22-10-2021 11:47

Ahmed Kalkan: Emri bil maruf ve nehyi anil m�nker can simidine sar�lmal�y�z

Ge�ti�imiz hafta Rabbine u�urlad���m�z Ahmed Kalkan hoca ile, `D�vet` kitab� �er�evesinde 2018 y�l�nda �ktibas dergisi i�in bir s�yle�i ger�ekle�tirmi�tik. S�yle�iyi, faydal� olaca�� kanaatiyle okurlar�m�z�n dikkatine sunuyoruz:

Ahmed Kalkan: Emri bil maruf ve nehyi anil münker can simidine sarýlmalýyýz

Hocam bildi�iniz gibi �slam’�n temel esaslar�ndan biri de emri bil maruf nehyi anil münkerdir. Buna kar��l�k modern ça�da insanl��a adeta “yegâne hak din” olarak dayat�lan demokratik kültür ve liberalizm, çe�itli  gayri ahlaki yönelimleri me�ru gördü�ü gibi, tüm bu ifsadata kar�� ç�kmay� da “hayat tarz�na müdahale” olarak niteleyip mahkûm ediyor. Özellikle son 16 y�l boyunca Türkiye’deki �slami kesimlerde AKP üzerinden ya�anan dönü�ümü dikkate al�rsak, söz konusu kesimler bu alanda �slam’a m�, yoksa demokratik-liberal kültüre mi yak�n duruyor?

Ahmed Kalkan: “Söz konusu kesimler bu alanda �slam’a m�, yoksa demokratik-liberal kültüre mi yak�n duruyor?” sorunuza, emr-i bi’l ma’ruf konusuna yakla��mla ilgili �u iki âyetin cevap verdi�ini dü�ünüyorum. Bu ayetler, ayn� zamanda �slâmî yönetimle, münâf�klar�n yönetimi aras�ndaki temel fark�n da göstergesidir. Bu ay�r�c� özellik; birinde devlet ve yeti�tirip görevlendirdi�i kimseler eliyle iyili�in emredilmesi, di�erinde (iyili�in emredilmesine yasaklar ve s�n�rlar konulup) kötülü�ün emredilmesi �eklinde ele al�n�r:

“Onlar öyle kimselerdir ki, �âyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namaz� dosdo�ru k�lar, zekât� verir, iyili�i emreder ve kötülü�ü yasaklarlar. Bütün i�lerin âk�beti Allah’a aittir.” (22/Hacc, 41)

“Münâf�k erkekler ve münâf�k kad�nlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülü�ü emredip iyili�i yasaklarlar, ellerini de s�k� tutarlar. Onlar Allah’� unuttular; Allah da onlar� unuttu. �üphesiz münâf�klar, fâs�klar�n ta kendileridir.” (9/Tevbe, 67) 

Toplumu tümüyle ku�atm�� �irk anlay��lar�, küfür olan ideolojiler, ateist ve ataist görü�ler, �slâm’�n ve Kur’an kavramlar�n�n tahrif edilmesi, bireysel problem ve isyanlardan çok daha önemlidir. Kur’an ve sahih sünnet çizgisine ters din anlay��lar�, itikadî ve di�er alanlardaki geleneksel ve modernist hurâfeler, bid’atler, demokrasi taraftarl���, laiklik ve düzencilik, grup taassubu, �rkç�l�k gibi halk�n ço�unlu�una belirli oranda da olsa sirayet eden büyük fitne ve veballerdir. Toplum bireylerini tek tek ifsad eden, aralar�ndaki güveni ve yard�mla�may� yok eden bu toplumsal fesad�, öncelikle nehyedip yasaklamak gerekir. 

Bireylerin isyan�ndan ziyade, �slâm d��� düzenin bu isyan ve tu�yan ortam�n� haz�rlad���n�, düzenin düzelmedi�i müddetçe fertlerin tümüyle düzelmeyece�ini unutmamak icap ediyor. Dâvetçi, Allah’�n yard�m�yla ve uzun u�ra�lar neticesinde bir kimseyi namaza ba�lat�r veya bir han�m� tesettüre râz� ederken, o süre içinde düzen, kaç bin ki�iyi namazdan ve tesettürden uzakla�t�r�yor, bunu de�erlendirmek gerekir. Yani, düzen batakl��� kurutulmadan müfsid sivrisineklerle mücadele mümkün de�ildir. Dâvetçi, isyan�n temel kayna��, do�urgan fesad yuvas�, tu�yan�n/azg�nl���n merkezi olan tâ�utî düzene kar�� tav�r almadan ve dâvetinde bu konuyu gündeme getirmeden dâvet yapm�� say�lmaz. 

Bugün Türkiye’de, cahiliye düzeni ve kültürüne entegre olmayan Müslümanlar�n, Rabbimizin Âl-i �mran 104 ve 110, A’raf 199, Tevbe 71, Hac 41 gibi ayetlerde farz k�ld��� emri bil maruf nehyi anil münker yükümlü�ünü gere�ince yerine getirdi�ini söylememiz mümkün mü? “Elle, dille ve hiç de�ilse kalple müdahale” hadisi çerçevesinde de�erlendirirsek durumumuz nedir sizce?

Gayr� �slâmî düzene ve câhiliye kültürüne entegre olmayan Müslümanlar bile, ço�unluk itibar�yla emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker adl� can simidine sar�lmad�lar. Böylece zilleti ve ma�lûbiyeti kabullenmi� oldular. Ba�ta �slâm âlimleri, cemaat ve kanaat önderleri, yazarlar ve hatipler olmak üzere, Mü’min olan herkes, bildi�i ve gücü yetti�i oranda bu görevi yapmas� gerekti�i halde, ciddi anlamda bunun yerine getirildi�i iddia edilemez. Bu görev, �er odaklar�n�n �erre davet ettikleri kadar bile yap�lm�yor. 

Bahsi geçen hadis �u �ekildedir:  “Sizden kim bir münker (kötülük veya çirkin bir �ey) görürse onu eliyle de�i�tirsin. �ayet eliyle de�i�tirmeye gücü yetmezse diliyle de�i�tirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle de�i�tirsin (bu�zetsin, onu ho� görmeyip kabullenmesin) ki, bu da iman�n en zay�f derecesidir.”(Müslim, �man 78) Bu hadiste bir kötülü�ün de�i�tirilmesi, “Sizden biriniz…” denilerek bütün mü’minlere görev olarak verilmi�tir. Emredilmesi ve yasaklanmas� gereken hususlar herkesin bildi�i ve bilmek mecbûriyetinde oldu�u meselelerden ise, bu dâvette tüm müslümanlar ortakt�r.

Müslüman neyi ho� görebilir, neyi ho� göremez? Pratik hayatla ba� kurarsak, bu noktadaki ayr�m çizgisi nedir?

Müslüman, Allah’�n ho� gördü�ünü ho� görür; O’nun raz� olmad���n�, ho� görmedi�ini de ho� göremez. Müslüman�n ölçüsü, Allah ve Rasûlünün hükümleridir (33/Ahzâb, 36). Günümüzdeki kullan�m�yla özgürlük, insan�n kendi hevâs�n�n ho� gördü�ü �eyi yerine getirmeye çal��mas�d�r. “Sava�, ho�unuza gitmedi�i hâlde, size farz k�l�nd�. Nice ho�lanmad���n�z �ey vard�r ki, sizin için hay�rl�d�r. Yine, nice ho�land���n�z �ey vard�r ki, sizin için �erdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2/Bakara, 216). Ölçü, bizim özgür hevâm�z, arzumuz, ho�land���m�z �ey de�ildir. Ölçü, Rabbimizin hükmüdür, O’nun râz� olup ho� gördü�üdür. ��te, ma’ruf demek, Allah’�n sevdi�i, râz� oldu�u; münker de, Allah’�n ho� görmedi�i, râz� olmad���, selîm akl�n uygun görmedi�i �eyler demektir.  

Birçok �slâm âlimi ma’rûfu, �slâm’�n emrettikleri, münkeri ise, Allah’� inkâr ve O’nun yasaklad�klar� �eklinde anlam��lard�r. Ma’rûfa uymak; Allah’a itaat ve O’nun emirlerine uymak; münker de bunun z�dd�, kar��t�d�r. 

“Dâvet” adl� kitab�n�zda “Bugün emir ve nehy yerine, ancak rica ve tavsiye söz konusu” tesbitinde bulunuyorsunuz. Emir ve nehy kavramlar�n�n mahiyetini açman�z mümkün mü? 

Emir, bir i�in yap�lmas� veya yap�lmamas�n� net bir �ekilde isteyen söze denir. �stenilen �ey yerine getirilmezse uygulanacak bir cezas� olan kesin sözdür emir. O yüzden “emir demiri keser” denilir; yani yap�lacak i� ne kadar zor olsa da, emredildikten sonra yapmaktan ba�ka çare yoktur. Hele Allah’�n emri olunca, bu hat�rlat�lan, akan sular durmal�d�r. Nehy için de tümüyle geçerli söylenenler. Nehy, yani yasaklama da, emretmenin olumsuz �ekli. Yani, yap�lmamas�n� emretmek demek.

Ma’rufun emredilmesi ve münkerin yasaklanmas� yerine; günümüzde ma’ruf sadece rica ediliyor; münkerin de sadece yap�lmamas� tavsiye ediliyor. Müslümanlar ve dâvetçiler, bugün öyle bir modern fitne ile kar�� kar��ya ki, b�rak�n herhangi bir müslümana iyili�i emretmeyi veya bir kötülü�ü yasaklamay�, kendi çocu�una veya e�ine bile herhangi bir �eyi emredemiyor, yasak koyam�yor. Baba çocu�una, koca kar�s�na, hoca talebesine, patron i�çisine, âmir memuruna… söz geçiremiyor. Özgürlük diye bir türkü var; bu türkünün nakaratlar� hep hevâ kavram�yla dillendiriliyor. Can�n�n istedi�ini yapmak istiyor günün insan�. Kimsenin kendisine kar��mas�na tahammülü yok. �man etti�ini söyledi�i halde, Allah’� kar��t�rmak istemiyor kendi hayat�na. “Allah bunu emretti veya yasaklad�” da diyemiyorsunuz; daha do�rusu kar��n�zdaki dedirtmiyor. K�sacas� ma’rufu emredemiyorsunuz; emretmi� olsan�z yapt�r�m�n�z, en az�ndan yap�lan münkerle uzla�maz net tavr�n�z olmal�. 

Dâvetin dar çevre çal��malar�n� a��p kitleselle�mesi konusunda neler yap�labilir?

Topyekûn helâk ve azaptan kurtulmak için içimizden hayra dâvet eden bir toplum ç�kmal�d�r (Bkz. 3/Âl-i �mrân, 104). Daha önemlisi, cemaat/te�kilât organizesiyle sistemli dâvet çal��malar�, bireysel dâvetlerden çok daha önemlidir.

Dâvet sistemli olsa, bir cemaat çal��mas� olarak yap�lsa; birinin kald��� yerden di�er arkada�lar� sistemli olarak dâveti sürdürürler. Bir anl�k heyecanla yetinilmez. Mûsâ (a.s.), karde�i Hârun’un da risâleti ta��mas� ve kendisine yard�mc� olmas�n� Allah’tan istemi�ti. �sa (a.s.), muhâtaplar�n�n inkârlar�n� sezince, kendi ba��na dâvet sorumlulu�unu hakk�yla yerine getiremeyece�ini dü�ünerek, dâvet konusunda yard�mla�aca�� insanlara ihtiyaç hissetti: “Allah yolunda yard�mc�lar�m kim?’ dedi. Havârîler, ‘Biziz Allah yolunun yard�mc�lar�. Allah’a iman ettik. �ahit ol, biz müslümanlar�z’ dediler.”(3/Âl-i �mrân, 52) Tek ba��na dâvet çal��mas� yapmak, tek ba��na çok katl� bir bina yapmaya kalkmak demektir. “Yap�labilir mi?” sorusuna “yap�labilir” diyenler, bu �ekilde binâ edilen kaliteli bir örnek gösteremezler. Fakat, hem zaman ve hem kalite yönüyle görev da��l�m� ile yap�lan ortak çal��man�n önemini kimse inkâr edemez. Peygamberlerin bile yard�mc�ya ihtiyaç duydu�u, Muhammed aleyhisselâm’�n da ensara ihtiyaç duydu�u dâvet konusunda, bireysel hareket edip büyük ba�ar�lar elde etmemiz mümkün de�ildir.

Toplumu tümüyle ku�atm�� �irk anlay��lar�, küfür olan ideolojiler, ateist ve ataist görü�ler, �slâm’�n ve Kur’an kavramlar�n�n tahrif edilmesi; bireysel problemlerden ve isyanlardan çok daha önemlidir. Kur’an ve sahih sünnet çizgisine ters din anlay��lar�, itikadî ve di�er alanlardaki hurâfeler, bid’atler, haks�z tekfircilik, demokrasi taraftarl���, laiklik ve düzencilik, geleneksel ve modernist hurâfeler, mezhepçilik, grup taassubu, �rkç�l�k gibi halk�n ço�unlu�una belirli oranda da olsa sirayet eden büyük fitne ve veballerdir. Toplum bireylerini tek tek ifsad eden, aralar�ndaki güveni ve yard�mla�may� yok eden bu toplumsal fesad�, öncelikle nehyedip yasaklamak gerekir. Dâvet yönüyle örne�imiz olan peygamberlerimiz, tevhide dâvetle birlikte toplumlar�nda hangi fesad yayg�nsa onu nehyederek görevlerini yapt�lar.  

Mevcut hükümranl�k ili�kileri kar��s�nda hakk� aç�kça söyleme, fitnenin ortadan kald�r�l�p Allah’�n hükmünün hâkim k�l�nmas� yönündeki dâvet çabas�n� makro, halk�n Kur’an ve Nebevi örneklikle bulu�turulmas� yönündeki çabalar� mikro dâvet olarak nitelersek, bu iki konuda Türkiye’de yeterli bir cehdin/cihad�n verildi�ini söyleyebilir miyiz?

Mikro dâvet alan�nda ancak mikroskopla görülebilecek küçük çal��malar oldu�unu, toplumda fazla a��rl��� olmayan baz� dâvetçilerin plans�z, sistemsiz, a�amalar� olmayan ve devam� gelmeyen, saman alevi gibi yan�p sönen küçük gayretlerine �ahit oluyoruz. Bu, yap�lmas� gereken “bin”in “bir”idir. Makro alanda ise koca ülkede iki elin parmak say�s�ndan daha az kimsenin vur-kaç cinsinden bireysel ve organizesiz �ekilde at��lar yapt���n� hesaba katmazsak, yetersiz olsa bile bir cehdin ortaya kondu�unu söylemek mümkün de�ildir. Bu görevler tümüyle ihmal edildi�i için, her geçen sene, bir öncekini aratmakta, fesat ve münkerler, �irk ve tu�yanlar her alanda her insan� mahvedecek boyutta yay�lmaktad�r. 

Furkân 52. ayet ba�lam�nda “büyük cihad” kavram� ve yükümlülü�ü konusunda neler söylersiniz?

“Öyle ise kâfirlere itaat etme, onlara kar�� bu Kur’an’la büyük bir cihadla cihad et.” (25/Furkan, 52). Bu âyette “kâfirlere itaat etmemek” ve onlara kar�� “Kur’an’la cihad etmek” emredildi�i ve bu iki hususun birbirinden ayr�lmayaca�� gibi, bu cihad�n “büyük cihad” oldu�u da vurgulanmaktad�r. Kâfirlere itaatin en çirkini olan, en organizeli ve en zararl� küfrün merkezi olan düzene/devlete itaati dâvet ad�na insanlara tavsiye eden, cihada kar�� ç�kan, Kur’an’� terk edilip ihmal edilmi� bir mezarl�k kitab� ve gelir getiren bir musiki eseri olarak alg�layan kimselerin bu âyetle de, dâvetle de ili�kilerini de�erlendirmek gerekir. Bu ac� gerçekler, ba�kalar�n� suçlayarak kendimizi temize ç�karmak için de�il; bize çok i� dü�tü�ünü belirtmek amac�yla ele al�nmal�d�r. 

Evet, Kur’an diyor ki; en büyük cihad, Kur’an’la yap�lan cihadd�r, bu da önce kâfirlere, tâ�utlara itaatsizlik yap�larak uygulan�r. Peygamberimiz de diyor ki; “Cihad�n en faziletlisi, zâlim sultan�n (Allah’�n indirdi�iyle hükmetmeyen yöneticinin) kar��s�nda hakk� ve adâleti söylemektir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13). Bu büyük cihad terk edilerek yap�lanlar, en olumlu ifade ile ufak tefek aray��lard�r ki, ne bunu yapan kimse, ne de buna muhatap olan kimse, bununla kurtulu�a erebilir. 

Kitab�n�zda Musa (a.s.)’�n Tur’dan dönü�ünde toplumunun Samiri’nin yapt��� buza�� putunu ilah edindi�ini gördü�ündeki sert tutumuna dair dikkat çekici yorumlarda bulunmu�sunuz. Firavun’a yumu�ak söz söylemekle emredilen Musa (a.s.)’�n bu haldeki toplumu ve onlar� engellemeye muvaffak olamayan karde�i Harun (a.s.)’a kar�� sert tutumunun Kur’an’daki anlat�m�na göre Rabbimizin de onay�n� ald���n�, dolay�s�yla bildi�i halde tevhidden sapanlara kar�� gerekti�inde üslubun sertle�ebilece�ini söylüyorsunuz. Bu konuyu açman�z mümkün mü?

Kur’an; iman etti�ini iddia eden toplumun putperest e�ilimlerine kar�� nebevî tavr�n nas�l net ve sert oldu�unu Hz. Mûsâ ve �srailo�ullar� örne�iyle gözlerimizin önüne serer (7/A’râf, 150). Sadece Mûsâ (a.s.) de�ildir bu konuda sert davranan. Kur’an, Muhammed (a.s.) ve �brahim (a.s.)’� da Mûsâ (a.s.)’a benzer tav�rlar�yla örnek gösterir. Henüz kendisine net bir �ekilde tevhidî hakikatler tebli� edilmeyen ki�ilere Firavun özelliklerini ta��sa bile, yumu�ak üslûpla anlat�p kibar davranmay� emreden Kur’an, tevhidi bildikleri halde putperestlik e�ilimi içinde olanlara ve onlar� kötülükten uzakla�t�rmaya çal��mayanlara kar�� çok net ve sert tav�r gösterir (5/Mâide, 78-80). Hele, iman etmi� insanlar� puta tapmaya te�vik eden Sâmirî gibi karakterleri tümüyle toplum d���na atmak, onu kovup sürmek, beddua edip âhiret azâb�ndan kurtulamayaca��n� hayk�rmak (20/Tâhâ, 97), Kur’an’�n onay�ndan geçmi� bir tavr�n, peygamberî üslûbun bir özelli�idir.

�irk ve puta tapma konusu ba�l� ba��na üslûbu sertle�tiren en önemli problemdir. �irke ve putperestli�e sert tav�r, bunu savunanlara da sert tavr� gerektirir ve bu net tav�r ve sert üslûp tevhide sahip ç�kman�n, Kur’an üslûbuna riayet etmenin zaruri bir gere�idir. Muhâtab�n âlim veya dâvâ adam� olmas� üslûbu yumu�atmaya sebep de�ildir; peygamber olsa bile azapla uyar�l�r. Hz. Peygamber’e bile, faraza �irk ko�mu� olsa, Allah’�n nas�l tav�r alaca�� net bir üslûpla beyan edilir: “Onlar, sana vahyetti�imizden ba�kas�n� bize kar�� uydurman için az kals�n seni ondan �a��rtacaklard�. (E�er böyle yapabilselerdi) i�te o zaman seni dost edinirlerdi. Sana sebat vermeseydik, andolsun ki, az da olsa onlara meyledecektin. O takdirde sana, hayat�n da ölümün de kat kat azab�n� tatt�r�rd�k. Sonra bize kar�� bir yard�mc� da bulamazd�n.”(17/�srâ, 73-75); “E�er (Peygamber) Bize atfen baz� sözler uydurmu� olsayd�, Elbette onu kuvvetle yakalard�k; Sonra can damar�n� kopar�rd�k (onu ya�atmazd�k). Hiçbiriniz buna mâni de olamazd�n�z.” (69/Hakka, 44-47); “Andolsun sana da senden önceki peygamberlere de (�u husus) vahyolunmu�tur: Andolsun ki, Allah’a �irk ko�arsan, amellerin �üphesiz bo�a gider ve hüsranda kalanlardan olursun.” (39/Zümer, 65)

Herkese ho�görü ile bakmak, Kur’an ve Sünnet çizgisinin reddetti�i bir problemdir. Herkese ayn� tatl�l�k ve yumu�akl�kla hitap etmek do�ru bir üslûp de�ildir. O çok merhametli ve çok tatl� üslûba sahip olan, önderimiz Rasûlullah’�n sünnetinde; sadece kâfirlere de�il, ciddi bir günah i�leyen mü’minlere kar�� da sert üslûpla uyar� vard�r: Bilâl-i Habe�î’ye (r.a.) “siyah kad�n�n o�lu” diyerek hakaret eden Ebû Zer’e Peygamberimiz: “Onu annesinin renginden dolay� m� ay�pl�yorsun? Demek ki sende hâlâ câhiliyye ahlâk� var.”  (Buhârî, �man 22) demi�ti. Yine �rkç�l�k yapanlara “bizden de�ildir” (Müslim, �mâre 53 hadis no: 1848; Buhârî, Cenâiz 39) buyurmu�tu. 

Hocam, art�k vaka-i adiyeden bir durum var. Bak�yorsunuz, kimi gazetelerin bir kö�esinde gayri ahlaki foto�raflar, hemen yan� ba��nda veya arka sayfas�nda f�khi bir meseleye dair kö�e yaz�s�. Veya yar�m sayfa faiz reklam�, üstünde takvadan, ihlastan söz eden makale. “Münkerle bar���k Müslümanl�k” olarak niteleyebilece�imiz bu durumu nas�l de�erlendirirsiniz?

Bu, Yahudile�medir, bu lânet edilen bir yoldur. Rivayet edildi�ine göre Peygamberimiz �öyle buyurmu�tur: “�srailo�ullar� aras�nda dinden sapma, ilk defa �öyle ba�lad�: Bir adam bir ba�ka adama rastlar ve: Bana baksana! Allah’tan kork ve yapmakta oldu�un �eyi terk et. Çünkü bu sana helâl de�ildir, derdi. Ertesi gün, ayn� i�i yaparken o adamla tekrar kar��la��r ve kendisini yapt��� kötü i�ten nehyetmedi�i gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yap�nca Allah Teâlâ kalplerini birbirine benzetti.” Sonra Resûl-i Ekrem Mâide suresi 77-81. âyetleri okudu ve �öyle buyurdu: “Hay�r, Allah’a yemin ederim ki, ya iyili�i emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne engel olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutars�n�z; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da �srâilo�ullar�na lânet etti�i gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7)

Münkerle bar���k Müslümanl�k; hakla bât�l� kar��t�rmakt�r. �slâmizasyondur, �l�ml� �slâm anlay���d�r. Hem Allah’� hem �eytan� râz� etmeye çal��mak gibi olmayacak bir çabad�r. Alt�s� içinden, alt�s� d���ndan bir yakla��md�r. Uzla�ma ve yozla�mad�r; tâvizci bir anlay��t�r. “Lâ ilâhe” demeden “illâllah” demeyi yeterli görmektir. Küfürle, �irkle; �eytanla, tâ�utla ba�lar� koparmamakt�r. Bu, sekülarizmdir. Dinle dünyay� ay�rt etmek, tâ�utlar�n râz� oldu�u bir dini kabul etmektir. Bu, Kemalist ve Amerikanc� bir din anlay���d�r. 

Rabbim, hakk� hak bilip sadece hakka tâbi olmay� nasip et. Bât�l� bât�l olarak tan�y�p ondan tümüyle sak�nanlardan eyle. Hak kitaba teslim olup, ba�kalar�n� da ona dâvet eden, Kur’an’a ters dü�en tüm bât�llarla nebevî usule uygun �ekilde mücadele edenlere selâm olsun! Bana bu aç�klamalar� yapma f�rsat� verdi�iniz için size de te�ekkürler ediyorum.

(Söyle�i: �ükrü Hüseyino�lu / �ktibas Dergisi - Temmuz 2018)

YORUMLAR
  • �lyas Metin    23-10-2021 00:04

    Eyvallah dostlar�m