Şalom'da bir makale: Türkiye’nin modernleşmesinde Alman Yahudi profesörlerin katkıları
Türkiye'deki siyonist yahudilerin gazetesi Şalom, Türkiye'nin "modernleşmesinde" avrupalı yahudilerin katkılarını anlatan bir makale yayınladı: "Genç Türkiye’nin modernleşmesine hizmet eden Yahudi bilim ve sanat insanlarının katkıları yadsınamayacak ölçüde büyüktür."
07-02-2020
İslam ve Hayat
Türkiye'deki siyonist yahudilerin gazetesi Şalom, Türkiye'nin "modernleşmesinde" Avrupalı yahudilerin katkılarını anlatan bir makale yayınladı. Kemalizmin teşkili ve Kemalist ideolojinin ülkeye yerleştirilmesinde yahudilerin katkısının, Kemalizmin önde gelen ideologlarından Moiz Kohen'le sınırlı olmadığını bir kez daha anlamamıza vesile olan Dr. Elif Uluğ imzalı makaleyi dikkatlerinize sunuyoruz:
Türkiye’nin modernleşmesinde Alman Yahudi profesörlerin katkıları
Atatürk yeni bir Üniversite Reformunun hazırlıkları için 1932’de Cenevre Üniversitesi Pedagoji Profesörü Albert Malche’yi davet eder. Malche raporunun sonunda; Darülfünun’un yani şimdiki İstanbul Üniversitesinin batılı örneklerinin gerisinde kaldığını, bu nedenle öğretim üyelerinden büyük bir kısmının işlerine son verilmesinin gerekli olduğunu ve bunların yerine yurt dışından donanımlı genç bilim adamlarının getirilmesinin uygun olacağını önerir. Bu rapor benimsenir ve 240 öğretim üyesinden 157’sinin görevine son verilir. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip, tasfiye edilen Türk öğretmenler yerine yeni öğretim kadrosunu Nazi rejiminden kaçan Alman bilim adamlarıyla doldurur ve “Kültürel özdeşleşme yoluyla gerçekleştirilecek bir sosyo-kültürel dönüşüm beklentisi karşılanır.”1 Reşit Galip’in ifadesiyle; “500 yıl önce İstanbul’u aldığımızda, Bizans’ın önde gelen bilim adamları ve sanatçıları ülkeyi terk etti. Bunlardan birçoğu İtalya’ya gitti ve orada Rönesans’ı başlattı. Şimdi Avrupa’nın aldıklarını bize geri vermesinin zamanı gelmiştir. Vatanımıza yenilikleri getirmenizi, böylelikle çağdaş düzene ayak uydurmamızı sağlamanızı ve yeni nesle çağdaş bilimde ilerleme yolunu göstermenizi umuyor, milletçe teşekkür ve saygılarımızı sunuyoruz.”
Hitler’in dünyayı kasıp kavuran Nasyonal Sosyalizm sapkınlığı içinde ve antisemitizm batağında genç Türkiye’nin modernleşmesine hizmet eden Yahudi bilim ve sanat insanlarının katkıları yadsınamayacak ölçüde büyüktür. Türkiye’ye mülteci olarak gelen sayıları pek çok kaynakta ve araştırmacı tarafından farklı farklı verilse de ben burada bu değerli insanların bulundukları konumları, olanakları, evlerini, yaşamlarını olduğu gibi bırakıp gelmelerine rağmen sanki her şey eskisi gibiymişçesine azimle, kararlılıkla Türkiye’ye hizmet edişlerindeki motivasyona, heyecana olan hayranlığımdan söz etmek istiyorum. Düşünün bir kez Almanya’da adeta bilimsel bir Tanrı kıvamındasınız, öğrencileriniz, akademik hayatınız, kitaplarınız bir hiç olarak kabul ediliyor ve en kısa zamanda ülkenizi terk etmek zorunda bırakılıyorsunuz. Zor, çok zor bir durum… Bütün bunlar yetmezmiş gibi Türkçeyi birkaç yılda akademik çeviri yapabilecek düzeyde öğreniyor, dersleri ve ders notlarını Türkçeye çeviriyor, asistanlar yetiştiriyor, üniversite reformunun ilk on yılında 50 doktora tezi yaptırıyor, üniversite kütüphanelerine İngilizce, Fransızca, Almanca kitaplar getirtiyor, bu kitapların tasnifinde ve demirbaşa kaydedilmelerinde öğrencilerle birlikte gece gündüz çalışıyor, Türkçeye tercüme ediyor ve ettiriyor, yani kısaca her şeye ama her şeye yeni baştan, en baştan başlıyorsunuz.
Kimdi bu insanlar? Mesela rasathaneyi kuran Astronom Erwib Finlay Freudlich, 1933’te antisemitizm yüzünden Türkiye’ye iltica etti ve İstanbul Üniversitesi’nde profesör olarak çalıştı. Mesela Astronom Wolfgang Gleisberg, 1933’te işten çıkartıldı, Türkiye’ye gelerek o tarihe kadar Türkçede karşılığı bulunmayan astronomi terimlerinin Türkçeleştirilmesinde çalıştı. 1948’te profesör oldu ve rasathane müdürü olarak atandı. 1958’te emekli olana dek İstanbul Üniversitesinde hocalık yaptı. Mesela hukukçu Andreas Bertolan Schwarz, 1933’te işinden çıkartıldı, 1934’te mülteci olarak geldi ve İstanbul’da Roma Hukuku, Medeni Hukuk ve Mukayeseli Hukuk profesörü olarak çalıştı. Mesela Botanikçi Leo Brauner, 1933’te işinden çıkarıldı, önce Oxford Üniversitesinde bir araştırma projesinde yer aldı ancak İstanbul’dan gelen davet üzerine Botanik Enstitüsünün müdürü oldu ve 1955’e kadar profesör olarak İstanbul’da ders verdi. Mesela Erich Frank 1933’te Breslau Üniversitesinde iç hastalıkları profesörü ve Wenzel Hancke Hastanesinde iç hastalıkları bölüm şefi iken işten çıkartıldı. 1933’te Türkiye’den aldığı davet üzerine gelerek 1953’e kadar İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde profesör ve İkinci Dahiliye Kliniği şefi olarak çalıştı. Öldüğünde ülkemize verdiği hizmetler nedeniyle devlet töreniyle defnedildi. Mesela Botanik Bilimci Alfred Heilbronn, 1933’te Münster Üniversitesi Botanik Bahçesi ve Enstitüsü Müdürlüğünden çıkartıldı, Türkiye’ye davet edildi. Heilbronn, Türkçeyi çok çabuk öğrendi ve İstanbul’da Farmakobotanik Enstitüsünü kurdu. Mesela Mimar Clemens Holzmeister, Düseldorf Güzel Sanatlar Akademisinden 1933’te çıkartıldı. Türkiye’ye davet edildi; Ankara’da parlamento binası ve devlete ait 11 binanın yapımında çalıştı. 1950’den sonra Viyana’ya döndü. 1963’te İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından şeref doktorası unvanı ile onurlandırıldı.
Ancak kıskançlıklar akademik dünyanın doğasında vardır ve yanlışlar da yapılmıştır. Matematikçi Richard Edler von Mises Berlin Üniversitesinden gelir, 1930’lu yıllarda olasılıklar hesabı ve uygulamalı matematiğin hemen her alanında dünya çapında bir otoritedir; Kerim Erim ile birlikte Matematik Enstitüsünü yönetir. 1939’da aldığı davet üzerine Harvard Üniversitesine gitmiştir. Mises’in Türkiye yılları hakkında Cahit Arf, İnönü’ye itirafta bulunur: “Biz, o zaman İstanbul’a gelen değerli profesörlerden daha çok yararlanabilirdik. Ama yapamadık. Örneğin von Mises’la beraber çalışmak yerine, ben de Ratip de, onunla aynı düzeyde olduğumuzu gösterme çabası içine girdik, iyi bir işbirliği yapamadık. Oysa örneğin Polonyalılar, Fransızlarla işbirliği yaparak Polonya’da fonksiyonel analiz konusunda özgün bir ekol kurdular. Biz de belirli bir alanda öncü olarak ortaya çıkabilirdik, bu fırsatı kaçırdık.” Son olarak mesela Zoolog Kurt Kosswig, 1937’de Braunschweig Teknik Üniversitesi Genel Biyoloji ve zooloji profesörüyken işinden uzaklaştırıldı. İstanbul’a gelen Kosswig Zooloji Enstitüsü direktörü oldu. 1950’de Hidrobiyoloji Enstitüsünü kurdu. Manyas Gölünün Kuş Cenneti olarak milli park ilan edilmesini sağladı. Ayrıca, Anadolu Faunasının ortaya çıkarılması için bilimsel geziler düzenledi ve bu çalışmalarından ötürü altı cins ve 42 tür ve alttüre Kosswig’in ismi verildi. 1955’te Türkiye’den ayrılıp Hamburg Üniversitesine geri dönen Kosswig, bir lisansüstü dersinde Alman öğrenciler tarafından protesto edilir. Derste İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji asistanlarından Melekper Öktay da bulunmaktadır. Kosswig protestonun nedenini anlayamaz ve dersi anlatmaya devam eder. Fakat Alman öğrenciler de protestoya devam eder. Bu sırada Melekper Öktay parmak kaldırır ve “Hocam dersi Türkçe anlatıyorsunuz” der. Kosswig’in ifadesine göre sınıfta gözü Melekper Öktay’a ilişince eski İstanbul günlerini hatırlamış ve bilinçaltından Türkçe konuşmaya başlamıştır.
Sevmişlerdir Türkiye’yi, Türk insanını ama pek çoğu tekrar Almanya’ya dönecek, burada kaldıkları süre içinde de içinde yaşadıkları toplumla sosyal bağlar kurmaktan kaçınacaklardır. Ruhları şad olsun, güzel insanlardı, güzel yaşadılar, güzel izler bıraktılar. Darısı başımıza…
1 Şebnem Sunar, (İdeoloji ve İktidar Ekseninde Eğitim: Türk Üniversite Reformu ve Yahudi Bilim Adamlarına Yeniden Bakmak), 31 Ekim-1 Kasım 2013, Boğaziçi Üniversitesi.
Makaleler
Hava Durumu