
Mustafa BOZACIO�LU
NEREDE O ESK� RAMAZANLAR!
Ba�l�k malumunuz; genel olarak ve ekserimizin sitemle, �ikâyetle, serzeni�le dile getirdi�i bir söylem olarak bugün tahliline, bu sitemle isabetimizin veya isabetsizli�imizin de�inisine çal��aca��m�z konumuzdur.
Hemen her zeminde, elbette her ramazan ay� geldi�inde ve hemen herkesin diline pelesenk olmu� bu söylem; ad� üstünde sadece söylem ‘eylemden’ ba��ms�z! Ne söyleyen ve ne de buna muhatap olan ki�i meselenin ay�rd�nda de�il ki bu söylem y�llara sâridir tekrarlan�p duruyor.
Pekiyi, bir geli�me, de�i�me, sitemin �iddetinde bir azalma, sorunun halli konusunda bir ilerleme görünüyor, hissediliyor mu? Maalesef ‘hay�r’! Niye son söz olabilecek yarg�y� bu kadar kolayca ve hemencecik verebiliyoruz? Biz de bu atmosferin, iklimin, co�rafyan�n (özellikle müslüman�m diyenlerin) içinde ya��yoruz da ondan.
�imdi, ifadede hiç mi hakl�l�k izhar eden, bir sorunu en az�ndan tesbit ve te�hise kap� aralayan, dikkate al�nmay� gerektirecek bir veri, gerçeklik yoktur? Olmaz m�, var elbet! Lakin ne suali sorup terennümle tekerrür ettirenin, ne de i�itenin sadr�na �ifa olacak, hele hele bu vak�an�n tekrar�n�n önüne geçecek çözümleri, cevaplar� pe�i s�ra getirecek i� ve i�lemleri, hal ve kaali içermemesinden dolay� bu isabetlilik ve gerçeklik havada kal�yor ve bu söylem sahipleri olarak yekûnumuz hep �ikayet modunda kalarak havanda su dövmeye devam ediyoruz!
‘Gelenin gideni aratmas�’ anlam�ndaki söz; ki�ileri, yer ve konum sahiplerini, yetki sahiplerini ve yetkilerini ilkin ve önemle içermekle beraber, günler, mekânlar, zamanlar meyan�nda da bu isabet ve gerçeklik hemen her konuda oldu�u gibi ramazan söz konusu oldu�unda da elbette ‘bu aratma’ boyutuyla do�rudur, kullan�l�r, kullan�labilir elbette…
Hep beraber ya��yor görüyoruz ki her gelen gün geçeni aratmaktad�r. �rtifa kayb� olanca h�z�yla, her alanda sürüyor. Ahlaki yoksunluk her yeri, zemini, zaman� ku�atm��, sirayet etmi� durumda, tabi evveliyetle ve evlaen ki�ileri oldu�u gibi… Pekiyi, ‘neden, niçin’ böyle oluyor? Pe�ine ‘nas�l’ oluyor diye de ekleyebiliriz.
El’an biz de çözüm sadedinde, çözümün kendisi oldu�u için de�il, o sürecin bir a�amas�, bile�eni olarak diyor ve soruyoruz; ‘Nerede o eski insanlar/müslümanlar’? Nerede bizden istenen iman, nerede o mü’minler?
Ayn� soruya; ‘nerede ahlak’, ‘nerede samimiyet ve liyakat’, ‘nerede ittika’, ‘nerede vahye de, elçiye de hakk�yla ittiba’, ‘nerede ihlas’, ‘nerede tahkiki iman ve hakk�yla teslimiyet’ diye meselenin ilkesel, asla ve teori k�sm�na dair suallerin yan�na ‘nerede o eski namazlar’, ‘nerede o eski zekâtlar’, ‘nerede o eski haclar, umreler, kurbanlar’ gibi prati�e, amele/muamelata, ibadetlere, usule yönelik sualleri ekliyor ve bunlar� öncelemenin, önemsemenin hassasiyetine, olmazsa olmazl���na dikkat çekmek istiyoruz.
Hayli zamand�r bu memlekette oldu�u gibi sair -müslümanlar�n ya�ad���- beldelerde �slam’�n hangi hükmü (yap dedikleri kadar, yapma dedikleriyle de) Rabbimizin beyan edip raz� olaca�� ve resulünün de uygulad��� boyutlar�yla, içerikle, hem norm hem de form olarak ifa ediliyor, ikame edilebiliyor, söyler misiniz?! Buna olumlu cevap verebilecek olan�m�z var m�?
�stisna olarak, yanl�� bir usulle, asla riayet etmeksizin, gelenekçilik ve modernizmin eski ve yeni hurafelerini vahyin ve elçinin pe�i s�ra, dûnuna da olsa ekleyerek, ekleme ve eksiltmeleri hiç endi�e (!) duymaks�z�n kabullenip uygulayabilen sa�c�, muhafazakâr kesimler hariç! Ki zaten sorunun da, çözümün gecikip gerçekle�mesinin önünde de bu ana kitle tekraren zikredilebilir. Bir gard var, örülmü� hayli yüksek duvar ve direnç noktalar� var, ‘maslahat ve me�ruiyet’ sarmallar�, alg�lar� var, prangalar var, zincirler, zindanlar var; var da var! Dikkat ediniz ‘Nerede o eski ramazanlar?’ serzeni�i de öncelikle bu ana kitleden gelmektedir, desek yeridir.
Oysa gel gör ki, hal-i haz�rdaki mevcut irtifa kayb�n�n, dü�ü�ün, dü�künlü�ün, yolsuzlu�un, ba�kala��m�n, ahlaki çöküntünün, ibadetlerin normundan s�yr�l�p salt bir forma s�k��t�r�lmas� ve s��la�mas� ve adeta ‘adete’ dönü�mesi, hatta oray� da a��p s�radanla�mas� ve al��kanl�k mesabesine indirgenmesi hususlar�nda lokomotiflik yapan, etkili ve yetkili camia, kurum, ki�i ve kurulu�lar�n beslendi�i zemini de haz�rlayan, koruyan, sürdürülmesine arac�l�k eden de bu ana ak�m kitledir maalesef! Dolay�s�yla burada ‘tencere kapak’ misali bir simbiyoz ili�kiden bahsedilebilir. Bunu ‘yumurta-tavuk’ ikilemine dü�meden, biri olmadan di�eri de olmayacak ve/veya bir �ekilde eksilecek, eksik kalacak zorunlu bir ili�ki olarak okumak da mümkün!
Bugün �slam’�n hangi �iar� ve hangi nehyi bu toplum(lar)da hayat hakk� bulabiliyor, söyler misiniz? Böyle bir vasatta, napacaks�n�z ‘eski ramazanlar�’? Gerçi haks�zl�k etmeyelim ve do�ru tesbit yapal�m: �unu aç�kça ve bir ‘iman’ hassasiyetiyle söyleyelim ki, ‘’��te o eski ramazanlar gibi, eski zekatlar, eski namazlar, o eski haramlar konusundaki hassasiyetler olsa böyle mi olurdu?’’ da diyebiliriz. Sak�n akl�n�za ‘eskide keramet olsa bit pazar�na rahmet ya�ard�’ meseli gelmesin, zira biz ‘eskimeyen eski’ ve ilk örneklik ba�lam�nda ana kaynak ve ana örne�e (vahiy ve elçi) kadar götürüyoruz meseleyi… Hayri K�rba�o�lu hocan�n tesbiti ile ‘kurucu metin ve kurucu örneklik’…
Son söz sadedinde �unu ekleyelim ki ba�l�ktaki vurgu ve bunun terennümünde ‘iyi niyet’ k�sm�n� sakl� tutuyor ve toptan yads�m�yoruz. Kast�n ramazan �enlikleri, festivaller, direk alt� e�lenceleri olmad���n� görüyoruz. Belirtmek istedi�imiz husus; emir ve nehiyleriyle tüm ibadi ve ahlaki buyruklar, inzallerindeki hikmet ve gerekçeler/murat halen ‘ayn�yla vaki’ oldu�u gibi, son saate kadar da vaki olaca�� üzere halen ramazan ayn� ramazan, oruç ayn� oruç! Onda bir de�i�iklik, bozulma, bir pörsüme yok! Keza namaz da öyle, zekât da öyle…
De�i�en ne; insan hassasiyetleri, ilgi ve alakalar�… Beklenti ve me�guliyetleri… Tegayyür eden, ba�kala�an; ‘emre muhatap ve kul k�l�nm��, imtihana tabi tutulmu�…’ insano�lunun nereden gelip nereye gitti�ini unutmas�, f�trat�na yabanc�la�mas�, �eytan�n/nefsinin hevâ ve heveslerine tabi olmas�, dünyay� ahirete önceleyip tercih etmesi, istikameti/pusulay� yitirmesi de�il de nedir?! Tüm bu hususlar âdete dönü�mü�, al��kanl�k konusu olmu� ve içeri�inden, sebeb-i hikmetinden soyutlanm�� olarak elbette ne ki�isel ne de toplumsal/cemaate/ümmete/insanl��a yönelik bir getirisi olam�yor! Olamayacak; ne zaman ki bunlar aslî mecras�na döndürülür, olmas� zorunlu yere konumland�r�l�r, ruhuna irca edilir ve dahi insan fücuruna de�il ilham olunan takvas�na yönelir, i�te o zaman tünelin sonunda ���k ve ç�k��/çözüm yolu belirmi� olacak, ümit var olaca��z.