındakiler arasında bir tercih ve seçimdir. Biz bu dünyaya imtihan için geldik. Öyleyse Kur’an’ın üzerimize yüklediği görevleri yapmak ve başkalarına dosdoğru dini, dosdoğru şekilde tebliğ etmek için haydi göreve!

YORUMLAR
  • Ahmed Kalkan   01-07-2018 12:10

    Mehmet Akdeniz’e son olarak: İkinci defa cevap vermek zorunda kalıyorum. Bu gereksiz polemiği daha fazla sürdürmek istemiyorum. O yüzden bundan sonra ne tür yorum yaparsanız yapın, cevap vermeyeceğim. Size yazdığım cevabımda açıkladığım hususları, sanki o cevabımı hiç okumamış gibi tekrar gündeme getirmişsiniz. Şu cümleler size ait: “İyi de tagut’un biraz daha kötüsü mü olur? Tağut’un iyisini veya kötüsünü deyil,yazınız sonunuda da değindiğiniz üzre mu'min tağut' un tamamını red etmekle mükelleftir...” Bu cümleleri bana karşı yazdığınızda, benim bu konularda böyle düşünmediğim, tağutun, biraz daha kötüsü olduğuna inandığım, mü’minlerin iyisini veya kötüsünü değil, mü’min tağutun tamamını red etmediğimden, red etmem gerektiğini söylemiş oluyorsunuz. Hatta, mü’minlerin böyle yaptığı, benimse böyle yapmadığım için beni gizliden tekfir ettiğin bile anlaşılacak ifade kullanmışsın. Sonra ikinci yorumunda da şöyle diyorsun: “Ahmed bey, öncelikle sizi sistemi (tağutu) benimsemek veya red etmekle suçlamıyorum.Bilakis karşı oldunuzu biliyor(uz)” diyorsunuz. Ben, aşağı yukarı aynı içerikte cevap verdiğim halde, siz kelime kelime, benim size nasıl cevap vermem gerektiğini belirttiğiniz gibi yapmayacağım. Sizin bana tavsiye ettiğiniz hususları, öncelikle kendinizin uygulaması için size sadece hatırlatacağım: “Ben sizden şü cevabı beklerdim. Yazımda böyle bir niyetim ve çalışmam yoktur” (“tağutun iyisi-kötüsü” derken ve “mü’min, tağutun tümünü ret etmekle mükelleftir” derken sizin tağutu tamamen reddetmediğinizi kasdetmedim. “Ama (yazdığım) cümlelerden öyle anlasılıyor ise ( ki öyle anlaşılıyor) daha dikkatli olacagım...” Bana tavsiye ettiğiniz cümleleri, tâğut konusunda beni uyarma ihtiyacı hissettiğiniz cümleler açık olduğu halde, daha da açıklamak için cevabımda şöyle demiştim: “Yazımı tekrar okuyun, direkt olarak karşıma aldığım, muhatap kabul ettiğim şekilde tâğutlara hitap ettiğim hiçbir cümlem yoktur. Hayır, kesinlikle hayır! Kendilerine göre dâva için oy veren, “bunlar şeriatı getirecekler” diye oy veren AKP sempatizanlarına söylediğim söz olarak düşünmelisin” dediğim halde, bu cevabımı beğenmemişsiniz; aşağı-yukarı aynı anlamda olduğu halde şöyle yazmam gerektiğini belirtme ihtiyacı hissetmişsiniz: “Ben sizden şü cevabı beklerdim. Yazımda böyle bir niyetim ve çalışmam yoktur.Ben sistemi işletenlere deyil onların islami olduğunu zan edenlere atfeten yazdım.” Hayır, ben kendimde öyle bir hak görmem ve size şöyle yazman gerekirdi diye akıl vermeyi kendi açımdan küstahlık görürüm. Ama, yapmadığım şeyleri (tâğutu tümüyle reddetmediğim gibi iftira sayacağım şeyleri) isnat etmenizi de kabullenmemi bekleyemezsiniz. Diyorsunuz ki: “…olumsuz gördümüz