M. Pamak "Çözüm Süreci"ni yorumladı (HABER-VİDEO)

İLKAV'ın Cuma Konferansında Mehmet Pamak "Kürt Sorunu ve Çözüm Sürecinin İslami Ölçülerle ve Müslümanların Sorumlulukları Açısından Değerlendirmesi"ni yaptı.

21-05-2013


Pamak, "akan kanın hemen durması, şiddet sarmalından bir an önce kurtulunması ve kavgasız bir ortamda fikir ve düşünce alışverişinin özgürce gerçekleşebilmesi için sistem içi çözümle görece bir rahatlamanın sağlanmasının da gerekli olduğunu, ancak sahici, bütüncül adalet ve gerçek anlamda 'barış'ın ancak İslami adalet sisteminde gerçekleşebileceğini" ifade ettiği konuşmasında özetle şunları söyledi:

"Bilinmelidir ki, laik Kemalist ulusalcı şirk sisteminin en temel düşmanı yüzyıllarca halkların arasında kardeşliği tesis etmiş olan İslami kimliktir, İslam şeriatıdır ve ümmet bilincidir. Çünkü kavmi ve dini diğer kimliklere adil bir zeminde yaşama ve kendini gerçekleştirme imkânını en sahici biçimde tanıyan sadece bütün insanların Rabbi olan Allah'ın dini İslam'dır. Bu sebeple, farklı kimlikleri, kutsadıkları Türk kimliği içinde eritmeyi hedefleyen bir resmi ideoloji dayatmak isteyenlerin ilk karşı çıkıp ortadan kaldırmak isteyecekleri şey İslam hukuku oldu. Bu birinci kimliğin ve onun adil hukuku olan İslam şeriatının reddedilmesi ikincil olarak ve bu ilk reddediş sebebiyle Kürt kimliğinin de reddine yol açmıştır ve Kürt sorununu doğurmuştur. Bu sebeple, birinci mesele çözülse, yani İslami kimliğin reddinden ve İslam hukuku/şeriatı ile savaşmaktan vazgeçilip, İslam'ın adalet sistemi tekrar tesis edilse, Kürt sorunu da otomatikman çözüme kavuşabilecektir.

Özgün İslami çözüm; kalıcı, adil ve uzun vadeli bir çözüm olarak tartışılmaz üstünlüğünü ve alternatifsizliğini korumakla beraber, sistemin yöneticilerinin, hiç olmazsa batının ulaştığı kriterler çerçevesinde görece bir iyileşmeyi kısa vadeli çözüm olarak sağlamaları da teşvik edilmeli, hatta adalet ve özgürlük mücadelesiyle buna zorlanmalıdırlar. Bu acil sistem içi çözüm, zulmün devamında görece bir iyileşme de sağlasa, zalimleri kısmen de olsa geri adım attırsa sonuçta mazlumlara bir nebze nefes aldırması bakımından görece bir olumluluk olarak görülmelidir. Taklit ettiği Batının faşist dönemine takılı kalan Kemalist sistemi yine Batının görece özgürlükçü dönemine göre güncelleyerek İslami kimlik ve Kürt kimliğine yönelik zulüm politikalarında geri adım atmasını sağlamak isteyenler, bu çabalarında sonuç alabilirlerse sistem içi görece bir olumluluğa vesile olabilirler. Daha zalim şirk sistemi yerine zulmü görece olarak azaltılan bir şirk sistemine geçmeyi sağlayabilirler. Yani karanlıklar içinde bir değişimle zulümatın koyu tonlu kulvarlarından gri tonlarına doğru geçiş yapılabilir.

Hiçbir güç, bir kavmin kimliğini ve anadilini asimile etmek hak ve yetkisine sahip değildir. Kim böyle bir azgınlık yaparsa, Allah'ın ayetlerine karşı savaş açmış olur. Türkiye'de Kürt kavminin varlığı ve anadili bu anlamda bir savaşın muhatabı kılınmıştır. Bir an önce bu tâgûti savaş durdurulmalı ve azgınlıkla gasp edilmiş bütün hakları Kürt halkına iade edilmelidir. Düşünce ve inançları ifade etmenin, eğitim özgürlüğünün, farklılıkları özgürce ibraz etme, yaşatma ve geliştirmenin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Yerel ve yerinden yönetimlere fırsat ve geniş inisiyatif veren bir sistem oluşturulmalı, bu çerçevede Kürdistan coğrafyasında yaşayan halkların da siyasi hakları tanınmalı, yöneticilerini özgürce belirlemesine ve yönetime katılımına imkân veren şartlar oluşturulmalıdır.

Türk ulus Devleti, zulmü doğrudan ve tek taraflı olarak kendisi başlattığı gibi, karşıdan (silah bırakma dahil) hiçbir adım beklemeden ve hiçbir şart da koşmadan, bu zulmünü yine tek taraflı olarak kendisi durdurmalı, kendisiyle ve zulümleriyle yüzleşmeli ve gasp ettiği bütün haklarını Kürt halkına, tek taraflı olarak ve hiçbir şart ileri sürmeden geri vermelidir. Kürt halkının gasp edilmiş temel hakları, çoğunluğu kendisini Müslüman olarak tanımlayan bu halkın tamamını temsilden çok uzak olan laik ulusalcı sosyalist PKK ile pazarlık konusu yapılmadan verilmelidir. Bu sebeple, devlet sorunu başlatırken, zulme yönelirken ilk adımı kendisi attığı gibi çözerken de zulmünü kaldıracak ilk adımı şartsız bir biçimde kendisi atmalıdır. Ayrıca gasp edilen hakların iadesi için şart koşulamaz.

Önemli olan; insanların, halkların adaletle yönetilmesi ve huzurlu, mutlu olacakları bir barış ve kardeşlik ortamının oluşturulmasıdır. Şirk ve zulüm sistemleri içinde tam ve sahici bir adalet gerçekleştirilmesine imkân bulunmasa da, zihinlerde ideal olarak durması ve iyiliğin istikametini göstermesi anlamında yapılması gereken; tüm insanların, kendilerini, şahsiyetlerini, dillerini ve kültürlerini tekâmül ettirmelerine, kendilerini özgürce gerçekleştirebilmelerine uygun hukuki vasatı sağlamak ve bütün bunlar için en sahici, kalıcı, adil şartları sunan, insanları kula kulluktan kurtarıp onurlandıran, insani erdemleri ve insanlık onurunu yücelten bir adalet sistemini oluşturmaktır.

Bu bağlamda asla taviz verilmeden gözetilmesi gereken hedef; bütün kavimleri ve insanları yaratan ve imtihan amacıyla dünyaya gönderen Allah'ın koyduğu ölçülere uygun davranmak ve O'nun tüm insanların mutluluğu ve kurtuluşu için vazettiği hükümlere riayet ederek insan onurunu yüceltmektir. Ayrım gözetmeden tüm insanlara, bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet ve özgürlük vasatını sağlamaktır. Bu sebeple de, kavim ayrımı gözetmeksizin tüm insanların, Allah tarafından verilmiş tüm haklarını özgürce kullanabildikleri adil şartları oluşturmak, tüm kavimlerin ve insanların kendilerini özgürce ifade edip gerçekleştirmelerine imkân veren yönetim biçimini kurmaktır.

İşte şirk sistemi içinde görece iyileştirmelerle bu hedefe ne kadar yaklaşılabilirse, halklara o kadar nefes aldırma ve zulmü o kadar geriletme imkânı bulunabilecektir. Bu hedefe tam olarak varmak, gerçek boyutlarıyla, sahici bir hukuk, adalet ve özgürlük ortamına ulaşmak için yapılması gereken ise, Peygamber ve ilk Kur'an neslinin yolunda ısrarlı bir mücadeleyi sürdürerek, cahili sistemi kökten değiştirerek, bütün kavimleri ve dillerini eşdeğer, saygıdeğer kabul eden ve Allah'ın ayetleri olarak niteleyen vahyi belirleyici kılmaktır. Ve bütün kavimlerin, farklı renklerin ve dillerin Rabbi olan Allah'ın, ayrım yapmadan hepsinin hukukunu adaletle gözeterek vazettiği hükümleri ihtiva eden Kur'an'a dayalı tevhid/adalet sistemini kurmak amacıyla fedakârca çaba sarf etmektir. İşte bütün bunları yerine getirmek ise, en temel insani ve İslami sorumluluktur.

Gerçek anlamda barış ve adalet
ancak Allah'ın hükümlerinin hakimiyetiyle sağlanabilir

Rabbimiz Kur'an'da Bakara suresi 208. Ayette şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (silme-İslâm'a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır."
Barış ve adalet ancak fıtrat ile vahyin bütünleşmesi sonucu, herkesi yaratan, yarattığı bütün kullarının hukukunu gözeten ve imtihan dünyasında ihtiyaçları olan temel haklarını lütfeden Allah'ın hükümlerinin hakimiyeti ile gerçekleşebilir. Allah'a ve vahye teslim olunmadan barışa girilemez, bütüncül ve sahici anlamda adalet tesis edilemez. Şeytanın adımları izlenerek gerçek anlamda barışa/silme ulaşılamaz. Allah'ın, kamu-özel ayırmadan hayatın tüm alanlarını düzenleyen, hükümlerini dışlayarak, tagutlaşarak ya da sistemin taguti niteliğini sürdürerek, laik, Kemalist, ulusalcı seküler yapı devam ettirilerek gerçek anlamda barış da, bütüncül ve sahici anlamda adalet de tesis edilemez. Çünkü Kur'an'da Rabbimiz bildiriyor ki, "şirk büyük bir zulümdür."

Lokman 13 - Lokman, oğluna öğüt vererek: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür", demişti.
Laik liberal demokrasiler de, tıpkı diktatörlük ve oligarşiler gibi ilahi vahyin ortaya koyduğu hükümleri dışlayarak ve nihai anlamda yasa yapma yetkisi verilerek ilahlaştırılmış meclislerdeki temsilcilerin heva ve heveslerine göre yaptıkları yasalarla yönetimi esas alırlar. Bu sebeple, bu tür vahye değil de hevaya tabi şirk sistemleri hem bizatihi kendileri zulüm olacak, hem de kaçınılmaz olarak başka zulümlere de kaynaklık edeceklerdir. Şirk devam ettiği sürece hem Allah'ı bırakıp da başka ilahlar edinme zulmü devam edecek, hem de bunların hevaya tabi yönetiminde başka zulümlerin oluşmasına yataklık edecek, bunun için verimli bir ortam hazırlayacak demektir.

Ayrıca Allah'ın siyasal, sosyal, ekonomik ve hukuki bütün bireysel ve toplumsal hayat alanlarını düzenleyen hükümler vazettiği hakikatinden hareketle bilinmelidir, idrak edilmelidir ki, kim bu hükümleri düzenleyen Allah'ın ayetlerinden yüz çevirirse, Rabbimiz onlara bir şeytanı musallat edeceğini ve şeytanlar onlar saptırdıkları halde onların hâlâ kendilerinin doğru yolda olduklarını zannedip, öyle iddia edeceklerini bildirmektedir.

Zuhruf 36- 37- "Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur. Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar."

Bakara 11 -12: "Bunlara, "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde, "Biz ancak ıslah edicileriz!" derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir."

Allah'ın özel ve kamu ayırımı yapmadan bütün hayat alanlarını kuşatan ayetlerinden yüz çevirenlere, Allah, şeytanları musallat edeceğini ve şeytanlar onları saptırdığı halde onların kendilerini doğru yolda olduklarını zannedeceklerini, arzda fesad çıkaranlar oldukları halde kendilerinin ıslah ediciler olduklarını iddia edip sureti haktan görünmeye çalışacaklarını açıkça ifade etmektedir.
Bu sebeple, hem Allah'ın siyasi, hukuki ve ekonomik toplumsal alanlara yönelik Allah'ın ayetlerinden/zikrinden yüz çevirerek laik tuğyanı savunmayı ve seküler ilkelerini esas alıp Atatürk'ü ilah edinmeyi sürdüren, hem de "Kutlu Doğum" haftalarında boy gösterip kendilerinin de Resulün (s) bağlısı ve yolunda oldukları imajı oluşturmaya çalışanların durumu tıpkı bu ayetlerle örtüşmekte ve Bakara 11. ayette ifade edilen konuma uygun düşmektedir.

Toplumu laik devletin seküler politikalarına ikna etmek, dini ve dindarı laik devlet adına kontrol ve denetim altında tutmak ve Allah ile aldatıp yönlendirmek için kurulmuş diyanetin "Kutlu Doğum" haftasını bu tür laik siyasetçilerin halkı Allah ile aldatmalarının zemini olarak sunması sonucunda bu liderler orada neler söylemişlerdir bir bakalım:

Sürekli "ekonominin dini, imanı olmaz", "bu çağda faizsiz ekonomi olmaz", "din bireyseldir", "laiklikle İslam bağdaşır" diyen ve Mısır'ın, Tunus'un Müslüman halklarına laiklik teklifi yapacak kadar bu konuda mutmain görünen Başbakan Tayyip ERDOĞAN: "Bizim her meselede başvuru kaynağımız Kur'an-ı Mecid, rehberimiz Hz. Peygamberdir. Kanın aktığı, canların yandığı, ocaklara ateşlerin düştüğü bu meseleyi çözmek varken karşısında duranlar Hz. Peygamberin değil, Ebu Cehillerin yanındadır."

Kuruluşundan itibaren esas aldığı ilkeleriyle Allah'a ve Resulüne başkaldırıyı temsil eden, laikliği ülkeye zorbalıkla egemen kılan ve bu uğurda istiklal mahkemelerinin ideolojik kararlarıyla pek çok cinayete imza atan, İslam şeriatnı isteyen ya da ülkesinde insanca ve Müslüman'ca yaşamak isteyen halk kesimlerine yönelik çok sayıda kitlesel katliamı gerçekleştiren ve bugün hâlâ aynı konumunu ısrarla sürdüren, üstelik şimdi de İslam şeriatının amansız düşmanı Ergenekon vb derin darbeci çetelerin hamisi kesilen CHP'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da aynı yerde yaptığı konuşmasında şunları söyleyebilmiştir: "Ademoğlu'nun en hası, insanların en üstünü ve en mükemmeli olan Hazreti Muhammed'in kutlu doğumunun 1442'nci yılını idrak ediyoruz, alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed'e ehl-i beytine, ashabına ve tüm müslümanlara selam olsun. Hz. Muhammed haksızlık karşısında susmayı dilsiz şeytanlık olarak görmüş ve açıklamıştır. Adaleti hep yüceltmiştir. Adaletli bir toplumun yaşayabileceğini görmüştür, adaletli bir toplumda insan onurunun korunabileceğine inanmıştır." "Hz. Muhammed tevhid dininin peygamberi olarak şirkin açığına da gizlisine de geçit vermedi."

Irkçı ve bu anlamda bütün kavimleri Türk kimliği içinde asimile etmeye dair laik resmi ideolojinin, ırk ayırımcılığını ve Türk'ün üstünlüğünü esas alan, buna dayalı derin devlet çetelerinin katliam ulus devlet politikalarının CHP ile birlikte yılmaz savunucusu MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise aynı toplantıda, dinleyenlerle dalga geçercesine şunları söyleyebiliyor: "üstünlüğün ırka, mezhebe, soya göre belirlenmediğini" belirterek," Allah katındaki üstünlüğün takvada olduğunu" ifade debiliyor. "İslam'ın özünde kardeşlik, gerçek anlamıyla barış ve huzur içinde birlikte yaşama ülküsü olduğunu" söyleyen Bahçeli, Peygamber hakkında "Doğruluğu ile insanlara örnek olduğu gibi, bu alandaki hikmetli sözleriyle de ümmetini yanlıştan ve sapkınlıktan azami derecede muhafaza etmeye çalışan yine kendisi olmuştur. Efendimiz'de insanları ayırmayan, insanları farklılaştırmayan muazzam bir birliktelik iradesi yer almıştır" diye konuşabiliyor.

Görüldüğü üzere, Türkiye'de siyasi liderler "Kutlu Doğum" adı verilen bir programda Allah'ın vahyinin örnekliğini, şahidliğini yaparak insanlığa ulaştıran Hz. Muhammed (s)'i anma toplantısında bir araya gelip din istismarı yapmakta ve Peygamber'e (s) bağlılık gösterisinde bulunmakta yarışıyorlar. Ama aynı zamanda her biri Allah'a ve Resulüne isyanın, tuğyanın adı olan laikliğin teminatı kendilerinin olduğunu söylemekte ve bu tuğyanın hakimiyetini sürdürmekte de yarışıyorlar. Halbuki "Kutlu Doğum" haftalarında ve sair zamanlarda Diyanet teşkilatının kuruluş amacı gereği sunduğu dini istismar alanını kullanarak bu sahte gösteriyi yapmak yerine, Allah'a ve Resulüne (s) samimi bir bağlılık içine girseler ve vahyi fıtratla bütünleştirip toplumsal, siyasal hayata hakim kılsalar, hevayı ilahlaştırma anlamında tuğyanı temsil eden seküler sistemin yol açtığı bütün zulümler, sömürüler ve katliamlar kendiliğinden bitecek ve gerçek sahici adalet ve barış Müslim-gayrimüslim bütün insanları kuşatacaktır.

Diğer yandan bazı Müslümanlar bile sistem içi çözüm arayışı hakkında yaptıkları açıklamalarda barışın, adaletin tesisi yolunda büyük beklenti oluşturacak ve sanki laik sistem içinde de barış ve adalet sağlanabilirmiş gibi ifadeler kullanabilmektedirler. Tabii ki, akan kanın ve yaşanan bunca acıların kısmen de olsa azalması, silahlı çatışmaların son bulması ve sonuçta da artık anaların ağlamaması ihtimali sebebiyle iyi niyetle böyle bir heyecana kapılmak anlaşılabilir bir şeydir. Ancak Müslümanlar her şartta söylemlerini vahyi ölçülere uygun olarak sürdürmeli ve batıl, laik taguti bir sistem içinde gerçek barış ve adaletin tesis edilebileceği gibi anlamlar çıkarılabilecek cümleler kurmaktan da kaçınmalıdırlar.

Seküler-laik sistem içi görece iyileştirme çabaları, kanı durdurma ve silahlı çatışmaları önleme çabaları ve gasp edilen haklardan hiç değilse bir kısmının iadesine yönelik çalışmalar görece olumluluklardır ve görece bir rahatlama getirmek bakımından mevcut duruma göre ileri ve olumlu bir adımdır. Ancak kalıcı ve bütüncül adalet ve gerçek anlamda barış ancak fıtrat, evren ve insan hayatı arasındaki gerçek barışın/'silm'in sağlanması ile mümkündür. Yani gerçek barış ve adalet ancak Allah'a teslimiyetle ve yaratanın yaratılmışların hayatı için vazettiği kurallarının, ne yapıp ne yapmamaları gerektiğine dair hükümlerinin esas ve belirleyici kılınması ile sağlanabilir.

Rabbimiz, Kur'an'da bütün varlıkların Allah'ı hamd ile tespih (yani Allah'a itaat) ettiklerini, (İsra 44, Hadid 1, Haşr 1, Nur 41) yalnız Allah'a secde (itaat) halinde bulunduklarını (Hac 18"Görmedin mi, göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, bütün hayvanlar ve insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyor...") bildirerek, insanların da bütün varlıklar gibi kendisini hamd ile tespih (itaat) ederek, secde edenlerle birlikte secde (itaat) edenlerden olmaları ve ölüm gelene kadar da yalnız Allah'a ibadet etmeyi sürdürmeleri gerektiğini emretmektedir. (Hicr Suresi 98-99). Çünkü hükümranlık Allah'a aittir (Tegabun/1), göklerin, yerin bunlarda bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır (Maide 120), sadece kozmik hakimiyet O'nun değildir, yeryüzündeki hakimiyet ve hüküm de O'nun yetkisindedir, yani göklerdeki ilah da, yerdeki ilah da O'dur (Zuhruf 84). O'ndan başka ilah yoktur, dünyada da, ahrette de, hamd O'na mahsus, her iki hayatta da hüküm O'na aittir ve sonuçta O'na döndürüleceğiz. (Kasas 70).
Allah'ı hamd ile tesbîh etmek, tıpkı evrendeki ve arşdaki bütün varlıklar gibi Hakk'a secde edenlerle birlikte secde etmek, onlara uyum sağlayarak, evrendeki ahenge ayak uydurmak, fıtrat (bütün fizyolojik-biyolojik yapımız) ve evrenle (evrendeki bütün varlıklarla) aynı frekansı yakalayıp, aynı ilaha kul olarak, aynı ilahı hamd ile tesbih ederek, aynı ilaha secde/itaat ederek, evren-fıtrat ve insan hayatı arasında olması gereken uyumu ve barışı sağlamak emredilmiştir.

Mutlak hükümranlık elinde bulunan Allah, hangimizin daha güzel ameller yapacağımızı denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. (Mülk 1-2). Yaratmak da, imtihan dünyamızda nasıl bir hayatı yaşamamız gerektiğinin kurallarını koymak, ahlakın ve hukukun kurallarını vazetmek anlamında emretmek de Allah'a aittir (Araf 54). Bu sebeple de, hayatın bütün alanlarında, Allah'ın emrinden oluşan şeriatına uyulması, bilmeyenlerin hevalarıyla yapılan hükümlere ise uyulmaması gerekmektedir (Casiye 18). Allah'ın dinde izin vermediklerini şeriat ve yasa haline getirenlere uyulursa, onların ilahlaştırılıp Allah'a eş koşulmuş olacağı uyarısı yapılmaktadır (Şura 21).

Allah, dosdoğru yolu olan sırat-ı müstakımini takip etmeye, Kur'an yoluna uymaya, Hakka tabi olmaya, bizi, Nur (aydınlık) olarak nitelenen bu hak yoldan ayıracak olan ve zulümat (karanlıklar) olarak nitelenen, batıl yollara uymamaya çağırmaktadır. (En'm 153). Kesin bir inançla iman eden bir topluluğun, kendisinden daha güzel hüküm koyacak hiçbir otorite tanımamaları gerektiğini, (Maide 50), hükmün sadece Allah'a ait olduğunu ve müminlerin sadece O'nun hükümlerine itaat edip, yalnız O'na ibadet etmekle mükellef olduklarını ve dosdoğru dinin de bu olduğunu (Yusuf 40), bir ihtilaf vukuunda, onu Allah'a ve Resulüne götürmeleri gerektiğini (Nisa 60), sonuçta Allah ve Resulü bir hüküm vermişse, müminlerin kalplerinde hiçbir darlık hissetmeden tam bir teslimiyetle ona iman edip, teslim olarak gereğince amel etmekten başka bir alternatiflerinin olmadığını (Nisa 65), Allah ve Resulü bir meselede herhangi bir karar/hüküm vermişse, mü'min bir kadın ve erkeğin aynı konuda farklı bir tercih yapmak hak, özgürlük ve yetkisinin bulunmadığını (Ahzap 36), Rabbimiz Kur'an'da bildirmektedir.

İşte Allah'ın adil hükümleriyle (şeriatıyla) hükmetmekten uzaklaşılarak, toplumsal, siyasal, hukuki ve ekonomik alanları düzenleyen vahyin hükümleri dışlanarak, hatta İslam şeriatı tehdit ve düşman edilip savaş açılarak ve egemen oligarşik odakların arzu ve isteklerini ilahlaştıran laik sistem içinde onların hevalarına dayalı yasalar dayatılınca bütün bu zulümler yaşandı. Emperyalist Batının seküler, laik, pozitivist şirk paradigmasını esas alan Jöntürk ve İttihat Terakki kadroları ve onların devamı olan Kemalist kadrolar bu ülkenin insanlarına büyük acılar yaşattılar, büyük katliamlar yaptılar. Bu süreçlerde de hep emperyalist Batı devletlerince desteklendiler.

Dolayısıyla bu topraklarda gerçekleştirilen, İslami kimliğe, Müslüman halklara, fıtri Kürt kimliğine, Kürt halkına ve 20. yy başlarında Ermeni halkına yönelik bütün katliamların, baskı, yasak, inkâr, asimilasyon ve çok boyutlu zulümlerin, sömürülerin altında aynı batının seküler ulusçu zihniyetinin imzası vardır. (Ermenilere yönelik katliamı Müslüman halkın iradesine rağmen bu ulusçu laik zihniyeti temsil eden despot İT çetesi yaparken, Müslümanlara yapılan kimi katliamları da, Ermeni halkı değil de Batı desteğinde ortaya çıkan aynı zihniyetin temsilcisi Ermeni çeteleri yine Batı desteği ve kışkırtmasıyla yapmışlardır.)

Bu sebeple Müslümanlardan da, Kürt halkından da, Ermenilerden de özür dilemesi gereken ve onlara karşı borçlu olan bu seküler batı zihniyeti ve bu zihniyetin İT'ten Kemalistlere, Ergenekon çetelerinden Ermeni çetelerine ve darbeci generallerle kadar ülkedeki işbirlikçileridir. Bugün hâlâ bu zihniyeti sürdürme yanlısı olanlar da sorumludurlar. Bu zihniyet katil, insanı insanın kurdu haline dönüştüren sapkın bir zihniyet olarak, bundan sonra da aynı zulümlerin potansiyel taşıyıcısıdır. Bu sebeple seküler sistem içinde, bu zihniyetin yol açtığı sorunlara köklü, kalıcı ve adil çözümler gerçekleştirilemez.

Ancak ahiret, kulluk ve ibadet eksenli bir hayat tasavvuru, ahirette verilecek hesap bilinci, kul hakkı duyarlılığı ve İslam kardeşliğinin hasbi derinliğiyle, sevgi, saygı, kardeşi için fedakârlık, merhamet ve adalet kavramlarının yönlendiriciliğindeki kuşatıcılıkla, Allah rızasını gözeten adanmışlıkla, vahyin ölçülerini, hükümlerini belirleyici kılan İslami bir sistem ve ümmet bilinciyle soruna köklü, kalıcı ve adil çözüm getirilebilecektir."

(Kaynak: Küre Medya)

Etiketler : #M.   #Pamak   #Çözüm   #Sürecini   #yorumladı   #(HABERVİDEO)   
YORUMLAR
  • Hasan Mensur   26-05-2013 13:37

    Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi Müslümanların özerine olsun. S M pamak kardeşin, büyük itina ile kur'anı merkeze alarak, laik sistemin başından beri, hatalarını, kürt halkına karşı işlemiş oldukları, asimile ve imha politikalarını, vahşiliklerini, kürt sorunu çüzümü konusundaki doğru tespitleri dolayisiyla, kutluyor, devamını bekliyorum. Allah M pamak kardeşimizin ecrini artırsın.Allahtan acil şifalar diliyorum. Allah direniş erlerine, hayırli ve uzun ömürler nasip eylesin. amin.

  • Kemal Songür   24-05-2013 13:08

    Yüreğine, diline, zihnine sağlık Mehmet ağabey. Zulmün/vahşetin geriletilmesi, fikirlerin ''özgürce'' dillendirilmesi vasatının görece olumluluk olduğunu ve bu vasatın hakikate (halklar açısından) ulaşma noktasında engellerin aşılması boyutuyla önemli olarak görülerek değerlendirilmesi gerektiğini, bütün bu gelişmelere karşın vahye rağmen/vahiy göz ardı edilerek adaletin asla inşa edilemeyeceğinden hareketle kalıcı/sahici çözümün İslami adalet sisteminde olacağını söylemektesiniz. Söylemlerinize aynen katılıyorum ve hayırlı-bereketli ömürler yaşanılması için dua ediyorum. selamlar...

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN