"Mü'min şahsiyet, zorbalara meydan okumayı gerektirir"

Özgür-Der Çorum Şubesi'nde “Mümin ve Müminelerin Birbirlerine Karşı Sorumlulukları” konulu seminer sunan Müjgan İslam, Mü'minler olarak haksızlığın, zorbalığın, sömürünün, baskının, zulmün, işkencenin, sahtekârlığın, kötülüklerin sahip olduğu dünyada bütün bunlara meydan okuyan şahsiyetler olmamız gerektiğini söyledi.

27-05-2010


Kur'an-ı Kerim'de müminlere emredilen ayetlerde ilk etapta içinde bulunulan cahili değerlerden, geleneksel ve modern sapmalardan zihinsel bir ayrım ve arınmanın vurgulandığını belirterek konuşmasına başlayan Müjgan İslam, vahye muhatap olan ilk mü'min ve mü'minelere de baktığımızda cahili Mekke toplumundan öncelikle zihinsel bir hicretin söz konusu olduğunu, zihinsel arınmayla beraber İslami şahsiyetin oluştuğunu ve bu süreçten sonra mekânsal bir hicret gerçekleştiğini belirtti.

Mü'minler olarak haksızlığın, zorbalığın, sömürünün, baskının, zulmün, işkencenin, sahtekârlığın, kötülüklerin sahip olduğu dünyada bütün bunlara meydan okuyan şahsiyetler olmamız gerektiğini belirterek sözlerine devam eden İslam, meydan okumamız sadece sözde değil, daha ziyade tutum ve davranışlarımızla, yaşantımızla gerçekleşmelidir. Mü'minler tüm bu olumsuz özelliklere karşı adaletin, iyiliğin, ahlakın, doğrunun temsilcileri olarak ve çoğu zamanla var oldukları toplumda sayı itibariyle azınlıkta kalabilirler, ancak bunun sebebinin taşıdığımız mesajımızdan mı yoksa kişisel sorunlarımızdan mı kaynaklandığını iyi tespit etmemiz gerektiği söyledi.

İslami bilincin hâkim olmadığı geleneksel toplum yapılanmasında çoğu kez kadın erkek ilişkileri açıktan ilan edilmese de amansız bir rekabet anlayışı üzerine oturtulduğunu belirten İslam, geleneksel yaklaşım ve modernizmin karı koca ilişkisinde rekabeti esas alan ve kadın ve erkeği birbiri ile baş etmesi gereken amansız rakipler olarak telakki eden bu çarpık yaklaşımına karşılık âlemlerin Rabbi olan yüce Allah kadın erkek ilişkilerinde rekabet değil, velayet esasına göre oturtturduğunu ayetlerden örnekler vererek anlattı.

Yüce Allah'ın mü'min erkek ve kadınlara zemininden ırmaklar akan içinde sürekli kalacakları cennet vaat ettiğini hatırlatan İslam, konuşmasına şöyle devam etti:

"Mü'min kimliğinin yansımaları ile sözlerimiz, eylemlerimiz, özlemlerimiz ve tepkilerimiz insanlara Allah'ı, kitabı, ahireti hatırlatmalı. Sıradan bir hayat yaşayıp giderek, daha fazla sıradanlaşmaktan kaçınmalıyız. Bu fasit daire mutlaka kırılmalı. Allah için yaşayıp, onun belirlediği kurallar dâhilinde hareket etmek ve onun uğruna ölmek şiarını esas edinmeliyiz." diyerek konuşmasını tamamladı.

Program, soru cevap bölümünü ve karşılıklı görüş alış verişlerinden sonra sona erdi.

