İP

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

17-03-2020 11:17


İler tutar tarafı olmayan, iz’ansız yaklaşımlar için “İpe sapa gelmez” deyimi kullanılır Türkçede. Başıboş, gayesiz, değer yargısız yaşayan insanlar için de “İpsiz-sapsız” deyimi… Bir de “İpini koparmış” deyimi vardır ki, herhangi bir değer yargısı gözetmeyen, başıbozuk bir yaşantıya sahip olanlar için kullanılır.

Herhangi bir nesneyi başka bir nesneye veya özneyi özneye bağlayan bir araç olarak ip, bu “bir şeyi başka bir şeye bağlama, bağlılık ve bağlam oluşturma” niteliği sebebiyle mecazen geniş anlamlar ve çok önemli bağlamlarda kullanılmaktadır.

Nitekim Rabbimiz de, bizim için hidayet rehberi, hayat kılavuzu kıldığı Kitab-ı Kerimini ve onun insanlar için anlam ve işlevini ip mecazı üzerinden de ifade etmiştir: “Topluca Allah'ın ipine (Hablullah’a) sarılın…” (Âl-i İmran, 3/103)

“Habl” kelimesi, Rabbimizin bize şah damarımızdan da yakın olduğunu belirten Kâf Sûresi 16. ayette de geçer; “Habl’il merîd: Şah damarı”. Kur’an’ın bu iki tamlaması, bizim Rabbimizle ve bizim için hidayet rehberi olarak bildirdiği Kitab-ı Kerimiyle nasıl bir irtibat kurmamız gerektiğine dair önemli mesajlar içermektedir.

Âl-i İmran 103. ayet, dünya ve âhirette bizi selamete çıkaracak olan yegâne tutamak olan Kur’an’a nasıl yaklaşmamız gerektiğini ifade ederken, aynı zamanda cemaatleşme biçimini/formunu da vaz’etmektedir. “İ’tisam” kelimesi “sarılmak, yapışmak” anlamına gelmektedir. “Ayetteki “Va’tesimû” emri “Sarılın/Yapışın” demektir. Dikkat edilirsen burada güçlü bir ilişki biçiminden söz edilmektedir. Kıyısından köşesinden tutunmak değil, sarılmak, yapışmak…

Yine çeşitli ayetlerde geçen “Hûzil kitabe bi quvvetin (Kitab’ı kuvvetlice tutmak / Kitab’a kuvvetlice tutunmak)” emri[1] de Kitab-ı Kerimle nasıl bir irtibat kurmamız gerektiğini bize hatırlatır. Azı dişleriyle tutunurcasına sımsıkı yapışmak, kuvvetlice tutunmak, Kitab’la olan bağı hiçbir şartta çözülmeyecek şekilde güçlü kılmak. İşte bizi Rabbimize kullukta, O’nun bizim için bildirdiği ilke ve ölçülere ittiba etmekte istikrar ve istikameti sağlayacak olan da Kitab’la bu şekilde irtibat kurmaktır.

Âl-i İmran 103. ayetle her muhatap olduğumda, Hablullah (Allah’ın ipi) tamlamasını her hatırladığımda aklıma sel felaketlerinde sürüklenen insanlara canhıraş şekilde atılan ipler gelir. Atılan o iplere tutunabilen, atılan ipi sıkıca kavramayı başaranlar biiznillah o ip sayesinde sahil-i selamete çıkarlar. Etrafta ip atacak kimse yoksa veya ip atılmış da ona tutunma imkânı olmamışsa selde sürüklenip gözden kaybolmak kaçınılmaz olmaktadır.

İşte bugün modern/post-modern cahiliye sellerinde sürüklenmekte olan kitlelere karşı, bizlerim sorumluluğumuz, Hablullah (Allah’ın ipi) olan Kur’an mesajıyla insanları bu fısk-fücur, tuğyan selinden kurtarmaya çalışmaktır. Hablullah’a muhatap kılındığı halde, sürüklendiği fısk-fücur selinin kendisini nereye götürdüğünün farkında olmayıp Hablullah’a tutunmaktan geri duran, İslam davetçilerine sırt çeviren insanlar/toplumlar bizi sorumluluğumuzu ısrarla yerine getirme cehdinden alıkoymamalıdır.

Âl-i İmran 103. Ayetin İfade Ettiği Cemaatleşme Formu

“Topluca Allah’ın ipine (Kur’an’a) sarılın…” ifadesi, İslam’ın cemaatleşme formuna dair önemli bir mesaj içermektedir. İslam’ın, piramit usulü değil, namazda sembolik karşılığını bulan “saf düzeni”ne dayalı bir cemaatleşmeyi öngördüğü mâlumdur. İşte bu ayet-i kerime de söz konusu saf düzeninin ne şekilde teşekkül edeceğini bize bildirmektedir.

Râsihûn (İlimde derinleşmiş olanlar) ile salt temel ilm-i hal bilgilerine (Temel Kur’an ve Sünnet bilgileri) vâkıf olanların, yöneticiler ile genel kitlenin vs hep birlikte Allah’ın ipine yönelmeleri ve ona sarılıp sapasağlam şekilde ona yapışmaları…

Kim olursa olsun, bilgisi, makamı vs ne düzeyde olursa olsun, Hablullah (Kur’an) konusunda ve karşısında kimsenin bir ayrıcalığının olmadığı, tüm diğer mü’minlerle birlikte kendisine tutunmak, ona sadakat ve bağlılık cehdi üzere olmak ve bu konuda da fert değil, tüm mü’minlerle kolektif bir yönelim içinde olmak zorunluluğuna haiz olduğu bir yaklaşım ve yönelim…

Kısacası, Hablullah’a ayrı ve ayrıcalıklı bir tutunma, yönelim ve yaklaşım söz konusu değildir. Topluca, aynı düzlemde, herhangi bir ayrıcalık, öncelik söz konusu olmadan hep birlikte Kitab’a sarılarak cem olmak, cemaat olmak…

Rasulullah (a.s.) ve güzide arkadaşlarının cemaatleşmesi işte bu formda gerçekleşti. Onlar hep birlikte Kitab’a sarıldılar, Kitab’ın ölçü ve ilkeleri etrafında bir araya geldiler. Onlara yön gösteren yol kılavuzu “Hâdi” Kur’an’dı, aralarındaki meselelerin çözümünü ihtiva eden hüküm kitabı “Hakem” Kur’an’dı, onlara neyin hak, neyin bâtıl olduğunu gösteren ve dolayısıyla hakkı hak bilip ona ittiba, bâtılı bâtıl bilip ondan ictinab etmelerini sağlayan “Furkan” Kur’an’dı.

Tarihsel süreçte, Kur’an’ın hedeflediği ilim toplumu yerine, taklit kültürü ve müritleşme eğiliminin baskın ve egemen kılınmasıyla Kur’an’ın bildirdiği bu cemaatleşme formu terk edilmiş, onun yerine piramitsel cemaatleşme biçimi yerleştirilmiştir. Yine ip mecazı ve Rabbimizin “Hablullah” nitelemesi üzerinden ifade edecek olursak, İslam’ın saf düzenine dayalı cemaatleşme biçiminde topluva Allah’ın ipine (Kur’an’a) sarılmak söz konusu iken, piramitsel biçimde ise, Allah’ın ipini (Kur’an bilgisini) elinde tuttuğu varsayılan kişi veya dar zümrelere ittiba etmek, onlarla birlikte Kur’an’a sarılmak değil, onlara sarılmak şeklinde bir cemaatleşme şekli yerleşik hale gelmiştir.

Türkiye’de yaygın bir tarikatın kalabalık katılımlarla düzenlediği “tevbe alma” (!) ritüelinde kendisini gösteren ip seremonisi hem bu piramitsel yapılanma biçiminin, hem de yanı sıra Allah’ın ipinden başka ipler ihdas ederek insanları o başkaca iplere sarılmaya çağırma sapmasının bariz bir örneği niteliği taşımaktadır. Tasavvuf kültüründe, kâinat üzerinde (hâşâ) tasarruf yeti ve yetkisine sahip olduğuna inanılan ve gavs, kutub gibi isimlerle tavsif edilen bir tarikat şeyhinin karşısında oturan yüzlerce kişi, şeyhten kendilerine doğru uzatılan iplere tutunarak onun söylediklerini tekrarlıyor ve onun nezaretinde tevbe alarak (!) günahlarından arınmış oluyor!

Söz konusu tarikatın işbu “tevbe alma” ritüeline, memleketin birçok bölgesinden, içki müptelası, uyuşturucu bağımlısı kimselerin getirilip o bataklıktan kurtarıldığı ifade ediliyor. Çoğu genç yaşta bu tür kimselerin içki ve uyuşturucu bataklığından, ipsiz-sapsızlıktan kurtarılması çok güzel. Fakat sorun, bu insanların ipsiz-sapsızlıktan kurtarılırken, Hablullah (Allah’ın ipi) olan Kur’an’a değil, Mekke müşrikliğine benzer şekilde aracı-yarı ilahların egemen olduğu, tam anlamıyla İslam’ın Allah-Kul ilişki biçimine denk gelen bir şeyh-mürit ilişkisine (gassal-meyyit örneği) dayalı üretilmiş bâtinî iplere yönlendirilmesidir.

Aynı tarikatin, bağlılarına “rabıta” ritüeli konusunda teknik bilgiler verdiği bir videoda yer alan, Allah’ın nurunun önce şeyhe gelmesi, ondan da karşısında oturan müride geçişi ile ilgili kurgu görselde ifade edilen durum da, Kâf Sûresi 16. ayette Rabbimizin, bize şah damarımızdan (Habl’il merîd) yakın olduğuna dair beyanının apaçık hilafına olarak, dua ve ibadette aracılar (“Allah’a ulaştıracak yarı ilahlar”) ihdas etme sapmasını ifade etmektedir.

10 Kasım’ın Seküler Tapınma İpleri

Sekülerizm, insanın “Tanrısal bildirimler”le, “Gökten indiği sanılan dogmalar”la değil, bizatihi kendi aklıyla ürettiği değer yargılarıyla kendi yolunu bulabileceğini, kısacası insanın kendi kendisinin rabbi (terbiye edicisi, yol göstericisi) olmaya yetkin bir varlık olduğu tezine dayanıyordu. “Tanrı ölmüştü” ve artık insan kendi kendisinin tanrısı olarak her konuda ölçü ve değer yargısı belirlemeye yetkin ve yetkiliydi!

İnsan artık görmediği, laboratuvarda ispatlayamadığı, “gaybi olarak var olduğu ve kendisini de yarattığı varsayılan” bir “meçhul gücün” karşısında boyun eğmeyecek, secdeye kapanmayacaktı! İnsan özgürdü artık!

İşte “aydınlanma” ve modernizm sürecinde bu varsayım ve sloganlarla yola çıkan sekülerizm, bu coğrafyaya 1923’te Cumhuriyet rejiminin kurulmasıyla birlikte ithal edilmeye, dahası dipçik zoruyla dayatılmaya çalışıldı. Türkiye artık ilhamını “gökten ve gaipten, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarından değil, doğrudan doğruya yaşamdan” almaktadır!

Tüm bu varsayım, söylem ve sloganlarla yola çıkan sekülerizm, bu şekilde insanlara “ilahsız, özgür bireyler ve toplumlar olmayı” vadetmiş olsa da, neticede kendi seküler ilahlarını, “kutsallarını”, tapınma biçimlerini getirip dayatacaktı ve her yerde bu böyle oldu. “Bilim kilisesi”, Katolik kiliseyi bile aratacak bir dogmatizm üretti, seküler ideolojiler kendilerini insanlara ve toplumlara dayatan birer dogmatik din olarak dünyayı kasıp kavurdu, “führerler”, “duçeler”, “ulu önderler” kendilerine herkesin sorgusuz sualsiz kulluk yapmak zorunda olduğu birer ulusal ilah olarak toplumlara dayatıldı.

Herkes onların düşüncesine, ideolojisine tâbi ve bağlı olmak zorundaydı. Herkes sorgusuz sualsiz onların ipine sarılmak yükümlülüğü taşıyordu. Bu işin Türkiye ayağında, tarihsel süreçte üretilmiş hurâfelerin ötesinde, bizatihi Allah’ın dinini, Kitab-ı Kerimini toptan (hâşâ) hurâfe ilan edip ortadan kaldırmak için olmadık dayatma ve zulümler icra eden bir kadro, kendi seküler ideoloji ve liderleri etrafında devasa bir hurafe ve tapınma kültürü inşa etmekten geri kalmayacaktı. Nitekim söz konusu liderin ölümünün ardından, Roma tapınakları esas alınarak yapılan anıt mezarı, bu tapınma kültürünü kendilerince ebedileştirmenin adımıydı.

İşte en son geçtiğimiz yılın 10 Kasım’ında birçok okulda kendisini gösteren ipli seküler tapınma ritüelleri, söz konusu seküler din ve ilah inşasının bugüne yansıyan küçük bir boyutundan ibarettir. Uzatılan ipler üzerinden körpecik çocukların “seküler ilaha” bağlanarak onun önünde secdeye götürülmesi, ipsiz-sapsızlık gibi bâtıl iplerin de insanların hem dünya hem âhireti için nasıl yıkıcı bir nitelik taşıdığını göstermektedir.

Sekülerizmin, okullara birer seküler mâbed, öğretmenlere de resmi ideolojinin (seküler dinin) rahibi/rahibesi misyonu biçtiği bilinmektedir. İşte söz konusu ritüellerde başat rolü oynayanlar da rahip/rahibe misyonunu kabullenmiş kimi öğretmenlerdi. Tabi körpecik çocukların maruz bırakıldığı seküler tapınma ayinleriyle ilgili kamuoyuyla paylaşılmayan önemli bir gerçek de, bu ayinlerin o öğretmenlerin bir uygulaması olmak yerine, bizzat Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, Eğitim Bilişim Ağı’nda (EBA) tarifi yapılmış ve tavsiye edilmiş bir uygulama niteliği taşıyor olmasıydı.

Ez cümle; Hablullah (Allah’ın ipi) olan Kur’an’a sarılmaktan başka çıkar yolumuz yoktur. Ruhani veya seküler başkaca tüm ipler, insanları ancak kula kulluk zilletine mahkûm eder. Hidayet, izzet ve saadet ancak Hablullah’a sıkıca tutunmakla mümkündür.  


[1] Bkz: Meryem, 19/12; Bakara, 2/63, 93; A’raf, 7/145

(Not: Bu makale, İktibas Dergisi'nin Mart 2020 sayısında yayınlanmıştır.)

 

YORUMLAR
  • Ş. Hüseyinoğlu   28-03-2020 15:08

    Rabbim cümlemizden razı olsun inşallah. Onların özgürlük dedikleri hevaya ve tağutlara kul olma mecburiyetidir kardeşim.

  • Hicr   25-03-2020 10:56

    Allah razı olsun, kraldan çok kralcı mantıkla sürüleştiriliyoruz. M.Kamal ve avanesi sözde ülkeye özgürlük getirdiler, lakin malum günler yada etkinliklerde ona tazimde bulunmayı dayatmakdan geri durmuyorlar

  • Ş. Hüseyinoğlu   20-03-2020 06:50

    Cemian inşallah.

  • Muhalif Duran   18-03-2020 22:37

    Allah Razı olsun.

Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN