T�rkmen`den `T�rkiye �slamc�l���` - `Tevhid� �slamc�l�k` k�yas�
Hamza T�rkmen: T�rkiye �slamc�l��� eklektik kimli�i nedeniyle mevcut sisteme eklemlenmeye, sistemin i�inde yer almaya �al���rken; tevhid� �slamc�l�k sistemden ba��ms�z kimli�ini olu�turmaya ve toplumu d�n��t�rmeye y�neldi. Fakat her iki ak�m�n da en �nemli yanl���, demokratik veya ihtilalci yolla k�sa d�nemde iktidar� hedefleyen �abalar�yd�.

Son y�llarda �slamc�lar�n teorik ve pratik alanda ya�ad��� krizden hareketle geçti�imiz ay Cevat Özkaya ile ba�lad���m�z söyle�i dizisine, bu ay yine bir fikir ve eylem adam� olan Hamza Türkmen ile devam ettik. Türkmen, 1953'te Bodrum'da do�du, �stanbul'da büyüdü. �stanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yar�da b�rakt��� yüksek e�itimini Marmara Üniversitesi �ktisadi ve �dari Bilimler Fakültesi'nde tamamlad�. 70'li y�llar�n ortalar�nda Kur'an merkezli sorgulamalara yöneldi. Bir grup arkada��yla beraber 1988'de Yöneli� Yay�nlar�'n� ve 1996'da Ekin Yay�nevi'ni kurdu; 1990'da Dünya ve �slam, 1991'de Haksöz ve 2002'de Kudüs dergilerini ç�kard�. 1991'de Türkiyeli Müslümanlar Platformu'nun, 1999'da Özgür-Der'in, 2002'de Filistin Dostlar� Giri�imi'nin ve 2003'te Sava�a ve ��gale Hay�r Platformu'nun kurulu�una öncülük edenlerdendi. Türkmen'in Türkiye'de �slamc�l���n Kökleri, Türkiye'de �slamc�l�k ve Özele�tiri ve Ulusçuluk Ç�kmaz�: Kürtler ve Çözüm Aray��� adl� kitaplar� bulunuyor.
Öncelikle �slamc�l�k tan�m�yla ba�layal�m. Size göre �slamc�l�k nedir?
�slamc�l�k, tart��mal� bir kavram. Kemalist akademisyenler, milli dindarlar ve maalesef ki onlar�n etkisinde kalan baz� Müslümanlar, �slamc�l��� 150 y�ll�k bir tarihle tan�ml�yorlar. Onu Bat�'ya bir tepki hareketine, dolay�s�yla modernle�menin etkisinde kalan bir harekete indirgiyorlar. Bence bu zaafl� bir yakla��m. Bizim köklerimiz, �slah ve k�yam hareketlerinde tarihî derinli�ini bulur. Bu aç�dan �slamc�l�k, kimli�in vahiyle in�as� ve Kur'ân'la billurla�mas�; akidevi, kültürel ve ya�ant� itibar�yla vahyi esas alan bir hayat sürme ve �slam'� hâkim k�lma; küresel veya yerel despotizme, zulme, haks�zl��a, �irke ve cahilli�e kar�� "Lâ" deme gayretidir. Sosyolojik bir tan�mlama olarak hayat� �slamî de�erlerle okuma ve dönü�türme çabas�d�r denebilir. Ama bu tan�m� speküle etmeye, daraltmaya çal��anlar var hem d��ar�da hem de içeride. Mesela Cemaleddin Afgani'nin 19. yüzy�lda �slam dünyas�nda �ttihad-� �slam fikrini gündeme getirip sömürgecili�e kar�� Müslümanlar� hem Kur'ân ve Sünnet'le yeniden diriltme hem istibdattan ar�nd�rma çabalar�, Oryantalistler taraf�ndan Panislamizm olarak de�erlendirildi ve itham edildi. �çeride de �ttihad ve Terakki darbecileri kendi iktidarlar�n� sürdürebilmek için �slam'dan bir tarz-� siyaset olarak yararlanmak istediler ki bunun teorik aç�l�m�n� Yusuf Akçura Üç Tarz-� Siyaset ile yapt�. Oradaki �slamc�l�k, �slam'� hâkim k�lmak için de�il, dünyevi ç�karlar ad�na �slamî duygulardan yararlanmak için, daha do�rusu verili bir siyaset çerçevesinde kullan�lm��t�.
Osmanl�'da �slamc�l���n bir devlet politikas� olarak benimsenmesi II. Abdülhamid'e ve onun Panislamizm politikas�na atfedilir. Bu konuda ne dü�ünüyorsunuz?
Mümtaz'er Türköne dile getirmi�ti bunu vakti zaman�nda. �smail Kara ve Nurettin Topçu ekolü de Türköne gibi �slamc�l���n köklerinin d��ar�da (yani Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh) de�il, içeride (yani Ali Suaviler, Nam�k Kemaller, k�saca Jöntürkler) oldu�unu savunuyor... Sultan Abdülaziz döneminde �stanbul'a davet edilen Afgani'nin, Darü'l-Fünûn'un aç�l���nda yapt��� konu�ma ve burada verdi�i dersler gerçekten insanlar� Kur'ân'la bulu�turma ve �slam'la hayat� okuma konusunda önemli bir aç�l�md�. Ama bu özgün �slamî aç�l�m payitaht� rahats�z etti�i için Abdülaziz, Afgani'yi M�s�r'a sürdü. Bu söylemin gücünü gerçekten iktidar�nda kullanan ise Sultan II. Abdülhamid idi. Ancak Abdülhamid, Afgani'yi �stanbul'a getirtip vefat edene kadar be� y�l boyunca Maçka'daki bir evde hapis hayat� ya�att�. Aralar�ndaki temel fark neydi? Arnold Toynbee'ye göre, �ttihad-� �slam fikrini Afgani gerçekten ümmetin kalan de�erlerini korumak ve onu yeniden ihya etmek için, Abdülhamid ise payitaht�n� devam ettirebilmek üzere �slam'�n gücünden yararlanmak için gündemde tutuyordu. Zira Abdülhamid, modernle�me çabalar�n�n saraydaki en büyük ajandas�yd�.
Kur'ân-Sünnet eksenli perspektiften bakt���n�zda, Türkiye'de geçmi�te ve hâlihaz�rda ya�anan �slam hakk�nda ne dü�ünüyorsunuz?
Dindarl�k tüm insanlar ve toplumlar için içgüdüsel, f�tri bir gerçek. Osmanl� dindarl��� da �slam'a aitti; ama kitabî olarak derinle�emedi�i için zafiyetleri vard�. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken bize eklektik bir �slam kald�. Fakat Cumhuriyet çok ters bir kimlik üzerine kuruldu: Mustafa Kemal'in ifadesiyle, ümmetten bir millet yarat�ld�; yani �slamî kimli�e kar�� ulusal-laik bir Türk kimli�i olu�turuldu. Yeni dayat�lan kimlik Müslümanlar için hayati bir sorundu. Nitekim her sanc�l� dönemde bu yara patl�yor.
Türkiye halk�n�n büyük bir ekseriyeti, zaafl� da olsa kendini �slam'a ait hissediyordu. Fakat bu dindarl�k, gerek birikim gerekse imkanlar� itibar�yla 19. ve 20. yüzy�l modernizminin ku�atmas�na cevap verecek bir dinginlik ta��m�yordu. 1970'li y�llarda �slamî duyarl�l��� en yüksek olan cemaatler Nak�îler, Nurcular, Süleymanc�lar, Kadirîler ve onlar�n fraksiyonlar�yd�. Ama bunlar�n her birinin kimli�i mezhepçilikle, bat�ni anlamda tasavvuf telakkisiyle ve Kemalist sistemin onlara telkin etti�i sa�c�l�k, devletçilik ve milliyetçilik kirleriyle maluldü.
1960'larda çok s�n�rl� olarak ba�layan ve 1970'lerin ortalar�ndan itibaren belirginle�en ince ama müstakar bir uyan�� hamlesi söz konusuydu. Kimli�ini yeniden f�tratla bulu�turma ve Kur'ân'la billurla�t�rma aç�l�mlar�na, tevhidî de�erleri kavrama çabalar�na "�slamî bilinçlenme" veya "tevhidî uyan��" süreci diyoruz. Buna en büyük tepkiyi verenler, Bat� sisteminin kültürel uzant�s� Kemalist statü ve onun yan�nda maalesef ki gelenekçi ve milli dindar kesimler oldu.
Ele�tiride bulundu�unuz geleneksel tasavvufi cemaatler ve di�er dinî gruplar, sekülerle�me ve modernle�meyle dinî olan�n tasfiyesi sürecinde önemli bir bo�lu�u doldurup bir uyan�� görevi icra ettiler ama öyle de�il mi?
Tevhidî uyan���n kayg�s�, zaten tasavvufi ve gelenekçi cemaatler ile milli dindarlar� tasfiye etmek de�il; �slah ve ihya etmek, yani ana-babam�z� "Kur'ân'la iman edelim" noktas�na çekebilmekti. Bu evrensel bir sorumluluktu. Cumhuriyet'in kurulmas�yla birlikte üst kimlik, temel çat��ma konusu oldu. Buna göre üst kimlik, Bat�c�-laik paradigmaya dayanan ulus kimlik mi olmal�yd�, yoksa halk�n tüm zaaflar�yla birlikte aidiyet duydu�u �slamî kimlik mi? �slamî hassasiyet nedeniyle Türkiye'de altm��a yak�n il ve ilçede itirazlar, ayaklanmalar oldu. �eyh Said K�yam�'nda on binlerce insan öldürüldü. Bat�l�la�ma hareketine, bildi�i �slam'la f�tri olarak kar�� ç�kan kanaat önderlerinden binlercesi �stiklal Mahkemeleri kararlar�yla idam edildi. Bu bask�, zulüm ve imha neticesinde dindar halk, gerçekten sindirildi ve daha sonra da tepkisini bu�uzederek göstermeye ba�lad�. Evet, halk�n ve cemaatlerin gelenekçi-mezhepçi-bat�ni anlay��lar� vard�; ama dindar kesimin önde gelenleri ve büyük ekseriyeti dayat�lan ulusal kimlikle uzla�m�yor, Bat�l�la�may� soysuzla�ma olarak görüyor, sosyo-kültürel ve siyasi planda kendilerini �slam'a ait hissediyorlard�. Fakat o sindirilmi�lik ve ezilmi�lik psikozu içinde çok partili sisteme geçerken "Görece özgürlük ortam�ndan biz de yararlanal�m. Belki çocuklar�m�za �slamî bilgileri, Kur'ân'� ö�retebilir, hacca gidebiliriz; belki ezan tekrar Arapça okunabilir." duygusu içinde, kar��t�na s���narak var olma psikolojisine ve politikas�na evrildiler. Bu, pragmatik bir tav�rd� ve kazan�m elde etme amaçl�yd�; ama çok uzun sürdü ve a��r a��r kar��t�na benzeme hali ortaya ç�kt�. 1945'ten önce Müslümanlar�n, Türk milliyetçisi ve sa�c� kimlikleri yoktu; ama kar��t�na s���narak var olma veya boyun e�ikli�i nedeniyle 1970'li y�llara geldi�imizde bu vahiy d��� kimliklerle elbiseleri kirlenmi�ti.
Asl�nda bu, d�� konjonktürle de ba�lant�l� de�il mi? So�uk Sava� olmasa belki böyle bir süreç ya�anmayabilirdi. Çünkü devletin �slam'a ve �slamî gruplara yak�nla�mas�, hem uluslararas� sistemin etkileriyle hem de içeride bir "tehdidi" di�erine kar�� kullanma gibi geçici ittifaklarla ba�lant�l�yd�.
Tabii ki i�in o boyutu da var. �kinci Dünya Sava��'n�n sonunda Sovyetler'in Bo�azlar�, Kars ve Ardahan'� istemesi, zaten Bat�l�la�ma yolunda ad�m atan Türkiye'nin kendisini güvence alt�na alabilmek için Anglo-Sakson eksenine s���nmas�na yol açt�. Bat� ise padi�ahl�ktan daha geri bir idari mekanizmayla yönetilen bir sistemin müttefiki olamayaca�� dü�üncesiyle, öncelikle Türkiye'deki sistemin i�leyi�inin modernle�tirilmesi gerekti�ine vurgu yapt�, ki bu konuda ad�m atabilmek için de sistemin toplumla bar��mas� gerekiyordu. �kincisi, komünizm tehlikesine kar�� Bat�, yani liberal kapitalizm, �slam'� bir kalkan olarak kullanmak ve bu ba�lamda Türkiye'nin �slam dünyas�nda bir model olmas�n� istiyordu. Bu yolda yap�lan uluslararas� görü�meler do�rultusunda sistemin iyile�tirilmesi, asl�nda �slamizasyon politikas�, bizatihi CHP döneminde �smet �nönü eliyle ba�lat�ld�. 1947-48'de imam hatip okullar� ile ilahiyat fakültesi aç�ld�; bizzat �nönü'nün kat�l�m�yla 19 tane türbenin resmen aç�l��� yap�ld�; daha sonra DP döneminde ezan�n Arapçala�mas�nda CHP'liler müspet oy verdiler. �slamizasyon politikas�, yani "Müslümanlar� tasfiye etmekten vazgeçip alt kimli�e indirgeyelim" yakla��m�, milli dindarl�k serüvenini mayaland�rd�.
�slamî hareketlerin canlanmaya ba�lamas�n�n üzerinden yakla��k 50 y�l geçti. Bu sürecin bir muhasebesini yapmak gerekirse �slamc� kesim(ler)in iddialar�nda ne gibi de�i�imler oldu, nereden nereye gelindi?
70'li y�llar�n ortalar�ndan itibaren temayüz etmeye ba�layan tevhidî uyan�� sürecinden önce �slamî duyarl�l��� besleyen, tarihsel ve geleneksel �artlara ba�l� bir �slamc�l�k vard�; buna "Türkiye �slamc�l���" diyebiliriz. Her iki çizgi de dayat�lan Bat�c�-ulusal-laik kimli�in zulmünden etkilendi ve birlikte ac� çektiler. Ama çözüm aç�s�ndan, Türkiye �slamc�l��� eklektik kimli�i nedeniyle mevcut sisteme eklemlenmeye, sistemin içinde yer almaya çal���rken; tevhidî �slamc�l�k sistemden ba��ms�z kimli�ini olu�turmaya ve toplumu dönü�türmeye yöneldi. Fakat her iki ak�m�n da en önemli yanl���, demokratik veya ihtilalci yolla k�sa dönemde iktidar� hedefleyen çabalar�yd�.
Oysa Kur'ân'a yönelmi� ve tevhidî ilkeleri kavram�� insanlar, kimlik in�as�n� öncelemeliydiler; isti�ari bir model üretmeliydiler; birlikte i� yapabilme kabiliyetini göstermeliydiler; vahyî mesaj� ve ölçüleri, içinde ya�ad�klar� topluma, en ba�ta cami cemaatine gere�ince sunabilmek için ciddi bir tebli� oda�� olabilmeliydiler; siret-i Rasul'un örnekli�ini güncelleyerek sistem içi mücadelede hangi araçlar�, hangi ilkelerle kullanmalar� gerekti�ini çözebilmeliydiler ve bu konuda tebli�lerini ve tezlerini, modern ça��n �artlar�nda cevap olacak �ekilde üretebilmeliydiler. Yani hem dü�ünsel hem usuli hem de dayan��ma itibar�yla ciddi ve sa�l�kl� bir zemin olu�turmal�; sonraki safhada ise toplumu gere�ince vahiyle uyarmal� ve kitleselle�meliydiler. Ama acemilikleri ve yetersizlikleri dolay�s�yla yanl��lar yapt�lar. Ku�atamayacaklar� ve yeterli donan�ma sahip olamayacaklar� bir hedef pe�inde ko�man�n dü� k�r�kl���n� ya�ad�lar. Bugün hâlâ o dü� k�r�kl�klar�n� ya�ayan ama bunun aç�kça özele�tirisini yapamayan yayg�n bir moral bozuklu�u söz konusu.
Kur'ân-� Kerim'de Allah Teala peygamberlere ve onlar�n ümmetlerine somut olarak devlet olmay� önermiyor. Buna dair tek bir ayet gösteremezsiniz. Ama iyili�i emredip kötülükten nehyedecek, vahyin hakikatinin �ahidi olan, �üheda olan bir ümmet olmam�z� istiyor. E�er Kur'ân'�n ayd�nlatt��� inananlar toplulu�uysan�z, zaten sizin örgütlenme �ekliniz yönetim biçiminiz olur; hayat tarz�n�z ve kültürünüz bir medeniyet üretebilir.
Tercüme faaliyetleri, �slamî uyan��ta ku�kusuz çok önemliydi. Ancak bir noktadan sonra tercüme eserleri a�acak, kendi yap�m�za özgü, daha yerel bir model üretmemek bir zaaf de�il miydi? Nihayetinde tabanda bu maya tutamad� ve özellikle 28 �ubat'la birlikte ciddi bir savrulma ya�and�.
Bu konuda yerellik aç�s�ndan hakl� ele�tiriler olabilir. Ama dindarlar�n din anlay��lar� zaafl�yd�; yeteri kadar Kur'ân'la, tevhidî ölçülerle tan��m�yorlard�. Tevhid, sadece bir nevi Nirvana'ya ula�mak gibi, "Ene'l-Hakk"a ula�an velilerin test etti�i bir durumdu. Halk, hatta müritler, ancak o tasavvuf büyü�ünü vesile k�l�p Allah'tan yard�m isteyebilirlerdi. Böyle bir anlay�� vard� 60'larda. Bu dindarlar�n inanç ve kültüründe tabii ki parça do�rular vard�. Ama total olarak bu anlay��, vahyin evrensel ölçülerinden ve kavramlar�ndan uzak tarihsel ve yerel okumalara dayan�yordu. Oysa gerçek bir tevhid ve Kur'an anlay���na sahip olman�n, usulu'd-dinin, hayat�n epistemolojik ve ontolojik temellerini kavraman�n tarihsel ve yerel boyutlar�, daha do�rusu Hindistan'�, Japonya's�, Türkiye'si, Amerika's� olmazd�.
Bak�n Osmanl� döneminde 600 y�l boyunca bu halka bir kere olsun Kur'ân meali, halk�n diliyle hadis külliyat� sunulmad�. Menk�beler anlat�ld� Ahmediye, Muhammediye, Kara Davud gibi. Evet, bunlar k�smen bir duyarl�l��� ya�att� belki. Ama halk özle, temel olanla muhatap edilmedi. Üstelik bir de havas-avam ayr�m� yap�ld�; "Kur'ân'�, Sünnet'i ancak havas olanlar anlar" dendi. Hay�r, Kur'ân "Ey insanlar" diyerek tüm insanlara hitap eder, onun mesaj�n� herkes anlar. Çünkü Kur'ân mübin, yani apaç�k bir kitapt�r. Sadece baz� laf�z, konu ve kavramlarda uzmanl�k söz konusu olunca durum farkl�la�abilir. ��te yüzy�llard�r var olan bu kopukluk, belki ilk defa 30-35 y�ll�k tevhidî uyan�� sürecinde giderilmeye çal���ld�. Mevdudi'nin bütün görü�lerine, Pakistan'daki pratik-metodik aç�l�mlar�na kat�lmayabilirsiniz; ama onun Kur'ân'a Göre Dört Terim eseri evrenseldir. Kulland���m�z kavramlar�, Kur'ân'�n nazil oldu�u dönemdeki Arapça safl���yla kavrayamad���m�z� ortaya koydu mesela. Bu az bir �ey mi? Seyyid Kutub Yoldaki ��aretler'le yeniden bir tarih ve toplum de�erlendirmesi yapmam�z ve Kur'ân neslini in�a etmemiz gerekti�ini gösterdi.
Elbette ya�anan pratik sorunlara göre farkl� çözümler üretilebilir; ama aslolan �slamî kimlikte anla�mak. Geli�tirece�imiz pratik ve politikalar�n dili, evrensel vahyî bir dil mi olacak, yoksa verili siyasalara göre mi �ekillenecek? Zaten verili siyasete göre Türkiye �slamc�l��� sa�c�, devletçi, milliyetçi, milli dindar refleksleriyle davran�yor. Bunu a�abilmi� de�iliz. Hatta "muhafazakâr demokratl�k" ad� alt�nda bu dil yeniden üretiliyor.
Öte yandan çeviri faaliyetleri içinde zaafl�, zay�f, mezhepçi, gerçekten f�trata ve e�yan�n tabiat�na uymayan yakla��mlar da geldi. Yahut yanl��lar� biz de üretmi� olabiliriz. Aslolan gerek itikadi gerek kültürel gerekse metodik yakla��mda do�runun muhkem ölçüsünü yakalamakt�r ki bunun için de ölçü Kur'ân'daki muhkem ayetlerdir. Onun d���ndaki kültürel tespitler akaid olmaz, olsa olsa bir yorum olur, kelam olur.
Bugün gelinen noktada Türkiye'de ara�t�rmas�n�, tahkik etmesini bilen insanlar için �slam'� alg�lama düzeyi eskiye nispetle son derece ileri bir imkan sunuyor. Ama 60'l� y�llarda �slam dünyas�ndan gelen ve �slam'� bir bütün, bir dünya görü�ü olarak sunan her kitab� okumaya, yutmaya muhtaçt�k. Fiilî rehberimiz, modelimiz, okulumuz, tecrübemiz, hiçbir �eyimiz yoktu çünkü. O zamanki üniversiteli gençler ve tahkik ehli el yordam�yla, adeta topra�� t�rnaklar�yla kaz�yarak birtak�m do�rulara ula��yorlard�. Yeni yürümeyi ö�renen bir çocuk gibi dü�üp kalkmalar� normaldi. Yanl�� yapt�k diye infiale kap�lmaya gerek yok. Önemli olan, yürüme istikametini devam ettirebilmek, yürüdükçe olgunla�mak ve ar�nabilmektir.
Sadece Türkiye'de de�il, M�s�r, Pakistan gibi �slamî ak�mlar�n anavatanlar�nda da beklentiler gerçekle�emedi. Oralarda ters giden neydi? Bizimkine benzer miydi?
20. yüzy�lda �slam dünyas� çözülme, da��lma sürecini ya��yordu. I. Dünya Sava�� sonras�nda �slam co�rafyas� tamamen i�gal edilmi�ti. Okuma-yazma oran� çok dü�üktü. En önemli okullar olan Bat�l� kolejlerde iki dünya görü�ü sunuluyordu: liberalizm ve sosyalizm. �slam ise Hinduizm, Konfüçyanizm gibi sadece bir inanç sistemi say�l�yordu. Neticeye bakt���m�zda da tablo biraz öyle gözüküyordu. Bir nevi ku�at�lma söz konusuydu. Buna �slah hareketlerinden etkilenen Re�id R�za, Mevdudi gibi �ahsiyetler tepki gösterdiler. "Hay�r, �slam da bir dünya görü�üdür; devleti, ekonomisi, nizam� vard�r" dediler. II. Dünya Sava�� y�llar�nda �slam ekonomisi, �slam devleti, �slam nizam�, �slam anayasas� ile ilgili kitaplar yaz�lmaya ba�land�. Bu önemliydi; ama olay�n his ve heyecan boyutundan ç�k�p Sünnetullah çerçevesinde Kur'ân ile analiz edilmesi gerekirdi. Biz �slam ümmetini kaybetmi�iz, devletten bahsediyoruz.
�hvan-� Müslimin, Cemaat-i �slamî, Hizbu't-Tahrir, Ulema Hareketi gibi �slah hareketleri, Afgani'nin 19. yüzy�ldaki Urvetu'l-Vuska hareketinin bir nevi 20. yüzy�ldaki aç�l�mlar�yd�. �slam dünyas�nda Kur'ân eksenli bir �slah hareketini yayg�nla�t�rmaya çal��an ve hem �ii hem de Sünni dünyay� etkileyen Afgani'nin be� ilkeden olu�an program� çok üst bir programd�: Kur'ân ve Sünnet'e dönmek, dini bidat ve hurafelerden ar�nd�rmak, içtihat kap�s�n� yeniden açmak, yerli istibdad� tasfiye etmek, sömürgele�meye ve sömürgecilere kar�� ç�kmak. 20. yüzy�ldaki �slamî hareketler de ayn� programa tabi oldular. Ama bu, çok genel bir programd�; özele indirgendi�inde stratejik öncelikler tart���ld�, baz� yanl��lar da yap�ld�.
20. yüzy�lda iki ma�lubiyet ya�ad�k, bunu görmek laz�m. Birincisi, ümmet bilincini kaybetmemiz nedeniyle dü�tü�ümüz tarihsel ma�lubiyet ki buna ba�l� olarak modernizm ve post-modernizm bugün hayat�m�z� ku�at�yor. �kincisi, �slamî bilinçlenme veya tevhidî uyan�� sürecinin yenili�ini ve metodik-dü�ünsel yetersizli�ini görmeden, iktidar hedefine yönelmenin neticesinde ya�anan dü� k�r�kl���, acelecili�in faturas�. Öte yandan �slamî hareketlerin �slam dünyas�ndaki tesir gücü, ço�unlu�u etkilemeye henüz yetmiyordu. Ama nitelikli olduklar� için sesleri çok yüksek geliyor, beklenti de büyük oluyordu. Bunlar kendi öz kadrolar�n� daha da nitelikli bir hale getirebilirlerse, bu çok önemli bir aç�l�m olabilirdi. Sistemin korktu�u �ey de buydu.
Bugün uluslararas� sistemin �slam'a ve �slamc�lara bak��� nas�l sizce?
1989'da Berlin Duvar�'n�n y�k�lmas�yla zaferini ilan eden liberal kapitalizm kendisine alternatif bir de�er ve kar��tl�k, bir dünya görü�ü olarak sadece �slam'� gördü. Çünkü epistemolojik, ontolojik ve siyasal olarak �slam çok belirleyici ve Müslümanlar ellerindeki Kur'ân ile büyük bir muhalif ve alternatif potansiyel te�kil ediyorlar. Bunu gördükleri için dü�man tahtas�na �slam'� koydular ve iki �ekilde �slam'a sald�rmaya ba�lad�lar: Birincisi, �ran �slam Devrimi'nin ard�ndan 1980'lerde yükselen trendi karalayarak, �iddet uygulayarak ve imha politikalar�yla �slamî duyarl�l��� ezmeye çal��t�lar. �kincisi, �slamî dü�ünceyi buland�rmaya çal��t�lar ki bunun da iki yolu vard�: Birincisi, neo-gelenekçili�i yeniden ürettiler. UNESCO'nun Muhyiddin �bn-i Arabî, Hallac-� Mansur, Mevlânâ sempozyumlar� ve bunlar� dünya y�l� yapmas�n�n nedenini burada aramak laz�m. Müslümanlar� geleneksel atalet içinde tutmak veya atalet içine sürmek için neo-gelene�i bizatihi bu emperyal söylem üretiyor veya te�vik ediyor. �kincisi, modernist ve tarihselci söylemle oluyor. Modernistler, Kur'ânî kelimeleri pozitivist bilimin verileriyle okumaya; tarihselciler, "Kur'ân'da çeli�kiler var" diyerek onu tarihsel bir metin haline indirgemeye çal���yorlar. Müslümanlar�n hayat kayna��n�n sa�lad��� dirili�i birisi fiilî di�eri psikolojik olarak çökertmeyi amaçl�yorlar. Bugün bir kalk��, bir birlik olu�turacaksak e�er, hem kar��m�zdaki dü�man�n fiilî ve zihnî komplolar�n�, tezgahlar�n� ve stratejilerini görmek hem de kazan�mlar�m�z� koruyarak zaaflar�m�z�n özele�tirisiyle kendimizi yenilemek durumunday�z.
Hem bir fikir hem de bir eylem adam�s�n�z. Gençli�inizden itibaren farkl� gruplarda ve platformlarda yer alm��, pek çok dergi ve yay�nevi ile dü�ünce dünyas�na katk�da bulunmu� bir isimsiniz. �slamc�lar�n serüveniyle de önemli ölçüde kesi�en hayat hikayenizle bitirelim isterseniz.
50'li-60'l� y�llarda �stanbul'da dindar bir ailenin çocu�u olarak büyüdüm. A�abeyim Kabata� Erkek Lisesi'nde Deniz Gezmi�lerin arkada��yd�. Ailem çok yaral�yd�, "Aman çocu�umuz komünist olmas�n" diye üzerimde bir ihtimam vard�. Babam �evket Eygi'nin düzenledi�i toplu sabah namazlar�na gidiyordu. Yani bir yandan dar anlamda çok samimi bir �slamî aidiyet duygusu; di�er yandan Kemalizm'e, �nönü'ye, sistemin zulümlerine öfke; öte yandan komünizm kar��tl��� ve endi�esi... Böyle bir ortamda yeti�tim. Bulundu�um çevrelerde (lise y�llar�nda Milli Türk Talebe Birli�i'nde) de benzer hisler ya�an�yordu. Sar�yer'de ya��m�z tutmad��� için üniversiteli a�abeylere bir dernek kurdurtmu�, önde gelen �slamî kanaat önderlerine konferanslar verdirmeye çal��m��t�k. Kendimizce cami cemaatine ve çevremize �slamî söylemi ula�t�rabilmek için organizasyonlar yap�yorduk. Lise son s�n�fta Yeniden Milli Mücadele Hareketi ile tan��t�m. Evet, sisteme muhaliftik ama sa�c�yd�k; �slam devletine ula�mak için, Milli Demokratik Devrimciler gibi, geçi� a�amas� için Milli Devlet'i hedefler hale getirilmi�tik.
Hukuk fakültesinde okurken mezun olduktan sonra hâkimlik, savc�l�k, kaymakaml�k yapabilir miyiz yapamaz m�y�z tarz�nda bir tahkik ruhu uyand� ve böylece �slamî kimli�imizi ara�t�rma kayg�m�z derinle�ti. �çinde bulundu�umuz camia yasaklasa da, tevhidî uyan��a katk� sa�layan çeviri kitaplar� el alt�ndan okuyor, bu do�rultuda yap�lan etkinliklere veya mahfillere kat�l�yorduk. 1970'lerin ortalar�nda sa�c�-milliyetçi-mezhepçi anlay��� ciddi olarak sorgulamaya ve sonra "Ben sadece Müslüman'�m" demeye ba�lad�m. Yak�n arkada�lar�mla Müslümanl���m�z� nas�l nitelikli hale getirebiliriz, Allah'�n istedi�i kullar nas�l olabiliriz kayg�s� içinde okuma, ara�t�rma ve diyalog çabalar� içinde olduk. 70'lerin sonu 80'lerin ba�� dünyada konjonktürel olarak da �slamî uyan���n çok güçlü oldu�u bir dönemdi. Okuduklar�m�z�n Kur'ân ile sa�lamas�n� yapmak üzere bu sefer ciddi Kur'ân çal��malar�na yöneldik. �slam'�n ancak isti�ari temelde, Müslüman �ahsiyetlerle birlikte bir örneklik olu�turarak ya�anabilece�i inanc�yla -legal veya illegal- �slam ad�na Türkiye'de kim faaliyet gösteriyorsa onlar� aramaya ba�lad�k. Ama maalesef Türkiye genelinde bizi tatmin eden bir model, bütünsel bir �slamî bilinç düzeyi yoktu. Bu sadece bize özgü de�ildi, dünyadaki �slamî hareketler için de geçerliydi. Bir tevhidî uyan�� süreci vard�; ama usulî planda eklektisizmden yeteri kadar ar�n�lmam��t�. Sa�l�kl� bir kalk�� için bir yandan gerçekten yeterli bir Kur'ân, Sünnet, akaid ve f�k�h usulüne di�er yandan sa�lam bir tarih perspektifi, sistem de�erlendirmesi elde etmeye ve dünyay� tan�maya çal���yorduk. Öte yandan Anadolu'dan gelen gençler, gerçekten tevhidi ve Kur'ân'� bütün olarak kavram�� bir modelle kar��la�am�yorlard�. Bu nedenle kendi yetersizli�imize ra�men bu bo�lu�u doldurma çabas�na girdik. Mevcut birikimimizi yans�tabilmek için bir dergi ç�karmak istesek de, baz� özel nedenlerle 1988'de Yöneli� Yay�nlar�'n� kurduk…
Parça do�rular�m�z� a��p gerçekten Kur'ânî çerçeve ile bütünle�me kayg�s� bizim hayat seyrimizi belirledi. Ama bu yetmiyor. Çünkü bütünü yakalayamad�k diye mesela namaz k�lma eylemini b�rakmad���m�z gibi, zulme, haks�zl��a, bask�lara kar�� tav�r alma tan�kl���m�z� da terk edemeyiz. Alt�-yedi as�rdan bu yana kaybetti�imiz dirili�i, hemen be�-on sene içinde tesis etmemiz mümkün görünmüyor. Ama kimlik in�as�, �ahitlik ve tebli� için hangi safhada oldu�umuzu belirlemek �slam'� ya�ama kayg�m�z aç�s�ndan temel bir sorumluluktur. �slam'� ya�amada kendi safham�z�n gereklerini yapmak bizim ihtiyar�m�zdad�r ve biz bundan sorumluyuz. Muslihun olanlar bunu yapar. Kendi safham�z�n gereklerini yapmak gerçek ink�lapç�l�k, devrimciliktir. Mevcut �artlarda �slam'� talep eden insanlarla sa�l�kl� Kur'ân temelli bir diyalog, �slamî bir kimlik ve mücadele hatt� olu�turabilir miyiz? En büyük derdimiz bu. Bence küresel sistemin de en fazla çekindi�i mayalanma ihtimali i�te bu.
(Röportaj: Z. Tuba Kor/ Anlay��)