Etiketler : #Mü'min   #şahsiyet   #   #zorbalara   #meydan   #okumayı   #gerektirir   
YORUMLAR
  • HUSEYIN SASMAZ   29-05-2010 20:25

    İDEOLOJİK VE VAKIAYA TESLİMİYETÇİLİK DAVETLERİ ARASINDA DEĞİŞİM DAVETÇİLERİ -------------------------------------------------------------------------------- Çökmüş bir toplumda ideolojik davetin aynı zamanda siyasi bir hareket olduğu bilinen bir olgudur. Böylesi bir davetin söz konusu toplumu kalkındırmaya yönelik, aksiyonu zorunlu kılan bir misyonu vardır kuşkusuz. Toplumun, içinde bulunan yaygın ve egemen değer yargılarının ve toplumda uygulanır durumdaki sistemin düşüklüğü/düzeysizliği ile toplumun çöküşü arasında nasıl bir paralellik varsa yine, toplumun içindeki egemen yaygın değerler silsilesinin ve toplumda uygulanır durumdaki sistemlerin ileriliği/düzeyliği ile toplumun kalkınması arasında aynı paralellik vardır. O halde ideolojik bir davetin misyonu, toplumu; sistemlerinin ve üzerinde egemen olan yaygın anlayışlarının değişimi ile değiştirilmesi noktasında olacaktır. Yani söz konusu ideoloji ile tastaban çelişir durumdaki değer yargıların, sistemlerin, duygu ve düşüncelerin; doğru ve düzeyli değer yargıları, sistemler, duygu ve düşünceler ile yer değiştirmesi için, egemen olan yaygın anlayışlar ve sistemler ile bir anlamda çekişme yolu ile değişim. Bu, ideolojik davetin; ortaya çıktığı ilk günden bozuk/yozlaşmış yapı ile çatışması anlamına geliyor. Çünkü o, insanların içinde yaşadıkları yapıya/statükoya tamamen yabancı yepyeni bir şey getiriyor. Sahip olduğu geleneksel anlayışları ve yaygın kanaatlerine sımsıkı sarılışı ve bunlardan kendisini kolay kolay soyutlamaması toplumların tabiatındandır. Belki de bu durum insanların söz konusu anlayışları ve düşünce tarzlarından soyutlanıp, duygularının bu yeni çerçeve ile çizilmesi sürecinin aşılması için, sabır ve kararlılıkla, sıkı bir çekişme, kesintisiz bir çatışma ve uzun yıllara varan yoğun bir aksiyonu zorunlu kılacaktır. Bundan dolayı toplumun değişimi ve bu değişim paralelinde kalkınması isteminde olan tüm siyasi yapılanmaların ilk günden beri insanların tepkisi ve kayıtsızlıkları ile karşılaşmaları sürpriz bir gelişme değildir. Çünkü davetçiler bu durumda insanların mizaçlarına/karakterlerine yabancı veya ters bir fenomeni seslendiriyor, onların adet ve geleneklerine/ statükoya karşı çıkıyorlardır. İşte bu da, toplumun, tüm bu çabaları, genel anlayışlarına yönelik bir tehdit ve kutsala benzer bir yapı arzeden geleneklerin dışına çıkışı zorlayan bir olgu olarak yorumlamasından kaynaklanmaktadır. Tarihsel hadiselere bir baktığımızda her yeni davetin, kayıtsızlık, varolan statükoyu koruma ve şiddet reaksiyonu ile karşılaştığını görüyoruz. Özellikle de çöküntüye uğramış toplumlarda. En çok da Rasullerin davetlerinde bu fonemen ile karşılaşılmaktadır. Genelde çökmüşlüğün zifiri karanlıklarında boğulan toplumlara gönderilen peygamberler, insanları akli akide temelli bir dine inanmalarına davet ediyorlardı. Bir anlamda onların fikri açıdan kalkınmaları noktasında fonksiyonlarını icra ediyorlardı. Ama hep de alaylanma, şiddet, eziyet ve ağır yaftalarla karşı karşıya bırakılmışlardır. Yüce Allah'ın şu sözünü bir düşünelim: "Yazıklar olsun o kullara ki, ne zaman kendilerine bir peygamber gelse hemen onunla alay ediyorlardı." * "Bunun gibi, bunlardan öncekilere de hiç bir peygamber gelmemişti ki, bir sihirbaz yahut bir deli demesinler." * Şimdi de kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlayan kavim ve toplumları sıralayan şu ayetlere bir göz gezdirelim: "Onlardan (Kureyş’ten) önce Nuh'un kavmi de yalanladı. Kulumuzu (Nuh’u) yalanladılar da: deli dediler ve onu tebliğden men ettiler. Nihayet o da Rabbine dua ederek; ben mağlubum bana yardım et, dedi." * "Semud kavmi uyarıları tekzib etti. İçimizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık şaşkınlık ve delilik içinde oluruz. O kitap, aramızdan ona mı verildi? Hayır o, yalancı bir şımarıktır, dediler. Yarın bilecekler yalancı şımarık kimmiş!" * Buradan hareketle diyoruz ki, ilk çıkışı ile toplumun etrafında öbeklenmesi, söz konusu siyasi hareketin başarılı olduğu anlamına gelmez. Aksine bu durum, söz konusu davetin bir gün söneceği ve biteceğinin göstergesidir. Niçin? Çünkü toplumların, kendi hedeflerini, yaygın anlayışlarını ve düşüncelerini temsil edenin etrafında çevrelenmesi, onun genel niteliğindendir. Eğer çökmüş bir toplumda daha ilk günden bir siyasi hareket etrafında çevreleniliyorsa bu, o hareketin söz konusu toplumun formasyonlarını taşıyor olduğunu gösterir. O hareket, toplumun sahip olduğu düşünceleri, genel kanıları ve anlayışları taşıyordur. Yani bu, o hareketin yapılanmasının toplumun niteliğinden farksız olduğu anlamına gelir. Çökmüş durumdaki bir toplumda siyasi hareketlerin misyonu eğer o toplumu kalkındırmak ise, söz konusu hareketlerin sahip olduğu düşüncelerin, toplumun genel şartlarına zıt, duygularının da toplumdaki egemen duygularla çelişir olması kadar doğal bir şey olamaz. Yani o, toplumun sahip olmadığı ve onunla o toplumu değiştirebilecek bir düşünceye sahiptir. Yoksa onun var oluşunun bir anlamı olmaz. Belki de -böylesi yapılanmaların- hiç olmaması daha iyidir. Çünkü belirli bir formasyon paralelinde insanları belirli bir düzeye getirmek isteyenin öncelikle kendisinin o düzeyde olması gerekir. Zira, belirli bir şeyi kaybetmiş olanın da bir başkasına hiç mi hiç sunamayacağı bir gerçektir. İşte ideolojiye bağımlı ideolojik daveti, statuko düzleminde yürüyen statükoya/vakıaya teslimiyeti davetten ayıran temel nitelik budur. Vakıaya teslimiyetçi davetler; ümmetin yaşamış olduğu vakıanın/durumun bozukluğunu ve bir değişimin zorunluluğunu hisseden, fakat toplumun içinde bulunduğu problematiği, ne toplumun kalkındırılmak istendiği düşünce yapısı ne de bu çizgide belirlenen hedefe ulaşma noktasında izleyeceği metodojilik süreç üzerinde bir düşünce yorgusuna önceliği tanımadan, basit hissin/salt algının hemen aktivitasyon sürecine dönüştürüldüğü davetlerdir. Böylesi bir hareket elbette hiç analizi yapılmamış salt refleksli bir takım ama çoğu da hedefsiz/gayesiz çabalar serdedecektir. Reel açıdan bakıldığında onun tüm çabalarının referansını, içinde yaşadığı bozuk/yozlaşmış yapının oluşturduğu kolayca görülecektir. Yani o, içinde yaşadığı vakıayı/statukoyu çözümün konusu olarak görme yerine -tüm bozukluğuna rağmen- çözümün refere edildiği kaynak olarak görmektedir. İşte böylesi bir durum, onun tüm aktivetisini yozlaşmış olan statuko ile beraber şekillendirmesi ve söz konusu toplumun temel dinamikleri ile özdeşim kurma gibi bir poradoksu sonuçlandıracaktır. Son tahlilde böylesi davetler, o çökmüş olan topluma egemen genel kanıları, değer yargıları, duygu ve düşünceleri ifade eder olmaktan öteye geçmeyecektir. Toplumların, kendi geleneksel değerlerini, eğilimlerini dile getirene daha çok adapte olduğu gibi temel niteliği göz önünde bulundurulduğunda, insanların böylesi davetler etrafında ilk günden halkalanacaklarını söylemek kolay olacaktır. Böylesi davetler, aynı zamanda toplumun yaşadığı yozlaşmış yapının daha da çok kemikleşmesine/ kronikleşmesine yarayacak gerici davetlerdir. Özellikle de dejenere olmuş toplumun genel kabullerine ve düşüncelerine, fıkıh, ilim ve şer'i motifler giydirildiğinde, şer'i deliller ve fıkhi normlar ile bezendiğinde. İşte böylesi bir toplum, hedefleri ve genel kanılarını temsil eden söz konusu davetlerden ancak ve ancak ideolojik davetçilerin etkinliği ile kalkındırılabileceğinden soyutlanabilecektir. İdeolojik davetler, o statukonun yozlaşmış yapısını hissetmiştir ve toplumdan tamamen farklı normlara sahiptir. O bu hissedilişten sonra proplematiğin ana unsuruna ulaşmak için, içinde bulunduğu konjektürü analize tabi tutacak ve onun kritiğini (derin araştırmasını) yapacaktır. Nitekim proplemi bilmeyenin çözüm üretmesi olanaksızdır. Toplum içinde bulunan genel savları, değer yargıları, duygu düşünce ve sistemleri ile yozlaşmış olan formasyanları karşısında doğru olanın bilinmesini sağlayacak; toplumun içindeki parazit, yanlış duygu ve düşüncelerin bilinmesinin yanında, ihtiyaç duyduğu duygu ve düşüncelerin doğru adresini gösterecektir. İnsanların işlerini idare eden sistemlerin gerçek içeriğini kavramasını sağlayacak düzeyde bir analize, derin bir araştırmaya yönelecektir. Daha sonra da proplemlerin doğru çözüm noktalarını araştırmak için ideolojisine -bizim için bu İslâm’dır- dönecektir. Söz konusu çözüm elbette toplumun kökten değişimini sağlayacak sistemler ve hayata bakış açılarının değişmesidir. İdeolojik davet, toplumun değişimi için istediği çözüm arayışına koyulurken, insanların yaşadığı yozlaşmış vakıadan asla etkilenmez. Bu bağlamda üretilecek çözüm, bütünü ile toplumun soluklandığı düzeysiz vakıadan uzak olmalıdır. Ayrıca vakıaya teslimiyetçi hareket, içinde bulunduğu yozlaşmış yapının çemberini kıramaz, tüm çözüm ve önerilerini oraya dayandırır. İdeolojik hareket ise, -toplumun içinde bulunduğu durumu- iyiden iyiye anlayabilmesi ve ümmeti kalkındırmasına yönelik çizmiş olduğu stratejik aşamaya geçebilmesi için, kendisini kuşatan tüm atmosferi ve vakıayı aşacaktır. Bu analizden sonra, kalkınma ve ilerleme kulvarında beraber yol almaları için topluma dönecek ve elinden tutacaktır. İşte ideolojik söylem, toplumdan tamamen farklı olan daveti ile toplum karşısına çıkmaya başlar. Artık eski olan ile ideolojik davetin taşıdığı yepyeni düşünce arasında; bir yandan topluma hükmeden sistemlerin siyasi formasyonları ile yeni daveti taşıyanların söz konusu çizgide ürettikleri alternatif çözümler arasında bir çatışma başlayacaktır. Belki bu durum ilk tahlilde ideolojik hareketin reel gerçeklerden uzak ve marjinal olduğu görüntüsünü verip, insanlarda kendi toplumları ile hiç bir ilişkisinin olmadığı gibi bir izlenim oluşturabilir. Ancak bu sonuç, gerçekte davetçilerin olmaları gereken çizgide oldukları müjdesini veren ve davetçiyi rahatlatması gereken bir durumdur. Çünkü onların karşılaştıkları, tarihi süre

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN