SÂBİTELERE VE GÜNCELE DAİR (MAYIS)

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

02-07-2017 12:12


İnşallah bundan böyle, gündelik kimi hâdiseleri sâbitelerimiz ışığında değerlendirmeye çalıştığım ve yanı sıra doğrudan sâbitelerimizle ilgili hatırlatmalarda bulunduğum, sosyal paylaşım sayfamdaki günlük paylaşımlarımı, aylık periyodlarla “Sâbitelere ve Güncele Dair” başlığıyla İslam ve Hayat okuyucularıyla buluşturmaya çalışacağım.

 

Bu formatın ilki olarak, Mayıs ayındaki kimi gelişmeler ve sâbitelerimize dair yazdıklarımı dikkatlerinize sunuyorum: 

 

60'lı yıllarda başlayan tevhidi bilinçlenme süreciyle birlikte "Türkiyecilik"ten, sağcılık, muhafazâkarlık, devletçilik gibi modern cahiliye anlayışlarından arınma yoluna giren ve 90'lı yıllarda net-berrak İslami kimlikle ciddi bir temsiliyet ortaya koymaya başlamış olan Türkiyeli Müslümanların önemli kısmının,

 


28 Şubat sonrası gelen AKP dönemi ile birlikte, AKP'ye ve onun üzerinden mevcut cahiliye düzenine entegre olma yoluna girerek yeniden 60'lı yılların öncesi algı ve anlayışlara rücu etmesi (irtica), ibretlik bir vakıadır ve gelecek nesiller tarafından mutlaka bir ibret vesikası olarak değerlendirilecektir.


Tevhidle, modern ve geleneksel her türlü cahiliyeden ve her türlü cahili otoriteden ve tüzel kişilikten beri olma bilincine ulaştıktan sonra, Kur'ani/Nebevi ölçülerden koparılmış bâtıl bir maslahat algısıyla o cahiliyeye yeniden rücu etmek ne büyük bir aldanış ve ne büyük bir ziyandır.

AKP'de değişen bir şey yok. 2003'te Bush'la, Irak işgali öncesi 1 milyar dolar için "at pazarlığı", 

 


Bugün Putin'le, Suriye katliamı gölgesinde "domates pazarlığı".

 


Yaşasın zâlimler için Cehennem.

"Nakşibendilik ve Rabıta" kitabının yazarı, eski Nakşi şeyhi Ferid Aydın önemli bir Nakşi şeyhi olan babasının, Hint kaynaklı bir şirk eylemi olan Rabıta'yı kastederek şöyle dediğini söylüyordu: "Bir Hint batağına girdik, bir daha da çıkamıyoruz."

 


Maalesef bizim Müslümanların çoğu da, 28 Şubat sonrası gelen AKP döneminde öyle bir demokrasi-liberalizm batağına daldılar ki, bu bataktan, temelden bir akidevi muhasebe ve buna dayalı nasuh tevbesi olmadan çıkmaları maalesef imkânsız.

 

Namazda Rabbimize secde ettik,
Yeryüzünde tağutlara, cibtlere kıyam etmek için.

 

Ey müslümancıklar!
İBB Başkanı Topbaş'ın FETÖ'den tutuklu damadının tahliyesine verdiğiniz tepkinin hiç değilse yüzde 1'ini niçin Adana'da Müslüman kadının örtüsüne bizatihi polis memurlarınca el uzatılması ve Hükümetin buna sessiz kalması karşısında göstermediniz?

Vakitleriyle, rükunlarıyla ve rekatlarıyla belli ve sabit bir forma sahip olan namazın bu formunun yok sayılarak, Kur'an'ın bu forma dair açık ayetleri ve işaretleri ile Allah Rasulü'nün (a.s.) bize mütevatiren ulaşan örnekliği görmezden gelinerek, çeşitli kelime oyunlarıyla namaza dair, "formu olmayan dua", "tazarrulu niyaz" gibi tanımlamalarda bulunanlar büyük bir sapkınlık içerisindeler. Bilinçli veya bilinçsizce Allah'ın dininin bir temel direğini yıkmaktadırlar. 

 


Bununla birlikte, içinde dua bulunmayan, Rabbe yakarış yer almayan, secdesinde Rable hasbihalin, O'na niyazda bulunmanın olmadığı bir namaz da Rabbimizin ikame etmezi istediği ve Rasulünün bize öğrettiği bir namaz olmamaktadır. Rükuda ve secdede asgari olarak okunması öğretilen tesbihatın dışına çıkmayan bir statikleşmiş namaz algısı doğru değildir. Namazlarımızı niyazlarımızla, dualarımızla, okuduğumuz ayetleri tefekkürümüzle dinamikleştirelim, diri ve dirilten bir inşa ibadetine dönüştürelim

….

 

Arif Nihat Asya vatan-millet şiirleri yazmış bir şair. İslam'a dair bir birikimi ve duru bir anlayışı söz konusu değil.
Mustafa Öztürk, meal yazacak, Kur'an ve İslam'a dair onlarca kitap ve makale kaleme alacak derecede birikimli bir ilahiyat profesörü.
İmdi:
Mustafa Öztürk, "Tebbet Suresi bugüne bir şey söylemiyor" (haşa) iddiasında bulunurken,
Arif Nihat Asya, "Ebu Leheb ölmedi, Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor" mısrasıyla Kur'an'ın bu konudaki güncelliğini çok etkili şekilde dile getiriyor.
Soru: Tebbet Suresi'ni şair Arif Nihat Asya mı daha iyi anlamış, yoksa koskoca (!) ilahiyat profesörü, meal yazarı Mustafa Öztürk mü?

Akidemiz bizim sâbitemizdir. Akidesizlik sâbitesizliktir. Ve bugün küreselde ve yerelde Müslüman olduğunu söyleyen insanların çoğunluğunun yaşamakta olduğu en büyük sorun maalesef sâbitesizliktir. Akide net olmalıdır. Akidede kararlılık/sebat esastır. Hayatta pratik karşılığı olmayan bir akide, akide değildir, hiçbir anlam ve değeri yoktur.

Erdoğan'ın dün (3 Mayıs 2017), çocuk katili Piton'la görüşmesinin ardından ortak basın toplantısında yaptığı şu açıklamalar bile "İslami çevreler"de makes bulmuyor, bir itiraza konu olmuyorsa, kimse İslam'dan, Müslümanlıktan filan bahsetmesin lütfen:

 

"Dünyanın diğer bölgelerinde çocuklar neşe içinde oynarken, baharın, yeşilin güneşin güzelliğini doya doya yaşarken Suriyeli çocukların ölümle burun buruna gelmeleri bizlerin ortak acısıdır... Masumların çığlıklarına kulaklarımızı kapamadan sorunu çözmeyi sürdüreceğiz. Dostum Putin de bu sorunu çözmeyi samimi şekilde arzu ediyor."

 

Kimsecikler sormasa da biz soralım: O çocukların katili ve katillerinin hâmisi, birlikte açıklama yaptığınız o Piton değil mi sayın Erdoğan? Evet, çocuklarımızı her türlü bomba ve füzelerle katletmekte gayet samimi bu Piton. Lütfen insanları daha fazla salak yerine koymayın.

- Adı ne olursa olsun tüm terör örgütlerine karşıyız. Terörün iyisi-kötüsü olmaz.

 

- Çok güzel. Peki üslerinizde barındırarak yardım ve yataklık ettiğiniz ABD ve karşılıklı aşk ilanlarında bulunduğunuz Rusya dünyadaki en etkili terör örgütleri durumunda değil mi?

 

- Şey, yani, fakat...

 

Ey Müslümanlar! 
Yeniden ve fakat bu kez sağlam zeminde iman etmek istiyor muyuz?
Cevabımız "Evet istiyoruz" ise, ki dünya ve âhiretimiz için öyle olmalıdır.
O halde yapmamız gereken şudur: İslam'ı kendimize, hevamıza, sınırlı aklımıza, mezhebimize-meşrebimize, kavmimize-vatanımıza, hocaefendilere, reislere vs göre değerlendirmeyi acilen ve kesin bir tutumla terk edip,
Tüm bunları İslam'a göre değerlendirme bilincine ulaşmaktır.

Recep İvedik adlı ahlaksız, seviyesiz sinema filmi rekorlara koşuyormuş.

Birileri "Bu toplumun yüzde 99'u Müslüman" mı demişti. Rabbimizin dini İslam'ı, bu cahiliye toplumundan tenzih ederiz.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hindistan dönüşü uçakta yaptığı açıklamayla Pelikancı-“İslamcı” tartışmasında Pelikancı ahlaksızlardan yana açık tavrını koydu. "Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki. Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını, milletini seven, parti ilkelerine uyacak insan aramaktır. Ama bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. İşi, kendi belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru', onun dışındakileri de ‘yanlış' addetme noktasına getirdiler" sözleriyle, hem reel siyasetin en ahlak dışı biçimini kutsayan Pelikancı necislere destek vermiş oldu, hem de destekçisi "İslamcı" çevreleri mürit nitelemesiyle tezyif ederek onlara rest çekmiş oldu.