eleştirileride yapma geriği duyuyoruz ki bir birimize hak'ı ve sabrı tafsiye etmiş olalım.” Eyvallah, elbette birbirimizi düzeltmeye çalışmak zorundayız. Ama, kırmadan, ama kibarca, ama iftira atmadan, ama kendi doğrularımızı dikte ettirmeye çalışmadan, ama tağutları reddettiğine inandığımız kimseye, tağutları iyi tağut, kötü tağut diye ayırdığını ve tüm tağutları reddetmesi gerektiğini” söyleyip kendimizle çelişkiye düşmeden yapmalıyız bunu. “ki bir birimize hak'ı ve sabrı tafsiye etmiş olalım.” Demişsiniz. Eyvallah. Hakkı ve sabrı birbirimize olduğu kadar, Müslüman olduğunu söyleyen başkalarına da yapmak zorunda değil miyiz? Cevabınız “evet” ise; ilk yorumunuzdaki şu cümleye ne demeli: “Yazınızın başinda normal bir gazeteci gibi analiz yapmış, ve devaminda. İktidarda iken düşünmediniz Allah'ın hükmünü, inşallah bundan sonra düşünür, ...derken de onlara tavsiyede mi bunuyorsunuz?” Nasılsa AKP’ye oy veren namaz kılan insanlara hakkı tavsiye etmemi suç gibi göstermişsiniz. Evet, onlara tavsiyede bulunuyorum. Neleri tavsiye ettiğim de yazımda var. Onlara tavsiyede bulunmam mı suç, yukarıdaki tavsiye ettiğim hususlar mı suç ve yanlış? Olumlu olarak ifade ettiğiniz cümlenizin başındaki “normal bir gazeteci gibi analiz yapmış(sınız)” sözü, sizin için olumlu olarak ifade edilse bile, benim için hakaret gibi anlaşılır. Ben normal bir gazeteci gibi analiz yapmam. Günümüzde normal bir gazeteci nasıl analiz yapıyor? İslâmî ölçülerden tümüyle uzak şekilde, Kitab ve Sünnete uyma mecburiyeti görmeden, hevâsının yönlendirmesiyle analiz yapıyor. Ben, normal sayılan günümüzdeki gazeteciler gibi analiz yapamam, eğer öyle analiz yaptıysam, Allah affetsin beni. Yok, öyle değil de Müslümanca analiz yaptıysam, bana “normal gazeteci gibi” diyen kardeşimi Allah affetsin. İçiniz rahat değil, üslubunuzun doğru olmayabileceğinden endişe ediyor olmalısınız ki, “Size karsı bir yanlışımız olduysada özür dileriz. Niyetim kabalık yapıp sizi kırmak deyil.” Deme ihtiyacı hissetmişsiniz. Teşekkür ederim, “Ama hatır sa Allah'ın hatrı önde gelir.” Demeni de güzel görmedim. Allah için “hatır” tabiri kullanmanın doğru olduğunu sanmıyorum. Allah’ın hatırı” ifadesi, Allah’ın kendisini tanıttığı veya rasulünün O’nu tanıttığı ifadelerde geçmez. İnsanın hatırı olur. Allah’ı insana benzetmek büyük yanlıştır. Hatırla ilgili bazı deyimleri “hatır”latayım: Hatırda tutmak, hatırına getirmek, hatır kırmak, hatır almak, hatır belâsı, hatır(ını) sormak, hatırdan çıkarmak, hatırı kalmak, hatırından çıkmak, hatırını kırmak, hatır yapmak… gibi hatırla ilgili deyimlerin hiçbir Allah için kullanılamaz. Çünkü hatır, insanî özellik için kullanılır. Buraya kadar cevap vermek zorunda kaldığım ve içimde kalacağına, sizinle paylaşmış olayım dediğim şekilde oldu. Ama, artık bir daha size cevap vermekle uğraşmayacağım. Gereksiz yere sizi de, başka okuyanları da sıkmak istemiyorum. Okumam ve yazmam gereken yazılar, kitaplar var. Selam ve sevgilerimi sunuyorum.

  • mehmet akdeni   30-06-2018 22:41

    Ahmed bey, öncelikle sizi sistemi (tağutu) benimsemek veya red etmekle suçlamıyorum.Bilakis karşı oldunuzu biliyor,öyle tanıyor, yazılarınızı ve kitaplarınızı öyle okuyor ve tavsiye ediyoruz. Yazınızı arkadaşlarla beraber de tekrar okuduk ve deyerlendirdik.Çıkan yorumlarda ise,yazının sonları bizim tanıdığımız Ahmed abi ki biz onu bu duruşuyla tanıyoruz. Ama baş kısımları için; " 17 senelik iktidarınızda Kur’an’ın ahkâm âyetlerinden kaç tanesini hayata taşıdınız? İktidarda iken düşünemediğiniz Allah’ın hükmünü, inşallah bundan sonra düşünür, İslâmî değişim ve dönüşüm için peygamberler nereden nasıl başladı ise, Kur’an bizlerden öncelikle neleri yapmamızı istedi ise onlara öncelik vermeyi planlarsınız da o zaman bu yenilgi, zaferin başlangıcı olur. MHP, kendisi olmadan çoğunluğu sağlayamayacağını, istediği gibi ülkeyi yönetemeyeceğini bildiğinden, büyük ortak gibi AKP’ye her istediğini yaptıracaktır. Aynı zamanda, AKP’yi daha ulusalcı, daha vatancı, daha ırkçı bir çizgiye çekecek, kendi sloganlarını ona kabul ettirecek, kendi dünya görüşünü AKP’ye hâkim kılacaktır. " Bu yapılan analiz,onları benimsemediği halde ama bir türlüde vazgecemiyenler ve bu hallerinden vaz geçip hallerini düzeltmesi beklentisi içerisinde olanların cümlesinden farksız gördük. Ben sizden şü cevabı beklerdim. Yazımda böyle bir niyetim ve çalışmam yoktur.Ben sistemi işletenlere deyil onların islami olduğunu zan edenlere atfeten yazdım. Ama alıntıladıgın cümlelerden öyle anlasılıyor ise ( ki öyle anlaşılıyor) daha dikkatli olacagım... Biz sizi Allah için seviyor ve istifade de ediyoruz. Size olumlu eleştirilerimizi yaptığımız gibi olumsuz gördümüz eleştirileride yapma geriği duyuyoruz ki bir birimize hak'ı ve sabrı tafsiye etmiş olalım. Size karsı bir yanlışımız olduysada özür dileriz. Niyetim kabalık yapıp sizi kırmak deyil. Ama hatır sa Allah'ın hatrı önde gelir.

  • Ahmed Kalkan   29-06-2018 19:30

    Mehmet Akdeniz'e: Sevgili kardeşim, yazının başıyla sonu arasında ne fikir yönüyle tutarsızlık, ne üslup yönüyle farklık, ne de anlatım yönüyle bir zıtlık var. Siz doğru anlamamışsınız. Sanki, parti yetkililerine yazmışım gibi, sanki tâğutlara yazmışım gibi değerlendirmişsiniz. Yazımı, hiçbir zaman muhatap olarak almadığım meclistekilere, hükümettekilere hitap ederek yazmadım. Oy verenlere, hatta sıradan oy verenlere değil, oy veren ve oy vererek belirli oranda hükümetin başında olan iktidardaki partili namaz kılan insanlara yönelik yazdım. İktidarda iken (Partiniz, oy vererek desteklediğiniz partiniz) iktidarda iken.düşünmediniz Allah'ın hükmünü, inşallah bundan sonra düşünürsünüz” derken, tâğutlara hitap ettiğimi düşünürseniz, bir çelişki olduğunu değerlendirirsiniz. Yazımı tekrar okuyun, direkt olarak karşıma aldığım, muhatap kabul ettiğim şekilde tâğutlara hitap ettiğim hiçbir cümlem yoktur. Hayır, kesinlikle hayır! Kendilerine göre dâva için oy veren, “bunlar şeriatı getirecekler” diye oy veren AKP sempatizanlarına söylediğim söz olarak düşünmelisin; çelişki ve size göre problem hâlâ var mı? Yazının sonundaki ifade, onları muhatap almadığım için, onların (yani tağutların) böyle bir bilgilerinin ve iddialarının olmadığını ve MHP’nin onları iyice değiştireceğini söylüyorum. Evet, oy verenlere tavsiyelerde bulunuyorum, kendilerine oy verilenlere değil. Muhâtap almış olsam, tâğutlara tek tavsiyem şöyle olur: “Bu şirk içinden çıkın, yeniden iman edin, dönüş yaparak tevbe edin.” Evet, eğer onlara tavsiye etsem, ancak bu tavsiyeleri yapardım. Ama, dediğim gibi onları muhatap almadım. “Tağutun iyisini kötüsünü değil” demişsiniz. Be kardeşim, tâğutun iyisi olur mu?” Tâğutu reddeden ve karşısındaki mü’mine “niye tağutu reddettiğin belli olmuyor?” anlamında suç isnad edip nasihat eden kişiye “tağutun iyisini kötüsünü…” demek yakıştı mı şimdi? Hamdolsun, ben kendimi bildim bileli, tâğutun tümünü, düzeniyle, şahıslarıyla; yasama, yürütme ve yargısıyla, yönetimi, yöneticisi, kurum ve kurallarıyla kefertü bi’t-tâğut ve âmentu billâh”. Tâğutu inkâr ve reddettim, Allah’a iman ettim.

  • Mehmet Akdeniz   29-06-2018 11:06

    Ahmet bey, yazınızı dikkatle okudum. Ancak yazınızın başıyla sonunu sanki ayrı kimseler yazmış. Yazınızın başinda normal bir gazeteci gibi analiz yapmış, ve devaminda. İktidarda iken düşünmediniz Allah'ın hükmünü, inşallah bundan sonra düşünür, ...derken de onlara tavsiyede mi bunuyorsunuz? Yazinizin sonlarin da onların boyle bir bilgilerinin ve iddialarının olmadığını belirttiğiniz halde. MHP'nin, onları iyice değiştireceğini söylüyorsunuz. İyi de tagut'un biraz daha kötüsü mu olur? Tağut'un iyisini veya kötüsünü deyil,yazınız sonunuda da değindiğiniz üzre mu'min tağut' un tamamını red etmekle mükelleftir...

  • Şahin Özdaş   28-06-2018 21:49

    Ahmed Kalkan hocayı Allah için seviyoruz. Bu yazıyı üçüncü kez okuyup yıllar önce bilgisayarımda "AHMED KALKAN YAZILARI" Diye açmış olduğum dosyama kaydettim. Allah (cc) Ahmed Kalkan hocamızdan razı olur inşaALLAH. Kendisine her daim dua ediyorum. Ayrıca VAHDET temennisine yürekten katılıyorum ve bu konuyu her daim hutbe ve vaazlarımda açizane işlemeye çalışıyorum. VEDAT kardeşime de buradan yukarıdaki yazıyı birdaha okumasını istirham ederek. Helallik alması temenisiyle... ES. Allah için oy vermekten kaçınan muvahhid mü’minlere düşen görev: Oy verip vermeme tartışmalarına mecbur olmadıkları müddetçe girmemeleri, insanları Kur’an’ın anlayarak okumaya, teslim olup uygulamaya davet edip tevhidi bilince ulaşmaları için gayretlerini bu alana yoğunlaştırmaya çalışmalarıdır. Ayrıca, bölük pörçük bir görünüm içindeki tevhidi câmia, en kısa zamanda bir araya gelip bir güç teşkil etmeleri şarttır. Bir de güzel ahlak yönüyle örnek olmaları ve alternatif çalışma sistemi nasıl olur, alternatif usûl, yani Nebevî metod nasıldır, muhataplarına iyi anlatabilmelidirler. Demokratik yöntemi benimseyen ve oy vererek değişimin gerçekleşeceğini düşünenler, farkında olarak veya olmayarak bu düzeni güçlendirdiler, bu düzeni Müslüman halka kabul ettirdiler, bunlar İslamcı halkı ve hatta İslamcı teşkilat ve cemaatleri “İslam Devleti” söyleminden uzaklaştırdılar. “Dinin Devleti” gibi bir vâkıa olmadığından “Devletin Dini” veya “Devlet Dini” oluşturuldu. Yani devletin emrinde bir din. Bu din anlayışına uymayan nice âlimler, cemaat önderleri, yazarlar hapse atıldı. Demokrasiye büyük katkıda bulundular ve Müslümanlara demokrasiyi benimsettirdiler. Bu particiler ve bu iktidar sayesinde artık kimse tâğut kavramını kullanmıyor, putlara ve putperestlere tavır almıyor. Dünkü tevhid ehli insanlar bugün demokrasi türküsü çağırıyor, elinde bayrakla ulusalcı sloganlar atıyor. Devlet başkanı, râbia diye farklı bir simgeye hiç alâkasız anlamlar yükleyerek Türk tipi bir din anlayışı oluşturdu; İslam dışı kavramları kutsal bir slogana dönüştürdü; İslâm’ın beş şartı gibi, tâğutî içeriğe sahip dört inanç esasını halka dikte ettirdi: "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet". Bu yöneticilerin beyin yıkamaları sayesinde; “Tek ilâh, tek örnek şahsiyet, tek kitap, tek hüküm” diyenler ve yöneticilerin böyle demesini bekleyenler de pek kalmadı. Eh, kabul edelim: “Yol yaptılar, yollara çiçek diktiler.” İyi de, Almanya veya ABD, bunların yaptıklarından çok daha fazla hizmet ediyorlar ülkelerine. Oralarda yaşasak onları mı destekleyecektik? Önemli olan cennete giden yolu ne hale getirdikleri. Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen yöneticilere Kur’an “tâğut” der. Ve tâğutları reddedip inkâr etmek, iman etmek için şart kabul edilir (2/Bakara, 256). Şu âyetin âhirette muhâtabı olma endişesi ne kadar bizi çekip çeviriyor?: “Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, ‘Keşke Allah’a ve Resûl’e itaat etseydik’ diyecekler. Yine şöyle diyecekler: ‘Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânete uğrat.” (33/Ahzâb, 66-68) Oy alamayanlarla, oy alanlarla oyalanıp durmayalım. Unutmayalım, bu dünyaya ne seçim, ne geçim için geldik. Seçim için geldik diyorsanız, bu Allah’la Onun dışındakiler arasında bir tercih ve seçimdir. Biz bu dünyaya imtihan için geldik. Öyleyse Kur’an’ın üzerimize yüklediği görevleri yapmak ve başkalarına dosdoğru dini, dosdoğru şekilde tebliğ etmek için haydi göreve!

  • Ahmed Kalkan   28-06-2018 10:56

    Vedat kardeşim, mesaj içeren ve muhataplarını muhasebeye çağırıp gittikleri yolun yanlışlığını örneklerle onlara göstermeye çalışan bir yazıdan ne tür hükümler çıkarmışsınız? Yazının tümüne bakarak, bu sistemi tanımadığımı, bu sistemden bir hayır beklediğimi nasıl iddia edebilirsiniz? Alıntıladığınız cümlelerimden böyle anlam mı çıkıyor? Sevgili kardeşim, yazının tamamını okuduysanız, şunları nasıl fark etmezsiniz? 1- Yazı, sistemi muhatap almıyor. Sistemi bilerek veya bilmeyerek destekleyen ve AKP’ye oy verip onları savunanları muhatap alıyor. Hitap onlara. 2- AKP’ye oy verenlerin, İslâmî sisteme ne kadar yabancı olduğunu ve bu konuda giderek nasıl daha fazla İslamî çizgiye düşman hale geldiğini, AKP’nin namaz kılanları bile İslamî devlet talebinden uzaklaştırdığını söylüyorum. AKP’ye destek verenlerin Allah’ın hükmünü (bırakın uygulamayı) hayal ve beklenti olarak bile düşünmediklerini belirtiyorum. Peygamberimiz nereden başladı ise, oradan başlanılması gerektiğini, O nelere öncelik vermiş ise onlara öncelik vermeyi tavsiye ediyorum. Kur’an bizden öncelikle neleri yapmamızı istediyse onları planlamayı oy veren insanlara da tavsiye ediyor ve yollarının, metodlarının yanlışlığını anlatıyorum. Bu şekilde, Kur’an’a ve Rasulüne tâbi olursanız, o zaman zafere ulaşabilirsiniz, yoksa, bu partiye destek olunarak daha çoook mağlubiyetler tadarsınız diyorum. Bunların neresi, sistemden bir şeyler beklemek? İnsaf kardeşim. Hangi cümlemde sistemin hayır getireceğini beklediğimi, bu sistemden umutlu olduğumu çıkardın? Ben yanlış metod uygulayanların yanlışlığından (particilikten) kurtulmadan, Kur’an ve Sünnetin yoluna uymadan mağlubiyetlerden kurtulamazsınız, diyorum. Sen ise benim sistemi tanımadığımı ve sistemden hayır beklediğimi söylüyorsun. Ve çok kesin bir üslupla suçluyor böyle bir yorumun bana yakışmadığını ilan ediyorsun. Bu haksız itham sana yakışıyor mu? Niye, tevhid ehli insanlar, birbirlerini doğru anlayacaklarına, dosta düşmana karşı birbirlerini itham ediyor? Ben, demokratik usullerle faaliyet yaptığını zannedenlere usullerinin yanlışlığını ve bu düzenin mutlaka değişmesi gerektiğini bahsediyorum. Tevhid ehli kimselerin destek olması gerektiği halde, particilerin kendi sitemde olanca gücüyle beni suçladığı gibi, sen de beni suçlamaya çalışıyorsun. Bir de büyük iftira atarak, sanki ben düzenden ve düzencilerden bir şey bekliyormuşum şeklinde, yapmadığım şeyi isnat ediyorsun. Ben düzen içi mücadele dedikleri bu yolu terk edin diyorum. Sen de düzeni sanki savunuyormuşum gibi bana bu yorumun yakışmadığını söylüyorsun. Sen, beni ne kadar tanıyorsun? Konuştuklarımı, yazdıklarımı ne kadar biliyorsun? Ve nasıl düzeni savunduğum gibi bir ifadeyi bana yükleyebiliyorsun? Tevhid ehli, bu iftira ve suçlamalarla nasıl kardeş olur, nasıl birleşir, nasıl anlaşır? Üslup olarak da, karşı çıkma gerekçen olarak da, olmayan şeyi bana isnat etmek olarak da bu yazdıkların sana yakışıyor mu kardeşim. Ben, eleştiri ve suçlamayı, karşı cepheden beklerken, maşallah bizim dost bildiklerimiz onları aratmıyor. Yani, ben düzenciyim, düzeni seviyorum veya düzenden hayır bekliyorum. Düzeni tanımıyorum ve reddetmiyorum; öyle mi? Ya da düzencileri, düzeni savunanları, onları onaylıyorum; öyle mi? Allah’tan kork kardeşim. Bana her türlü iftira attılar, hakaret ettiler, ama “sen düzeni tanımıyorsun (iyi gibi tanıyorsun), düzenden veya düzencilerden hayır bekliyorsun!” diyen çıkmamıştı. Sayenizde buna da muhatap oldum. Ben düzeni tanımıyorum, düzenden hayır bekliyorum; sen de bu konularda beni uyarıyorsun! MâşâAllah. Bu tavrını, düzeni gerçekten savunan hangi yazara, hangi hocalara karşı gösterdiğini merak etmiyor değilim. Benim yazımı düzeni savunan bir yazı olarak değerlendirip bana yakıştıramadığına göre, senin düzeni suçlayan yazılarını görmek istiyorum. Bana tavır aldığın gibi, gerçekten düzencilere de nasıl tavır aldığını örnekleriyle gösterirsen, madem tavizci yazılar yazıyorum ve bunlar bana yakışmıyor, ben de senin gibi tavizsiz yazılar yazmaya çalışırım. Böylesine beni düzeni tanımayan ve tavizci yaklaşan biri gibi göstermene gerçekten çok kırıldım. Ve kendimi frenlemeye ve sert yazmamaya çalıştım. Bilmiyorum, özür dilesen bile seni Allah’a havale etmekten vazgeçer miyim? Başkalarının başka suçlamaları, hatta tekfir etmeleri bana bu kadar dokunmamıştı. Bana düzeni tanımayıp, düzenden veya düzencilerden hayır beklediğim iftirası atıldı ya, bu iftirayı nasıl önemsemeyebilirim, onu düşünüyorum. Sana kızmıyorum, sana acıyorum. Bu sözlerinle güya Allah’ı razı etmeye, hakkı tavsiye etmeye çalıştın, öyle sanıyorsun. Yazık!...

  • Vedat Demiralay   27-06-2018 13:36

    17 senelik iktidarınızda Kur’an’ın ahkâm âyetlerinden kaç tanesini hayata taşıdınız? Allah’ın Kur’an’da farz kıldığı kaç hükmü uygulattınız ve kaç tane haramı suç saydınız? 13 senede imkânsızlık ve daha büyük zulüm ortamı içinde Peygamberimiz devlete gitmişti. Sizin İslâmî devlet talebinden bile namaz kılanları uzaklaştırıp uzaklaştırmadığınızı hiç olmazsa bu ortamda muhasebe etmeniz gerekmez mi? İktidarda iken düşünemediğiniz Allah’ın hükmünü, inşallah bundan sonra düşünür, İslâmî değişim ve dönüşüm için peygamberler nereden nasıl başladı ise, Kur’an bizlerden öncelikle neleri yapmamızı istedi ise onlara öncelik vermeyi planlarsınız da o zaman bu yenilgi, zaferin başlangıcı olur. Böyle bir yorum Ahmet abiye yakışmamış.Bu sistemi hiç tanımamış anlamına gelir. Siz kimden ,ne bekliyorsunuz!

Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN