
Ahmed KALKAN
DEVLET D�N� VE D�YANET
“Din” kelimesinden türeyen “diyânet” kelime olarak; “din, dine ait, dinî emirlere riâyet etmek, gere�ini yerine getirmek ve dindarl�k” mânâs�na gelir. F�k�h eserlerinde bu kelime, “muâmelât”a kar��l�k ibâdetleri belirtmek için kullan�l�r. Günümüzde ve ya�ad���m�z co�rafyada terim olarak, ba�ta anayasa olmak üzere laik yasalarla yetkisi çizilen ve Ba�bakanl��a (ilgili devlet bakanl���na) ba�l� olarak çal��an, resmî devlet kurumu olan “Diyanet ��leri Ba�kanl���” te�kilât� için kullan�lmaktad�r. Biz de bu anlamda kullanaca��z.
�slâm’a göre insan, yeryüzünün halîfesidir. Allah, insan� yeryüzünde me�rû icrâatta bulunmas� için, yani Allah’a kulluk için yaratm��t�r. Bu anlamda halifelik; sadece namaz k�lma, oruç tutma, zekât verme, hacca gitme gibi ibâdetleri yerine getirmekle s�n�rl� olmay�p, her hususta Allah’�n r�zâs�na uygun hareket edilmesini zorunlu k�lar. Yani, Kur’an’�n hayat ve hüküm kitab� kabul edilerek tatbik edilmesi gerekir.
Kur’an’da bu gerçek, apaç�k belirtildi�i halde, müslümanlar�n ya�ad��� ülkelerdeki rejimler, “din”i kendi kontrolleri alt�na almak, dinin emir ve yasaklar�ndan kendilerini soyutlamak; devletin dinsiz olmad���n� göstermek için “Diyânet” te�kilât kurdular. Bu kurum vâs�tas�yla halka belli konularda serbestlik verilirken, “hak din”in temel/as�l konular�ndan haberdar edilmemesine özen gösterdiler.
Yetkililer, Diyânet te�kilat�n� ba�bakanl��a ba�lay�nca ve kendilerine uygun gördükleri bir ba�kan� da o makama atay�nca, dinle ve dolay�s�yla hayatla ilgili bütün ipleri ellerine alm�� oldular. ��i daha da sa�lama almak için imamlar�n, müezzinlerin, vâiz ve müftülerin maa��n� laik devletin bütçesinden ödemeye ba�lad�lar. Böyle yapmakla, kendilerinden maa� alanlar�n kendilerine hesap sorma yolunu da kapatmaya çal��t�lar. Bu durumda din, art�k ortada oyuncak haline gelmi� oluyordu.
Kim ba�a gelirse gelsin; ister solcu, ister sa�c�, ister sözde dindar, ister laik dinsiz; din bu yetkililerin menfaatlerine hizmet eden güçlü bir araç olarak kullan�lmaya ba�land�. Kim iktidarda ise din, yani Diyânet, o �ahs�n istekleri do�rultusunda hareket etmek zorundad�r. Bu durum, müslümanlar�n ya�ad��� i�gal edilmi� bütün �slâm topraklar�nda geçerlidir. Yani, her ülkede devletin kontrolünde olan bir Diyânet te�kilât� vard�r. Diyânet kurumu, devletin dini kendi emelleri için kullanmas�na destek veren bir kurulu�tur. Diyânet için dinin tümüne riâyet edip etmemek mesele de�ildir. Çünkü devlet ne derse Diyânet yetkilileri, kendilerini emir kulu kabul ederek öyle hareket etmek zorunda hissederler. Allah’�n hükmü ise aç�kt�r: “Yoksa siz Kitab’�n bir k�sm�na inan�p bir k�sm�n� inkâr m� ediyorsunuz? Sizden bunu yapan�n cezas�, dünya hayat�nda ancak rezilliktir. K�yâmet gününde ise (onlar) azâb�n en �iddetlisine itilirler. Allah, yapmakta olduklar�n�zdan asla gâfil de�ildir.” [1]
Diyânet te�kilât�, Türkiye’de 3 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ün iste�iyle meclisin kabul etti�i 429 say�l� kanunla kuruldu. Bu tarihten itibaren tekke ve zâviyeler kapat�ld�. Câmilerin baz�s�na kilit vuruldu. Bütün bu yerler çok de�i�ik maksatlar için kullan�ld�. Bir k�sm� depo, ambar, i�yeri olarak kullan�lmaya ba�land�. Baz� câmi, medrese ve vakfiyeler de Cumhuriyetin ilk y�llar�nda torpilli baz� az�nl�klara sat�ld�. 15 Kas�m 1935 tarihinde ç�kar�lan bir kanunla eskiden câmi olarak kullan�lan kiliseler, tekrar kiliseye çevrildi. Bunun yan�nda, 3 �ubat 1932’de “ezan”�n Türkçele�tirilmesi kanunla�t�r�larak Arapça asl�yla okunmas� yasakland�.
Diyanetin kurulu� amac�, tamam�yla devletin hizmetinde olan, devletin istedi�i �ekilde bir din olu�turma için kurulmu� bir te�kilât olmas�d�r. Devlet, kendi içerisinde kendi aleyhine olu�acak bir güç olgusuna �iddetle kar�� oldu�undan, din ile devletin birbirinden tamamen ayr� oldu�u söylenmeye ba�land�. Ayn� zamanda dine ve vicdana sayg�l� olduklar�n� söylemeyi de ihmal etmediler. Yetkili ve etkili güçler, halk�n tepkisini çekmemek için dinsiz olmad�klar�n� söylediler. Bunun için de dini kontrol alt�na alan bir te�kilât kurmalar� gerekiyordu.
Resmî ideolojinin kontrolünde ve onun prensiplerine göre çal��an her kurum, ba�l� oldu�u devletin de�erlerine hizmet etmek zorundad�r. Bu anlamda müslümanlar�n Diyanet’ten bir beklentileri olamaz. Çünkü böylesi bir kurulu�tan beklenti içinde olmak abesle u�ra�mak olur. Aksine, bu kurum hem �slâm’�n anla��lmas�na, hem de müslümanlar�n ciddi çal��malar�na engel te�kil etmektedir. Bu kurumun kitleler üzerindeki tesiri dü�ünülürse bu sözümüz daha iyi anla��l�r. Câhil insanlar Diyanet’i, Dini muhâfaza eden kurum olarak gördüklerinden farkl� kurum ve kurulu�lara �üpheyle bakmaktad�rlar. Diyanet, bütün câmileri kendi kontrolünde tuttu�undan, dolay�s�yla bu yerlere devletin hâkim olmas�ndan ötürü, zaman zaman resmiyete uygun yap�lmayan baz� icraatlar, hutbe ve vaaz veren yetkililer hakk�nda hemen soru�turma aç�l�p cezaland�r�lmaktad�r. Hutbelerin kalitesi; çiçeklerden, böceklerden, veremden, ormandan bahsetmekle ölçülmekte. Hatta bazen verginin faydalar�ndan, kalk�nmak için verginin kutsall���ndan bahsedilmektedir. Çünkü Diyanette, her �eyin Allah için yap�lmas�ndan önce, her �eyin devlet için yap�lmas� önceliklidir. Tabii bu kurumun içinde yine de insafl� ve samimi insanlar�n, dinini devlete/maa�a/az bir bedele satmayan müslümanlar�n bulundu�u da bir gerçek. Fakat kargalar�n sesleri/gürültüleri bülbülleri bast�rmaktad�r.
Diyanet te�kilât�nda çal��anlar�n büyük ço�unlu�u Diyanet’in esaslar�na uygun bir kafa yap�s�na sahip olduklar�ndan, kendilerine dikte ettirilen devlet dinini anlatmaktan (baz� istisnâlar hâriç) herhangi bir rahats�zl�k duymamaktalar. Ancak, zaman zaman hasbel-kader oralarda �u veya bu sebeple görev alm�� tevhid eri müslümanlar bulunabilmektedir. Bunlar da kendilerine dayat�lmak istenen �slâm d��� hutbe ve vaazlar� okumad�klar� ve �slâm’�n sosyal ve siyasal yönünü esas alan hutbeler irad ettikleri için soru�turma geçirmekte, bazen de görevlerinden uzakla�t�r�lmaktad�r.
Diyanet kurumu, öylesine devletçidir ki, iktidarda, hükümette kim olursa olsun fark etmez; memur olman�n gere�ini yapar, âmirlerinin emirlerini harfiyyen yerine getirir, Allah’�n kulu oldu�unu unutarak emir kulu olur. Onlarca benzeri bulunan bir örnek verelim. A�a��ya al�nt�layaca��m�z örnek metinde görüldü�ü gibi, müslümanlara her durumda devletin yan�nda yer almay� tavsiye etmektedirler. Bu tavsiyeye uymayanlar Diyanet’e göre müslüman bile say�lmazlar. Çünkü onlar, hâin olarak târif edilmekte. Diyânet Vakf�’nca yay�nlanan �slâm’a ters nice unsurlar içeren bir kitab� beraberce okuyal�m. Bu kitap, câmi görevlilerince cemaatlere �srarla tavsiye edildi�inden olsa gerek, tam 25 bask� yapm�� bir kitapt�r:
“1- Milletimize ve Yurdumuza Kar�� Vazifelerimiz: �nsan, toplu ya�ama istidad�nda yarat�lm��t�r. �nsan�n bu haline “medenî ve ictimaî vasf�” denir. Dünyadaki her topluluk, belirli s�n�rlar içinde siyasî bir cemiyet kurmu�tur. Bunun ad�na “devlet”, devletin hâiz oldu�u kudreti temsil eden kuvvete “hükümet”, yurt içinde ya�ayan devlet ve hükümeti kuran insanlar�n hepsine “millet” denir. Bizim devletimizin ad�na Türk Devleti; hükümetimize: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti; milletimize de Türk milleti denir.
Müslüman Türk milleti, be�er tarihinin en eski, en ünlü, �erefli ve yüce bir milletidir. Türk tarihi ise insanl���n yüzünü a�artan, ba�ka milletlere az nasip olan, idârede, askerlikte, medeniyette ve insanl�k faziletlerinde yüce kahramanl�klarla doludur. Bu emsalsiz kahramanl�klar�n kayna��, g�das�; imand�r. Geçmi�te böyle oldu�u gibi bugün de mümtaz mevkimizi iman�m�za borçluyuz. Yurt sevgisi de imandan gelir, imans�z�n kalbinde yurt sevgisi yer tutmaz. Her devletin bekas�, o devleti meydana getiren milletle hükümeti aras�ndaki kar��l�kl� vazifelerin hakk�yla, yoluyla yap�lmas�na ba�l�d�r.
2- Milletin Hükümete Kar�� Vazifeleri: Her insan için memleket ve milletini sevmek, onun saâdetine ve yükselmesine çal��mak, hükümetin kanunlar�na, emirlerine boyun e�mek bir vazifedir. Bizim Kitab�m�z Kur’ân-� Kerim böyle emreder. Yurdun içten ve d��tan korunmas�, millet i�lerinin lây�k�yla ba�ar�lmas� için herkes, mal�yla, can�yla hükümete yard�m etmek zorundad�r. Malla yap�lan yard�ma, vergi; canla yap�lan yard�ma da askerlik denir.
Memleketimizi dü�man sald�r�lar�ndan korumak, memleket içinde halk�n rahat ve sükûnunu sa�lamak için hükümetin kurdu�u orduda hizmete ko�mak, asker olmak, her vatanda�a dü�en vazifedir. Bu vazife de dinin emridir. Askerlik, dü�manlara kar�� yurdumuzu, �rz, namus ve �erefimizi koruma hizmetidir. Bu �erefli hizmeti ifa eden ordu, icab�nda can�n� fedâya haz�r olan silahl� bir kuvvettir. Askerlik vazifesi, yurdumuza ve hükümetimize yapt���m�z vazifelerin en �ereflisidir. Çünkü askerlik, kan ve can vergisidir.
Bizim dinimizde askerlik mertebesi çok yücedir. Asker sava�ta ölürse �ehitlik; kal�rsa, gâzilik mertebesine erer. �ehitlik mertebesi, âhirette peygamberlik mertebesinden sonra gelir. Fahr-i âlem efendimiz; “karada �ehit olanlar�n kul borcundan ba�ka günahlar� affolunur. Denizde �ehit olanlar�n ise bütün günahlar�yla kul borçlar� da affolunur” buyurmu�lard�r. Türlü bahaneler icad ederek askere gitmemek veya gittikten sonra kaçmak, hâinliktir, alçakl�kt�r, büyük günaht�r.” [2]
Allah’�n dinine ayarl� olmayan bir kurumda çal��mak sûretiyle O’nun dininin esaslar�n� gerçek mânâda anlatmak mümkün de�ildir. Bu metot, fevkalâde yanl�� bir usûldür. Dünyal�k geçimini elde etmek için sadece insanlar�n önüne geçip namaz k�ld�rma memurlu�u yapan nice insan vard�r ki, namaz�n ne anlama geldi�inden bile habersizdir. B�rak�n tefsirleri, mealiyle birlikte Kur’an’� ba�tan sona okuyanlar�n say�s� yok denecek kadard�r. Bu görevi yapan kimselere, yani namaz k�ld�rma gibi önemli bir görevi yapana �slâmî �st�lahta “imam” denir. �mam�n ta��d��� özellikler kendisinde bulunmayan bu zavall� kimseler nas�l olur da cemaate lider olabilir? Hâlbuki imam; lider, yön veren, örnek olan, iyili�i emreden, kötülükten sak�nd�ran, Allah’�n dinini gerçek mânâda insanlara anlatan ki�i demektir. Diyanette çok say�da namaz k�ld�ran sözde imam vard�r ki, endi�eleri sadece geçimleridir. Bu da sistemin ayarlad��� sihirli de�nek hükmündedir. Zira maa� adl� sihirli de�nekle, istedi�i zaman bu kurumu ve insanlar� kendi lehine çal��t�rabilmektedir. Maa� endi�esiyle, dinin baz� gerçeklerini anlatmaktan korkan görevli say�s�, çok büyüktür. Hâlbuki ayn� imamlar, insanlara r�zk�n Allah’tan oldu�unu da anlat�p dururlar.
Televizyon veya radyo programlar�nda rastlam��s�n�zd�r. �nanç dünyas� veya kandil gecelerinde yap�lan programlarda hiç yeri de�ilken baz� kimselere duâ edilir. Ölmü� gitmi� ve dine de pek inanmayan kimselere duâ edip dururlar. Bu duâlar� yapanlar�n ço�u da, ya�c�l��� ve dalkavuklu�u meslek edinmi�, kravatl�, göbekli Diyanet memurlar�d�r. Asl�nda, hoca denilen bu görevliler, devletin temel ilkesi olan laikli�e ters dü�tüklerinin, ona leke sürdüklerinin fark�nda bile de�ildirler. Ama alan memnun, satan memnun; laiklik de, ac�k�nca yenilen helvadan bir put de�il mi?
Ne ac�d�r ki, halen müslümanlara yönelik sürmekte olan bask�lara, müslümanlar�n ba�örtülerine yönelik zulümlere, Diyânet resmî bir k�namada bile bulunmaktan âcizdir. Haks�zl��a, dinsizli�e ve dine dü�manl��a sessiz kalman�n fetvâs�n� hangi dinden ald�klar�n� sormak lâz�m. Hem Diyanet içinde Din ��leri Yüksek Kurulu diye bir kurul kuracaks�n�z, hem de bu kurul, birileri Hak dine kürfretse hiç ses ç�karmayacak. �yi niyetle halk taraf�ndan büyük fedâkârl�klarla yap�lan câmilere Diyanet hemen el koyar. Maksat, orada kendisinin anlatt��� devletin dininden farkl� bir dinin anlat�lmas�na, ya�anmas�na engel olmakt�r. ��gal edilen bu mekânlar, devlet için öylesine faydal� yerlerdi ki laik devlet bu yerlerin kendi kontrolünde olmak �art�yla say�lar�n�n artmas�ndan fevkalâde memnun oluyor.
Haftada bir gün, o kadar insana Cuma günü anlataca�� mesajlar� neden f�rsat bilmesin? O kadar insan, zorla toplanmaya çal���lsa bu kadar ba�ar�l� olunmaz. Devlet, Diyanet’in eliyle hiç çakt�rmadan yapmak istedi�ini güzelce yapmaktad�r. Devletin dinsizli�ine (daha do�rusu laiklik inanc�yla çok dinlili�ine), düzenin despotlu�una ses ç�karmayan, onun ikiyüzlü yönetimine hizmet eden bir Diyanet, neden olmas�n, de�il mi? Üstelik bu kurum, düzene, polis ve jandarmadan daha iyi hizmet etmektedir.
Bizim için, Diyanet’in kar�� olunacak en önemli taraf�, onun kurulu� amac� ve �slâm ad�na yapt��� tahrifat ve tahribatlard�r. Çünkü Diyanet, s�rf Allah’�n râz� oldu�u dine kar�� laik ve gayri �slâmî bir devletin râz� oldu�u bir dini yayg�nla�t�rmak için kurulmu�tur. Yani dine kar�� yeni bir dinle mücâdele etmek. Maksat, mevcut potansiyeli, yani halk� kontrol alt�na almakt�r. Onlara göre halka verilecek �slâmî anlamda/alanda her serbestlik, sürdürdükleri saltanata son vermek olacakt�r. Bu durumu bilen düzen, Diyanet arac�l���yla kendi konumunu sa�lama alm�� olmaktad�r.
Yine Diyanet; e�itimden ki�inin dünya görü�üne kadar her �eyine müdâhale etmi� bulunuyor. Ba�ta kendi personeli olmak üzere, onun e�itiminden geçen ço�u kimse devletçi ve düzencidir. Devletin uygun görmedi�i her anlay��, bunlara göre de yanl��t�r, zararl�d�r. Bu inançla hareket eden Diyanet personeli, devlete ve onun yanl�� icraatlar�na tepki gösteren kimselere bölücü, hâin demekten çekinmezler. Kulaklar�n�, gözlerini ve kalplerini düzene kiralayan bu kimseler âyet ve hadislere kar�� gelmek ad�na da olsa devletçidirler. Aralar�nda marangoz hatas� cinsinden baz� istisnâlar olmas�na ra�men herkes tâ�uta kar�� ç�kmayan bir tav�rdan yanad�r. Her personel, bu çark�n di�lisi olarak görev yapmaktad�r. En ücrâ köylere bile devletin ö�retmeninden, jandarmas�ndan önce Diyanet ula�abilmekte. Bir kar�n toklu�uyla ya da bir maa�la sat�n al�nan bu kadrolar�n bir zamanlar Afganistan’daki mevcut komünist rejime kar�� mücâdele eden mücâhidlerin anar�ist, bölücü olarak câmilerde tan�t�ld��� günlerin di�er ülkelerde de olmas�na �a�mamak lâz�m. Bilindi�i üzere Afganistan’da Allah için k�yam eden mücâhidler Ruslara ba�l� Diyanet personeli taraf�ndan halka bölücü, hâin ve anar�ist diye tan�t�l�yordu. Demek ki Rus keferesi bile ülkelerindeki Diyanet te�kilat�n�n varl���ndan memnunluk duyuyor. Çünkü �slâm d��� rejimler kendi kontrollerinde bir Diyanet te�kilat�n�n olmas�n� kendileri için faydal� görmektedirler.
Ya�ad���m�z topraklarda da, etkili ve yetkili çevrelerin �slâm’a sald�rmalar�na kar�� Diyanet’in sesini hiç ç�karmamas�, üzerinde dü�ünülmesi gereken husustur. Eski müftü mürted Turan Dursun, kitaplar�nda �slâm’a aç�ktan sald�r�rken Diyanet ve olu�turdu�u heyet, Din ��leri Yüksek Kurulu, bu konuda neden bir aç�klamada bulunmuyor, cevap vermiyor? Haydi, ülke içinde �slâm’a aç�kça hakaret edenlere bir �ey diyemiyorsa, ülke d���nda meselâ, Hint as�ll� mürted Salman Rü�tü, ayn� �ekilde �slâm’a sald�rd���, Hz. Peygamber’in han�mlar� olan annelerimize hakaret etti�i zaman neden onu tel’in etmemi�tir? Baz� resmî ve yar� resmî kurulu�lar�n, kimi yetkililerin ve bir k�s�m medyan�n herhangi bir olay� bahane ederek �slâm’a topyekün sava� açmalar�na üç maymunu oynamas�, görmemeyi, duymamay�, söylememeyi tercih etmesi ba�ka neyle izah edilebilir? “�rtica” denilerek �slâm’a ve müslümanlara olmad�k iftiralar atan, Hak Dini karalayan ve onunla en çirkin yöntemlerle sava�an medya ve di�er kesime kar��, Diyânet, Hak Dini müdâfaa etme ihtiyac� bile hissetmemekte ve “dilsiz �eytan” rolünü üstlenmektedir.
Tabii, Diyanet, hak kar��s�ndaki bu sessizli�e/tepkisizli�e k�l�f uydurmay� da ihmal etmiyor. Çünkü demokrasiyle(!) idare edilen bir ülkede her �ey tart���lmal�. Gerekirse halk�n en kutsal de�erleri bile tart���labilir; ama rejimin temel ilkeleri ve heykelleri tart���lamaz. Çünkü tart���lmas� Kemalist anlay��a ve Devlet dinine göre câiz de�ildir, demokrasi dininin kurallar�n� ihlâl etmektir.[3] “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi e�lence ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. E�er mü’min iseniz Allah’tan korkun.” [4]
�slâm’�n, sosyal ve siyasal hayat� hayra do�ru de�i�tirip dönü�türmesinin önünde en büyük engellerden biri, resmî/laik �slâmizasyon anlay��lar� ve bu i�levi gören kurumlar, en ba�ta da Diyanet kurulu�lar�d�r. Diyanet te�kilâtlar�, i�gal alt�ndaki bütün �slâm dünyas�nda büyük bir kambur, ayak ba�� ve pranga durumundad�r. �slâm d��� düzenler aç�s�ndan ise, bir koltuk de�ne�i, bir emniyet sibobu, bir drenaj kanal�d�r. Diyanet görevlilerine “Din görevlisi” denilmektedir. Bu deyimdeki “din”den �slâm kast ediliyorsa, bu yanl�� bir adland�rma olur. Çünkü �slâm’da, herkes dininin görevlisidir. �slâm’da, h�ristiyanl�kta oldu�u gibi ruhbanl�k, ruhbanlar (din adamlar�) s�n�f� yoktur. Bütün müslümanlar, iyili�i emretmek, kötülükten sak�nd�rmak, dinlerini ya�ay�p ba�kalar�na ya�atmak için dinin kendilerini görevlendirdi�ini kabul eden insanlard�r. Onun için her müslüman, dininin vazifelisi, din görevlisidir. Ama, bu “Din görevlisi” tâbiriyle düzenin resmî dini kast ediliyorsa, di�er memurlar gibi, hatta onlardan öncelikli olarak Diyânet görevlilerine bu ismin/ünvan�n verilmesinde sak�nca yoktur. Kendilerine görev veren, nerede, hangi câmide ve hangi türde, hangi kanun ve yönetmelikler çerçevesinde görev yapaca��n� bildiren/emreden devlet oldu�una göre, bunlar�n, her �eyden önce devlet görevlileri, devletin din için görevlendirdikleri, devlet dininin görevlileri oldu�u daha mant�kl� ç�kar�m olmaktad�r. �slâm d��� güçlerin deste�i/maa�� olmadan ayakta duramayacak olan bu grup, ço�u zaman kendilerini hak dinin temsilcileri olarak görürler. Bu da müslümanlar�n cezâs� olarak yetmektedir.
Dünyadaki tüm küfür sistemleri, aç�k cephe al�p fertlerin içinden sökemedikleri Allah inanc�n� köreltmek, sapt�rmak ve bu yolla insanlar� dalâlete dü�ürüp kölele�tirmek için kendilerine Bel’amlar bulmak zorunda hissetmi�lerdir. Tarihin çok eski devirlerinden itibaren, Kur’an’�n bildirdi�ine göre meselâ Hz. Mûsâ döneminden bu yana, küfürle hükmeden düzenler, edindikleri bu yard�mc�lara para ve makam vererek onlar� toplumun önüne sürmü�lerdir. Bir taraftan da, dinî konularda bunlar�n yetkili olduklar�n� yaymaya ve bu imaj� toplumun kafas�nda ya�atmaya çal��t�lar. Böylece, bu yolla halk�n onlara tâbi olmas�n� sa�layarak, halk üzerinde kendi egemenliklerini ve bask�lar�n� kurdular. Dünyadaki tüm küfür sistemlerinin �slâmî gerçekleri müftü, vâiz ve namaz memurlar� sâyesinde nas�l sapt�rd�klar�na dair nice örnekler içinden birkaç�na de�inelim:
Bir taraftan dini afyon kabul ederek, insanlar� dinsizle�tirmek için elinden geleni ard�na koymayan Rusya’daki sosyalist düzen, di�er taraftan resmî müftüler atayarak, y�llarca insanlar� bu müftüler vâs�tas�yla sapt�rma�a çal��m��t�r. Hac mevsimlerinde, bu kiral�k müftüleri hacca göndererek, o kutsal topraklarda kendi propagandas�n� yapt�ran sosyalist sistem, ayn� zamanda ülkesindeki muvahhid mü’minleri kur�una dizmi�tir. Bu yapt�klar�yla sosyalist düzenin, müftü atamakta ne kadar samimi oldu�u gözükmekte ve as�l amac�n�n ne oldu�u ortaya ç�kmaktad�r. Bu gerçekler, y�llarca tüm dünyan�n gözleri önünde cereyan etmi�tir.
Yunanistan gibi h�ristiyan ço�unlu�a mensup bir ülke, sömürgesi alt�ndaki Bat� Trakya’n�n Gümülcine’sinde resmî müftü atamaya çal��m��, halk�n seçti�i müftüyü kabul etmemi�tir. Bu durum, laik bir ülke olan Türkiye taraf�ndan ele�tirilmi�, �slâm dü�man� medya taraf�ndan da Yunanistan’�n bu tutumuna kar�� ç�k�lm��t�r. H�ristiyan bir ülke, neden kendini �slâm’a nisbet eden halk�n, kendisine seçti�i müftüyü kabul etmeyerek kendisi müftü atas�n? Niçin müftü seçmekte bu kadar hassâsiyet göstersin? Bunun cevab� gâyet aç�kt�r. H�ristiyan Yunanistan, e�er bir ki�iyi kiralayarak müftü tâyin ediyorsa, bunun sebebi; di�er küfür rejimlerinde oldu�u gibi, o �ah�s ve kurulu� arac�l���yla müslüman halk� kendisine boyun e�dirmek, itaat ettirmektir.
Orta do�uda, Asya ve Afrika’da da durum pek farkl� de�ildir. Dünyan�n hemen her yerinde, �slâm d��� düzenler, kendilerinin �slâm’la hiçbir ilgileri bulunmad��� halde, müslüman gördükleri halklara müftü, vâiz ve namaz memuru tâyin etmi�lerdir. Bu kiral�k görevliler de, ücret ald�klar� küfür rejimlerine hizmeti ibâdet telakki ederek görevlerini lây�k�yla yapm��lar, halklar�n� din ad�na aldatm��lard�r. Zaten �slâm d��� düzenler de bunu yapmalar� için kendilerine ücret ödüyorlar. Bunlardan birço�u da toplum içinde oldukça ün salm��, me�hur edilmi� ki�iler olarak ortaya ç�karlar. ��in en tuhaf yönü ise, bu kiral�k görevlilerin, �slâm d��� rejimlerin u�aklar� ve hizmetkâr� olduklar�n� unutarak, kendilerini gerçekten �slâm âlimi, �slâmî konularda söz sahibi olduklar�n� zannetmeleridir.
Diyanet ��leri te�kilat�n� niçin kurduklar�n� aç�k bir �ekilde anlatan, laik sistemin ak�l hocas� ve dü�ünürü, 1961 anayasas�n�n mimarlar�ndan biri olan Prof. Mümtaz Soysal’�n “Yüz Soruda Anayasan�n Anlam�” adl� kitab�ndaki ifadeleri, bu söylediklerimize ���k tutmaktad�r. Soysal, laikli�in tarifini ve Bat� toplumlar�nda geçirdi�i evreleri tan�mlad�ktan sonra, laikli�in önünde engel te�kil eden �slâm dininin, nas�l etkisiz hale getirilerek devre d��� b�rak�ld���n� �öyle anlat�yor:
“Dinin toplum i�lerinden, toplumsal görevlerinden s�yr�l�p ‘vicdanlara itilmesi’, ki�ilerin iç dünyalar�ndan d��ar�ya ta�mayan bir inançlar bütünü say�labilmesi. Bu, ayn� zamanda, dünya i�leriyle çok yak�ndan ilgili olan müslümanl���n kendi içinde de bir reforma giri�mek demek. Bir bak�ma, Atatürk’ün uygulamak istedi�i laiklik politikas�, dini ‘toplumsal’ olmaktan ç�kar�p ‘ki�isel’le�tirirken, müslümanl���n temel niteliklerinden birine de dokunmu� oluyordu. Laik devlet, yaln�z mezhepler aras�nda ayr�m gütmeyen, resmî bir dini olmayan, dinsel kurallarla i� görmeyen bir devlet olmakla kalmamal�, ayn� zamanda dinin vicdanlara itilmesi için gerekli tedbirleri de alabilen devlet olmal�yd�.” [5]
Prof. Soysal’a göre devlet, laikli�in öngördü�ü tedbirini ald�. Ald� almas�na da, ancak �slâm dini, büyük bir engel olarak laikli�in kar��s�nda, oldu�u gibi duruyordu. Çünkü �slâm’da, h�ristiyanl�ktaki gibi din ve devlet i�leri ayr� ayr� de�ildi. Soysal bu gerçe�i �u ifadelerle dile getiriyor: “�slâm dini, din ile devlet i�lerini ay�rmak �öyle dursun, bunlarda tam bir kayna�ma getiriyor. Din, insanlar�n iç dünyalar� kadar, devlet konusundaki davran��lar� da kurallara ba�lamak amac�n� gütmektedir. Bu alanda laikle�me�e do�ru at�lan her ad�m, eninde sonunda dinin kendisiyle çat��maya kadar var�yor.” [6]
Laik rejim �slâm’la çat��may� göze alamad�. Ancak, bu engel kald�r�lmal�, ama çat��ma olmadan bu i� halledilmeliydi. Çünkü böyle bir çat��ma laik rejimin sonu demekti. O halde, laikli�e zarar verilmeden bu i� gerçekle�tirilmeliydi. Ve formül bulundu: �slâm isim olarak var olmal�yd�, ancak, hüküm/uygulama olarak kald�r�lmal�yd�. Laik rejimin çok güvenece�i bir te�kilat kurulmal�, bu kurulu�, dinin vicdanlara hapsedilme i�ini en iyi �ekilde yerine getirmeliydi. Diyanet ��leri Te�kilat� böylece kuruldu. Diyanetin laik sistem içindeki yerini ve görevini istenildi�i gibi nas�l yerine getirdi�ini de Soysal �öyle ifade ediyor:
“Laik bir devlette ‘Diyanet ��leri Ba�kanl���’n�n genel idare içinde yer almas�, Türk devriminin özelliklerine uygun bir laikli�in, yani dini toplum i�lerinden ki�isel vicdanlara itebilme i�inin daha sa�lam ve emin yollardan gerçekle�tirilmesi d���nda herhangi bir anlam ta��yamaz.” [7]
Soysal, çok aç�k bir �ekilde, Diyanet ��leri Ba�kanl���’n�n kurulu� amac�n� ortaya koymaktad�r. Buna göre, Diyanet’in görevi, dünya ve âhiret nizam� olan �slâm nizam�n�n, devletle ve dünya ile ilgili olan kurallar�n� gizleyerek onu ruhbanl�k dini haline getirmeye ve böylece onu vicdanlara hapsetmeye çal��makt�r. Bunun için; müftüler, vâizler ve namaz memurlar� yeti�tirmek, bunlar�n nas�l hareket edecekleriyle ilgili esaslar� belirlemek, bu esaslar do�rultusunda hareket edip etmediklerini, laik sisteme uygun konu�up konu�mad�klar�n� kontrol etmek üzere, müfetti�ler görevlendirmek Diyanetin temel görevidir.
Laik sistem, kendi emniyeti için kurdu�u ve emniyet siboplu�u yapt�rd��� Diyanet örgütüne yaln�zca eleman yeti�tirmekle kalmam��, ayn� zamanda bu yeti�tirdi�i elemanlar�na i�leyecekleri dinî cinâyetleri (dini vicdanlara hapsetmeye çal��malar�) kar��l���nda, bütçesinden her y�l düzenli olarak ve miktar� laik rejimin birçok bakanl���n bütçelerinin 10-15 kat� kadar paray� rü�vet olarak vermi�tir. Laik rejim, protokolda, Tapu Kadastro Müdürlü�ü kadar bir yere sahip olan Diyanet Te�kilat�na, devletin çok önemli alt� bakanl���n�n toplam bütçesinden daha fazla bir paray� ay�r�yordu. Ayr�ca, y�l ortas�ndaki ek ödenekler ve Diyanet Vakf�n�n gelirlerinin de eklenmesi ile bir müdürlük seviyesindeki Diyanet örgütünün bütçesi, devlet içinde devlet bütçesi haline geliyor.
Bütün bu rakamlar çok büyük, hatta korkunç gelse de; asl�nda, Diyanet te�kilat�n�n i�ledi�i dinî katliamlar kar��l���nda az bile kalmaktad�r. Çünkü Rusya, büyük askerî gücüne ve onca imkân�na ra�men, bir avuç Çeçen’in kafas�ndan din duygusunu, gönlünden cihad ve �ehitli�i, onca propaganda, sald�r� ve i�kenceye ra�men kald�rmay� ba�aramazken, Diyanet, kan dökmeden ve bask� yapmadan personeli vâs�tas�yla yapt��� propagandalarla, dini toplumsal hayattan kald�rma ve toplumu hak dinden kopararak devlete tâbi k�lma aç�s�ndan Rusya ile kar��la�t�r�lamayacak büyük ba�ar� elde etmi�tir. Konuyu bir de nüfus aç�s�ndan ele alacak olursak, sonuç daha büyük boyutlara ula�maktad�r. Yani Rusya, 250 milyonu geçen nüfusu, süper askerî ve malî gücü, sosyalist ideolojisi, bask� ve sald�r�lar�yla, bir milyon Çeçen’in kalbinden ve kafas�ndan iman� sökmeye muvaffak olamazken; diyanet örgütü, 88 bin çal��an� ile 70 milyon insan�n kalbindeki ve kafas�ndaki iman� geçersiz hale getirerek onlar� birer uydu/köle haline getirebilmi�tir. Rusya 250 milyon nüfusuyla bir milyona yapamad���n�, Diyanet örgütü 88 bin çal��an�yla 70 milyona yapt�. (Güncellemek için i�aretledim) Bu nedenle, Diyanet’in ald��� ücret/rü�vet az bile kalmaktad�r. Diyanet �ebekesinin zavall� elemanlar� rejime yapt�klar� hizmetleri bir bilselerdi, generallerin rejime yapt�klar� hizmetlerden çok daha fazla oldu�unu ve rejimi nas�l koruduklar�n� görürlerdi. Çünkü Diyanet örgütü, içerideki dinsel dü�man� (irticây�) etkisiz hale getirmekte, generallerin d�� dü�man� etkisiz hale getirmelerinden daha ba�ar�l�d�rlar. Diyanet te�kilat�n�n her eleman�, yapt�klar� üstün ve ba�ar�l� görevleri için asl�nda mare�allikle ödüllendirilmelidir.
Ancak, her i�te oldu�u gibi, bu konuda da insanlar�n bir hesab� varsa, Yüce Allah’�n da bir hesab� var ve Allah, hesab�nda daima üstün gelendir. “Kâfirler istemese de Allah dinini üstün k�lacakt�r.”[8] ��te bu Diyanet �ebekesi konusunda da laik sistemin hesab� yine tutmad�. T�pk� �mam-Hatip Liselerinde ve �lâhiyat Fakültelerinde tutmad��� gibi. Çünkü düzen, onca rü�vet vererek kiralad��� dinsel suçlu müftü, vâiz ve namaz k�ld�rma memurlar�ndan kimileri, i�ledikleri cinâyetin fark�na vard�lar. Allah korkusunun a��r basmas� sonucunda, laik rejimin ellerine tutu�turdu�u, rejimi öven kâ��tlar� bir kenara f�rlat�p ellerine Kur’an’� alarak asl�na uygun bir �ekilde hak dini halka anlatmaya çal��t�lar. Ancak, rejimden onca rü�vet alan Diyanet ve ba�l� oldu�u yetkililer bo� durur mu? Hemen harekete geçerek namaz memurlar�ndan halka Kur’an’�n anlamlar�n� anlatan ve okutanlar� ara�t�rmaya ba�lad�lar ve Kur’anî gerçekleri insanlara ula�t�rmaya çal��anlardan tespit edebildiklerinin i�ine son verdiler.
Diyanet ��leri, dinin bir vicdan meselesi oldu�unu halka kabul ettirmek için, sürekli olarak bu tarzda hutbeler haz�rlar ve namaz k�ld�rma memurlar�na da bu hutbeleri okutur. Bu hutbeleri okumayanlar� uyar�r, cezaland�r�r, hatta gerekirse görevine son verir. Diyanetin ba�l� bulundu�u yasa, dinin bir bölümünü anlatmaya, bir bölümünü gizlemeye görevlileri zorlamaktad�r. Ayn� yasa, laiklikle çat��an, Kur’an’�n devlet ve egemenlikle ilgili hükümlerini gizlemeleri gerekirken bunlar� aç�klayan görevlilerin i�lerine son verilece�ini de ortaya koymaktad�r.
�slâm dini, devlet ve hüküm/egemenlik esas�n� ilk plana almaktad�r. “Lâ ilâhe illâllah” kelimesi, bu gerçe�i ifade etmektedir. Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar süregelen risâlet zinciri, sadece bu gerçe�in anla��lmas� içindi:
“Andolsun Biz, ‘Allah’a kulluk edin ve tâ�uttan kaç�n�n’ diye (emretmeleri için) her ümmete/topluma bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir k�sm�na hidâyet edip onlar� do�ru yola iletti. Onlardan bir k�sm� için de sap�kl��a dü�mek hak/gerekli oldu. Yeryüzünde gezin de görün; inkâr edenlerin sonu nas�l olmu�tur!”[9] Kur’ân-� Kerim, hâkimiyet konusunu, sürekli olarak i�lemekte, ba�tan sona kadar bu konuya i�aret etmektedir. “Hüküm, yaln�z Allah’�nd�r. O, yaln�z kendisine ibâdet/kulluk etmenizi emretmi�tir. ��te dosdo�ru din budur. Ama insanlar�n ço�u bilmezler.” [10]
Hâkimiyetin ancak kendisine ait oldu�unu bildiren Yüce Allah, indirdi�i hükümlerle hükmetmeyenlerin kâfir, zâlim ve fâs�k olduklar�n�, hükümleri gizleyenlerin de ayn� kategoriye girdiklerini bildirdikten sonra, Kur’an’la mutlaka hükmedilmesi gerekti�ini emretmektedir. “Sana da, daha önceki Kitab� do�rulamak ve onu korumak üzere Kitab� (Kur’an’�) gönderdik. Art�k aralar�nda Allah’�n indirdi�i ile hükmet; sana gelen gerçe�i b�rak�p da onlar�n hevâlar�na/keyiflerine/arzular�na uyma... Allah’�n sana indirdi�i hükümlerin bir k�sm�ndan seni sapt�rmamalar�na dikkat et.” [11]
Yüce Allah’�n indirdi�i hükümlerin bir k�sm�n� gizleyerek saklayanlar�n ve hükümleri istemeyenlerin câhil oldu�unu bildiren Kur’an, en güzel hükmedenin Allah Teâlâ oldu�unu haber vermektedir: “Yoksa câhiliyye hükmünü/idaresini mi istiyorlar? �yice bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?”[12] Yüce Allah’�n indirdi�i hükümleri gizlemek ve bunlarla hükmetmemek, ya da �slâmî esaslar�n günümüzde geçerli olmad���n� dü�ünmek ve söylemek; dini yalanlamak, inkâr etmektir: “Art�k bundan sonra hangi �ey, sana dini yalanlatabilir? Allah hükmedenlerin en güzel hükmedeni de�il mi?” [13]
Ald�klar� birkaç kuru� için �slâmî hakikatleri örtbas edenler, asl�nda �slâmî esaslardan ne kadar uzak olduklar�n� ortaya koymaktad�rlar. Hakk� ortaya koyman�n yolu, ba�ta câhilî bütün sistemleri reddetmekten, daha sonra �slâmî esaslar� çok iyi ö�renmekten geçer. Bunun için hakk�n ve bât�l�n net olarak ortaya konulmas� gerekmektedir. “Dinde ikrâh/zorlama yoktur. Çünkü do�ruluk, sap�kl�k ve e�rilikten ayr�t edilmi�tir. O halde, kim tâ�utu (Allah’tan ba�ka hüküm koyan�) reddedip Allah’a iman ederse, kopmas� mümkün olmayan sa�lam kulpa yap��m��t�r. Allah (her �eyi) i�itir ve bilir.” [14]
��te, Diyânet te�kilât�, bu hakikatlerin gün yüzüne ç�kmamas� için müftü, vâiz ve namaz k�ld�rma memurlar�na ücret vermekte ve bu gerçekleri topluma duyuranlar� ise hiç bekletmeden kovmaktad�r. Diyanet te�kilat�n�n ba��na, dinin bir vicdan i�i oldu�u felsefesini kabul etmi� ve bu felsefe do�rultusunda hareket edece�ine dair güvence vermi� ba�kanlar getirilmektedir. Bu ba�kanlar, görevlerini laik düzenin emirleri do�rultusunda yapmaktad�rlar. Bunlar�n emrindeki câmi görevlileri de kendilerine yasalarla emredilenleri yerine getirmektedir. Bu görevliler, kendilerine verilen görev gere�i, Kur’an’�n bütününü Arapça asl�yla okuduklar� halde, bir k�sm�n� gizleyerek, kalan di�er k�s�mlar�n�n anlam�n� halka ula�t�r�rlar. Bu ücretli görevlilerin, dinin ancak bu kadar�n� bildikleri söylenemez. Çünkü bir âyeti okuyup onun alt�ndaki veya üstündeki âyetleri görmemek mümkün de�ildir. Kur’ân-� Kerim’deki iyilik, güzellik, yard�m severlik konular�ndaki âyetleri sürekli okuyarak; içki, kumar, zinâ, fâiz ve hâkimiyetin Allah’a ait oldu�uyla ilgili âyetleri toplumdan gizleyen görevliler, ancak kendilerine verilen Bel’aml�k görevini ifa etmektedirler. Bu görevlilerin böyle yapmas�n� isteyen, Diyanet te�kilat�n� kuran laik düzendir. Ancak �u unutulmamal� ki, Yüce Allah, indirdi�i aç�k delillerin tümünün aç�klanmas�n� istemekte ve bir k�sm�n� gizleyenlere lânet edilece�ini bildirmektedir:
“�ndirdi�imiz aç�k delilleri ve hidâyeti, Biz Kitap’ta insanlara aç�kça belirttikten sonra, gizleyenler (var ya), i�te onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet edebilenler lânet eder.”[15]; “Allah’�n indirdi�i Kitap’tan bir �ey gizleyip onu az bir paraya satanlar var ya, i�te onlar kar�nlar�na ate�ten ba�ka bir �ey doldurmuyorlar. K�yâmet günü Allah onlarla ne konu�acak ve ne de onlar� temize ç�karacakt�r. Orada onlar için ac� bir azap vard�r. Onlar hidâyeti/do�ru yolu b�rak�p sap�kl���, ma�firete kar��l�k olarak da azâb� sat�n alm�� kimselerdir. Onlar ate�e kar�� ne kadar da dayan�kl�d�rlar!” [16]
Oysa Kitab’a vâris olanlar, Kitab’� aç�p okuyanlar, onu aç�klamakla mükellef tutulmu�lard�r. Diyanetin maa�l� elemanlar�n�n ço�u ise, ald�klar� birkaç kuru� için, onu gizlediler, hükümlerini sapt�rd�lar ve böylece Kitab’�n hükümlerini arkalar�na att�lar. “Allah, kendilerine Kitap verilenlerden: ‘Onu mutlaka insanlara aç�klayacaks�n�z, gizlemeyeceksiniz!’ diye söz alm��t�. Fakat onlar, verdikleri sözü kulak ard� ettiler, onu az bir dünyal��a de�i�tiler. Yapt�klar� al��veri� ne kadar kötü!” [17]
Diyanet görevlileri, dinin toplum taraf�ndan anla��lmas�n�, dinin sosyal ve siyasal yönlerini, iyilikleri emretmek ve kötülüklerle mücâdele etmenin her müslüman�n görevi oldu�unu anlatmayarak, kötülüklerin toplum hayat�na egemen olmas�na destek oldular. Bu görevliler, kötülüklerin toplum hayat�na hâkim olmas� için, elbette ki kötülü�ü övüp halk� te�vik etmediler; zaten onlara bu görev de verilmemi�ti. Kötülükleri ba�kalar�, rejimin bizzat kendisi toplumun önüne ç�kard�; fakat toplumdaki dinî inanç, bu kötülüklerin yay�lmas�n� engelliyordu. Bu dinî inanç toplumdan kalkmad�kça kötülük yay�lmayacakt�. Öyleyse bu dinî inanç kalkmal�yd�, ya da vicdanlara hapsedilmeliydi ki, kötülüklere meydan aç�labilsin ve her çe�it �er ortal�kta özgürce i�lenebilsin. Dini vicdanlara itebilme i�i, toplum içinden ç�kan, toplumun güvenece�i ki�ilere verilmeliydi ki, toplum uyan�p laik rejime, �erlerin egemen oldu�u düzene ve yap�ya kar�� gelmesin.
Evet, Diyanet görevlileri, büyük ço�unlukla, dini vicdanlara hapsederek gerçekleri gizlemi�ler, hakk�n toplum taraf�ndan anla��lmas�na engel olmu�lard�r. Bu ise, yap�labilecek en kötü i�ti: “Onlar, i�ledikleri kötülükten, birbirlerini vazgeçirmeye çal��m�yorlard�. Andolsun yapt�klar� ne kötüdür!”[18]; “Allah’�n âyetlerini az bir paraya satt�lar da O’nun yoluna engel oldular. Onlar�n yapt�klar�, gerçekten ne kötüdür!”[19] Bu görevliler, bunu ister bilerek yaps�nlar, isterse bilmeden; bât�l� emretmeleri, bundan da kötüsü, hakla bât�l� kar��t�rmalar�, cinâyet olarak yeter! “Âyetlerimi az bir kar��l�k ile satmay�n; yaln�z Benden (Benim azâb�mdan) korkun. Hakk� bât�l ile kar��t�rmay�n; bilerek hakk� gizlemeyin.” [20]
Yine, hangi sebeple olursa olsun, hakk� gizleyerek belli konular� i�lemeleri, onlar�n Kur’an’� böldüklerinin aç�k bir delilidir. Bunun hesab�, elbette sorulacakt�r. “Onlar ki Kur’an’� bölük bölük ettiler. Senin Rabbin hakk� için Biz onlar�n hepsine, yapt�klar� �eylerden soraca��z. O halde sen emrolundu�un �eyi aç�kça söyle ve mü�riklere ald�rma!”[21] Kur’an’� parça parça ederek bir bölümü ile hareket edenler için Kur’an’�n öngördü�ü ceza, dünya hayat�nda laik düzenlerin isteklerine göre hareket ettiklerinden dolay� rezillik, rezillerin âhiret cezas� ise, azâb�n en �iddetlisine at�lmakt�r. “...Yoksa siz Kitab�n bir k�sm�na inan�p bir k�sm�n� inkâr m� ediyorsunuz? Sizden bunu yapan�n cezas�, dünya hayat�nda rezil olmaktan ba�ka nedir? K�yâmet gününde de (onlar) azâb�n en �iddetlisine itilirler. Allah, yapt�klar�n�z� bilmez de�ildir.” [22]
Diyânetin memurlar�, bu itaatkâr tav�rlar�yla, bilerek veya fark�nda olmadan; Diyanetin, dolay�s�yla laik düzenin emir ve yasaklar�n� Allah ve Rasûlünün emir ve yasaklar�n�n üstüne ç�karm�� oluyorlar. Bu nedenle, Kur’ânî emirler bunlar için pek bir �ey ifade etmeyebiliyor. Bunun en aç�k örne�i, cenâze namazlar� ile ilgili tutumlar�d�r. Kur’ân-� Kerim, Allah’�n dininden ho�lanmayanlar�n, fâs�klar�n ve münâf�klar�n namazlar�n�n k�l�nmamas�n�, mezarlar� ba��nda durulmamas�n� isterken, bu namaz memurlar�, b�rak�n münâf�klar�, Allah’�n dinine ve müslümanlara dü�man olan dinsizlerin (daha do�rusu, farkl� din mensuplar� mü�riklerin) bile namazlar�n� k�lmakta, onlar için duâ etmektedirler. Namazdan sonra da bu mü�riklerin ölüsünü almaya gelenlerin baz�lar�nca, “kahrolsun �eriat!” diye �slâm’a sald�rd�klar� durumlar bile olabilmektedir. “Onlardan ölen hiçbirine asla namaz k�lma, onun kabri ba��nda da durma. Çünkü onlar, Allah ve Rasûlünü inkâr ettiler de fâs�k olarak öldüler.”[23] �imdi, bir tarafta Yüce Allah’�n emri, di�er tarafta Diyanet ve laik sistemin emri var. Namaz memurlar� laik düzenin emrine tâbi olduklar�n� ortaya koyarak, Yüce Allah’�n bu emrinin tersine hareket ediyorlar. Bu davran��lar�yla da Kitab’�n hükümlerini arkalar�na atm�� oluyorlar.
Diyanete, daha do�rusu laik düzene hizmeti ibâdet kabul eden müftü, vâiz ve namaz k�ld�rma memurlar�ndan olu�an bu grup, tevbe ederek Allah’a ve O’nun yüce Kitab�na tam teslim olmad�klar� ve Kur’ânî gerçekleri insanlara oldu�u gibi anlatmad�klar� sürece, ne müslümanlarla beraber olabilirler ve ne de Yüce Allah taraf�ndan ba���lan�rlar. “��te onlar, âhireti verip dünya hayat�n� sat�n alan kimselerdir. Onlardan azap hiç hafifletilmez ve onlara hiç yard�m edilmez.”[24]; “Ancak, tevbe edip düzeltenler, (Hakk�) aç�klayanlar ba�ka. Onlar� ba���lar�m. Çünkü Ben tevbeyi çok kabul eden ve merhametli olan�m.”[25]; “Yoksa siz Kitab’�n bir k�sm�na inan�p bir k�sm�n� inkâr m� ediyorsunuz? Sizden bunu yapan�n cezas�, dünya hayat�nda ancak rezilliktir. K�yâmet gününde ise (onlar) azâb�n en �iddetlisine itilirler. Allah, yapmakta olduklar�n�zdan asla gâfil de�ildir.” [26]
Diyanetin Hutbelerinden Küçük Birer Kesit: 1973'te bas�lan, Diyanet ��leri Ba�kanl��� Yay�nlar�ndan "Hutbeler" adl� kitaptaki hutbe konular�ndan baz�lar� �unlar: "Hâkimiyet Milletindir", "Hürriyet ve Adâlet Sevgisi", "Yurt Sevgisi ve Vatana Ba�l�l�k", "Vatan Sevgisi", "Askerlik Sevgisi", "Dinimiz Kaçakç�l���n Her Çe�idini Yasaklam��t�r", "Millî ve Dinî An'anelerimize Ba�l� Kalal�m", "Ormanlar�n Korunmas� ve A�aç Yeti�tirilmesi", "Dinimizin Zenaat ve Tekni�e Verdi�i Önem".
Diyanet ��leri Ba�kanl��� Yay�nlar�ndan, 1981 y�l�nda bas�lan ve kapa��nda "Atatürk'ün Do�umunun 100. Y�l� Dolay�s�yla" diye not dü�ülmü�, câmilerde �mam-Hatiplik yapanlara hutbe olarak yararlanmalar� için haz�rlanan "�mam-Hatipler �çin Örnek Metinler" adl� kitaptan birkaç konu/hutbe ba�l���n� sayal�m: "Yurtta ve Cihanda Sulh", "Türk Devleti, Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bir Bütündür", "Türklük ve Müslümanl�k", "Çal��mak Bir �bâdettir", "Vatan ve Millet Sevgisi", "Askerlik ve Yurt Savunmas�", "Cumhuriyet Fazilettir", "Milli Hâkimiyet Bayram�", "Çanakkale Zaferi", "30 A�ustos Zaferi", "Vergi Vermek Çok Önemli Bir Vatanda�l�k Görevidir", "A�aç ve Orman Sevgisi", "Yerli Mal� Kullanal�m", "Kaçakç�l�k ve Karaborsac�l�k", "Anar�i, Terör ve Bozgunculuk", "Turizmin Önemi".
Hakk’a ve hak dine inanmayan insanlar�n bize din biçmelerine, kendi bât�l dinlerini bize dayatmalar�na, hak dini tahrif etmeye çal��malar�na, Allah’a ve Allah’�n dinine iftira etmelerine göz yumacak ve boyun e�ecek de�iliz. Onlar�n ilâhl�klar�n�, rabliklerini reddedece�iz; onlar�n tuzaklar�na dü�meyece�iz. Onlar�n (b)al�klar� avlamak için oltalar�na takt�klar� “din”i yutmayaca��z. Dinimizi, düzenin resmî kurumlar�ndan ve din tüccar� Bel’amlardan de�il; temiz kayna��ndan; Kur’an’dan, sahih sünnetten ve takvâ sahibi âlimlerden ö�renece�iz.
[1] 2/Bakara, 85
[2] Cep �lmihali, Mehmet Soymen, Diyanet Vakf� Yay�nlar�, s. 95-96
[3] Abdurrahman Çobano�lu, �slâm’�n Anla��lmas�n�n Önündeki Engeller, s. 55-69
[4] 5/Mâide, 57
[5] Mümtaz Soysal, Yüz Soruda Anayasan�n Anlam�, Gerçek Y., s. 171
[6] Mümtaz Soysal, a.g.e., s. 172
[7] M. Soysal, a.g.e. s. 174
[8] 9/Tevbe, 33
[9] 16/Nahl, 36
[10] 12/Yûsuf, 40
[11] 5/Mâide, 48-49
[12] 5/Mâide, 50
[13] 95/Tîn, 7-8
[14] 2/Bakara, 256
[15] 2/Bakara, 159
[16] 2/Bakara, 174-175
[17] 3/Âl-i �mrân, 187
[18] 5/Mâide, 79
[19] 9/Tevbe, 9
[20] 2/Bakara, 41-42
[21] 15/Hicr, 91-94
[22] 2/Bakara, 85
[23] 9/Tevbe, 84
[24] 2/Bakara, 86
[25] 2/Bakara, 160
[26] 2/Bakara, 85