 

 

Bu utanç, (üstelik sonradan Fetullahçılara yaradığı anlaşılan) 2010 referandumundan itibaren, bâtıl sistem içi bâtıl iktidar mücadelesine destek vermek için, yıllarca Kur'ani/Nebevi ilkeler üzere birlikte hareket ettikleri Müslümanları dışlayan çevrelere yeter. Ârun aleykum.

Bizim "İslamcılar" bas bas bağırıp Pelikan çetesinin İslam ve Müslümanlara karşı hadsizliklerini gündem etmeye çalışsalar ve Ak Parti'ye "Ya biz ya onlar" resti çekseler de sonuç ortada: Cemil Barlas denilen yalı çocuğu, A Haber'in kadrolu yorumculuğuna devam ediyor.

 


Yani Ak Parti tercihini çoktan yapmış, fakat bizimkiler halen gerçekler yerine kendi kurdukları hayal dünyasında güzel rüyalar görmeye devam ediyorlar.
Hayırlı uykular, tatlı rüyalar.

Allah Rasulü (a.s.) ve ilk Kur'an nesli döneminde, her şey Allah'ın ölçülerine göre değerlendirilirdi. Bizatihi Allah Rasulü'nün kendisi ve kurup yönettiği devlet de vahyin ölçülerine tâbi olmakla mükellefti ve Bedir'de esir alma hadisesinde olduğu gibi vahye mutabık olmayan bir karar ve uygulama olduğunda hemen ikaz ve tashihe muhatap olunmaktaydı.

 


Kısacası her şeyin vahyin ölçülerine göre değerlendirildiği, vahyin ölçülerine tâbi olmanın meşruiyetin yegâne ölçüsü olduğu bir dönemdi ve bunun için de Asr-ı Saadet olarak anıyoruz ilk neslin dönemini.

 


Ardından hile ve desiseler sonucu, İslam iktidarı yerine kurulan Emevi saltanatında ise, statüko ve yöneticiler İslam'a göre değil; İslam, statükoya ve onun yöneticilerine göre değerlendirilmeye başlandı.

 


Mevcut statükonun İslam'a uyup uymadığı yerine, İslam'ın statükoya uyup uymadığı üzerinde durulmaya başlandı ve İslam'ın, Emevi statükosu açısından yıkıcı görülen kavram ve şiarlarının içi boşaltılmaya, anlam bazında tahrife maruz bırakılmaya çalışıldı.
Gelelim bugüne. Bugün Ak Parti iktidarı mı İslam'a göre değerlendirmeye tâbi tutuluyor, yoksa İslam ve onun kavramları, şiarları mı mevcut statükoyla uyumluluk testlerine ve değerlendirmelerine maruz bırakılıyor?

 


Bu sorunun cevabı çok hayatidir ve bizce cevap (maalesef) çok açıktır.

100-200 İHL açmakla "dindar nesil" rüyaları görenler, şöyle bir sokağa çıksalar, metrobüslere filan binseler de görseler; liberal politikalarının gençliği ne hale getirdiğini.
Bugün bindiğim metrobüsteki çoğu genç kız ve erkeklerden oluşan kalabalığın tuğyan içindeki acınacak halini görünce çaresizlikten Rabbime şöyle dua ettim:
Ya Rab! Bu insanları ıslah et, ıslah olmayacaklarsa fısk ve fücuru yaygınlaştırmalarına fırsat verme, onları bertaraf et.

Adı "Hak-İş". Fakat yaptığı işler hiç de hak değil.
Bu 1 Mayıs'ta Taksim'deki "Atatürk anıtı"na tüm sendikaları temsilen Hak-İş gitmiş ve orada malum ritüeli gerçekleştirmiş.

 


Teklifimdir: Hak-İş'in ismi, “Bâtıl-İş” veya "Putperest-İş" olarak değiştirilsin.

Hamas, yeni siyaset belgesinde 1967 sınırlarına razı olmuyor, sadece bu sınırlar içinde kurulacak bir Filistin devletinin bazı sorunların çözümü için bir adım olacağını söylüyor.
Filistin toprağının hiçbir parçasından ödün verilemeyeceğine işaret edilen belgede şöyle deniliyor: "Bununla birlikte Hamas, 4 Haziran 1967 sınırları içinde başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını- mültecilerin ve sığınmacıların çıkarıldıkları evlerine dönmeleriyle birlikte- ortak milli uzlaşı formülü olarak görmektedir. Bu durum kesinlikle siyonist oluşumun tanınması ve Filistin haklarından ödün verilmesi anlamına gelmemektedir."

Yeni 28 Şubat'tan, yaşanmış taze bir enstantane:

 

 

"-Abi hayırdır, yolculuk nereye?

 

-Ankara'ya, 'Nebevî Yöntem Bağlamında Çağımızdaki İslâmî Hareketlerin Tahlili' paneline gidiyoruz inşallah.

 

 

- Olan-biteni görmüyor musunuz? Manyak mısınız siz!"

 

Evet, Müslümanların önünün açıldığı söylenen Ak Parti döneminde bunlar oluyor işte. İslami hassasiyet sahibi bazı insanlar bile, bir panele gidilmesini tehlikeli olarak görüp, "manyaklık" olarak nitelemeye başlamış durumda.

 

"Manyaklara" selam olsun!

 

Menzil tarikatı mensupları, "Menzil'de Bir Sultan" başlığıyla seydalarının hayatını anlatan bir belgesel yapmışlar.


Bir tarikat mensubu anlatıyor: "Seyda tedavi için Gata'ya getirilmişti. Uzaktan da olsa Seyda'yı uzun uzun izledim. Bu arada epey bir rabıta malzemesi toplamış oldum."
Rabıta malzemesi dediği de seydasının siması. Rabıta ile Mekkeli müşriklerin putlara yükledikleri anlam ve tapınma biçimleri arasında bir fark var mı?


El cevap: Yunus Suresi 18. ve Zümer Suresi 3. Ayetlere bakınız.

 

Müslüman için aslolan imanıdır, akidesidir, Rabbi ile yaptığı akitleşme üzere sabit kalması gereken istikametidir. Müslümanın vatanını, milletini, bayrağını akidesi belirler.
Akide ve istikamet yoksa başka hiçbir şeyin bir anlamı yoktur. 

 


Bu anlamda "vatan" için akidesini, istikametini terk eden veya ikinci plana atan hiçbir Nebi (a.s.) yoktur.


Bilakis, imanı-akidesi ve istikameti için doğduğu ve doyduğu vatanı terk eden, hicret ile imana dayalı vatan inşasına yönelen Nebiler, başta İbrahim (a.s.) ve Muhammed (a.s.) olmak üzere çoktur.

"TSE standartlarına uygun Müslüman" olmamakta direnen,
Vahyin standartlarına tâbi olmakta sebat edenlere selam olsun.

Şirke/Kemalist putperestliğe dayalı mevcut anayasanın, bu şirki sabit kalmak kaydu şartıyla revize edilmesinin oylandığı Referandumda Hükümet niçin beklediği oranda destek bulamadı?

 


Sanırım cevabı şu: Toplum bu defa, A Haber'in öcü söylemine, 28 Şubat veremini gösterip mevcut sıtmaya razı etmeye yönelik propagandasına çok fazla prim vermedi. Sıtmaya daha fazla tahammül edemeyeceğinin sinyalini verdi.

Bir tarafta iktidara hem zihnen hem göbekten bağlı medya organları,
Diğer tarafta iktidara yeminli düşman olan medya organları...
Halk gerçekte olan-biteni nereden öğrenecek?

Hükümetin yeni kankası MHP'ye bağlı Adana Belediyesi, şehirdeki Suriyeli muhacirlerin açtığı işyerlerindeki Arapça tabelaları kaldırdı. Türkçeyi koruyorlarmış. Sevsinler sizi. Madem öyle şehrinizdeki İngilizce tabelaları da kaldırın da görelim.

Bizim insanımız binalarına, arabalarının arkasına "Mülk Allah'ındır" yazmayı seviyor.
Lakin o mülkü paylaşmaya çok yanaşmıyor.

İlkesiz, ölçüsüz, hakkaniyete değil "maslahat" algısına dayalı iktidar anlayışı böyle çürütücüdür işte.


Nasıl ki İran ve İran muhibbi çevreler "maslahat" adı altında Esed gibi bir kanlı kâfirin diktatörlüğünü savunabiliyor, onun kitlesel katliamları karşısında üç maymunu oynama yolunu tercih ediyorlarsa,


Aynı şekilde yaşadığımız coğrafyada da, Müslümanlara öncülük yapma iddiasında olan bir yığın çevrenin, gelinen noktada "maslahat" adına, -Allah'ın emri, Müslüman kadının kimliği- şiarıyla 28 Şubat sürecinde mücadelelerinin temel ekseninde yer alan tesettüre bugün polislerce el uzatılması karşısında bile sustuklarını gördük.

 


Oysa bizim için aslolan, Rabbimizin bildirdiği hayat ölçüleri, ilkeler ve ahlaki değerlerdir. Hiçbir reel politik gerekçe, maslahat algısı ve hiçbir hesap, Rabbimizin ölçülerinin önüne geçemez. Bir yerde reel politiğin ve maslahat algısının, Allah'ın ölçülerinin önüne geçmeye başladığını gördüğünüzde, bilin ki orada iman etkisiz kılınmış, insanlar Allah'tan, O'na ittiba ve güvenden uzaklaşmaya başlamış, izzet yanlış yerlerde aranır olmuştur.

 

İslam ile Tasavvuf temelden ayrı iki dindir.


İslam, insanlara; Allah'ın Rasulleri'ne vahy ile bildirdiği esaslar üzerinden Allah'ı isim ve sıfatlarıyla tanıyıp O'na kulluk etmeyi ve rızasını kazanmayı öğretirken,
Tasavvuf ise mensuplarını; bizatihi Allah'ın zatıyla meşgul olma çabası içine sokar, seyru süluk ile O'na ulaşmak, O'nda fena olmak (fenafillah) gibi insanlar için imkân dışı olan gayelere yöneltir.

 


İlk Rabiatul Adeviyye'nin söylediği bildirilen ve sonradan Yunus Emre'nin de tekrarladığı "Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver onları, bana seni gerek seni" mısraları da tasavvufun bu kendine has yaklaşımını ifade eder.


Oysa İslam, insanlara nihai başarı olarak Rabbimizin hak edenlere bahşedeceği Cennet nimetini gösterir.


Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: 


"Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yerin genişliği kadar olup Allah'a ve elçilerine iman edenler için hazırlanmış bulunan cennete koşuşun. İşte bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadîd, 21. ayet)

...

İlim öğrenmek, iman-amel bütünlüğünden teşekkül eden İslam'ını (Allah'a teslimiyetini) ilim üzere bina etmek her Müslümana farzdır. (Bkz: İsra, 36. ayet)
Bununla birlikte ilmi hangi gayeyle öğrenmeye çalıştığımız da önemlidir. 
Seyyid Kutub misali; yalnızca Allah için, Allah'ın dinini/ahkâmını yeryüzünde hâkim kılmak dâvasına nefer olmak için ilim öğrenenler olduğu gibi,
Seyyid Kutub Mısır'daki çağdaş tuğyan düzenine "Lâ" dediği ve "Yoldaki İşaretler" adlı eserinde halkı da imanın ilk şartı olan bu "Lâ" akidesine dâvet ettiği için idama götürülürken, ona düzen adına eşlik edip idam öncesi "kelime-i şehadet" telkininde bulunmaya kalkışan Ezher hocası gibi, maaş ve kariyer için "ilim" öğrenenler de var.
Ne güzel söylemişti Seyyid Kutub, bu Ezher hocasına: "Sen bu cümleyi idama götürülenlere telkin etmek için maaş alıyorsun, ben ise bu cümleyi söylediğim için idama götürülüyorum."

Çoluk-çocuğumuza Allah ve Rasulünü, Kur'an'ı, Âhiret'i, namazı öğretip sevdirme çabası içinde olmazsak, onların cahiliye bataklığında sürüklenmelerini çaresizce seyretmek zorunda kalırız.
İslami eğitim şart ve bu eğitimin yaşı yok. Anne karnında başlar ve ölüm gelip imtihan bitene kadar devam eder.

Meryem Sûresi 58-61. ayetleri zaman zaman okuyup okutmak lazım.
İnsanlığın imtihan serüveni çok özlü şekilde beyan ediliyor ve imtihanı kazanmanın şartları bildiriliyor bu ayetlerde.
Okuduğumuz, hatırladığımız her Kur'an bölümünde Kitabımızın mucizliğini yeniden, yeniden idrak ediyoruz. Bize bu hayat rehberini bahşeden Rabbimize kalbi, kavli ve fiili ne kadar hamd etsek azdır.

"Derviş çeyizi"nde neler varmış neler. Paralel din anlayışının Menzil versiyonunun Tv kanalında bu adla yayınlanan programın herhangi bir bölümünden öğrenmek mümkün: Kainat üzerinde gaybi tasarruf iddiası şirk ve tuğyanı, "mürşide" tam teslimiyet (yani kula kulluk), ölü tapıcılığı vs vs.
Bu çeyiz, sahibini doğrudan cehenneme götürür, maazallah.
Evet, Tasavvuf kesinlikle İslam'dan apayrı bir dindir. Mensupları bu bataklıktan kurtulmak istiyorlarsa nasuh tevbesiyle tevbe edip, yalnızca Âlemlerin Rabbi'ni ilah ve rab edineceklerine dair akid yapmalıdırlar. (Bkz: Âl-i İmran 64, Tevbe 31 vb ayetler)

"İstanbul'da lale zamanı", "İstanbul'da erguvan zamanı" vs.
Altınız kuru, keyfiniz yerinde tabi.
Halktan ne kadar kopuk olduğunuz buradan belli.

Arap ülkelerinde son yıllarda kendisine kızılan birine yapılan en ağır hakaretlerden biri şu imiş: "Anneni Türk dizilerinde görmüşler."
Türkiye söz konusu dizilerle Arap coğrafyasına "devrim ihracı"nda bulunuyor. Ahlakı, edebi deviren mel'un bir ihraç.

Güzel olmakla birlikte, dayanıksız, kolay solan bir bitki olan gül, tuğyana ve şirke karşı örnek bir mücadele ve inkılabın önderi olan Allah Rasulü'nü (a.s.) sembolize edebilir mi? Tabi ki hayır! Bu sembolleştirme, tuğyana, münkere karşı sessiz “ılımlı İslam” mantalitesi için üretilmiş “ılımlı Peygamber” anlayışının bir karşılığı olsa gerektir.

Dizi izlemeye filan hamdolsun vaktim yok. Bir kardeşimiz akşam anlattı. Ertuğrul dizisinin son bölümünde ta Kayı boyu üzerinden bugünkü sosyo-ekonomik konjonktüre şu mesaj verilmiş: "Şu an düşmanların saldırısı altındayız. Esnaf sıkıntılara biraz daha sabretsin."
Tamam, esnaf sabretsin. Fakat en azından şunu bilmek isteriz: Bu dizinin senaryosunu yazan senarist ile yapımcı ve oyuncular bölüm başına kaç TL alıyor?

Müslüman ümmi değil, Kitabi bir iman ve amel üzere olandır:

"Onlardan bir kısmı ümmidir. Allah'ın Kitabını bilmezler, (bildikleri) kuruntulardan-asılsız şeylerden başkası değildir ve onlar yalnızca zannederler." (Bakara, 78)

“Hakkında bilgi/ilim sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme. Şüphesiz kulak, göz ve kalb; bunların tümü ondan sorumludur.” (İsrâ, 36)

Büyük Şeytan ABD'nin PKK/PYD'yi bir mayın eşeği olarak kullandığı âşikar. (Türkiye'nin "onları değil bizi kullan ey büyük şeytan amca" talepleri de ibretlik). Mevcut durum "Alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete" olayından ibarettir. Ağır silah temini gibi mevcut hamleleri de, bu kullanma sürecinde mayın eşeğini techiz etme gayesinin yanında, Türkiye'ye karşı pazarlık çıtasını yüksek tutmaya yöneliktir. 
Gün gelip game over dediğinde Salih (Gayr-i) Müslim ve 5 - 10 yakın adamına bir adasında sığınma hakkı verir, ABD için ölüme yollanan Kürt gençleri öldükleriyle ve cehennemleriyle baş başa kalır.

Fâsık bir erkek, açık-saçık bir kadına şehvetle bakar.
Mü'min bir erkek ise, bu durumdaki bir kadına ancak şefkatle bakar ve onun tesettürle tanışması ve böylece hem bu dünyada şehvetin nesnesi olma zilletinden, hem de âhirette azabdan kurtulması için dua eder, imkân bulabilirse kendisine İslam'ın hayat mebaı dâvetini ulaştırmaya çalışır.

"Hiç mü'min kişi, fâsık bir kimse gibi olur mu? Bunlar bir olmazlar." (Secde, 18. ayet)

Hey gidi günler. Bizler yıllar boyu, Fethullah Gülen ve grubunun yolunun yol olmadığını, yüzlerinin Allah'a ve Müslümanlara değil, hep kâfirlere ve zalimlere dönük olduğunu, izzeti kâfirlerin ve zalimlerin yanında aradıklarını söylediğimizde başta AKP'liler olmak üzere çevremizdeki dindarların "Müslümanlara dil uzatıyorsunuz" ithamına muhatap olduk.
Gel zaman git zaman söz konusu kişi ve grubu AKP ile çatışmaya başladığında, bu kez AKP'liler ve bilcümle dindar kesimler, F. Gülen'i "kardinal" ilan edecek kadar eleştiride ölçüyü kaçırdılar. 
Biz, bu ithamın haksızlık olduğunu, bir topluluğa olan kinimizin bizi adaletten ayırmaması gerektiğini söyleyerek onları insafa dâvet etmek durumunda kaldık.
F. Gülen ve grubunun geldiği nokta, öncelikle herkes için bir ibret vesikasıdır. Her kesim, öncelikle bu acı kıssadan hissesini almaya çalışmalıdır.
Şöyle ki: 80'li yılların sonunda öğrenci yurtlarında Filistin direnişi videoları izleten bir topluluk, ne ve nasıl olmuştur da 90'lı yıllardan itibaren emperyalizm ve siyonizmin sâdık müttefiki ve dahası giderek hizmetkârı konumuna duçar olmuştur?
Gördüğümüz kadarıyla bu keskin dönüşüm ve kırılmanın temel sebebi, izzet ve başarıyı; Âlemlerin Rabbi'nin yanında, O'nun ölçü ve ilkelerine sadakatte aramak yerine, pragmatist ve İslam'ın ölçülerinden koparılmış-bağımsızlaştırılmış "maslahat" eksenli yaklaşımla mevcut güç ilişkilerine yaslanarak, kâfir ve zalimlerin yanında arama anlayışının acı neticesi olmuştur.
Ey akıl sahipleri, düşünüp ibret almaz mısınız?

Rabbimizin bize öğrettiği ölçü ve ilke eksenli yaklaşım yerine, asırlardır ikame olunan "maslahat" eksenli yaklaşımın saptırıcılığı ve çürütücülüğünü her alanda müşahede etmek mümkün.
Mesela, "kandil geceleri" adı verilen inanış ve uygulamaların İslami açıdan meşru bir dayanağı olmadığı az-çok ilim sahibi olan insanlarca bilinir. Fakat, üretilen çeşitli maslahat algılarıyla, sonradan çeşitli uydurma haberlerle ihdas edildiği bilindiği halde bu inanış ve uygulamalar devam ettirilir.
"Bu geceler, birçok insanın İslam'la arasındaki yegane bağ-köprü durumunda. Bunları da ortadan kaldırırsak arada bir bağ kalmaz" türü maslahat algılarıyla bid'atların yıkılmasına engel olunur.
Oysa bu insanlar Kur'ani ölçü ve ilkelerle meseleye baksaydı, maslahat açısından dahi bu inanış ve uygulamaların zararlı olduğunu kolaylıkla görebileceklerdi. 
Evet birçok insanın İslam'la arasındaki bağlar "kandil" gibi özel gün ve gecelerle sınırlı. Zira bu "özel gün ve geceler din anlayışı" onlarda din adına sahici olmayan bir tatmin oluşturuyor ve bu alandaki açlıklarını gideriyor. Dolayısıyla da aradaki bu yegane bağ-köprü, onları İslam'la sahici bağlar kurmaya sevk etmek yerine, sahici bağlar kurmayı engelleyen paralel bir köprü işlevi görüyor.

Mete Yarar adlı her konunun uzmanı (!), Tv Net'te şöyle diyordu akşam:
"Bir yandan Kudüs'teki ezan yasağına karşı çıkarken, diğer yandan İsrail'le doğalgaz konusunda işbirliği yapmak çelişki değil mi, diye sorulacak olursa, hayır değildir. Hatta ezan yasağı gibi konularda sözümüzü dinletebilmemiz için bu tür işbirlikleri faydalıdır."
Sevsinler senin uzmanlığını ve analizlerini. Bir defa o işbirliği yapılan ve Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınmasına yönelik anlaşmalar yapılan doğalgaz, gayri meşru bir korsan statüko olan siyonist işgalcilerin değil, Filistinlilerin malı.
Yani ortada bir ticari işbirliği filan değil, açıkça bir gasba, bir halkın doğal zenginliğinin çalınmasına ortaklık etmek söz konusu.

Bırakalım tevhid ve adalet gömleğini, emperyalistlerin rızasına nail olabilmek gayesiyle milli görüş gömleğini dahi taşıyamayıp çıkaranların ardı sıra sürüklenen dünün muvahhidlerini ibretle izliyoruz.

M.Kemal'in anne-babası üzerine spekülasyon yapmak, gayri İslami ve gayri ahlakidir. Hiçbir çocuk, anne-babası üzerinden sorgulanamaz, eleştirilemez.
Ancak bir devletin kurucusu olarak M. Kemal'in "özel hayatı", bu coğrafyada yaşayan herkesin sorgulaması gereken bir husustur.
Çankaya köşkünde 1923-1938 yılları arası olup-bitenler, asla "özel hayat" veya "gönül dünyası" denilerek geçiştirilemez, örtülemez.

"Mevlana" (Mevlamız) nitelemesinin Rabbimiz Allah için değil, dalâlet üzere yaşayıp ölmüş bir mutasavvıf için kullanılageldiği bir toplumda yaşıyoruz.
Camilerde her yatsı namazı sonrası Bakara Sûresi 285-286. ayetler okunup durulsa da, ayetlerin meali okunmadığı ve gerekli açıklamalar yapılmadığı için "Mevlana" nitelemesi insanların zihninde malum kişiyle özdeşleşmiş olarak kalacaktır.
Kısacası memlekette yıkılması gereken ne çok put var.

Enfâl Sûresi 40. ve Hac Sûresi 78. ayetlerde de bildirildiği üzere, güzel bir Mevlamız var ve O, bizi güzel arkadaşlarla (Bkz: Nisâ, 69) tanıştırmış, elhamdulillah.
Geriye sadece, Sâd Sûresi'nde 30. ve 44. ayetlerde Süleyman (a.s.) ve Eyyub (a.s.) için denildiği gibi bizlerin Rabbimize güzel bir kul olmamız kalıyor.

Doğu Türkistanlı çoluk-çocuk 21 mazlum kardeşimizin sınır dışı edilmek üzere Zeytinburnu'ndaki evlerinden alınması sonrası birçok Müslümanın "Göç İdaresi, Hükümet'in altını oyuyor" yollu sızlanmalarına tanık olduk.
Yıllardır birçok konuda bu tür bir yorum biçimi karşımıza çıkıyor. Sanki Göç İdaresi veya diğer bürokratik kurumlar bu Hükümet'in emrinde değil! 
Böyle bir itiraz dili olmaz, olmamalı. Bırakalım da altının oyulup oyulmadığını bir zahmet Hükümet mesele edinsin. Şu an bu ülkede her ne haksızlık, sömürü oluyorsa sorumlusu mevcut Hükümet'tir.

Sele kapılmış sürüklenen bir insanı kurtarmak için gayret etmemek, koşuşturmamak, tutunması için bir dal, bir ip bulup atmamak nasıl bir cinayet ise,
O sürüklenen insanın kendisine atılan dala, ipe tutunmak için çaba göstermemesi de intiharla eşdeğerdir.
Aynı şekilde Allah'ın Kitabıyla, onun apaçık-berrak mesajıyla tanışmış insanların, bugünün şirk ve münker bataklığında sürüklenen insanları bu bataklıktan kurtarmak için çaba göstermemesi, dâvetçilikten uzak durması büyük bir cinayet,
Dâvete muhtaç ve muhatap insanların da kendilerini Hablullah'a-Allah'ın ipine (Kur'an'a) sarılmaya ve böylece çağın bataklığından kurtulmaya çağıran dâvetçilere kulak tıkaması onların intiharıdır.

İnsanların çoğu, yaratıcı olarak Allah'a inanıyor, 
Lakin aynı insanlar, Allah'a yaratan ve emreden olarak iman eden mü'minlere irticacı, radikal vb yaftalar takabiliyor.

Kur'ani bilgi ve bilinç üzere "Lâ" ve "İlla" diyecek ve bu sözlerinden hiçbir şart ve konjonktürde şaşmayacak,
Sâbitesizliğin pirim yaptığı bu çağda Rabbani sâbitelerin tanıklığını üstlenecek Müslümanlar aranıyor!

20 küsur ülkenin ordularının teşkil ettiği İslam (!) ordusu var ve yanı sıra başını İran'ın çektiği direniş (!) cephesi var, şu var bu var...
Fakat Kudüsümüz, Mescid-i Aksamız işgal altında ve orada gün aşırı evlatlarımız siyonist işgalciler tarafından yargısız infazlara maruz bırakılıyor ve ne İslam (!) ordusu, ne de direniş (!) cephesi kılını kıpırdatıyor.
Gerçek anlamda direniş cephesini de, İslam ordusunu da Kur'ani/Nebevi çizgide ümmeti yeniden inşa etme yükümlülüğümüz gereği bizler teşkil edeceğiz inşallah ve o zaman coğrafyamızda ne emperyalizmin üsleri, ne siyonist işgal rejimi, ne de ABD veya Rusya işbirlikçisi rejimler barınabilecek.
Çaba bizden, başarı Rabbimizden inşallah.

28 Şubat sonrası karşılarına çıkan ilk limana (Ak Parti limanı), niteliğine bakmadan sığınıveren Müslümanların durumu,
Uzak bir coğrafyayı keşfe çıkan ve fakat yakalandığı ilk fırtına karşısında pes edip en yakın limana dalan kaptanın haline benzemektedir.
Oysa imanımız-akidemiz gereği yola, yeryüzünde fitnenin (tuğyanın, zulmün, sömürünün) yok edilip, Rabbimizin sözünün/ahkâmının hâkim kılınması gibi uzun soluklu bir mücâdele için, sabır-sebat gerektiren büyük bir iddia ile çıkmıştık.
Türkiyeli Müslümanların önemli bir kısmı, 28 Şubat fırtınasını görünce bu imani iddiaları arka plana atıp veya bu iddialardan vazgeçip, neticede cahiliye düzeninin bir parçası ve onu restore ederek "muasır medeniyet" düzeyine kavuşturma dâvâsı güden Ak Parti limanına demir atmakla, maalesef akidevi mevziyi terk etmiş oldu.

Allah'a iman etmekle, Allah'a inanmak arasındaki önemli fark: 
İlkinde; her şeyin sınırlarını çizen, ölçüleri belirleyen, yaratmanın ve emretmenin kendisine ait olduğu, hâkim bir ilah olarak Allah'a teslimiyet,
Diğerinde ise; insanlar için sınır çizen değil, insanlar tarafından kendisine (haşa) sınır çizilen, neye karışıp neye karışmayacağı belirlenen mahkûm bir ilahın varlığını kabullenmek söz konusudur.

(Not: Sâbitelerimiz ve onlar ışığında güncel hâdiselere dair kısa değerlendirmelerimi aktardığım bu yazıları, inşallah bundan sonra iki haftalık periyodlarla dikkatlerinize sunacağım.)

...

Gayenin-hedefin doğru ve iyi olması tek başına yeterli değildir. O gayeye-hedefe gidilecek vasıtaların da doğru seçilmesi ve hedef ile girilen yolun uyumluluğuna dikkat edilmesi gerekir.
Mesela El Kaide, İslam coğrafyasında Amerikan emperyalizminin işgal ve vesayeti sona ersin gayesiyle yola çıktı, lakin bu gaye için seçtiği yol ve yöntem, neticede bu işgal ve vesayetin daha da derinleşmesine yol açtı.
Son yıllarda genelde tüm İslam coğrafyasında, özelde Türkiye'de yaşananlar, bize Kur'anî/Nebevî hareket yönteminin/ilkelerinin önemini bir kez daha ve son derece belirgin şekilde gösterdi.
İbret alıp gerekli dersleri çıkarırsak tarih tekerrür etmez. Ve tarihin nesnesi değil öznesi olur, yeryüzünden fitneyi kaldırıp Allah'ın ahkâmını hâkim kılmayı başarırız inşallah.

Rabbimiz, Ramazan ayına ulaşanların bu ayda oruç tutmasını emrettiği Bakara Sûresi 185. ayette, bu ay inzal etmeye başladığı Kur'an'a güçlü bir şekilde vurgu yapmaktadır.
Bu ayette Kur'an'ın şu özellikleri hatırlatılmaktadır:
1- İnsanlar için hidayet rehberi (Yol gösterici)
2- Hidayetin apaçık belgelerini içeren
3- Hak ile bâtılı birbirinden kesin olarak ayıran (Furkan)
Hangi Kur'an sohbeti, Ramazan'a dair Tv programı, gazete yazısı vs Kur'an'ın bu temel niteliklerine mutâbık düşmüyorsa,
Kur'an'ı hak ile bâtılı ayırd eden bir hidayet rehberi ve onun anlattığı din-i mübin-i İslam'ı apaçık bir hidayet yolu olarak gündeme getirmiyorsa, fasiddir ve merduddur.

PKK adlı kanlı terör örgütünün bölgedeki misyonu, başından beri emperyalizm ve bölgesel güçlerin politikalarına taşeronluk yapmaktır. PYD'si, YPG'siyle PKK en çok zararı da Kürtlere vererek bölgenin kaynaklarını tüketmekte, Kürt gençlerini Esed gibi diktatörlerin ve emperyalist güçlerin mayın eşeği olarak kullandırmaktadır. 
Kürtlerin, "ABD Kürtleri kullanıp atacak" başlıklı şu linkteki 
( http://www.venharhaber.com/… /ingiliz-gazetesinden-iddia- abd… ) haber-yorumun da işaret ettiği bu gerçeğin farkına vararak, kendi geleceklerini ve bölgenin geleceğini karartan bu taşeron örgütlere karşı güçlü bir tavır alması gerekir.

M. Kemal'i eleştiren yazılarından dolayı Derin Tarih dergisi yayın yönetmeni Mustafa Armağan'a 4.5 yıl hapis talebinde bulunulmuş.
Kısacası, döndük dolaştık yine geldik 28 Şubat günlerine.
Hani Kemalistlerin ayinlerinde dile getirdikleri meşhur kasidelerden biri var ya "Atatürk ölmedi, kalbimizde yaşıyor" diye. Hikâye tabi. "Atatürk" öldü de, belli ki Atatürkçülük/M. Kemal tapıcılığı kolay kolay ölmeyecek.

Türkiye'de bürokrasideki dehşet dengesi, dünyadaki nükleer dehşet dengesinden farksız.
Bu dehşet dengesi sebebiyle yolsuzluklar, haksızlıklar kalıcı hale geliyor. 
Yöneticiler birbirlerinin yolsuzluklarını, kötülüklerini görmezden gelerek mevcut çarkı sürdürüyorlar.
Bu durumda da hesaplar hep Âhirete kalıyor.

Kur'an niçin ilk inzal olan surelerden sonuna kadar hep infak, sadaka, zekat, paylaşım, paylaşım, paylaşım deyip durmaktadır?
İnsanların çoğu hep paraya, mala-mülke tapınmaktadırlar, yığdıkça yığmak istemektedirler de ondan. İnsanın ilk yıkması gereken putlardan biri de paraya, mala-mülke olan sevgisidir de ondan.

Kudüsümüzde kardeşlerimiz gün aşırı aşağılık siyonist işgalciler tarafından kalleşçe, hunharca katlediliyor.
Bizler bu savaşın neresindeyiz?
Gerisi fasa fiso.

Başkanlığını AKP milletvekili Reşat Petek'in yaptığı TBMM Darbe Komisyonu, Fethullahçılık benzeri muhtemel yeni oluşumların ortaya çıkmaması için çarenin (!) ılımlı laiklikte olduğuna karar vermiş. Yayınladıkları raporda bunu dile getirmişler.
Oysa bizatihi Fethullahçılık bir "ılımlı İslam-ılımlı laiklik" sentezi projesiydi. Ve bu konuda en büyük ortağı da AKP idi.
Bunlar toplumla resmen alay ediyorlar. Geçmişte Fethullahçıların ılımlı İslam-ılımlı laiklik küfrüne/tuğyanına direndiğimiz gibi, şimdi AKP'nin ılımlı laiklik küfrüne/tuğyanına da direneceğiz.
"Yaratmak da, emretmek de Allah'a aittir..." (A'raf, 54)

"Kıyamet alametleri" mi dediniz? Bakın Rabbimiz ne buyuruyor:
"Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? İşte onun alametleri gelmiştir. (Kıyamet) kendilerine geldikten sonra öğüt almaları onlara ne yarar verir?" (Muhammed, 18. ayet)
"Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Rabbimin katındadır. Rabbinden başka onun vaktini bildirecek yoktur. O göklerde ve yerde bulunanlara çok ağır gelmektedir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onun hakkında bilgi sahibi imişsin gibi senden onu soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler." (A'raf, 187. ayet)

İnna lillahi ve inna ileyhi râciun.
Selam gazetesinden tanıştığımız, çok mütevazi ve babacan bir insan olan Kadir Demirel abi (Son olarak Yeni Akit'in yayın yönetmenliğini yapıyordu) kızıyla damadını barıştırmak için gittiği kızının evinde, damadı tarafından bıçaklanarak katledildi. Rabbim yakınlarına sabır versin.
Bu acı olayda genç kızlar adına çıkarılacak önemli bir ders var: Kara kaşına kara gözüne bakıp ite-kopuğa gönül vermeyin. Sonrasında bu yanlışınızın bedelini anne-babanız ödüyor maalesef. Şahsen bu durumun birçok acı örneğine tanığım.

Şarkı yarışması formunu/formatını alıp içini "Kur'an okuma yarışması" şeklinde doldurmakla ne yapılmış oluyor? 
Kur'an tilaveti; anlama ve yaşamaya matuf bir ibadet olmaktan çıkarılıp, medyanın her şeyi seyirlik bir nesneye dönüştüren ve reyting uğruna kıyasıya yarıştırıp tüketen formuna mahkûm edilmiş oluyor.

Nasıl ki Türkiye'de FETÖ damgası vurulunca her zulüm meşrulaşıyorsa, Irak ve Suriye'de de DAEŞ'le mücadele adı altında her türlü suç işleniyor, katliamlar yapılıyor. Kimsenin sesi de çıkmıyor.

Amr b. Hişam'lar, Velid b. Muğire'ler, As b. Vail'ler, Umeyye b. Halef'ler, Ebu Sufyan'lar, Ebu Leheb'ler de aslında Kur'an'ın hak-hakikat olduğunu, bu mesajın ne şiir, ne sihir, ne de edebi bir metin olmadığını, asla insan ürünü olamayacağını görmüşlerdi.
Bu yüzden de Müddessir Sûresinde belirtildiği gibi ölçüp biçmişler, bir daha ölçüp biçmişlerdi.
Ve neticede Kur'an mesajının; kurulu düzenlerini, hayat tarzlarını, makam-mevkilerini ve onlara Mekke'de ayrıcalık kazandıran konum ve ticaretlerini inkılaba uğratacağını, bu mesajın Mekke'de hâkim olması durumunda köleleriyle eşit hale geleceklerini ve servetlerini toplumla paylaşmak zorunda kalacaklarını gördükleri için, kahrolasıcalar nasıl da ölçüp biçmiş ve neticede yüz çevirmişlerdi.
"Köle ile beni bir tutan bir din olmaz olsun" diye dile getirmişlerdi tuğyanlarını.
Şimdi bunları niçin yazıyorum? Bugün de şu veya bu düzlem ve düzeyde çoğunlukla insanların Allah'ın dinine yaklaşımları çok farklı değil de ondan.
İnkâr düzeyinde de temel mesele bu, "kontrollü, hesaplı iman" düzeyinde de. "Kontrollü, hesaplı iman" derken neyi mi kastediyorum:
Allah'ın diniyle; ancak onu mevcut konumlarına, ferdî ve sınıfsal statükolarına, kısacası tıkır tıkır işleyen mevcut hayat düzenlerine dokundurmadan, Allah'ın dinini o alanlara hiç müdahil kılmadan kurulan mesafeli ve kontrollü ilişkiyi...
İnsanlık tarihinin kahir ekseriyetinde olduğu gibi bugün de insanların çoğunun Allah'ın diniyle ilişkisi maalesef bu iki düzlemde ve düzeydedir. Ya inkâr, ya da kontrollü, hesaplı bir "iman".

Bizler kavramları ucuza kullanmayı çok seviyoruz. Önümüze gelene "Müslüman" pâyesi dağıtmak gibi mesela. Oysa her kavramın ve pâyenin bir hakediş değeri vardır.
Öyle ki, bu durum "müşrik" gibi olumsuz pâyeler için de geçerlidir. Mesela Ebu Cehil'i (Amr b. Hişam), Velid b. Muğire'yi, As b. Vail'i vs hatırlayalım. Şirke dayalı inançları, hayat tarzları ve düzenleri için hayatlarını ortaya koyarak Rasulullah'a (a.s.) karşı savaş verdiler. Bâtıl da olsa inançları uğruna bedeller ödediler.
Şimdilerde, "azaptan koruyan kefen" vs satarak geçinen bazı şirk tüccarlarına "müşrik" denildiğinde bunun haksız bir vasıflandırma olduğunu, şirk ticaretinden geçinen bu tür kişilerin "müşriklik" pâyesini bile hak etmediklerini düşünüyorum. Bu tipler için ancak "şirk tüccarı" pâyesi uygun görülebilir

"Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sacit Özdemir, her Ramazan gündeme gelen imsak tartışmalarına son noktayı koydu" diye başlıyor, bugün muhafazakâr yayın organlarında yer alan haber.
Profesör Özdemir, Diyanet'le birlikte yaptıkları bilimsel çalışma sonucu mevcut imsak vaktinin doğruluğunu ispatladıklarını söylüyor.
Biz de hemen ikna olduk (!) bu açıklama karşısında.
Ya arkadaş, Haleb ordaysa arşın burada. Mevcut takvimlerdeki imsak vaktinde İstanbul gibi yoğun ışıklı bir şehirde bile gece karanlığı o kadar açık görülüyor ki. Siz çocuk mu kandırıyorsunuz bu tür açıklamalarla. Bir de son noktayı koyma yetkisini nereden alıyorsunuz böyle.
Bırakın konu ilmi ölçülerde tartışılsın ve neticede vasat bir çizgiye otursun.

Bir arkadaşımın 7 yaşındaki çocuğu, "Mall Of İstanbul" adlı AVM'nin yanından geçerken babasına aynen şunu söylemiş: "Babacığım buranın ismi niçin böyle, buraya mallar mı geliyor?"
Ah be çocuk, kapitalizm böyle bir şey işte. İnsanları fena halde mallaştırıyor.
(Mallaştırıyor; yani gayesizleştiriyor, hayatı yeme-içme, alışveriş ve eğlenceden ibaret gören bir et ve kemik yığını haline getiriyor insanları.)

27 Mayıs1960 darbesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk darbesi imiş! Çocuk mu kandırıyorsunuz. Bizatihi mevcut rejim, ilk meclise yapılan Kemalist darbenin neticesinde kurulan bir darbe cumhuriyeti değil mi zaten?

2. Abdülhamid, Osmanlı ahalisinden borcundan ötürü hapse düşmüş olanları, şahsi parasıyla borçlarını ödeyerek hapisten kurtarıyormuş.
Abdülhamid Abdülhamid deyip duran muhafazakâr elitlere duyurulur. Haydi onu örnek alın. Pamuk eller banka hesaplarına.

Her gün namazlarımızda defaatle Fatiha Sûresi'ni okuyor ve Rabbimizden bizi sırat-ı mustakîme, yani kendilerine nimet verilmiş olan Nebilerin, sıddıkların, şehidlerin-şahidlerin ve sâlihlerin (selam üzerlerine olsun) yürüdüğü Rabbani yola iletmesini niyaz ediyoruz.
Peki, bu duamızın gereğini yapıyor muyuz? Rabbimizin bize model olarak gösterdiği Nebileri, sıddıkları, şehidleri, sâlihleri pratikte örnek edinmek için çabalıyor, onlar gibi olmaya, onlar gibi Allah'ın yoluna adanmaya gayret gösteriyor muyuz?
Şayet bunu yapıyorsak Fatiha Sûresi'ni namazlarımızda tekraren okumamızın bir anlamı olur. Aksi takdirde, pratikte gereği yapılmayan, fiili duayla desteklenmeyen bir kavli duanın hiçbir anlamı olmaz.
Tıpkı Allah'tan rızık talep eden bir kimsenin, bu duasının fiili gereği olarak rızık-iş peşinde koşması gerektiği gibi. Dua; kalbi-kavli ve fiili dua bütünlüğü içinde anlamlıdır.

ABD-AB küfür cephesinin işgal ve katliam örgütü NATO'nun üyesi laik bir devletin en tepe yöneticisi olarak, NATO zirvesinden gelip ayağının tozuyla katıldığı İmam Hatipliler Derneği mezuniyet töreninde "Ya Rabbi, bizi sırat-ı mustakîmden ayırma" duası yapan bir Cumhurbaşkanı portresi, "Yeni Türkiye"nin özeti gibi.
NATO müttefiki laik bir devletin başında bulunan bir yönetici sırat-ı mustakîm üzere olduğunu düşünüyor, bunu dillendiriyor ve "İslami çevreler"den bir itirazla karşılaşmıyorsa, bu durumda kavramlarımızı yeniden gündeme taşımak ve savunmak şart oldu demektir.

Türkiye AKP yönetimi ile tam anlamıyla "dine saygılı laikliğe" bile geçmiş değil.
4 ay önce gözaltına alınan ve halen mahkemeye çıkarılmaksızın tutuklu bulunan Artvin'den Murat Aydın için gösterilen tek suç unsuru (!) kelime-i tevhid sancağı mesela.
Bir Müslümanın, üstelik evinde inancının en temel sembolünü bulundurmasını bile suç unsuru ve tutuklama gerekçesi gören bir yaklaşım, kusura bakılmasın 28 Şubat anlayışına tekabül etmektedir.
(Not: Bizim akîdemize göre laikliğin her çeşidi bâtıldır. Jakobeni de, "dine saygılı" olanı da. Zira İslam, bir hayat nizamıdır, hükümler bütünüdür. Kendi dünyasını kurma iddiasına sahiptir.)

Toplum, atalardan öyle tevarüs ettiği için Emevi-Abbasi orucu tutmak üzere Ramazan'da diğer 11 aydan daha fazlasıyla marketlere, kasaplara koşturacaktır.
Biz bilerek-bilinç üzere iman edenler ise, Allah Rasulü (a.s.) ve arkadaşları gibi tutalım orucumuzu. Sade, az çeşitli sahur ve iftar sofraları kuralım. 
Ziyafet değil zarafet ve arınma ayı olsun bizim için Ramazan. Kur'an ayı olsun, Kur'an'la zînetlenme, Kur'an'la doyma ayı olsun.

Vatikan'da muhatap olduğu muameleden sona Trump denilen adam muhtemelen "Nereden bulaştım bu başkanlık işine" demiştir.
Adamın manken karısına başörtüsü giydirdiler, Baş Papaz'ın (Papa'nın) huzuruna götürürken karısını ayırıp dakikalarca ayakta boş duvarlara baktırdılar, kendisini de bir süre kapıda bekletip öyle aldılar Baş Papaz'la görüşmeye.
Kısacası "Sen marabasın oğlum, ağababan biziz" mesajını çok kaba bir şekilde ve hoyratça verdiler Trump'a.

AKP'nin liberal politikalarının çarpan etkisiyle ve yine bu politikaların etkisiyle Müslümanların da son yıllarda gardını indirmesi, fiili itirazlarını terk etmesiyle çığ gibi yaygınlaşan fısk-fücur ve münkere karşı bugünden ciddi bir direnç geliştirmez isek,
Üç-beş yıl sonra maalesef iş işten tamamen geçmiş olacaktır. Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir. Benim karınca kararınca canhıraş çabamın sebebi budur.

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.
Muhakkak Allah içiniz ve O'na döneceğiz.
Son dönemin savrulma ve İslami iddiaların terk edilerek bir parti üzerinden laik düzen içi işleyişe entegre olma süreçlerinde, bağımsız duruşunda sebat etmeyi başarmış, nehri geçmeye muvaffak olmuş az sayıdaki Müslümandan biri olan Akif Emre'nin, bir kalp krizi neticesi vefatını teessürle öğrendim.
Rabbimden kendisine rahmet, yakınlarına sabrı cemil niyaz ediyorum.

Düzenli sadaka vermek mi istiyorsunuz?
Evlerinizdeki su şişesi, peynir kutusu gibi plastik atıkları ayrı bir poşette toplayın ve çöp koyteynerinin içine değil yanına güzelce bırakın.
Plastik atık toplayıp geçimini sağlayanlar çok geçmeden atık poşetinizi alacak ve size müteşekkir olacaktır. İnşallah Rabbimiz nezdinde sevabınız da peşin olarak yazılacaktır.

Adapazarı'nda bir kişi almış baltayı eline M.Kemal'in heykeline girişmiş. Niçin yapmış, kimmiş bu kişi bilmiyoruz. 
Fakat her kim ise, bu işi İbrahim (a.s.)'ın balta ile put kırması örneğinden yola çıkarak yapmışsa, ne İbrahim (a.s.)'ı, ne onun baltasını ve eylemini, ne de yine bir put kıran olan Nebilerin sonuncusu Muhammed (a.s.)'ı doğru anlamış demektir.
1- Put kırma işi, gönüllerde ve zihinlerde başlar. Dâvet bunun için vardır. İnsanların putlarını öncelikle gönül ve zihinlerde kıramazsanız, kırdığınız dikili putların hem de daha gösterişlilerini yerine dikmeleri çok kolaydır.
Nitekim tün Nebiler ve tabii ki Muhammed (a.s.) bunu yapmıştır. Putları öncelikle gönüllerde ve zihinlerde kırmıştır ki, bu iş çok meşakkatli ve uzun sürmüştür. Tam 20 yıl. İşin diğer kısmı, yani Kâbe içinde ve etrafındaki dikili putların yıkılması, Mekke'nin fethi sırasında en fazla 10-20 dakikalık bir iş olmuştur.
2- İbrahim (a.s.)’ın, Kur'an'da anlatılan put kırma eylemi, İslami mücâdelede hikmetin, ince düşünüşün, esas olarak insanların kalplerindeki ve zihinlerindeki putları kırma temelli stratejik tutum alışın önemini bize öğretmektedir. 
Dikkat edilirse, İbrahim (a.s.) baltayla put kırma gibi bir ultra şiddet eylemini bile, kaba-sabalıktan son derece uzak, akıl ve hikmet dolu bir eylem şeklinde tasarlamış ve uygulamıştır. Neticede de putların ötesinde, bu eylemiyle putçuluğu yerle yeksan etmeyi başarmıştır. 
Oysa bu tür bir hikmetli eylem yerine, o toplumun kalplerinde ve zihinlerinde putlara bağlılık olduğu halde kaba-saba bir şekilde o putları kırmaya yönelmiş olsaydı, duygusal tepkiyle toplumun putlara bağlılığı artmış olacaktı.
İbrahim (a.s.)’ın eylemi, plan ve uygulama olarak, evet, put kırma eyleminden ziyade putçuluğu kırma eylemidir. Zaten gaye put kırmak olsaydı, en büyük putu ayakta bırakmazdı. O an için putlardan ziyade putçuluğu hedef alan bu eyleminde başarılı olduğu, hedefine ulaştığı da Kur’an’ın tanıklığıyla sabittir.

Gündelik hayatıyla, siyaseti, eğitimi, ekonomisi, kültürü-sanatıyla cahiliyenin hâkim olduğu, Allah'ın dininin ise bizatihi hâkim cahiliyenin "din kurumu" konumundaki Diyanet marifetiyle bu cahili işleyişin bir parçası, onunla barışık ve hatta ona payanda kılınmaya çalışıldığı bir coğrafya ve zamanda yaşayıp da,
Sanki Allah'ın dininin hâkim olduğu bir vasatta, Rasulullah'ın (a.s.) Medinesinde yaşıyormuş gibi mutmain bir hayat yaşamak, 
Şirki, fısk-fücuru ve münkeratı nehyetmeye ve ma'rufu (Yeryüzünde yalnız Allah'ın sözünün hükümran kılınması akide ve pratiğini ifade eden tevhid ve ona dayalı salih amelleri) emretmeye yönelik canhıraş bir çaba içerisinde olmamak bir Müslüman açısından anlaşılabilir bir durum değildir.
Ey iman edenler! İman ediniz...

Diyanet İşleri Başkanı, "İhlas" kavramının yıllardır bir grup tarafından ticari menfaatler uğruna istismar edildiğini yeni keşfetmiş. Günaydın!
40 yıldır süregelen ve köydeki teyzelerin bile bildiği bir istismarı keşfetmeniz için illa "kutlu doğum" konusu üzerinden bu grubun size cephe açması mı gerekiyordu?

ABD başkanına "Kahveni sol elle değil sağ elle iç" telkini ancak bir Suud kralının aklına gelirdi. Müslümanları hangi elle öldüreceğini de öğretseydin bari efendine, bay Suudi Amerika kralı!

Bir önceki ABD başkanı Obama sıkı bir Şii'ydi (!). İran'ın önünü açan politikalar izledi.
Yeni ABD başkanı Trump ise sızma Vahhabi (!) çıktı. Suud'la şimdiden al takke ver külah sıkı fıkı oldu. 
Milyarlarca dolarlık silah satış anlaşması da kotarıldığına göre, birkaç yıl önce Suud ve Türkiye'nin öncülüğünde kurulmuş olan İslam (!) ordusuna Trump'ın şımarık çocuğu siyonist rejimle birlikte bölgede ifa edeceği görevler de biçilmiştir.
Bu durumda tek noksan kalıyor: Ver Mehter'i Erkan Tan, ver Mehter'i!

Açık-saçık dolaşan her kadın, haramı teşvik eden bir nesne ve netice itibariyle şeytanın, insanları harama dâvet eden elçisidir.

Resmi verilere göre, Ramazan'da et tüketimi azalacak yerde aksine epey artıyormuş.
Oruç ayını tersyüz edip ziyafet ayına çevirdik ya, yazıklar olsun.
(Not: Ramazan'da asla iftar sofrası adı altında Karun sofraları kurmayın, bu tür sofraların kurulduğu davetlere icabet etmeyin, etmek durumunda kalırsanız İslami tepkinizi -tabii ki müslümanca- gösterin.)

"Vahiyden Kültüre" kitabının yazarı Celaleddin Vatandaş, Gümüşhane Üniversitesi'nde fakülte dekanı. "Her ile bir üniversite" projesinin eğitim ve bilimde vs fayda getirmek yerine, ahlaki çöküntüyü hızlandıran ve Anadolu şehirlerine taşıyan bir yanlış tasarruf olduğunu söylüyor. 
Gümüşhane'de üniversite ile oluşan hızlı ahlaki çürümeden söz ediyor ve mesela minibüslere binmekten imtina ettiğini söylüyor. Gümüşhane gibi mazbut bir yer üniversite ile bu hale gelmişse durumun vahameti ortada demektir.

"Mustafa Kemal'i niçin terfi ettirmiyorsunuz?" sorusuna Enver Paşa'nın tarihi cevabı:
"Biliniz ki onu paşa yapsanız padişah, padişah yapsanız ilah olmak ister."
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Sh. 58, Dünya Yayınları, Basım yılı: 1961)

Eski 28 Şubat'ta zulme maruz kalanlar buna tepki gösterir, itiraz eder, meydanlara iner, haklarını arardı.
Son 3-4 aydır merhale merhale gelmekte olan yeni 28 Şubat'ta ise insanlar maruz kaldıkları zulmü, iktidar yıpranmasın diye sineye çekiyor, susup kabulleniyor, gündem bile etmiyorlar.
Bugün Yeni Şafak gazetesine baktım, kendi medya gruplarının bir parçası olan Derin Tarih dergisinin toplatılmasını nasıl haberleştirmişler diye. 
Nasılını bırakalım haber bile yapmamışlar. Böyle bir şey olmamış gibi davranmışlar.
Bu nasıl bir çürüme, bu nasıl bir akıl ve vicdan tutulması.

Bugün (19 Mayıs 2017 Cuma) Türkiye'de kitlesel olarak iki ibadet gerçekleştirilecek.
İlki 19 Mayıs törenleri adı altında şehir meydanlarında put/heykel önünde tazim ritüelleri,
Diğeri ise Cuma namazları.
İşin ilginç yanı, birçok insanın hem sabahki put tazim törenlerine, hem de öğlenki Cuma namazına iştirak edecek olması.
Bir husus daha: Ramazan'da iftarını açmak için, birer şirk mabedi haline gelen Zuhuratbaba türbesi, Oruç Baba türbesi gibi mekanlara giden teyzeleri yerden yere vuran şirksavar (!) akademisyenlerimiz, Türkiye'nin merkezî şirk mabedi işlevi gören Anıtkabir'deki ve meydanlardaki şirk ritüellerine iştirak eden insanlar için tek bir eleştiri cümlesi kurmayacak, bugün Türkiye'de hiçbir şey olmamış gibi davranacak.

Tv Net'te "ABD İncirlik üssüne alternatif bulabilir mi?" başlıklı bir haber-analiz...
Analizin neticesi: İncirlik üssü ABD'nin bölgedeki operasyonları için çok hayati bir öneme sahip. Ve çeşitli alternatiflerden söz edilse de İncirlik'in yerini tutacak bir alternatif yok.
Türkiye'nin İncirlik üssü ile ABD emperyalizmine nasıl bir hayat öpücüğü verdiği ortada. Kendisine karşı darbe girişiminin de merkezi olan bu işgal, katliam ve darbe üssünü kapatmaya bile gücü yetmeyen bir yönetimin iktidar olduğu söylenebilir mi?

Haber şu: "Derin Tarih dergisine, son sayısında Atatürk'e hakaret edildiği iddiasıyla toplatma kararı verildi."
Latife Hanım'ın mektupları bu toplatma kararından sonra daha çok merak edilecek ve gündem olacaktır.
Şimdi ben de merak ettim, Latife Hanım "Çakma Napolyon" nitelemesinin altını nasıl doldurmuş diye.
Bu arada şunu da belirtmekte fayda var: Bazı eski muvahhidler, Ak Parti döneminin İslami dönüşüm için bir "merhale" teşkil ettiğini öne sürüp bu uğurda "merhale fıkhı" gibi kavramlar bile peydahlamışlardı!
Şimdi görüyoruz ki, bu "merhale" yeni 28 Şubat için bir geçiş dönemi imiş, bir toparlanma, Ecevit döneminde memurunun bile maaşını ödeyemez hale gelen laik-kemalist rejimi hüner sahibi dindar yöneticiler eliyle yeniden ayağa kaldırma merhalesiymiş. 

Madem mülakat adı altında üç-beş komisyon üyesinin hoşuna gidecek adayları öğretmenliğe alacaksınız, o halde ne diye insanları KPSS'lere vs sokuyorsunuz, boşa uğraştırıyorsunuz?
KPSS'den 81 alıp dereceye giren bir adayı (Mehmet Maksut Deliktaş) mülakatta 55 puan vererek elemek Firavunca bir tasarruftur.

Hayat AKP'ye güzel. Seçim dönemlerinde İsrail'i, ABD'yi, şunu bunu diline dolayıp "düşman okları" vs argümanlarıyla oy topla,
Seçimlerden sonra ise Filistinimizin gasb ve işgaline dayalı siyonist işgal rejiminin kuruluş yıldönümü (Filistinliler için; En Nekbe / Büyük Felaket Günü) için Ankara'daki siyonist elçilik tarafından düzenlenen kutlamaya katıl.
Evet, düşman oklarını takip ettik ve onları tam kalbimizin üzerine saplanmış olarak bulduk. Üstelik yerli işbirlikçilerini de düşmanların yanı başında saf tutarken bulduk maalesef.

"İran seçimlerinde, cumhurbaşkanlığı seçimleri de dahil, bir cumhurbaşkanı veya milletvekili seçmenin ancak ikincil bir hedef olduğunu takdir etmek gerekir. Bütün bu seçimlerin esas hedefi, teokratik müesses nizama dahili ve harici meşruiyet kazandırmaktır."
İran yerine Türkiye, teokratik yerine laik oligarşik ifadelerini yerleştirip, AA analistinin bu değerlendirmesini burası için de yapabiliriz.

Genelde bizim Müslümanlığımız, maalesef düşük yoğunluklu bir Müslümanlıktır. 
Yük altına girmekten kaçınan, "güvenli suların" ilerisine açılmaktan imtina eden, rahat ve konfordan vazgeçmeme üzerine kurulu, ne ahirete ne de dünyaya yönelik net bir tercih içermeyen, 
Hac Suresi 11. ayette bildirildiği gibi sınırda, bıçak sırtında, yar kenarında, yani kararsız, belli belirsiz bir İslami hayat...
Böyle bir hayat sahibini bile razı etmez ki, Rabbimizi razı etsin.
"Ey iman edenler! İman edin..."

Bırakalım tevhid ve adalet gömleğini, emperyalistlerin rızasına nail olabilmek gayesiyle milli görüş gömleğini dahi taşıyamayıp çıkaranların ardı sıra sürüklenen dünün muvahhidlerini ibretle izliyoruz.

Anlaşılan o ki, binlerce yılın noktası, Washington'da noktalı virgüle evrildi.
İroni bir yana, Büyük Şeytan'a köklü bir "lâ" deyip her alanda noktayı koymak için, ancak tevhidi eksenli İslami davet ve mücadele ile gerçekleştirilecek sahici bir İslam İnkılabı gerekir. 
Temelleri İngiliz emperyalizminin Lozan'daki şartlarına göre atılan, batıcı, nato müttefiki bir rejimle bunu yapmak imkansızdır.

Trump'ın, Erdoğan'la görüşmesi sonrası basın toplantısında yaptığı "Kore savaşı ve Türk askerinin kahramanlığı" vurguları yeni "Alavere dalavere, Türk Mehmet ABD için nöbete" gelişmelerinin habercisidir.
Bu durum karşısında, Türkiyeli her fert bugünden "Namaz kılan ABD askeri olmayacağız" restini çekmelidir.

Aptalca mimikleri ve devletinin istihbarat bilgilerini Rusya dışişleri bakanına söyleyecek kadar aptallığı ile kalibresini ortaya koymuş olan Trump'ın o aptalca mimik ve el hareketlerini ekranlarda uzun uzadıya tefsir eden uzman soytarılara söylenecek tek söz: Daha fazla kafa ütülemeyin, Trump'ınızı da alın ve defolun!

Kadim ve çağdaş şirkin temel mantığı: "Allah'ım! Bizi, yeri-göğü ve arasındakileri yarattın. Teşekkür ederiz. Bizi doyuruyor, giydiriyor, barındırıyorsun. Yağmurumuz kesilirse bize yağmur ver, bizi tehlikelerden koru. Lakin lütfen bizim işlerimize karışma.
Bize hayat bahşetmeni niyaz ediyor, ancak hayatımıza nizam vermeni istemiyoruz. Seni, göklerin ilahı olarak seviyoruz, yerde ise hevamıza göre hareket etmek istiyoruz!"

Şu bizim Müslümanların "sinek avlamak" eleştirisinden (!) gına geldi artık.
Sanki beylerimiz mevcut cahiliye bataklığını kurutacak da bizlerin "sinek avı" onlara engel oluyor.
Elhamdulillah, gördüğüm kötülüklere gücüm yettiği oranda elimle müdahale etmeye çalışıyorum, imanın en zayıf derecesi olan buğz etmekle yetinmemeye gayret ediyorum. Sinek avı ise sinek avı.
Ben münkere karşı elimden geleni yapmakla mükellefim. Cahiliye bataklığını kurutmak gayesiyle makro plandaki mücadelemizi sürdürürken, o bataklığın ürettiği ve birebir muhatap olduğumuz münkerata, çirkefliklere, haksızlıklara karşı suskun ve eli kolu bağlı kalamayız.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN