
"maa" Arama Sonuçları

Maalesef bu öyle yaygın bir yanılgıdır ki, kendilerini İslam dâvâsına nisbet eden belli bir bilinç seviyesindeki Müslümanların önemli bir kısmının bile “dünyada konfor, âhirette cennet-i âla” gibi bir yaklaşımla gündelik hayatlarını sürdürdüğünü görebilmekteyiz.

Kur’an mehcur bırakılınca, ister ifraten, ister tefrit olarak ekseninden kaydırılınca, başka ne bekliyorsunuz ki?! İbadetlerin arasındaki bağ kesilince ve yanlış yerlere bağlanınca onlardan beklenen murad ortaya çıkmıyor, hikmet tahakkuk etmiyor ve beklenen hasıla da gerçekleşmiyor. ‘Beklenen hasıla’ derken bunun kişinin lehine kaydedilecek sevap kısmı bir tarafa öncelikle ‘rıza-i ilahiyi’ celp etmek ve cemaat/toplum olarak istenen yönde, nefislerimizdekini değiştirerek (Rad/11) ve bahşedilen nimet asliyle muhafaza edilmiş olarak (Enfal/53), sırat-ı müstakim üzre olup kalmak kastımız malumunuzdur.

Daha önce yapılması gereken ve fakat maalesef küçük girişimler olmaktan öteye gidemeyen bir eylemlilik olarak, Türkiye'nin her tarafından kefenlerimizi giyinmiş şekilde Suriye sınırına akın etmeliyiz.

Bangladeş’te İslam düşmanı Şeyh Hasina Vecid devrilmesi ve ülkeden kaçmasının ardından bir açıklama yapan Bangladeş Cemaat-i İslami lideri Dr. Şefikur Rahman, “Bangladeş’imizi diktatörlerin pençesinden kurtaran Allah’a şükürler olsun” ifadelerini kullandı.

Kerkük yine gündemde. Lakin İslam kardeşliği ile değil, Türkmenlik, Kürtlük, Araplık tartışmasıyla maalesef. "Kerkük bir İslam şehridir" denilse anında bitecek olan bir tartışma, ortaya ırklar ve ırkçılıklar girince uzayıp gidiyor, çatışma sebebi oluyor. Peki Kerkük'ün dili olsaydı bu tartışmalara dair ne derdi?

Bugün, Türkiyeli Müslümanların yarım asrı geçen mutedil tevhidi birikimleri maalesef bu iki yönden kemirilmekte, alenen yok edilmektedir.

Şükrü Hüseyinoğlu: Bugün yaygın bir istikamet krizi yaşandığı, maalesef acı bir gerçektir. Rabbimiz “Haktan sonra dalâletten başka ne vardır?” (Yunus 32) buyurarak, hak ile dalâlet arasında bir “ara form” olmadığını, bir anlayış ve işleyişin ya hak, ya dalâlet olduğunu bildirdiği halde, bugün maalesef İslami bağlamından koparılmış ve tamamen reel politik bir yaklaşıma indirgenmiş bir “maslahat” algı ve söylemiyle, bâtıl bir işleyişe destekçi ve taraftar durumuna düşen ciddi bir potansiyelin varlığına tanıklık ediyor ve gerçekten çok üzülüyoruz.

Kudüs’teki Yüksek İslami Heyet Başkanı İkrime Sabri, 24 Mart Cuma günü cemaatin Mescid-i Aksa’ya akın etmesinin düşmanı kızdırdığını ve Müslümanları sevindirdiğini söyledi.

Kutub, gavs gibi, kainat ve insanlar üzerinde (haşa) tasarruf etki ve yetkisine sahip olduğu kabul edilen "ricalul gayb" şirk inancının tam göbeğinde bulunan, yaşayan veya ölmüş şeyhlerden istimdadda bulunmayı dini bir öğreti olarak vaz eden, rabıta inanç ve pratiğiyle "aracı ilah" şirk anlayışını yaşatan batınilik temelli inanç sahibi bir topluluğun "Ehl-i Sünnet anlayışı" çerçevesinde değerlendirilmesi, tabii ki abesle iştigal, maalesef apaçık bir cehalet ürünüdür.

Grant’ın özel bir misyonla gönderildiğini tahmin eden resmî makamlar Türkiye’nin din hususunda Lozan’da verdiği sözü tutmaktaki sebatının sınanmak istendiğini düşünmüş olmalıdır. O yılların bazı uygulamaları bu çerçevede atılmış adımlar olarak görülebilir.

Bulunduğu grup veya cemaat içinde kendini ve kendi inancını ilgilendiren konularda görüşünü ifade edemeyen, görüşüne değer verilmeyen fert, sağlam bir kişilik ve karaktere sahip olamaz.

Bir tarikat şeyhi ölmekle İslam anlayışı, tasavvuftaki mevkii, İslam’a taban tabana zıt görüşleri de ölmemektedir. Ona gösterilen saygı ve hürmetten, onun görüş, düşünüş ve fikirleri, yaşam biçimi de payını almaktadır. İsmailağa Cemaati diye anılan tarikat, liderlerine ihtiram göstermekten öte, o cemaatin bütün üyeleri gibi bir beşer olan bir kişi nasıl rab edinilir, onun örneğini vermektedir. Kur’an’ın onca uyarılarına, Rasulullah’ın (sav) sakındırmalarına rağmen, büyükler ve reisler Allah’tan başka rab, şerik ve endâd edinilmektedir. Fani bir beşerden, bir ilah yontulmakta, İslam’ın şirk hakkındaki bütün uyarıları hiçe sayılmaktadır.

Aşırılıkları tamponlayabilmek için, hakikatin derinliğine nüfuz etmede acele etmemek, her gruptan müslümanlarla ve farklı cemaatlerle diyalog ve karşılıklı fikir alışverişini önemsemek, hâdiselere çok yönlü ve geniş bakmaya gayret etmek, araştırmaya önem verip taklit ve donukluktan kurtulmak, ahlâken de sabırlı ve hoşgörülü olmak gerekir. Ama, her şeyden önce Kur’an bütünlüğüne vâkıf ve teslim olmak…

Göç araştırmacısı Maastricht Üniversitesi’nden Prof. Hein de Haas Avrupa ülkelerinde 2016’da zirveye ulaşan göç karşıtlığını “ istila miti” kavramıyla açıklamıştı. Bunu bir iklim olarak değerlendirip, “istila” içeriğinin de Hristiyanlık-Müslümanlık ekseninden ziyade, Avrupa toplumlarının din ile irtibatını göz önünde bulundurularak, “zengin ülkelerin, yoksul ülkeler tarafından istilâ edildiği”ne çevrildiğine dikkat çekmişti.

Maalesef mevcut laik düzen ve onun tebaası olmayı kabullenmiş halk açısından ezana biçilen konum, ezan minarelerden günde beş defa okunsun, fakat onun şiarları bizim hayatımızı belirlemesin, ülkedeki egemen nizam haline gelmesin şeklindedir.

Mehmet abi, seküler sisteme hiçbir zaman eğilim göstermedi. Birilerinin zamanla methiyeler dizdiği laiklik, demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi süslü kelimelere kanmadı. Allah’ın ayetlerine karşı savaş açan her düşünceden beri olduğunu yaşamıyla gösterdi. Sistem içi mücadele taraftarı olmadı. Geleneksel bir islamın da taraftarı olmadı. Tasavvuf gibi, çeşitli geleneksel cemaatler gibi ya da muhafazakarlık gibi temeli İslam akidesinden uzak İslam soslu hiçbir düşünceye de meyletmedi. Aksine onlara karşı Kur’ani bir bilinçle mücadele etti.

Muhafazakâr dindarlık ile İslâmî yaşamsal olgular sıfır toplamlı ilişki üzere seyrediyor. Muhafazakâr dindarlığın talepleri dünyevîleşme ve bireyselleşmeyi aşamadığı gibi bilakis sekülarizmi besleme eşiğinde ilerliyor. Bu değerlendirmeyi, maalesef söylemlerinde ciddi İslâmî iddialara sahip niceleri için de yapmak mümkündür.

Türk Yahudi Toplumu ve ‘İslam Ülkeleri Hahamlar İttifakı’ üyelerinden oluşan geniş bir yahudi heyeti külliyede kabul eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye-İsrail ilişkilerinde ‘normalleşme’ gerektiğini savundu, bu konuda Yahudi cemaatin desteğini istedi.
Makaleler
Hava Durumu