
"192" Arama Sonuçları

Ez cümle, Osmanlı "hilafeti", olması gerektiği gibi Rasulullah'ın yönetimine halef olma, onu temsil etme niteliğine sahip değildi. Ancak, sembolik de olsa, Ümmet birliğini temsil etmesi önemli idi. Islah edilerek sürdürülmesi gerekiyordu.

“Bağımlı yapılar” gibi aslında çok önemli ve işlevsel bir söylemin, konjonktürel iktidar stratejilerinin dönemsel bir aracı olarak sahaya sürülmesi, hem 1923’ten bu yana devam eden sistemik bağımlılığın kalıcılaştırılmasına, hem de farklı bağımlılık ilişkilerinin meşrulaştırılmasına yol açmaktadır.

Teoman Duralı, Bilge Kağan'ın söz konusu tercihini ve gerekçesini söylediğinde, aklıma doğrudan 1920'li yıllar, M.Kemal, etrafındaki kadro ve batılılaşma/bâtıllaşma tercihleri geldi. "Keşke o gün M.Kemal'e hayır diyecek, onu bu ilhad ve irtidattan vazgeçirmek, değilse engellemek için tavrını koyacak bir "Tonyukuk Kağan" bulunsaydı Ankara'da" diye düşündüm.

Şimdi de, Millî Mücadele sırasında Kuva-yı Millîyecilerle beraberken sonra Kemalist Ankara rejimiyle anlaşamayan, önce Türkiye’de, sonra yurt dışında “Yeni Dünya” ve “Yarın” gazetelerini çıkaran devrin gazetecisi Arif Oruç’tan 1923 sonrası Ankara’sını okuyalım: “Millet Meclisinde bir silahşörler ve tufeyliler istibdadı başladı. Bir meclis ki, her türlü meziyetlerden âri âzâsı aç çekirge sürüleri gibi Ankara’ya üşüşmüşler, hidemat-ı umumiyeye (genel hizmetler) ait büyük nafia (bayındırlık) işlerini paylaşmaya başlamışlardı. Bu çekirgelerin ayak bastıkları yeşil vatan tarlasında bittabi ot bitmez oldu”

Birkaç yıldır başta Fransa olmak üzere Avrupa’da, Türkiye’de İslam’a ve Müslümanlara karşı 1923-50 arası ve son olarak 28 Şubat sürecinde uygulanan ve 28 Şubatçı kimi aktörlerce “militan laiklik” olarak nitelendiği bilinen yaklaşımlar vizyona sokulmak istenmektedir.

T.C. düzeni 26 Aralık 1925 yılında çıkardığı bir kanunla hicri takvimi kaldırarak, yerine kabul ettiği Miladi takvimle birlikte bu değerlerimizin hepsinin köküne kibrit suyu dökerek yaktı, yıktı ve benzeri yapılmamış her türlü ahlaksızlarını tarihleriyle marifetmiş gibi miladi takvimde göstererek, beyinlerimizi kirletip bizlere değerlerimizi unutturdu.

Memleketin dipçik zoruyla gâvurlaştırılması sürecinde kanlı bir köşe taşı olan me'şum "Şapka Kanunu"nun 1925'teki kabulünün yıldönümü bugün. Bu konuyla ilgili olarak, o yıllara dair çarpıcı bir tanıklık üzerinden sitemiz editörü Şükrü Hüseyinoğlu tarafından yazılan bir makaleyi paylaşıyoruz.

Beştepe sarayını eleştirelim evet, ki biz de o israfı eleştiriyoruz, ancak ondan önce bu memlekette ilki 1926 yılında İtalyan bir heykeltraşa bizzat M. Kemal tarafından halkın milyonlarca lirasıyla yaptırılıp dikilen Sarayburnu'ndaki heykel olmak üzere 95 yıllık asli israf kalemi olan heykel saltanatını eleştirelim, bu israf ve putperestliğe karşı sesimizi yükseltelim.

Bosna Hersek'in kuzeybatısındaki Bosanski Samats şehrinde 8 Ağustos 1925'te dünyaya gelen ve babaannesi Üsküdarlı bir Türk olan Aliya İzetbegoviç, sahip olduğu bilgi birikimi nedeniyle "Bilge Kral" olarak anılıyor.

Türkiye’nin en önemli bakanlıklarından olan Milli Eğitim Bakanlığı’nda sistem sürekliliği bir türlü sağlanamıyor. Milli Eğitim Bakanlığı 1920 yılından bugüne 98 yıllık süreçte 79 bakan değiştirirken büyük umutlarla iktidara gelen AK Parti ise 16 yıllık iktidarında 8 bakan değiştirdi.

ÇOMÜ TV’de yayınlanan programda ÇOMÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Abdullah Akın "Çanakkale ve Bursa’da genelev olarak kullanılan camiler var. Ahır olarak kullanılan camiler var" dedi.

1923’ten itibaren yürürlüğe konan siyasi-kültürel işgalin bir ayağı da batının şapkasının Anadolu insanına dayatılması olmuştur. 25 Kasım 1925’te kabul edilen “Şapka Kanunu” ciddi toplumsal tepkilere yol açmış, bu tepkilere karşı da batıcı kemalist kadrolar iki yönlü bir strateji izlenmiştir.

İskilipli Atıf Hoca, son Osmanlı alimleri içerisinde önemli bir yere sahipti. Kurtuluş Savaşı yıllarında Kuva-yi Milliye’nin yanında yer almış ve o örgütlenmeleri bir din adamı olarak desteklemiş birisi olarak, 4 Şubat 1926’da vefat eden İskilipli Atıf Hoca’nın hayatını ve onu idama götüren hadiseler silsilesini derledik.

Kemalistler 1925 yılında İstanbul'da "güzel bacak yarışması" adıyla bir yarışma düzenlemiş. Yeni Akit yazarı Ahmet Anapalı'nın dün yayınlanan "Bu Ülkede Kimler ‘Güzel Bacak Yarışması’ Yaptı?" yazısının dikkatlerinize sunuyoruz:

İran ve Rusya’nın desteğiyle saldırılarını sürdüren Esed rejimi son iki günde 192 kişiyi katletti. Katledilen mazlumların 24’ü çocuk, 18’i kadın.

Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923'te yurda girişini yasakladığı Manavoğlu Nevres Bey'in "Kemalizmin İç Yüzü" adlı kitap, bu ay Derin Tarih Dergisi tarafından okurlarına hediye ediliyor.

Mehmet Akif Ersoy’un, 1925 ile 1940 yılları arasında resmi kayıtlarda ‘İrtica 906’ kod adıyla fişlendiği ve takip edildiği ortaya çıktı.

Filistin'de işgale karşı direnişin 1920'li yıllarda İzzeddin El Kassam ve benzeri Müslüman öncüler eliyle başlatıldığını da kaydeden Mustafa Özcan, bir dönem laik-sol örgütlerin direnişin insiyatifini aldığını, ancak 1987 yılındaki 1. İntifada'dan bu yana insiyatifin İslami direniş güçlerine geçtiğini aktardı ve Filistin'de işgalin son bulmasının ancak bu güçlerin direnişiyle mümkün olabileceğini vurguladı.

Şapka Kanunu’ndan 18 ay önce yazdığı kitap sebebiyle darağacına gönderilen İskilipli Atıf Hoca’nın, idamdan önceki son fotoğraflarına Millî Gazete ulaştı. Devlet arşivlerinden çıkan fotoğrafların, Atıf Hoca ve beraberindeki tutuklular İstanbul’dan Ankara’ya götürülürken 26 Aralık 1925’te ve 3 Şubat 1926’da Ulucanlar Cezaevinin bahçesinde çekildiği ortaya çıktı.

Doç. Dr. Ramazan Kurtoğlu: İslâm'ı senkretik bir din haline getirmenin ilk yolu peygambersiz hale getirmektir. Bunun için İbrahim'i dinler diyelim diye bir akım var. Bu akımda yeni değil kökenleri Endülüs'e gider. 1929'a gider. Kelime-i Şehadet'in Muhammed'ur Resulullah kısmını söylemeyelim diyenler var. Burada hedef doğrudan doğruyu Hazreti Peygamberimizdir. Çünkü O'nu İslam'dan kopardığınızda İslam'ın diğer tarafını kolay kopartırsınız.
Makaleler
Hava Durumu