ŞAPKA DÜŞTÜ... -III-

Şahin ÖZDAŞ

23-08-2020 12:13


Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?

Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;

Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.

Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!

Bir saman kâğıdından, bütün iş kopya almak;

Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.

Mavalları bastırdı devrim isimli masal.

Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin;

Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin!

Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!

Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni! (1)

Esasında bu ŞAPKA devrimi diye ünlenen “Şekil ve Gardırop Devrimciliği”, geri kalmış ülkelerin ve aşağılık kompleksine kapılmış güce taparların birebir İslam Şeriatına olan düşmanlıklarını yansıtır. Zaten bunu; Mason üstadı olup uzun süre içişleri bakanlığı da yapmış olan Şükrü Kaya, Şapka Kanunu çıkarken Meclis'teki bir konuşmasında: “Millet, bağımsızlığını 6.-7. yüzyılların (müşrik herif! Asr-ı Saadet döneminde yaşanan “İslam Şeriatı” nizamını kastediyor) köhne fikirlerine bağlayamaz. Biz vicdanlarda milliyet aşkını uyandırmak istiyoruz. Milli kıyafet ancak müzelerde bulunur. (…) Biz Türk milletini böyle görmek istiyoruz" şeklinde ifade etmişti. (2)

Taklit hastalığına tutulmuş, psikolojisi bozulmuş kurucular kurulunun “İslam Şeriatına” olan kinleri, günümüzde önü alınamaz bir devamlılık arz eder. Batılı devletlerin ahlaksız kanun ve sözleşmeleri; makam, şan-şöhret sevdalısı, vatan ve parti aşkını dininden önceliğe taşıyan dininden habersizler tarafından benimsenip canhıraş savunulurken, feraset sahibi bazı duyarlı insanların yanında sadece basireti açık tevhid ehli Müslümanlar tarafından lanete müstahak görülür. Kabul etmediği dini açıkça beyan etmek yerine, eziklik psikolojisi içerisine giren müşrikler “Din adına!” dinsizler gibi yaşarken bu arada dine ve dindarlara sataşmayı da asla ihmal etmezler. Ünlü tarihçi İbn-i Haldun “Mukaddime” adlı eserinde bizdeki bu şahsiyetsizlerin benzerlerini teşhis ederken “Mağluplar galipleri taklit etme psikolojisi taşır” ve “Hiçbir maymun, ne kadar iyi insan taklidi yaparsa yapsın, insanlar sınıfına dâhil edilmez” der.

Evet, kelle avcılarıyla konumuza dönecek olursak; bu zulüm, işkence ve idamlar; ekmeksiz kalan fakat “KELLESİZ” kalmak istemeyen yoksul İstanbul halkını canından bezdirmiş olacak ki, şapka kanununa muhalefet sanılmasın diye Beyoğlu şapkacılarına hücum etmişler, satılmasına imkân olmayan en tapon malları bile göz açıp kapayıncaya kadar altın fiyatına kapışmışlardı. Artık halk için sorun; şapka takıp takmamakla alakalı bir sorun olmaktan çıkmış, sorun sadece “Şapkanın giyileceği kafayı yerinde tutabilmeyi becerebilme sorunu” haline gelmişti. Günümüz benzerinde; gardını alan halkı çok iyi tanıyan baskıcı, tepeden inmeci, despotizm yanlısı anlayış sahipleri; hala Einstein’ın militarizmle ilgili söylemindeki “Birbirinin ensesine bakarak yürümek için beyin gerekmez, omurilik soğanı yeterli olur!” Düşüncesine uygun, sürü psikolojisine bağımlı, kafa yapısı aynılaşmış bir toplum inşa etme hedefine sıkıca kilitlenmiştir.

Sonra kadın şapkası satan dükkânlara akın olmuş, uyanık Yahudi esnafı da hiç beklemedikleri bir mal kapışılması sürprizini yaşamıştı. Kadın erkek herkese baskılar şiddetlenince Camilerde, pembe kadifeden, yeşil satenden kadın şapkaları giymiş erkekler görülmüştü. Bu arada ödeme güçlüğü çeken devlet memurlarına şapka alabilmeleri için fiyatı bir aylık maaşlarına denk taksitle geri ödeme amaçlı 80 lira “Şapka Avansı” bile verilmişti! Oysa 80 lira Şapka Avansı verildiği günlerde bir ekmeğin fiyatı 5 kuruş idi! Yani 1600 ekmek parası ile ancak bir şapka alınabiliyordu! Tıpkı bugün dünyasını yıkan virüsten kaçıp da, ondan daha ağırı olan hem dünyada ve hem de ahirette kendisini yakan “Düşük faizli! Banka kredisine” tutulanlar gibi. Evet, bugün bankalardan kredi alan 40 Milyon insan, yani nüfusun yarısı Allah ve Rasülüne savaş açmış insanlar topluluğunun yaşadığı bir ülke haline gelmiştir.

“Modayı” cumhuriyetin kuruluşundan beri gündemde tutan, yaygınlaştıran, gayri müslim azınlığın giysisi olan şapkayı imal eden “Yahudi” asıllı başta Vitali Hakko gibiler bir anda “ŞEN ŞAPKA” diye bildiğimiz ünlü marka ile ticaret hayatına atılarak köşelik olmuşlardı. Şimdi de “HAKKO” Müslüman hanımlara “VAKKO” eşarplarını pazarlamaktadır. Vitali Hakko konuyla ilgili şöyle diyor: “1925’lerde M. Kemal giyim kuşam reformu yaptığında Türkiye’de bu alanda yeni bir dünya açıldı. Şapka reformuyla çarşafın ve fesin atılmasıyla ilk aklıma gelen şey şapka yapmak oldu. Kapalı çarşıda bir dükkân açmıştık. Şapkaları gece hazırlar gündüz satardık. Cumartesi günleri kuyruk olurdu. Öyle kuyruk olurdu ki izdihamı önlemek için polis çağırırdık.” Vitali Hakko servetini M. Kemal tarafından çıkarılan Şapka Kanununa borçlu olduğunu “M. Kemal bu giyim reformunu yapmasaydı bugüne gelmiş olmayacaktım” (3) demektedir. Yine de şapka yetmemiş olacak ki “Vakko”nun sahibi Vitali Hakko’nun öncülüğünde Fransa’dan gemilerle pislikleri zımparalanarak temizlenmeye çalışılmış şapkalar getirtilip çok yüksek fiyatlarla satılmıştır.

Birtakım idarecilerle hâkim ve savcılar şapka kanununu vesile ederek Müslümanlara çok zulümler ettiler. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde tek başına iktidara gelen Demokrat Parti; “25 Temmuz 1951'de Alman Yahudisi Prof. Dr. Ernst Eduard Hirsch (1902–1985) tarafından hazırlanan 5816 Atatürk'ü Koruma Kanununu çıkardı.” (4) Demokrat Parti, bu kanunla kendisini güvenceye almaya çalışırken aynı zamanda ilke ve inkılaplar konusunda halka gözdağı vererek onları hiza-i istikamete getirme azminde olduğunu ispatlamıştı. Aynı meyanda Demokrat Parti tarafından; “İslam Şeriatını” tebliğ (Propaganda) etmeye dahi geçit vermeyen “163. Maddeye (5) 24.7.1953 tarih ve 6187 sayılı Vicdan ve Toplanma Hürriyetinin Korunması Hakkında Kanunun 1. Maddesi hükmü, cezası ağırlaştırılarak dördüncü fıkra olarak alınmış, propagandanın bazı mahallerde veya bazı mensupları arasında yapılması ağırlaştırıcı sebep olarak ihdas edilmiştir.” (6) Şeklinde 163. Maddeye daha da ağırlaştırıcı sebepler eklenmişti.

Görüldüğü gibi suçun konusunu oluşturan “İslam şeriatının beyanı (tebliği)”; laikliğe aykırı olarak Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet kurmak veya propaganda yapmak olarak alınmıştı. Bu ağırlaştırıcı ilavelerle açıkçası; “Laiklik propagandasına karşı, İslam Şeriatının propagandasına müsaade etmek Türkiye'nin geleceğinin yok edilmesi ve Türkiye cumhuriyetinin intihar etmesini benimsemek” anlamına geleceği ifade edilmek istenmişti.

Velakin MUSTEZ’AF (zayıf düşürülmüş, ezilen, çaresiz, güçsüz düşürülen) halk tarafından yeni çıkan kanunlar yeteri kadar anlaşılmamış olacak ki (günümüzdeki gibi); beşeri düzenin sağ ayağını oluşturan “Demokrat Partinin” başa geçmesiyle rahatladıklarını zanneden "Müslüman ahaliden" bazı zevat başlarına Avrupa bereleri geçirmişlerdi. Devletin milis ve militar kuvvetleri bereyi de hazmedemediler. Bere giyenler karakollarda işkence görüp mahkemelerce tutuklandılar. Nihayetinde iş Yargıtay’ca “Berenin medeni milletlerin giydiği bir serpuş olduğuna, bunu giyenlerin şapka kanununa muhalefet etmiş sayılmayacağına” dair karar çıktı. Bu kararı bazı bereliler kesip berelerinin içine yapıştırdılar, yine de taciz edilmekten kurtulamadılar. O zamanlar ahlaksız küfür basını buna “İNADİYE” adını takmıştı. Hâkim ve savcılar, camiden çıkarken dalgınlıkla başında namaz takkesini unutup ta sokağa öylece ayak basan Müslümanları tutukladılar, süründürdüler, işkencelerden geçirdiler. Hatta bu kanun yüzünden bazı Müslüman âlimlerden yaşlı zevat “kâfir şapkası” adını taktığı şapkayı giymemek için evlerinden hiç dışarıya çıkmadılar, ta ki yaşlanıp vefat ederek sarık işaretli tabuta girinceye kadar.

Böylece Kanunlar, Kriterler, Sözleşmeler yapıldı, yıkıldı değerler, tepelendi her şey. Her şey bir, İslam Şeriatının “VAR” oluşuna karşı yapıldı.. Evet, ŞAPKA KANUNU; 10 yılda üretilen 15 milyon robotun torunlarının, rejim bürokratlarının, emniyetin, ordunun, MİT’in, üniversite esnafının, İş Bankası arpalığı mücadelesi veren Kemalizm dininin bekçisi politikacıların, mücahit iken müteahhit olanların, anayasa mahkemesi ve cumhuriyet savcılarının, İPSİZLERİN! ve daha bilmem kimin kimlerin ŞİMDİLİK! iplemedikleri metruk bir kanun haline geldi.

Olan oldu ölen öldü ama maalesef bugün hala daha “şapka devrimi” devrim yasaları arasında sayılıyor ve bu yasa “değiştirilmesi dahi teklif edilemez” anayasasıyla, kelaynak kuşlarını koruma kanunu ve 5816 gibi M. Kemal’i koruma kanunu gibi anayasaca hala daha korunuyor. Ancak yasayı uygulamayla görevli savcılar şapka takmadığı için yasaya uymayanlar hakkında dava bile açamıyor. İşte böyle garip bir Ülke!

Şapkayı çağdaşlığın gereği olarak ilk tanıtan ve kendine çok yakıştığını zanneden M. Kemal’di. Daha sonra Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Sadri Alışık (Turist Ömer tiplemesi), Feridun Karakaya (Cilalı İbo tiplemesi) ve Cem Karaca gibi tipler şapkadan vazgeçmemişlerdi. Yabancılara gelince, Laurel ve Hardy, John Wayne (kovboy filmleri), Charlie Chaplin ve Noel tiplemeleri en meşhurlarıdır. Artık bütün dünya şapkayı terk etti. İngiltere'de at yarışlarında tren bacası gibi silindir şapka giyenlerle, Roma’da Papa ve Kardinaller, bizde de benzerlerinden olan; “Dün dündür, bugün bugündür”, “Kur'an-ı Kerim'deki 230 muamelat ayetinin çıkarılması gerekir” diyen mason “Sami Süleyman Gündoğdu Demirel” (7) adındaki nurlu Süleyman! kalmıştı. Ha! Unutmadan söyleyeyim: Bir de günümüzde elindeki şapkasını ya da şapkasız elini havaya kaldırarak halka salla salla yapan, ezan okunurken kamera görüntüsünde durarak halkı uyutan, ardından “Süslümanca” Süslüman görüntülü “Sütliman kafalara!” GAZ! Veren politikacılarla birkaç ZÜPPE ZÜREFA kaldı. (8)

M. Kemal ismini durmadan hep yanlış yazacak değiliz ya! Şimdide M. Kemal’in “Gerçek adıyla birlikte manevi kızlarının ve Köpeklerinin adını ve hatıralarını” da burada yâd edersek kanaatimce vazifemizi ifa etmiş sayılırız.

Öncelikle M. Kemal’in gerçek adının Kemal değil, “KAMÂL” olduğu; 51 sıra numaralı ve No. 993.815.B seri numaralı 1935 yılında verilen nüfus cüzdanında “KAMÂL” diye yazıldığı ve 4 Şubat 1935 tarihinde yayınlanan “ULUS” isimli gazetede kendisine ait “Seçim Beyannamesi” bildirgesinde “KAMÂL” ismini kullandığını ifade edebiliriz. Hala “KAMÂL” ismini bile sorgulama gücünü ve yeteneğini kendisinde bulamayan zerzevat! lütfedip “Cumhuriyet Sucuğuna” ilgi duydukları kadar, Cumhuriyet gazetesinin 10 Eylül 1936 sayılı baskısında “EKSALANS KAMÂL” yazdığına bir zahmet bakıverseler de gerçeği daha yakından görebilseler.

Aslında; “İbranicede KAMÂL tanrının gücü anlamına gelir. “” inceltme şeklinde yazıldığı için, “AE” şeklinde “KAMAEL” olarak ta söylenir. “KAMAEL” kelimesi İbranice “כמאל ” şeklinde ifade edilmektedir. KAMÂL’İN doğduğu yer olan Selanik’te Yahudilerin kullandığı dil olan İbranice” en yaygın lisanlardan bir tanesi idi. Halkın üçte biri “Yahudi” olduğu gibi yine büyük oranda “Dönme” olarak tabir edilen “Sabetaycı” yaşamaktaydı.” (9) KAMÂL ismi tuhaf olduğu kadar, Türkçede medeni bir isim olarak da bilinmiş olacak ki; günümüzde hala daha “medenileşme ve çağdaşlaşma adına!” akla hayale gelmeyen; Rüzgâr, Bulut, Yağmur, Temmuz, Eylül, Çise (ince yağmur), Sanem (Put), Ecrin (Ücret), Hannas (Şeytanın ismi), Cemre (Ateş parçası), Bade (İçki), Sude (Ezilmiş, döğülmüş), Abdulesed (Aslanın kulu), Ceylin (İngiliz bir isim olan Jaylin’in Türkçe hali), Eflal (Yara, zarar), Efsun (Sihir, büyü) gibi tuhaf isimler koyanlar da var.

Kamâl’in manevi kızlarına gelince: Sabiha Gökçen, Zehra Aylin, Rukiye Erkin, Nebile İrdelp, Afet İnan ve Ülkü Çukurluoğlu (Adatepe) gibiler... Ülkü Çukurluoğlu (Adatepe); Kastamonu Milletvekili Fethi Doğançay ile evli ve iki erkek çocuk annesiydi. “Ülkü; 1962 yılının şubat ayında kendisinden daha genç, yağ tüccarı Yahudi “Yeşua Bensusen” ile tanışmış, Yeşua’nın cazibesine kapılınca, başına çok işler açacak bir aşkın kapısını çalmıştı. Nihayetinde Ülkü, 1962’de iki çocuğunu bırakarak eşinden boşanmış kendinden daha genç, yağ tüccarı Yahudi Yeşua Bensusen ile evlenmişti.” (10) Dikkat edilirse manevi kız! Ülkü’nün zamanında bile; melun İstanbul Sözleşmesinde olduğu gibi PARTNER yaşamlı bir hayat tarzı vardı. Ancak PARTNERİN iğnesinin dozu bugünkü kadar açıkta olmadığı gibi bu kadar da yüksek tutulmamıştı.

Günümüzde açıkça uygulanan İstanbul Sözleşmesinin 4/1 Maddesi şöyledir: “Sözleşme, yalnızca ev içindeki (eş veya PARTNERİN (11) ebeveyn ve çocuklar gibi farklı kuşaklar arasında meydana gelen) kadınlara yönelik şiddeti değil, aynı zamanda kamusal alandaki (örneğin aynı evi paylaşmasa bile eski eşin veya PARTNERİN! Kamusal alanda yönelttiği)… Şiddeti de yasaklamaktadır.” denilmektedir. Ayrıca Sözleşmenin 4. Maddesi; 18 yaşın altındaki kız çocuklarına “KADIN” diye hitap edilmesini tanımına dâhil ettiğinden, bu tanım kadın olunca her şey serbest olabilir, kız çocukları 5–6 yaşında olsalar bile kesinlikle herhangi yaş sınırı getirilemez denilmek istenmektedir. Bu açılardan bakıldığında Kâfirler, Pislik kokan STK’lar ve onların avaneleri işbirliğine giderek, bütün renkleri kirlettiler. Hani bir zamanlar “Beyaz”, ahlakın numune-i imtisali idi ya! Şimdi maalesef beyazı da kirlettiler, artık gökkuşağının her rengi var, en çok da OKSİT SARISI! (...) Kokusu her tarafı sardı, Pislikler!

“Ülkü Çukurluoğlu (Adatepe)” isimli 74 yaşındaki Kamâl’ın manevi “kızcağızına!” Ömür boyu maaş bağlandığı ve 2006 yılında 5.000 YTL (2.500 Euro = Şimdilerde 22.000 TL) maaş aldığı halde bununla yetinmeyerek şöyle veryansın ediyordu: “Atatürk düşündü ki Türk devleti bana sahip çıkacak, maalesef çıkılmadı. Atatürk öldü, Ülkü unutuldu. Kar kış oluyor, balolar oluyor, davet ediyorlar, arabasız nasıl gideceğim? Ben bunu hak olarak görüyorum. Bana bunu vermek mecburiyetindeler. Atatürk’ün manevi kızına bir arabayı çok görüyorlarsa yazıklar olsun!” diyor. Kızcağız! Hızını alamamış olacak ki sözlerine şöyle devam ediyor “Atatürk’ün kızı olarak niye mütevazı yaşayayım. İnönü’nün kızları Pembe Köşk’ü kullanıyorlar. Oraya kondular, çok zengin olmalarına rağmen.” (12) Beyanlarında başörtüsü düşmanlığını da açıkça ifade eden Ülkü Çukurluoğlu, 1 Ağustos 2012 tarihinde trafik kazasında, 80 yaşında hayatını kaybederek bir “Çukurun” içine gömülüp gitti.

Kamâl’in köpeklerine gelince; bunlar “Alp, Alber ve Foks’tu!” Kamâl, Çanakkale Savaşlarında “ALP” köpeğini hep yanında bulundurmuştu! Alp ölünce Kurtuluş Savaşı sırasında da Yunan komutanlarının birinin ortada kalan “ALBER” adlı sarı beyaz renkli av köpeğini sahiplenmişti. Alber de öldüğünde “FOKS” adlı erkek köpek onun yeni köpeği olmuştu. Hiç köpeksiz kalmayan Kamâl’in çok sevdiği köpeği Foks ölünce de çiftlik müdürü, Kamâl fazla acı çekmesin, hatırasıyla hemhal olsun diye Foks’un postunun içini doldurtmuştu. Foks şimdilerde Anıtkabir'de yatmaktadır. Müminler sana: “Anıtkabirde rahat uyu Foks, senin de toprağın bol olsun” diye dua etmiyorlar diye sakın üzülmeyesin e mi! Bak yine de günümüzde sahibin için kıyamda durup dua eden SüslüMAN Kafalar da az değil hani! Elbet bundan sana da bir pay düşer.

Allah Allah! Bu nasıl aşağılık “Lâ Dinli” bir sistem ve nasıl vahim bir tarih! Bir yanda isimler; manevi kızlar, Yahudiler, savaşlar ve köpekler, diğer tarafta; inkılaplar ve idamlar… Doğrusu anlamadım gitti! Zaten yazımın 1. Bölümünde “Türk tarihini, hele bize yakın tarihini çok da iyi bildiğimi söyleyemem” demiştim ya! Yine de düşünüyorum, düşünüyorum da acaba diyorum ki Kamâl’in köpekleri şimdi de kalkıp “Ülkü” kızın dediği gibi: “Size yazıklar olsun!” deyip te bize zılgıt vermeye kalkarlarsa, işte o zaman yandı gülüm keten helva! Vay anam vay! Vay şapkasız başıma gelenler!

Sonsöz olarak; ülke insanlarına deli gömleği giydirilir gibi zorla giydirilen Laik Kemalist rejime ve gâvurlarla yapılan sözleşmeli ahlaksız kanunlara kaşı çıkmayan/çıkamayan, suratına tükürsen yağmur zanneden tepkisiz kesimlere şunu söylemek isterim: “Bir defa! Dürüst olun dürüst!” Votkayı su gibi içen “Nataşa”sı bol Ruslar (13), Polonyalı papazlar ve “Fötr şapkalı” Yahudi hahamlar bile Avrupa konseyinin dayattığı sözleşmenin insan fıtratına aykırı olduğunu anlayıp tepkilerini ortaya koyarken, bizdeki duyarlı insanlarımızı saymazsak, Diyanet kurumları, birçok kelli felli cemaatler ve liderleri, en önemlisi de kavurma tabağını sıyırmayı sünnet sayan altında şalvar, üstünde cübbe, başında fötr yerine sarık ile gezen tarikatlar ve önderlerinde acaba NEDEN hiç “TIK” yok? Acaba neden hala sarık yerine “fötr şapka” takmıyorlar? Neden fötr şapkalı Yahudiler kadar bile olsa bir dirayet göstermiyorlar? Neden üç maymuncuğu oynuyorlar, düşünebiliyor musunuz?

Ziya Paşa NEDENİNİ düşünmüş olacak ki demiş: “İman ile din akçedir erbâb-ı gınada, Nâmus-u hamiyet sözü kaldı fukarada.” (14) Elhamdülillâh ben de “Düşünüyorum öyleyse varım” ve bunun NEDENİNE tek kelimeyle diyorum ki: “CUKKA” (15). Dua buyurun…

- BİTTİ - (ancak mücadeleye devam inşaAllah)

Dipnotlar

(1) N.F.K. DESTAN ve MUHASEBE Şiirleri, 1947, Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin; Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin! = Güzel olan eskimiz, çirkin yeniye mahkûm; Heykellere KUL olanlar, Allah’ın kullarına hâkim... Çirkin de olsa yeniye, güzellerin eskisi mahkûm oldu. Batı’yı tüketen değerler baş tacı, İslam Şeriatı ise kapı dışarı edildi. Heykellere kul olanlar Allah’ın kullarına hâkimiyet iddiasında bulundu. Bunun için, Kemalist düzen yıkılıncaya, “İslam Şeriatı” nizamı kuruluncaya kadar durmadan mücahede etmek hakkımız değil, Allah’a kul olabilme ispatının önündeki en önemli görevimizdir.

(2) 05.02.2017, Mustafa Armağan, Pazar, Yeni Şafak

(3) 21.03.1988 Milliyet gazetesi.

(4) 22.06.2014, Mustafa Armağan, Atatürk’ü koruma kanunu bir Yahudi tarafından hazırlandı, https://www.youtube.com/watch?v=mm1_3fHij1A

(5) 163. Madde: Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek (...) propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse, beş yıldan on yıla kadar hapisle cezalandırılır.

(6) https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d18/c059/b106/tbmm180591060419.pdf

(7) www.akkalemler.com › kur-an-dan-230-ayeti-cikaralim

(8) Zürafa’nın bildiğimiz uzun boyunlu o güzelim hayvanla alâkası yoktur. Doğru yazılış şekli “Zürafa” değil, “Zürefa’dır”. Arapça “zarif” kelimesinin çoğulu olan “Zürefa (Zarifler)”; İstanbul argosunda “lezbiyen” demektir Türkler zürafayı zaten nereden bilebilirler ki? İstanbul’un bu hayvan ile ilk tanışması 19. yüzyılın başında, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın İkinci Mahmud’a hediye olarak gönderdiği “Zürefa” sayesindedir. Ancak Gülhane taraflarında bir yere konan ve meraklı halkın günler boyu akınına uğrayan hayvancağız gösterilen alâka yüzünden birkaç gün içerisinde ölüvermiştir. 16.06.2017, 06:25, Murat Bardakçı, Haber Türk:

(9) 25 Kasım 2016, Vehbi Kara, Akit, Niçin Kemal Değil Kamâl?

(10) http://www.rifatbali.com/images/stories/dokumanlar/ataturkun_manevi_kizi_ulku.pdf. (11) PARTNER: Eş, Ortak, Takım arkadaşı (TDK). Birlikte dans edilen kimse. Evli kadının veya ailede yaşayan kız çocuğunun erkek arkadaşı (cinslerin tersi de olabilir).

(12) Şubat 2006. N. Akman, Zaman. (13) NATAŞA: çalışıp para kazanmak için Türkiye’ye gelen ama iş bulamayıp kötü yola düşen Slav kökenli kadınlara halkın verdiği ortak ad.

(14) Zengin insanlar için din, iman gibi konular gerektiğinde kullanılmak üzere duran geçerli bir akçe gibidir. Namus, hamiyet, haysiyet gibi yüce duygular fakirlere kaldı.

(15) Argoda CUKKA; en tatlı para! Sus payı, sakal, çorba parası, mangır gibi anlamlara gelir. Fakat Kemalist rejimin bizi yaşatmak istediği Laik Devlette “CUKKA”; rüşvet (pardon hediye!) vermeyi ifade eder. İlk verilen hediye de HİNDİDİR. Yoksul köylüler işlerini yaptırabilmek için devlet erkânına en büyük hediye olarak ayakları bağlanmış birer hindi getirirlerdi. Bakanlıklar ile kamu binalarındaki masaların altından “Cuuukk… Cuk cuk cuk” hindi sesleri gelirdi. Aslında hindi “Gulu Gulu” sesi çıkartsa da, “Cukk” sesi o zaman en büyük, ünlü rüşvetçi “HİNDİGAR OSMAN EFENDİ’NİN” devrim muhafızları için dünya çapında inanılmaz başarılı bir buluşuydu. Osman Efendi odasına girenlerden hindi getirip getirmediklerini öğrenmek için onların yüzüne değil, kucak hizasına bakardı. Zaten emekliliğine doğru olur olmaz yerde hatta odasında kimse yoksa bile kendi kendisine “Cuuukk… Cuk cuk cuk” Sesleri çıkartmaya başlamıştı. Onun İZİNDEN! yürüyen Kemalist düzenin devlet adamları “Cukk” sesini, sonuna “a” ilave ederek hediyenin! şifresi olarak kullandılar. “CUKKA” sözcüğü işte ORADAN BURAYA! gelir." NOT: Sitemizde 23-09-2018 tarihinde yayınlanan “İTTEGULLAH” isimli makalemizde “Erciş Devlet Parasız Temel Eğitim Yatılı Bölge Okulu’nda” okuyabilmek için babamın beni vefat eden amcamın nüfusuna kaydetmek suretiyle okula kaydımı yaptırdığını, benim yetim olmadığım, amcamın üzerine kayıtlı olduğum anlaşılınca okuldan kovulduğumu, okula geri dönmek için Rüşvet (pardon hediye!) olarak Müdür Muavinine “HİNDİ” verdiğimi uzun uzadıya anlatmıştım.

YORUMLAR
  • Şahin ÖZDAŞ   24-08-2020 18:00

    Aleyküm Selam…. Muhterem “Nacizane Bir Kul” ismiyle yazan değerli kardeşim; Allah (cc) sizden de razı olsun. O güzel dualarına kalbimin derinliklerinden gelen temennilerle canı gönülden âmin diyorum. Buyurduğunuz gibi bu mücadele ve mücahedemizde Tevhidde Vahdet, Vahdette Uhuvvet (kardeşlik), Uhvvette de Devlet olmayı Rabbimiz (cc) biz tevhid ehli Müslümanlara nasib-i müyesser kılsın İnşaAllah… Âmiiin... Âmin. AEO. ES...

  • Şahin ÖZDAŞ   24-08-2020 15:34

    AS... Muhterem Osman YILDIZ kardeşim; İlginize çok teşekkür ederim. Bizi bahtiyar ettiniz, Allah (cc) sizden razı olsun. Elhamdülillah Rabbime (cc) hamd ediyorum ki; en başta siz zati alilerinizle birlikte aynı gaye uğrunda yaptığımız radyo konuşmalarımızda, hemen hemen bütün makalelerimde, hutbe ve vaazlarımda TEVHİD ve ŞİRK kavramlarını, Allah’ın (cc) biz insanlar için koyduğu kanunlarını, egemenliğini, kulluğumuzu, tevhid dini olan İslam Şeriatını aklım aldıkça, elim tuttukça ve dilim döndükçe anlatmaya çalıştım/çalıştık, çalışacağız İnşaAllah. Sizde çok iyi bilirsiniz ki bizim bu cehdimizde önemli olan Allah’ın (cc) rızasını kazanmaktan başka amacımız yoktur. Sizin gibi pek muhterem kardeşlerimden aldığım olumlu bildirimler Rabbimin yardımıyla bana güç ve azim vermektedir. Dolayısıyla kim ne derse desin, artık bu asırlık tiyatrolara, mavallara, masallara, saldırgan tutumlara, yalanlara, karnımız tok. Allah’ın izniyle hep BİRLİKTE Nuh’un gemisini inşa ettik mi adresi bulmak çok kolaydır. Nuh’un gemisinin gittiği yolun adresi Kadim Kitabullah’ta yazar. Onun için bize ne yapabilir dert, bize ne yapabilir gam, bize ne yapabilir keder, bize ne yapabilir tasa, bize ne yapabilir yas, bize ne yapabilir yasa. Gelmiştir Rabbimizden yasa, önderimizdir Muhammed Mustafa, elhamdülillah… AEO. ES...

  • Nacizene Bir Kul   24-08-2020 15:22

    Sevgili hocam öncelikle Selamün Aleyküm. Allah razı olsun. Bir olmayı diri olmayı ve mücadele etmeyi Kuranın etrafında sımsıkı toplanarak tek hüküm sahibi olan Allaha yönelmeyi tüm müslüman kardeşlerimize nasip etsin. Şu anda yahudilerle iş birliği yaparak Müslümanları inim inim inleten arap toplumlarınıda Allah kahretsin inşAllah.

  • osman yıldız   24-08-2020 09:54

    s.a degerli abim yazılarınızı takip ediyorum Allah razı olsun bu yazı dizinizde m.k koruma kanununu alman yahudisin teklif ettigini ögrendim ve bizim güya islami demokrat parti EZANI SERBEST BIRAKTIYA HEMEN ATLAMIŞ yav bu ülkede net islami tevhidi yakalamış kesimler hep azınlıkta kaldı anadolu insanı her ALLAH diyene sarıdı sizde yazınızda deginmişsiniz . yazılarınızı okurken bazen gülüyorum bazen üzülüyorum bazen düşünüyorum ve bilmedigim birçok şeyi ögreniyorum uslubunuz halk dili buda bizim içimizi ısıtıyor. teşekür ediyorum.A.E.O

  • Şahin ÖZDAŞ   23-08-2020 16:14

    ES... Muhterem Olcay D. kardeşim; Tamamen size katılıyorum. Hatta şapka düşse bile Kelin hiçbir tarafı görülmemiştir diye düşünüyorum. Çünkü FURKAN’A inatlı olanlar ve FURKAN’I dinleyen FURKAN’SIZ kafalar FARK ETMESİNLER! Diye anında öncekinden daha büyük bir şapkayı kafasına geçirirken, yıldırım hızıyla Ayasofya’nın içine gizlenmiştir. Allah (cc) sizin kalbinizi NUR’LA doldursun, gözlerinizi de hep NUR’LA daim kılsın İnşaAllah… AEO. ES…

  • Olcay D.   23-08-2020 15:16

    İlk defa duyduğum bilgilerle bezeli ufuk açıcı bir sonla ''Şapka düşmüş'' ama zannımca kel'in her tarafı görülmemiştir, zira kayıtlara geçmeyen daha çok kelliklerin olduğu kanaatindeyim, yapılan daha birçok zulümlerin örtbas edilip saklanabileceği elbette muhtemeldir. Çok başka yazılacak şeyler vaardır Allahualem. Emek verip bizlere gayretleriniz sonucu ulaştırdığınız bilgiler için teşekkür ederiz.Allah'a emanet olun ...

Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN