"Rabbin adıyla okumak", niçin ve nasıl?

Venhar Kuran Evi Cumartesi Etkinliklerinde Bu Hafta Mehmet Kantar; "Rabbin Adıyla Oku" adlı sunum yaptı. Bu sunumun tamamını siz değerli okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.

16-03-2014


Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Hamd; Âlemlerin Rabbi,Rahman ve Rahim,Din gününün maliki Allah'a mahsustur.
Salât ve Selam;  Allah'ın Resulleri olan Muhammed'e, İsa'ya, Musa'ya, Nuh'a, İbrahim'e ve diğer tüm peygamberlerine ve onlara tabi olan, sıratı mustakın üzere yaşayan, Allah'ın nimetlendirdiği, İslam ın şahidi ve şehidi tüm Mü'minlere olsun.

"İkra Bismi Rabbi kellezi Halak" Yaratan Rabbinin adıyla oku.
 

I-GİRİŞ:

Vahyi öncesi Mekke de yaşayan insanlar, gönderilmiş olan ilahi emirleri ya tamamen red etmiş yâda tahrif ederek akıl merkezli bir yaşam inşa etmişlerdi.
 
Bu yaşam sisteminde Allah'dan başka rabler edinilmiş, güç ve iktidar tamamen güçlülerin elinde zulme dönüşmüştü. Ekonomi faiz üzere ve sömürü ile idare ediliyor, kadın tüm değerlerinden uzaklaştırılmış sadece meta olarak işlem görüyordu. Asabiyet ve ulusçuluk öyle revaçta idi ki bitmek bilmeyen savaşların en büyük nedeniydi.
 
Mekke'de, Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi önde gelen müstekbirler toplumun yönetimini ele geçirmiş, kurdukları darun nedve dedikleri meclislerinde yasama,  yürütme ve yargı tamamen kendi ellerindeydi.
Toplumu kendi oluşturdukları kanunlara göre yönetiyorlardı. Siyasi alan sadece kendilerine aitti.
İbadet ve diğer işler kendi temel ilkelerine ters düşmediği müddetçe serbestti. Zaten o alandaki ibadetler bugünde olduğu gibi özden tamamen uzaklaştırılmış sadece günlük ritüellere dönüşmüştü. Kâbe'yi el çırparak tavaf etmeleri buna en güzel örnektir.
 
Bugün de dünyaya baktığımız da o zamankinden farklı olmadığını görürüz. Siyaset, ekonomi, köle efendi ilişkisi, kadının konumu, kavmiyetçilik gibi şeyler insanların ilahi vahyi ret ederek oluşturdukları beşeri yasalara göre işlemektedir.
 
Böyle bir dünya da, Allah'ın kendisine ağır bir yük yükleyeceğinden habersiz olan Muhammed (a.s) zaman zaman mağaraya çekilerek toplumun tekrar karanlıklardan aydınlığa çıkış yolunu arıyordu.
Buna biz; Allah'ın Rasulü Muhammed'i elçilik görevine hazırlama sürecide diyebiliriz.
 
Böyle bir zaman diliminde Allah, Muhammed (a.s) a "Yaratan Rabbinin adıyla oku" emrini indirdi. O, zor, uzun ve meşakkatli bir yolculuk başlıyordu.
 
Okumanın Rabbin adıyla başlamasının sebebi, o gün ki toplum bugünde olduğu gibi Allah'ı yaratıcı olarak tanıyor ama Rabliğine ortak koşuyorlardı. Gökte ilah olan Allah (c.c) yerde de hükmeden değildi. Yani Rablik Allah'dan alınarak yeryüzünde güç ve iktidarı elinde bulunduranlara verilmişti. Firavun, karun ve belam üçlüsü yine toplumun sahibi ve yöneticileriydiler.
 
İnsanlığın yaratılışından bugüne kadar ki surede olduğu gibi Tevhid'i mücadele yeniden başlıyor, peygamber ve beraberinde iman edenler bedel ödemeye yeryüzünü yeniden Tevhid ve adalet temelli yaşanır bir dünya olması için çabalıyorlardı.
 
Bu mücadelenin ilk adımı, yaratanın ilk talimatı o halde "Yaratan Rabbinin adıyla oku" oldu.
 

Yaratan Rabbin adıyla Oku başlıklı sunumumu iki başlık altında ele alacağım.

-"Yaratan rabbin adıyla oku" ayeti kerimesi gereği; Okumak, İsim ve Rabb kavramlarıyla Rabbimiz bizlerden nasıl bir okuma ve isimlendirme istiyor bunu üzerinde durmaya çalışacağım. Yani Kur'an-i kavramlarla okumak
 
İkinci olarakta;
 
-Yaratan Rabbın kullarından istediği okumayı red ederek kendi hevalarına tabi olarak oluşturdukları akıl ürünü beşeri okuma üzerinde duracağım.
 
Yani; Vahyi okumanın zıddı olan beşeri kavramlarla okumaktır.
 
1-Modernizim, 2-Sivil toplum, 3-Rasyonalizm (akılcılık),  4-Laiklik (Sekülerizim), 5-Demokrası, 6-Liberalizim, Sosyalizim, 8-Kominizim, 9-Kapitalizim, 10-Feminizim, 11-Protastanlık, 12-Hümanizim, 13-Muhafazakârlık, 14-Ilımlı İslam
 
 KUR'AN DA OKUMA VE TİLAVET KAVRAMI
 
a-) Okumak (Ka-ra-e); KökündenKur’an da fiil kipinde 16 yerde geçmektedir. Bir yerde de okutmak anlamındadır. 70 yerde geçen Kur'an da bu kelimeden türemiştir. Demek ki okuma deyince ilk akla gelen Allah'ın kitabı Kur'an olmalıdır.
 
b-) Tilavet; Okumakla birlikte tabi olmak manasındadır, okumaktan çok anlamlı ve sorumlu bir eylemdir. Okumak bilgi edinmek, bilgilenmek anlamına gelirken, tilavet okumak amel etmek yani tabi olarak ortaya eylemlilik koymaktır. Kur'an buna salih amel demektedir. Araplar, sadece Kur'an'ın okunmasına tilavet diyorlardı
 
Kur'an da 61 yerde kıraat etmek, okumak anlamında gelmektedir.
 
Tilavet etmek okumadan çok daha fazla Kur'an da yer almaktadır. Buda gösteriyor ki asıl olan okumanın amele dönüşmesidir.
 
Tilavet kavramı üzerinden günümüz toplumuna bakacak olursak, dört gurup insan olduğunu görürüz.
-Okumayı tamamen red edenler. Yani kitaba hiç bir değer atfedip okuma ihtiyacı bile duymayanlar.
-Okumayı kutsayanlar, bu kitaba inanıyoruz o çok yüce bir kitaptır deyip de ona dokunmaktan korkanlar. Kitabı rafa kaldıranlar.
-Okuyup bilgi edinenler, yani sevap için veya ölülerin arkasından okumak için okuyanlar.
-Okuyup yaşayanlar. Bunlarda toplumun en az kesimini oluşturuyor.
 
Peki, okuma nedir ve nasıl olmalıdır?
Okumak; sembollerle, harflerle yazılmış bir metni görüp, deşifre etmek, anlamak, farkına varmak, sorumluluk bilinci kazanmaktır.
 
Okumak; Allah'dan insan'a, insandan Allah'a doğru olmalıdır. Yani önce içe doğru sonra içten dışa doğru okumak. Tertil üzere okuyarak vahyi anlamak, özümsemek, akletmek, kalbe yerleştirmek, Sonra salih amele dönüştürmek bu tür bir okumadır.
 
Okumak; Öncelikle Rabbın tanınması ile başlıyor. O Rab ki yaratan, yaşatan sorumluluk yükleyen, hidayet veren, ödüllendiren, dünya ve ahreti yaratıp insanlığa bir imtihan alanı olarak sunan, daha sonra öldürüp hesaba çekerek olan ve hesap gününde zerre miskali haksızlık yapmadan herkesin kazandığının karşılığını verecek olan bir rab. Yaratan Rab, daha sonra nazil olan Fatiha suresinde; din gününün maliki, Rahman ve Rahim olan Alemlerin Rabbi olarak açılıyor.
 
Kur'an Hz. Muhammed'e ilk inmeye başladığı zaman nasıl ve niçin okuyacağının örneklerini vermeye başlıyor. Öncelikli olarak şahid ve örnek bir fertten başlıyor. Doğru okumanın önemini vurguluyor. Okumanın neden ve niçin ini öğretiyor. Örnek bir şahsiyetten, örnek bir cemaat ve devlete gidişte ilahi bir yol izliyor.
 
Batılı yazarlardan Okumanın önemini vurgulayan bir kaç söz;
 
"Dünyayı yöneten, kalem, mürekkep ve kâğıttır." Jonathan Swift
 
Kafka'ya göre "Okuduğumuz kitap bir yumruk gibi bizi uyarmıyorsa ne işe yarar?"
 
Bir damla mürekkep bir milyon kişiyi düşündürebilir. (Lord Byron)
 

Kitapsız yaşam kör, sağır ve dilsiz yaşamaktır. (Seneca)

-Şimdi Kur'an da bu kavramların ne anlama geldiğine kısaca bakalım.

Bu kavramların tamamı fiil olarak gelmekte ve okumanın bir eylem aksiyon ve dinamiklik içerdiğini bildirilmektedir.

Kur'an ın okunuşu ve buna karşı duruşumuz;

1-"Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın (16/98)
2-"Kur'an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.(7/204) Eğer Kur'an okunuyorsa, Allah konuşuyor demektir. Dinleyin ve teslim olarak itaat edin demektir. İlk vahyi okuyan Allah'ın rasulü Muhammed (a.s) idi onu dinleyen sahabesi ayetleri çok iyi anlıyor, ona göre hayatlarını düzenliyorlardı.
3-"Onlara Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar." (84/21) Bu ayette de okunan vahye teslim olmamız isteniyor.
4-"Biz Kur'an-ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik." (17/106).Bu ayet, vahyin anlaşılmasında siyak ve sibak, nüzul sebebi, sure bütünlüğü ve Kur'an bütünlüğünün önemini vurguluyor.
5- "O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy. Sonra onu açıklamak da bize aittir." (75/18-19) Ayetlerin insan inşasında ki tedricilikten bahsediyor.
6-"Yaratan Rabbinin adıyla oku!"(96/1) Hayatın tamamında tüm okumalarımız ve isimlendirmelerimiz, yaratanın adıyla olması isteniyor.
7-"Oku! Senin Rabbin en cömert olandır."(96/3) Tüm nimetlerin sahibinin farkında olarak okumak.
8-"... Artık, Kur'an dan kolayınıza geleni okuyun..." (73/20)
 
 

Kur'an da okumak kavramı, ahrette amel defterlerinin okunması anlamına da gelmektedir.

1-"Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter" denilecektir.(17/14)
2-Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. (O gün) her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar.(17/71)
3- " İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: "Gelin, kitabımı okuyun!" (69/19)
 
Kur'an Da Tela (Tilavet) Kavramı:
 
Kur'an da daha çok şu anlamlarda gelmektedir:
1-"Siz Kitab'ı okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? Anlamıyor musunuz? (2/44)
2-De ki: "Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın.  Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça, Allah'ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin.  İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız." (6/151)
3-"Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar..." (2/121)
4-"Onlara, Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demişti." (5/27),
"Nûh'un haberini onlara oku. Hani o, bir vakit kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Eğer benim konumum ve Allah'ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben sadece Allah'a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin!" 
(10/71)
" Muhammed! Onlara İbrahim'in haberini de oku." (26/69)
5-"Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O'nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. O'ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın." (18/27)
6-Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.(29/45)
7-Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O'nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.(8/2)
 
İnsan; iki türlü okuma ile karşı karşıyadır ve bunlardan birini tercih etmek zorundadır.
 
a-) Rabbin adıyla (İlahi vahye göre) okuma. Başka bir deyişle Allah'ın kavramlarıyla, tanımlamasıyla okuma.
 

b-) Rablerinin adıyla (Vahiy dışı veya şeytani) okuma. Beşeri sistemlerin kavramlarıyla okuma.

 
a-) Rabbin adıyla (İlahi vahye göre) okuma;
-İnsanın,  yaratan Rabbin adıyla yani vahiy ile okumasına denir. Yani aklın vahye tabi kılınması ve onun kılavuzluğunda okuma.
-Yaratanı, yaratılanı ve bunların var oluş neden ve amaçlarını tanımaya, yönelik okuma.
-İlahi vahye göre okumada asıl olan ahrettir. Dünya hayatı az bir metadan ibaret olup geçicidir. Çünkü dünya ahret için bir imtihan alanıdır. Dünyada birçok şeyleri kaybedebilirsin, aç ve susuz kalabilirsin ama ahreti kaybetmek sonsuz bir felakettir.
-Vahye göre okuma, yeryüzündeki tüm saptırıcılara karşı koruma sağlar ve Allah'ın rızasına uygun bir hayat yaşamanın garantisidir.
-Vahye göre okuyanların yeryüzündeki iktidarı; tevhid ve adalet üzere yeryüzünün inşası ve tüm insanlığın kurtuluşudur.
 
b-) Rablerin adıyla okuma (Vahiy dışı veya akıl merkezli) okuma;
- Vahyi red ederek aklıyla veya nefsiyle okuma. Yani aklın vahyi ret etmesidir.  Buna şeytani, cahili veya nefsi okumada denebilir.
-Vahiy dışı okumada hedef sadece dünyadır. Onlar için ahret hayatı hesaba katılmaz.
-Dünyada birçok imkânlara ve iktidarlara sahip olabilirler ama bunlar ebedi hüsrandan onları asla kurtarmaz. Bugün onlar dünyayı teknoloji, bilim ve ekonomi anlamında çok iyi okuyorlar ama bunlar azınlık bir takım insanların saltanatı içindir. Bu okumada tüm insanlık zulüm görüyor.
-Vahyi dışı okuyanların iktidarı zulüm ve tüm yeryüzünün ifsadı olarak insanlığa yansıyor.
 
 

*-Vahyi ve vahyi dışı okumaların sonuçlarını Rabbimiz bizlere Kur'an da geçmiş resuller ve kavimlerinden birçok örnekler vererek bildiriyor.

 
*-Peki Rabbin adıyla okuma amacı ve gayreti içinde olan biz Müslümanlar hep gündemde tutmamız gereken neyi ve nasıl okuyacağımızla ilgili sorularımıza Kur'an dan nasıl cevaplar bulabiliriz.
 
*-İlk inen surelere kısaca bir göz attığımızda Allah'ın bizden nasıl bir okuma istediği ve nasıl bir hedef çizdiği görülmektedir.
 
1-İlk surelerde okumanın, düşünmenin, yazmanın önemi vurgulanarak bir kimlik inşasının ve sorumluluğun ilkeleri bizlere sunuluyor.
Kalem suresinde, vahye tabi olanların nasıl bir büyük ahlaka sahip olduğuna, bu ahlakın asla hiç bir şartta pazarlık yapılamayacağı kadar temiz, izzetli ve onurlu bir değer olduğunun altı çiziliyor. Bahçe sahiplerinden örnek vererek tüm mülkün sahibinin Allah olduğu ancak O'nun istediği ölçülerde elde edilmesi ve harcanması gerektiği vurgulanmaktadır. Burda hemen rabbimizin bizden istediği vahye göre okumaya misal olarak Hud:11/87 ayetini hatırlamalıyız.
Dediler ki: "Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın."
Sürenin ilerleyen ayetlerinde, kavmine vahyi net bir şekilde tebliği edip tüm sahte ilahlarını red edip mülkün sadece Allah'a ait olduğunu duyurunca, "yumuşak huylu aklı başında bir adamsın"(11/91) söylemi, "zaten sen bizce itibarlı biri değilsin" hitabına dönüşüyor. Bu yaklaşımları neredeyse tüm peygamberler yaşamıştır.
 
2-Müzzemmil suresinde, Müslümanın nasıl bir eğitim sürecinden geçerek kimlik inşası yaşaması gerektiği bildiriliyor. Yani yola çıkmadan önce yolun tüm zorluk ve meşakkatlerine katlana bilme eğitimi.
"Ey örtünüp bürünen (Peygamber)! Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt. Yahut buna biraz ekle. Kur'an'ı ağır ağır, tane tane oku. Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vah yedeceğiz."  (73/1-5)
 
3-Daha sonra Müddessir suresinde Kur'an'ın mesajını çok iyi anlamış kendini vahiyle donatmış dava adamlarının sorumlulukları başlıyor. "Ey örtüsüne bürünen, kalk ta uyar. Rabbini yücelt. Nefsini arındır. Şirkten uzak dur. İyiliği daha fazlasını bekleyerek yapma. Rabbinin rızasına ermek için sabret." (74/1-7)
 
4-Fatiha suresinde ise, Rabbimiz bize kendisini tanıtıyor, yol ve yöntemin açılımını bizlere sunmaya başlıyor.
Tek yüce ve üstün olan Allah, Rahmandır, Rahimdir, Alemlerin Rabbidir, din gününün malikidir. İbadet/kulluk ve yardım ancak Allah'a aittir. Doğru/Sıratı müstakim ancak Allah'ın bildirdiği yoldur. Onun için sizlerde O'nun nimet verdikleri kimselerin yolunu izleyin. Allah'ı red ederek azıp sapanların yollarından uzak durun.  
 
Kafirun, İhlâs, Asr sureleri gibi ilk inen sureler, vahyi okumanın ilahi ölçülerle nasıl bir dine inanıldığını ve onun sorumluluklarını yerine getirmek için hangi süreçlerden geçmemiz gerektiğini, kendimizi nasıl donatarak tevhidi bir duruşla tedrici bir yol ve yöntemle nasıl hedefe ulaşacağımızın ilahi ölçülerini bizlere sunmaktadır.
 
Bu ilk sureleri, öncelikli olarak kendimizden başlayarak ailece ve daha sonra topluca iyice okuyup tilavet ederek anlayıp yaşamadıkça dava adamı ve davetçi olamayacağımızı çok iyi bilmeliyiz. Onun için işe bu surelerin bizleri inşa etmesiyle başlamalıyız. Gece Kur'an okumalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Mutlaka teheccüdlerimiz olmalı. Orucu sadece ramazana has kılmamalıyız. Hele hele olmazsa olmaz infaklarımızı gözden geçirerek hiç ihmal etmemeliyiz.
 
*-Kur'an-ı Doğru Okuyup Anlamaya Örnek Verecek Olursak;
1-İslam cemaati oluşmasında tohum örneği;
2-İslam'ın yeryüzüne hâkimiyet mücadelesinde ki tedricilik aşaması.
3-Kur'an Kıssalarının doğru anlaşılması;
4-Misalleri ve sembolleri doğru okumak;
 
Bu konunun anlaşılması açısından bu dört başlık üzerinde ayrı ayrı duralım.
 
1-İslam cemaati oluşmasında filiz misali;
-İslam da; Fertten devlete gidiş sureci ilahi ölçülerle Fetih suresi 29. ayette "Filiz" örneği ile verilmektedir.
 Bildiğiniz gibi Fetih suresi, nüzul sırasına göre 111. Suredir. Yani artık vahyin tamamlanmaya başladığı zaman diliminde inmiştir.
"Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat'ta ve İncil'de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir."
 
-Sağlıklı ürün elde etmenin temel ilahi yasası; toprak-tohum-filiz-meyve ilişkisini doğru okuyaraktır.
Eğer bizler iyi bir ürün elde etmek istiyorsak, öncelikli olarak toprağı iyi seçmeliyiz, sonra tohum kaliteli olmalı, tohumun toprağa verilme zamanı ve derinliği iyi ayarlanmalıdır. Sonra onun tüm dış etkilere karşı korunması gerekmektedir. Burada da bahçıvan devreye giriyor. İyi bir terbiye ediciye ihtiyaç vardır. Sonuç; tüm insanlığın şaşıp kalacağı bir ürün elde edilmiştir. İşte Allah Resulü Muhammed (a.s) Mekke ve Medine sürecinde bunu yapmış ve Allah'ın dinin yeryüzünde hakım olmasını sağlamıştır.
 
 

2-Diğer bir okuyuş örneği de yine İslam'ın yeryüzüne hâkimiyet mücadelesinde ki tedricilik aşamasıdır. (İman-Hicret-Cihad)

Tohum misalinin Kur'an bütünlüğünde açılımı şöyledir.
"Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl." (73/10)
İlk aşama sabret ve ayrış.
 
"Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar." (20/44) "Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et..."(16/125) "...iyiliği emret, cahillerden yüz çevir." (7/199)
Davet et-Öğüt ver-Mücadele et-Yüz çevir-Sakın uzlaşma, aşaması.
 
" Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman, yardımlaşarak kendilerini savunurlar." (42/30)
Yardımlaş, safları sıklaştır ve cemaat ol aşaması.
 
"Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi."(16/41)
Hicret et. Aşaması.
 
" Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." (8/60)
Savaşa hazırlık aşaması.
 
"Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi..." (22/39)
Savaşa izin verilmesi aşaması.
 
" Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin.  Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez." (2/190)
"Baskı ve şiddet kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın..." (8/39)
" Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir." (2/191)
Artık savaşın. Aşaması.
Bu ayet guruplarıyla Rabbimiz bizlere, bu dinin tedrici bir yol izleyerek hangi merhalelerden geçilerek hedefe nasıl ulaşılacağının bildiriyor.
Kısaca bu din; İman-Hicret-Cihad'dır.
 
3-Kur'an Kıssalarının doğru anlaşılması;
Kur'an bütünlüğünde Rabbimiz, daha önce göndermiş olduğu peygamberler ve kavimleri konusunda ibret almamız gereken olayları bizlere sunmakta ve aynı hatalara düştüğümüzde nasıl bir sonuçla karşılaşacağımızı bildirmektedir.
Yusuf(a.s) kıssası Kur'an da kıssaların en güzeli olarak bize sunulmasına rağmen, en çok yanlış anlaşılan kıssadır. Yusuf'u terbiye eden rab kral olarak anlaşılınca tabi sapmalarda başlıyor.
"Allah'a sığınırım, çünkü o (Allah) (yanlış tercüme, kocan) benim efendimdir, beni iyi terbiye etti. Zalimler kurtuluşa eremezler" dedi.(12/23)
Andolsun, kadın ona istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı, (Rabbinin terbiyesine uymasaydı)Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.(12/24)
Allah'ın terbiye ettiği bir resule de bu yakışırdı.
 
"Böylece Biz Yusuf'a Mısır'da iktidar verdik. Dilediği yerde konaklayabilir, orayı dilediği şekilde yönetirdi. Biz lütfümüzü dilediğimiz kimselere eriştirir ve güzel hareket edenlerin ücretlerini asla zayi etmeyiz." (12/56)
Kral artık teslim olmuş Yusuf tüm yönetimi Allah'ın izniyle devralmıştı. Krallık belki sembolik olarak devam ediyordu ama artık İslam Mısır'da devlet olmuştu. Sembolik krallığın örneğini bugün İngiltere de görmekteyiz.
 
"...İşte biz Yûsuf'a böyle bir plan öğrettik. Yoksa kralın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi başka. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (12/76)
" Dedi ki: "Eşyamızı kendisinde bulduğumuzun dışında, birisini alıkoymamızdan Allah'a sığınırız. Yoksa bu durumda kuşkusuz biz zalim oluruz." (12/79)
Yusuf; kardeşi Bünyamin'i alıkoymasında takip ettiği yöntem tamamen ilahi vahye göreydi. Kardeşlerine karşıda yine kendiside bir peygamber olan babaları Yakub (a.s) ın şeraitini uyguluyordu.
 
 Bu ve buna benzer olaylar yanlış yorumlanınca, Tevhidi mücadelede yol ve yöntem anlamında en net kıssa olan bu olay, beşeri sistem içerisinde mücadele ve iktidar olunabileceği şeklinde yorumlanıp örnek alınabiliyor.
Akıl tutulması ancak bu kadar olur ve yanlış yorumlanır. Bu, Tevhidi mücadelenin Kur'an da en büyük sembollerinden olan Yusuf(a.s) a en büyük iftiradır.
 
4-Misalleri ve sembolleri doğru anlamak;
Kur'an da birçok yerde bizim doğru anlamamız için "misaller verilerek düşünmemiz, akletmemiz, işitmemiz istenmektedir.
Müşriklerin tanımı, dünya hayatı, cennet ve cehennem, münafıkların durumu gibi birçok olay bizlere misal ve sembollerle anlatılıyor.
İnsan ömrü, bitki üzerinden sembolleştiriliyor. Bitkilerin ömrü ne kadar kısa ve geçici ise insan ömrü de öyledir. Onun için zamanın ve ömrün kısalığına dikkat çekilerek aldanmamaları ve kendilerini ve zamanı yaratana kullukta aldanmamaları isteniyor.
 
" Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir. 
(18/45) (10/24)
Allah'ı ilah ve rab edinmeyenlerin acziyetine bir örnek olsa gerek. Allah, insanın yaratılış olarak en zayıf gördüğü hayvandan örnek veriyor.
 
-Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah'tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.(22/73)

Yine bir hayvan yine acziyet örneği. Sizler tahkim kaleler yapsanız, yıkılmaz dediğiniz kayalardan evlerde yontsanız, demirden zırhlar da yapsanız, sizlerin yok oluşu örümceğin yaptığı ev gibidir. Şüphesiz Allah sonsuz güç sahibidir.

 
KUR'AN DA İSİM VE İSİMLENDİRME KAVRAMI
 
İsim; isim ve ad anlamlarına gelir. Kur'an da 38 yerde geçmektedir.
Arapça bir kelime olan isim “sema” kökünden türemiştir.
Kur’an da sema kökünden türeyen kavram kök anlamlarıyla birlikte toplam 381 defa kullanılmıştır. Yüceltmek, anlamlandırmak, işin amacını belirlemek, işin yönünü tayin etmek anlamları ağırlıktadır.
 
 

*-Kur'an bütünlüğünde bu İki Kavramı özetleyecek olursak şu başlıkları çıkarabiliriz.

 
-Allah'ın ismi anılarak kesilen hayvanlar: Artık, ayetlerine inanan kimseler iseniz üzerine Allah'ın ismi anılarak kesilmiş hayvanlardan yiyin.(6/118) Ayrıca; (6/119, 121, 138, 22/28, 34, 36) ayetleri
 
-Rabbinin İsmini yücelt: Kerem sahibi, ulu Rabbinin adı ne yücedir! (55/78)
Ayrıca; 56/74, 96, 69/52, 73/8, 76/5, 87/1, 15, ayetleri.
 
-Yaratan Rabbinin İsmiyle Oku: 96/1)
 
-Rahman ve Rahim Olan Allah'ın İsmiyle: (1/1), "Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır. (11/41)Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın adıyla' (başlamakta)dır. (27/30)
 
-O'nun ismini yasaklamak;  "Allah'ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir..." (2/114),
Ayrıca;(24/36)
Allah'a ait tüm değerlerden, isimlerden herhangi birini yasaklamak, onun yerine getirilmesini engellemek gibi anlamlara gelir. Bugün ki mescidlerde; cihad, tağut, hüküm, ululemr gibi birçok Kur'an-i kavramların anılması yasaktır ve resmi ideolojinin kurumu gibi işlem görmektedir.
 
 

-Onun İsmi;

Hani melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'a çok yakın olanlardandır." (3/45),
"Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik." (19/7)
Hani, Meryem oğlu İsa, "Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah'ın size, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim" demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, "Bu, apaçık bir sihirdir" dediler. (61/6)
 
 

-Allah Âdeme bütün isimleri öğretti: (2/30-33)

Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler. Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti. 
Allah, Âdem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi. 
Melekler, "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler. 
Allah, şöyle dedi: "Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle." Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, "Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?" dedi.  (2/30-33)
 
-En güzel İsimler Allah'ındır. O'na o güzel isimleriyle dua edin ..." (7/180)
Allah'a ait olan, Allah'ın kendisini tanımlarken kullandığı tüm isim ve sıfatlardır.
 
-Sizin ve babalarınızın uydurduğu isimlerdir: 
"Siz Allah'ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir..."(12/40)
Ayrıca,(7/71, 53/23)
Allah dünya da hiç bir boşlık bırakmayacak şekilde isimlendirme yapmış ve Âdeme/İnsana öğretmiştir. Bunun dışına çıkmak Allah'a rağmen isimlendirmedir ve aşağılara/esfele safiline inmektir.
 
 

KUR'AN DA İSİMLENDİRME KAVRAMI:

Semma; İsimlendirme, ad koyma anlamındadır. Kur'an da 9 yerde geçmektedir.
-Allah sizi Müslüman olarak isimlendirdi: Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim'in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur'an'da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız.  Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır! (22/78)
İslam ümmeti olma iddiasında olanların tüm sapmalara karşı önünün kesildiği bir emirdir. Sadece Müslüman ismini alın.
 
-Sizin ve babalarınızın isimlendirdiği şeylerdir: (7/71, 12/40, 53/23)
 
 

-Ona Meryem ismini verdim:

Onu doğurunca, "Rabbim!" dedi, "Onu kız doğurdum." -Oysa Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilir-  "Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum." 
 (3/36)
 
 

-Meleklere dişi ismini veriyorlar:

Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar. (53/27)
 
 

-İsimlendirmenin ne kadar hayati olduğunu, hayatı ve kavramları algılayışımıza yön verdiğine yönelik bir kaç cümleyle geçiş yapabilirim:

Allah, ilk halife Adem’den tutun da son nebi Muhammed (as)’e kadar göndermiş olduğu tüm vahiylerde insanlara hayatı tanımlamış ve insanın hayatın içinde dikkat etmesi gerekenleri onlara bildirmiştir. Ama insanlar Allah’ın kendilerine bildirmiş olduğu tanımlamaları es geçerek kendi tanımlamalarını onun üzerine oturtmaya kalkmışlardır. Öyle ki vahyin dışında birçok ideoloji ve hayat tarzları oluşmuş ve insanlık küfür deryasında kaybolmuştur. Belli aralıklarla gelen nebiler tanımlamaların, isimlendirmelerin Allah’ın gösterdiği doğrultuda yapılması gerektiğini hatırlatmış ve kavimlerin bu hatırlatmalara kulak tıkamaları sonucu bir kısım kavimler helake uğramıştır.
 
 

-Allah'ın Âdeme İsimleri Öğretmesi:

Allah, Âdem'e eşyanın isimlerini öğreterek insanlığın serüvenini başlatmıştır. Âdem ilk beşer olmaktan çok ilk halifedir. Âdem, kendisine öğretilen isimlendirmeyle diğer tüm yaratılmışların üstüne çıkar. Çünkü o artık sorumluluk ve yetki almıştır. Allah, Âdem'in yapması gereken ve yapmaması gereken şeyleri tek tek isimlendirmiştir.
Bir şeyi isimlendirmek demek onu işleviyle birlikte ne yapıp ne yapmayacağını bilmek demektir. İşte o vakit isimlendirme anlam kazanacaktır. Yani isimlendirme kendisiyle bir şeyi tanımlayabileceğiniz ve zıddını da bilebileceğiniz bir tanımlamadır. Allah, Âdem'e eşyanın isimlerini öğretirken bunu bir ilim üzere yapmıştır. Allah, Âdem'e vahyederek eşya ile, doğa ile, kendi türü ile ve hayvanlar âlemi ile nasıl bir ilişki geliştirmesi gerektiğini ona bildirmiştir. Neyi yiyebileceğini, neyden sakınması gerektiğini, toplumsal ilişkilerde kullanacağı dili ve neyi her şeyden üstte tutması gerektiğini ancak kendisine gelen vahyin isimlendirmesiyle öğrenmiştir. Ama Âdem kendisine tanımlanan, belirlenen isimlerin ötesine taşmış ve yasak ağacın meyvesinden yemiştir. Âdem bur da Allah’ın isimlendirmesini unutmuş ya da yok saymış ve kendi tanımlamasını, isimlendirmesini Allah’ın isimlendirmesinin önünde tutmuştur. Hatasını anlayan Âdem yine Allah’ın ona öğrettiği kelimelerle Allah’tan affını isteyerek bağışlanmayı dilemiştir. Allah, Âdem'in kendi isimlendirmesine kızdığından O’nu cennetten/bahçeden çıkarıp yeryüzünde ızdıraplı/çileli şekilde yaşatmıştır. Yani insan kendi isimlendirmesiyle hareket ettiğinde semanın zıttı olan arza mahkûm iken Allah’ın isimlendirmesine tabi olduğunda ise göklere en yüce olana varis olmaktadır. “Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları durumdan çıkardı. Biz de: «Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır» dedik.” 2/36
 
 

-Allah'ın savaşı isimlendirmesi:

Süleyman’ın Belkıs’a yazmış olduğu mektubu Belkıs okurken “mektubun Süleyman’dan geldiğini ve rahman ve rahiym olan Allah’ın adıyla başladığını duyuruyor.” (27/30) Allah’ın elçisi Süleyman bir savaş yapacağı zaman yine Allah’ın buyruklarına uygun bir davranışla hareket edeceğini ve bu savaşın yapılacaksa yalnızca Allah’ın tanımlamış olduğu bir usul, istek ve kararlılıkla yapılacağını bizlere göstermiştir. Yani ülkeleri işgal edip, halkı yok etmek ve zenginliklerini gasb etmek mantığından uzak; yalnızca savaş yapılacak bölgeyi tek olan Allah’a kul edebilmek için ve insanları kullara kulluktan kurtarıp yalnızca yaratana kul yapmayı başarmak için savaş yapılmalıdır.
Allah, savaşı kullara kulluktan insanları kurtaran ve yalnızca kendine kul yapan bir yol olarak görürken beşeri ideolojiler ise elit kesimin zenginleşmesi, halkların sömürüsü ve insanların köleleştirilmesi olarak isimlendirmektedir.
Allah’ın savaşı isimlendirmesi bu minval üzeredir.
 
 

*-Allah kâfirleri nasıl isimlendiriyor:

Allah, kâfirlerin isimlendirmesinden de bahsetmiştir. Lat, Menat ve Uzza putundan bahsettikten sonra bunların müşriklerce isimlendirildiğini belirtmiştir; “Bu (sözde ilahi varlık)lar sizin ve atalarınızın uydurduğu boş isimlerden başka şeyler değildir (ve) Allah onlara hiçbir yetki vermemiştir. Onlar, (o putlara tapanlar) sadece zannın ve kuruntuların peşine takılıyorlar; halbuki şimdi onlara Rablerinden bir yol gösterici gelmiştir.” (53/23)Müşriklerin isimlendirmesi yalnızca putlara ad koymaktan ibaret değildir. Her bir put onlar için değişik anlamlar içermektedir. Birisi bereket verirken diğeri savaşlarda muzaffer kılar diğeri musibetleri üzerlerinden uzaklaştırır gibi. Yani buradaki isimlendirme putları yüceltme ve onların adına bir yaşam ihdas etmektir aynı zamanda. İçinde yaşadığımız modern toplumlarda da isimlendirmeler mevcuttur. Liberalizm, demokrasi, özgürlük gibi kavramlar bu isimlerden bazılarıdır.
 
 

-Allah'ın İktisadı İsimlendirmesi:

Allah, iktisadı insanın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve fazlasının infak edilmesi olarak tanımlamasına karşın kapitalizm insanın ihtiyaçlarını sınırsız addederken insanı doyumsuz bir hayvana dönüştürmüştür.
Tevhid'in hayata yansımasında en büyük pratik olan namaz'ın Kur'an da sürekli zekatla birlikte zikredilmesi, bollukta ve darlıkta, ihtiyaçtan arta kalanın infak edilmesi gibi ayetler bizlere mülkün yalnızca Allah'a ait olduğunu, yine onun kazanılması ve harcanması da yine O'nun emirleri doğrultusunda olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Allah, takvaca üstünlüğü ön plana çıkarırken modernizm marka tutkunluğuyla insana değer biçmiştir. Allah, kadını ve erkeği birbirlerinin elbisesi olarak tanımlayıp aralarında sevgi bağı oluşturduğunu söylemiş olmasına rağmen ve kadının erkek üzerinde erkeğin de kadın üzerinde haklarını belirtmiş olmasına karşın beşeri ideolojiler, kadın ve erkeği birbirine rakip yaparak kadını hem bedensel hem de cinsel yönden sömürerek onlara zulmetmiştir. Erkekleri kadınsılaştırmış, kadınları da erkeksileştirmiştir. Böylelikle cinsler arası mahremiyet duvarını yok etmiştir. Aileyi parçalamıştır.
 
 

-Allah'ın İbadetleri İsimlendirmesi:

Mesela; Allah namaz kılın diyecek mümin olma iddiasında olan bir kul bu ayete iman ettiğini ifade edecek ama her hangi bir sebep den dolayı kılamadığını söyleyecek. Veyahut içki yasağı için ya da zina için, başörtüsü için vs. daha birçok ibadet için çeşitli bahanelerle kendini temize çıkarmaya çalışacak. İşte tüm bunlar kulun Allah’ın isimlendirmesi karşısında kendi isimlendirmesini yapmasıdır. Tıpkı Âdem'in yasak olan ağacın meyvesinden tatması gibi cezaya müstahak bir durumdur.
Buradan da şunu anlamalıyız ki, ibadetler ancak beden ve ruh birlikteliği ile anlam kazanır ve asla parçalanma kabul etmez.
 
 

-Beşeri İsimlendirmeler:

Bugünün dünyasında İslam karşıtı birçok isimlendirme mevcuttur. Batı düşüncesinin hâkim olduğu bir dünyada Protestan Hıristiyanlık düşüncesi yeni isimlendirmelerle hayata hükmetmektedir. Bireycilik anlayışı, demokrasi anlayışı ve özgürlük söylevleri insanı yaratıcının belirleyiciliğinden alarak beşeri ideolojinin kucağına atmaktadır. Muhakkak ki bu düşüncelerin temeli sekülerdir. Yani tanrıyı hayata müdahale ettirmeyen ve dini yalnızca hayatın manevi yönünü ele alan bir ayin yortusu şeklinde değerlendiren bir isimlendirme yapmaktadır. Kısacası heva rejimi dediğimiz bir düşüncenin temsilcisi konumundadırlar. Allah ise Kehf suresinin 26. Ayetinde belirttiği gibi “… O kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez” O’nun isimlendirmesinde hayatı bütünüyle tek başına belirleyen O’dur. Hiçbir kimse hiçbir şekilde O’nun emirleri karşısında kendince yeni hayat tarzları oluşturamaz. Böyle yapması durumunda yapılan isimlendirmenin niteliğine göre kafir, müşrik, münafık, zalim, fasık, mel’e, mütref vs. gibi isimlerle tanımlanır ki bu isimlerin her birinin de nihai varacağı yer cehennemdir.
Allah, Âdem'e nasıl isimleri öğrettiyse ve Âdem bu isimleri öğrenerek kan dökücü, bozguncu, fesat çıkaran bir yaratık olmaktan eşrefi mahlûkat olma şerefine nail olduysa bugün bizler de hayata kimin isimlendirmeleriyle devam ettiğimizi görmek zorundayız. Çünkü hangi isimlendirmeyle yolumuza devam ettiğimiz aynı zamanda esfele safilin mi yoksa eşrefi mahlûkat mı olduğumuzu ortaya koyacaktır. Bazı zamanlar da Allah için daha geniş alanlar oluşturmak adına bir takım isimlendirmeler yapma isteğimiz olsa da niyetlerimizi vahiyle test ettikten sonra isimlendirmelerimizi gözden geçirmeliyiz. Zira Allah’ın vahyine rağmen O’nun rızasını kazanma gücümüz yoktur. O’nun kavramlarını ve isimlendirmelerini hayata dâhil etmeden başka kavramlarla O’na ulaşma ve O’nu razı etme imkânımız yoktur. Her ne kadar niyetimiz iyi olsa da eylemlerimiz bizi yanlış isimlendirmelerin kucağına atabilir ki Allah korusun bu durum da yoldan çıkmayı beraberinde getirir.
İnsanlar, ya Allah’ın isimlendirmesine göre yaşayıp hazinelerini gökte biriktirecekler ve batmasından korkmayacakları bir ticareti umacaklar yahut kendi isimlendirmelerine göre yaşayarak yasak ağaçtan yiyip “Kiminiz kiminize düşman olarak inin” ayetinin muhatabı olarak bulunduğu yükseklikten aşağı inecek ve esfele safilin olmayı kabul edecek.“Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.” (76/29)
 

(İsimlendirme kavramının bazı kısımlarını Bünyamin Zeran'ın "İsimlendirme" kavramı adlı yazısından alıntıdır)


 RABB KAVRAMI

Rabb: Ra-Be-Be olarak Kur’an da 979 yerde geçmektedir.
Er Rabbu: Malik, Seyyid, Efendi, Besleyip bakan/İlah, Rab, Ma’bud, Terbiye edici, Kemale erdiren manalarında Kur’an da 974 yerde geçmektedir.
1-İlah, Rab: 85 yerde, 2-Rabbim; 168 yerde, 3-Senin Rabbin; 242 yerde, 4-Sizin Rabbiniz; 119 yerde, 5-Siz ikinizin Rabbi 33 yerde, (31 kez Rahman suresinde), 6-Bizim Rabbimiz; 111 yerde, 7-Onun Rabbi; 85 yerde (9 yerde müennes olarak), 8-Onların Rabbi; 125 yerde, 9-O ikisinin Rabbi; 3 yerde, 10-Rabler; 4 yerde geçmektedir.
4 yerde çoğul olarak rabler olarak Allah'dan başka rabler edinenlerden bahsetmektedir.
"Rab" Kelimesi, terbiye eden ve yetki sahibi anlamında Arapça bir isimdir. Bu kelime aynı zamanda, ıslah etmek, üzerinde tasarrufta bulunmak, kemale erdirmek, efendi olmak, sorumluluğunu yüklenmek, başkanlık yapmak, malik ve sahib olmak, sözü dinlenmek, itaat edilmek, üstünlüğü ve otoritesi kabul edilmek gibi anlamlara gelir.
Kur'an-i bir terim olarak Rab; varlıklar âlemini yaratan, terbiye ederek geliştiren, onları maddi ve manevi olgunluğa götüren, terbiyenin bütün gereklerine malik ve her şeye sahip olan Allah anlamına gelmektedir.
Allah'dan başkasının hükmünü hüküm edinmemek, O'nun dinini her şeyden üstün tutmak, bütün mahlûkatı O'nun mutlak hâkimiyetine teslim olmuş bilmek, Allah'ı gerçek Rab olarak tanımak demektir.
Tevhid gerçeğinin birinci şartı, Rubibiyette Tevhid dir. Yani gerçek Rab ve Hakim olanın tek bir Allah olduğuna inanmaktır. İkinci şartı da, kullukta Tevhid dir; bu da Allah'dan başkasına kulluk etmemektir. İnsan, Rabbine ibadet etmekle yükümlüdür. Müslüman, yalnızca Allah'a ibadet eden kimsedir. Sadece Allah'a ibadet ise, Allah'dan başkasını rab edinmemek, O'na hiç bir varlığı ortak koşmamak demektir.
İlk nazil olan 30 surede "Rab" ismi 80 kez geçtiği halde, "Allah" ismi sadece 20 yerde geçer. Allah (c.c) Kur'an da 2791 kez, İlah ise 148 kez geçmektedir.
Bir kısım insanlar çıkıyor, Rabbe ait olan özellikleri kendilerine mal etmeye kalkışıyorlar. Sonra da insanları gerçek Rabbin emir ve yasakları dışında kendi koydukları kurallara, ilkelere, değer ölçülerine ve kendi düşüncelerine kayıtsız şartsız uymaya çağırıyorlar. Oysa bu durum, rablik iddia etmenin ta kendisidir.
 
Vahyin yön vermediği insan aklı, mükemmel bir eğitim görüş ve uygulayışı oluşturmakta yetersidir. Bugün ki tüm beşeri eğitim sistemleri Allah'sız bir eğitimdir.
Rablık taslayan güçler (müstekbirler) üç kısma ayrılır: Siyasi, dini ve iktisadi güçler. Firavun-Karun-Belam üçlüsü
 Siyasi güçlerin rablık taslamalarına örnek; Firavun, Nemrut ve onların izinden giden çağdaş yöneticilerdir. Bugün ki tanımlamasıyla Allah'ın hayat nizamı olarak gönderdiği ilahi sistemi red edip kendi yanlarından çıkardıkları heva ya dayanan sistemlerin tüm öncü ve yöneticileridir.
Hani Firavun demişti ya,  "Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" dedi.(Naziat:79/24)
 Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, "Benim Rabbim diriltir, öldürür." demiş; o da, "Ben de diriltir, öldürürüm" demişti. İbrahim, "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir" deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.(2/258)
Dini yönden ellerinde güç bulundurup rablık taslayanların örnekleri de; Dini çok iyi bildikleri halde yaşadıkları sistemin güç ve iktidarına yaranmak, onlardan nemalanmak için dini fetvalarla cahili ve şirk düzenini destekleyip onların yanında yer alanlardır. Bugün bunları, hahamlar, papazlar ve din adamları olarak tanımlayabiliriz.
İktisadi rab taslakları da; Karun'lar, emperyalistler, sömürücü azgınlar, azan, ezen ve üzenlerdir. Allah'ın kendisine sunmuş olduğu ekonomik nimetleri zekat ve infaklarıyla temizlemeyenler Karunlaşmaya giden yoldalar demektir. Kur'an da ki Karun ve bahçe sahipleri kıssalarını iyi okursak ekonomik rableri de iyi anlarız.
Ebu Leheb'in Peygamberimize gelip "Müslüman olursam bana ne var, benim elime ne geçecek?" diye sorması üzerine Efendimiz cevap verir. "Başka Müslümanlara ne varsa, sana da o var." İnsanları sömüren düzenlerini ve çıkarlarını Müslüman olunca devam ettiremeyeceğini anlayan Ebu Leheb'in karşılığı şöyledir: "Bir köleye beni eşit gören din olmaz olsun!"
Allah'ın rab oluşu konusunda insanoğlunun düştüğü tek şirk rububiyeti inkâr şirki değildir. Bu konuda düşülen bir başka şirk türü de, Allah'ın bu sıfatını Allah'dan başkasına vermek, O'ndan başkasını rabler edinmek biçiminde ortaya çıkmaktadır.
(Yahudiler) Allah'ı bırakıp, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır. (9/31)
Yukarıda ki ayet nazil olduğunda eski bir Hıristiyan olan Adiy b. Hatem'i boynunda altın bir haç gören Allah Rasul'ü, onu bir put olarak nitelemiş ve atmasını öğütlemiş, ardından şöyle demiştir: "Kuşkusuz onlar din adamlarına ve ulularına tapmıyorlardı. Lakin 0nlar, şu sınıfların helal kıldığını helal kabul ediyorlar, yasakladıklarını da haram kabul ediyorlardı.
Kur'an da nehyedilen rablık, Allah'a mahsus olan bir sıfatı O'nun dışında başkalarına vermek demeye gelen rabliktir.
Kur'an Allah'ın rab oluşundan söz ederken, O'nun göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin, doğunun batının, doğuların ve batıların; en fazla olarak da âlemlerin Rabbi olduğunu ısrarla vurgular. Allah, evreni yaratmakla kalmamış, âlemleri yetiştirip, kemale erdirmiş, hükmünü icra etmiştir. Bazı filozoflar, "Allah, evreni yarattı ve bıraktı" gibi yanlış bir anlayışa düşmüşlerdir. Bu yanlış anlayış, sonunda, filozofların koyacakları kurallarla da yeryüzünde ilahi ve ideal bir devlet ve hükümet kurulabilir düşüncesine varmıştır. Laikliğin temeli de bu sakat anlayıştır. Kur'an "Allah, âlemlerin Rabbidir." "Sizi ve yaptıklarınızı yaratan Allah'dır." Ayetleriyle Allah'ın evreni kendi haline bırakmadığını açıklıyor.
Sözgelimi, Hz. Musa, Allah'ın mutlak anlamda rab olduğunu ilan ederken, Fir'avn, kavmine karşı, "en büyük rabbiniz benim" diye seslenir. Yine Kur'an, insanları birbirlerini rabler edinmeyi bırakıp, yalnız Allah'ı rab edinmeye çağırır.
-De ki: "Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin." Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahit olun, biz Müslümanlarız." (3/64)
Şüphesiz, Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse (yalnız) O'na kulluk edin. Bu, dosdoğru bir yoldur. (19/36)

Şüphesiz "Rabbimiz Allah'tır" deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: "Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va'dedilmekte olan cennetle sevinin!" (41/30) 
 

BEŞERİ KAVRAMLAR
 
Her düşünce sistemi kendi isimleriyle yani kavramlarıyla hayatı anlamlandırmaya çalışır. İlahi reçetenin anlaşılması ve hayata geçirilmesi ancak İslami kavramlar ve bu kavramların inşa ettiği İslami dil ile mümkündür.
Her düşünce sistemi kendi isimleriyle hayatı anlamlandırmaya çalışır, Müslüman ise İsimlere vahyin yönlendirmesi ile bakarak onları değerlendirmeli ve hayatını öyle tanzim etmelidir. Bu açıdan kullandığı isimlerin İslami olması, onun Müslüman'ca düşünmesinin ilk şartıdır. Gayrı İslami anlamlar taşıyan isimler, onun düşüncesinin özgünlüğünü bozacak, zaman içerisinde hayata bu isimlerin sahiplerinin penceresinden bakmaya başlayacaktır.
 
Konfüçyüs “Bir milletin kaderi elinde olsa ilk ne yaparsın?” sorusuna
“kelimeleri/kavramları değiştirirdim” cevabını vermiş. Bu ifade kavramlar
Konusunun ne denli öncelikli ve önemli olduğuna dair çok önemli bir tespittir.
Beşeri ideolojilerin üretmesi imkânsız olan kapsamlı ve kuşatıcı çözümleriyle vahiy ve onun pratiği olan sünnet, hayatın anlamlandırılmasında fıtrata uygun derinlikli çözümleri ile insanın hem dünyasını hem de ahretini inşa etmekte, onun saadetine giden yolda ilahi bir reçete sunmaktadır. Bu ilahi reçetenin anlaşılması ve hayata geçirilmesi ancak İslami kavramlar ve bu kavramların inşa ettiği İslami dil ile mümkündür.
M.Kemal, bırakın kelimeleri/kavramları değiştirmeyi toplumunun alfabesini tamamen değiştirmiştir. Ne büyük zalim, müstekbir ve tağut. Maalesef ne acıdır ki bugün onu müslümanım diyenler yaşatmaya çalışıyorlar.
 
Fikirler bizatihi ideolojiyi oluştururken, kavramlar ise ideolojinin dilini oluşturur.
 
Gerek beşeri gerek ise ilahi olsun her ideoloji kendi tezini kendi kavramlarıyla inşa eder. Hayatın bireysel, toplumsal, ekonomik veya siyasi meselelerine çözüm önerisinde bulunan ideolojiler hayatın muhtelif sahalarına ait üretilmiş fikirlerden oluşur. Bu fikirlerin ifadesinin temel yapı taşları ise ideolojinin ürettiği kavramlardır. Dolayısıyla her değer sistemi kendi kavramları ve fikirleriyle özgündür. O yüzden kavramlar, kendisini üreten ideoloji, kültür, medeniyet veya dinin kodlarını taşırlar. Aynı zamanda bunların anlatılmasının ve yaygınlaşmasının birer vasıtası olarak kullanılırlar. Kapitalist bir ekonomik düzende zekâtın gündeme gelmesi nasıl İslam’ın bir propagandası oluyorsa, aynı şekilde Müslümanların benimseyerek dillerine pelesenk ettikleri demokrasi kavramı da batı ideolojisinin reklamından başka bir şey değildir.
Beşeri sistemlerin veya ideolojilerin tamamının hedefi Allah'ı hesaba katmadan, O'nun vahyini dışlayarak kendi yaşamlarını sürdürmektir. Böylece her şeyi kendiler tanımlamış/isimlendirmiş dünyaya hâkim olmaya ve yönetmeye kalkışmışlardır.
 

BEŞERİ KAVRAMLAR:

 
Şimdi beşeri kavramlara kısaca bir göz atacak olursak;
 
 

1-MODERNİZİM:

-Modernizimde: Merkezinde tanrının olduğu bir düzenden, insanın merkeze alındığı bir düzene geçilir. Bununla insan halifelikten efendiliğe geçmiş olur.
Halbuki, İslam da Allah efendi, insan ise halifedir.
-Batıda Tanrı; Dünyayı yaratmış, elini eteğini çekmiş, dünyanın dışında duruyor.
Modernler de tanrı sadece başı sıkışınca çağrılan değerdir. Çünkü  o zaman ona ihtiyaç vardır.
-Modernizim hayatı sivil ve siyasal toplum, özel ve kurumsal alan olmak üzere dörde bölmüştür.
-Oysa İslam kendi/siyasal sosyal değerlerini aile, cemaat ve ümmet üzerine kurmuştur.
-Dünün insanı Tanrıdan yola çıkarak her şeyi açıklamaya çalışırken, modern insan kendinden yola çıkarak her şeyi açıklamaya çalışır.
-Modernizmin sonucu olarak; yeni bir insan modeli olarak "birey" ; yeni bir insan birlikteliği olarak "toplum"; yeni bir siyasal birlik olarak "ulus" ; yeni bir yönetim tarzı olarak "demokrasi"  yeni bir üretim tarzı olarak "kapitalizm" doğmuştur.
-Modernite; Yeryüzünde cennet kurmak ister. Din de ise cennet ahirettedir.
-Metropol Medine’nin karşıtıdır. Yani dinin mekânda tezahürüdür.
Komşuluktan komşu tanımazlığa geçiştir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, yüz, iki yüz haneli köylerde bile bütün halk köyün fertlerini isimlerine kadar bilirdi. Kim doğmuş, kim ölmüş, kimin hüzünlü veya neşeli bir durumu var hep haberdarlardı. Evler karşılık lı kurulmuş aşlar paylaşılıyordu. Yardımlaşma, dostluk ve muhabbet şahane idi.
Bugün şehirlerde metropoller oluşturulmuş çok katlı apartman dairelerinde komşu koşuyu tanımıyor, en kederli olduğu an olan cenazesinden bile haberi olmuyor. Halbuki İslam "komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" ifadesiyle ne yüce bir değer ortaya koyuyor.
Batılaşma ve modernizim daha bunun gibi birçok yaşam şartlarında hayatı anlamsızlaştırdı.
Metropolde İslam’ı yaşamak yerine İslam’ın yaşanacağı Medine’yi kurmak gerekir.
-Modernizimde: Birey, toplum, ulus, devlet. İslam’da: Fert, cemaat, ümmet vardır.
-Modernizm bir şirk kültürüdür.
-Günümüz Müslümanları aklın hükümlerinin geçerli olduğu bu alanda faaliyetlerini sürdürmektedir. Bunun masum bir alan olmadığını, kendine göre bir ideolojisi olduğunu unutmamalıyız.
 
 

2-SİVİL TOPLUM:

-Sivil toplum, devlet kurumlarının dışında kendini yönlendirebilen, hak ve özgürlüklerini savunabilen özgür ve özerk vatandaşlardan oluşan topluluklardır. Demokrasinin gelişmesiyle bir takım kesimler kendi hak ve çıkarlarını korumak amacıyla örgütlenmeleri sonucu ortaya çıkmıştır. Sivil toplum bir nevi toplumun kendi kendini yönlendirmesidir. Dernekler ve sendikalar sivil topluma örnektir.
- Sivil toplum dediğimizde daha başlangıçtan itibaren kendi karşıtı olan siyasal topluma yani devlete referansta bulunur. Kendini bu referans ilişki içinde tanımlar. Bu yüzden sivil toplumla devleti birbirinden ayrı düşünemeyiz. Yani sivil toplum yoksa devlet, devlet yoksa sivil toplum da yoktur. Sivil toplum varsayılanın aksine devletin meşruluğuna verilmiş bir cevabı ifade eder. Ancak sivil toplum devlet karşısında kendisi için özgür alan oluşturmak için sürekli bir çaba içinde bulunur.
-İslam’da Müslümanları cemaat yapan şey, vahyi bilgi temelinde müminin iradi tercihidir.
-Seksenli yıllarda; bu dönemde Müslümanlar daha çok vakıf, dernek veya örgüt kurmayı cemaat olmakla karıştırdılar. Zaten bu dönem itibariyle Müslümanların ahvaline baktığımız zaman Müslümanların cemaatten çok ‘toplum olma’ mücadelesi verdiklerini gözlemleyebiliyoruz.
-Modern bireylerin meydana getirdiği topluluğa topluluk diyoruz, Müslüman fertlerin meydana getirdikleri topluluklara da cemaat diyoruz.
-Sivilleştirme ehlîleştirilmelidir.
Sivil toplumda benmerkezcilik hâkimdir. Batı bugün Müslümanları sivil toplum silahı ile vuruyor. Müslümanların kendi bağımsız birlikteliklerini oluşturmaması için her yerde resmi otoriteye bağlı onun izin verdiği ölçüde örgütlenmelerine izin veriyor. Buna hemen bizlere Firavunların toplumları bölerek yönetmesini aklımıza getirmektedir.
Sivil toplum müslümanlar açısından baktığımız zaman da ümmeti parçalama oyunudur. Müslümanların cemaat oluşunda olmazsa olmazı olan bağımsızlık ilkesinden koparma tuzağıdır.
 

 

 

3-RASYONALİZM (AKILCILIK)

Rasyonalizm (akılcılık) batı aklının kiliseyi hayatın dışına iterken kullandığı bir tez olarak modern batı uygarlığının ve düşünce tarzının mihenk kavramlarındandır. Aydınlanma çağı ile birlikte bu kavram kilisenin yüzyıllar süren ve aklı çöpe atan sultasına karşı üretilmiş bir gerçeklik olarak ilk etapta akla değer veren bir kavram olarak görülebilir. Ancak İslami açıdan bakıldığında aklın mutlaklaştırılması ve vahyin tanınmaması demeye gelecek bir anlamı ifade eder. Zira rasyonalizm, kilisenin akla küfreden ifratına karşı aklın ilahlaştırıldığı bir tefriti ifade eder.
Rasyonalizm (akılcılık), bilginin kaynağının akıl olduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceği tezini savunan felsefi yaklaşıma verilen isimdir.
 
 

4-LAİKLİK (SEKÜLERİZM)

Laiklik, “devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmaması” ve “devletin dinler karşısında tarafsız olması” şeklinde iki temel manaya sahiptir. Kısaca laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.
Genel Anlamı: Laik olma durumu ( din işleriyle dünya işlerini ayıran, dinin dünya, özellikle devlet işlerine karışmasını istemeyen kişi, toplum, devlet.).
Felsefi Anlamı: İman ve inancın yerine, aklın egemenliğini kabul eden bir inançtır.
Hukuki Anlamı: Somut olarak devlet ile dinin birbirine karışmaması olarak ifade edilebilir.
Siyasi Anlamı: Siyasal iktidarın, dinsel kudret ve otoriteden arındırılarak bağımsız hale getirilmesidir. Yâda dinin siyasal erk ve yaptırım gücüne sahip olmamasıdır.
İslam kuşatıcı bir dindir ve hayatın tüm alanlarında Allah’ın hükmünün geçerli olması esastır.
“O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.” (Zuhruf,43/84)
“…Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur...” (Araf, 7/54)
“…Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur…”(Yusuf,12/40)
“Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (Ahzap,33/36)
Bu nedenlerle temel manası İslam dahil tüm dinlerin kanun yapımında referans alınamayacağı olan laiklik kavramı, sosyal ve siyasi alanda tanrıtanımazlık anlamına gelir ve gayrı İslamidir.
-Sekülerizim: aklen kalbin parçalanışıdır.
 
 

5-DEMOKRASİ;

-Eski Yunan’a dayanan bir kavramdır. Yunanca’da halk anlamına gelen “demos” ile güç, kudret, iktidar ve yönetim anlamına gelen “kratos” kelimelerinin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Bu noktadan hareketle kavrama, halkın kendi kendisini yönetmesi anlamı da yüklenmektedir. Demokrasi Atina’da bir çeşit yönetim sistemi olarak siyasi tarihteki yerini almıştır. 
Buna göre, demokrasi halkın egemenliğini ifade eder. Demokrasinin ilk ortaya çıktığı ülke eski Yunanistan’dır.
-Demokrasi sadece bir siyasal rejim ya da bir idare biçimi değildir, her şeyden önce değer yüklüdür. Aynı zaman da bununla beraber belli bir hayat biçimini de size dayatmaktadır. O bir hayat biçimi olarak tezahür ediyor.
-Demokratik bir toplum “eşitlik” üzerine kurulmuştur. İslami bir toplum “adalet” üzerine kurulmuştur. Eşitliği temel almaz.
-Batının İslam dünyası için ön gördüğü Demokratik modeller onun çıkarına uygun düşmesindendir; Yoksa Müslümanları çok sevdiklerinden değildir.
Demokrasilerde, seçim kölelerin efendilerini seçmesidir. Adayları halk belirlemez, yönetim yasaları halkın değerlerine göre değildir. Yasaları üstünler yapar, üstünler arasında seçim halka bırakılır, halkı kim daha çok büyülerse o kazanır. Halk daha çok kitle piskılojisiyle hareket eder.
Sonuç efendilerin istedikleri gibi olmazsa devreye başka güçler girer. Bunların örneklerini dünyanın çeşitli yerlerinde defalarca gördük. Demokrasilerde acıktıkları zaman putlarını yeme geleneği her zaman hâkimdir.
 
 

6-LİBERALİZM:

Liberalizm veya erkincilik, özgürlüğü birincil politik değer olarak ele alan bir ideoloji, politika geleneği ve düşünce akımıdır. Genel anlamda liberalizm, bireylerin ifade özgürlüğüne sahip olduğu, din, devlet ve kimi zaman kurumların gücünün sınırlandırıldığı, düşüncenin serbest bir şekilde dolaştığı, özel teşebbüse olanak sağlayan bir serbest piyasa ekonomisinin olduğu, hukuğun üstünlüğünü geçerli kılan şeffaf bir devlet modeli ve toplumsal hayat düzeni hedefler. 
Liberal demokrasi olarak adlandırılan bu devlet düzeni, açık ve adil bir seçim sistemi ile birlikte tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğu ve fırsat eşitliğine sahip olduğu bir sistem olarak modellenir.
Süslü ve büyüleyici tanımlar çok meşhurdur ama uygulamalar her zaman insanı asli değerlerinden uzaklaştırır. Sözü halka özü efendilere aittir.
 
 

7-SOSYALİZM NEDİR?

Sosyalizm, devrimci bir değişme, toplumun büsbütün farklı bir çizgide yeniden kurulması demektir.
Bireysel kar için bireysel çaba yerine, ortaklaşa yarar için ortaklaşa çaba olacaktır.
Kumaş, para kazanmak için değil, insanlara giysi sağlamak için yapılacaktır, bütün öteki mallar da öyle.
Kullanım için yapılacak planlı üretimin, herkese, her zaman iş sağlayacağı bilinmesi ile, insanların içindeki ekonomik depresyon, işsizlik, yoksulluk ve güvensizlik duygusu kaybolacak, bunun yerini beşikten mezara kadar ekonomik güvenlik duygusu alacaktır.
Kar peşinde koşanların, fazla mallarını satabilecek ve fazla sermayelerini yatırabilecek dış pazar avcılığından doğan emperyalist savaşlar son bulacaktır, çünkü artık ne fazla mal ne de fazla sermaye olacak, ne de gözünü kar hırsı bürmüş sermayeciler.
Üretim araçları özel ellerde olmadığı için toplum, artık işverenler ve işçiler diye sınıflara bölünmeyecektir. Bir insan başkasını sömürmeyecek, onun emeğinden kar sağlamayacaktır.
 

Kısacası, ülke bir avuç insanın malı olmaktan çıkacak ve bütün halkın malı olacaktır….

 
 

8-KOMİNİZM:

20. yüzyılın başından beri dünya siyasetindeki büyük güçlerden biri olarak modern komünizm, genellikle Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in kaleme aldığı Komünist Parti Manifestosu ile birlikte anılır. Buna göre özel mülkiyete dayalı kapitalist toplumun yerine meta üretiminin son bulduğu komünist toplum gerçektir.
Komünizm’in temelinde yatan sebep, sınıfsız, ortak mülkiyete dayalı bir toplumun kurulması isteğidir
 
 

9-KAPİTALİZM:

Sosyalist ülkeler haricindeki ülkelerde kullanılan ekonomik sisteme verilen isim. Batı Avrupa ülkeleri Amerika ve Japonya gelişmiş kapitalizmin örnekleridir; başka ülkelerde ise kapitalizm az gelişmiştir . ” Kapital ” yani sermaye üretim sürecinde lazım olan toprak, yapılar, makine ve madenler buna benzeyen ” üretim araçları ” ile paradan oluşur. Bu sistemde işletmeler, devletten çok özel vatandaşların elindedir. Kapitalistler yani sermaye sahipleri, sermayelerini üretim sürecinde kullanır ve bu sürecin bitiminde gelirlerini ” kar ” olarak elde ederler.
 
 

10-FEMİNİZM:

Feminizmi genel olarak kadın-erkek ayrımcılığına karşı çıkarak, cinsiyetler arasında ekonomik, siyasal ve toplumsal eşitliği savunan görüş olarak tanımlayabiliriz. Temel amacı kadın özgürlüğü ve kadının toplumdaki yeri konusunda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasıdır.
Feminizmde kadın çağdaş sömürü aracı olarak yeniden köleleştirilmesidir. Kadın reklam aracıdır.
 

11-PROTESTANLIK;

Mevcut yaşanmakta olan dinin yeniden yorumlanmasıdır. Bu yorumun sonucudur ki otorite "gökten yeryüzüne" indirilmiştir. Bu sekülerizmi getirmiştir.
-Protestanlık; Dinin mevcut gerçekliğe göre yeniden yorumlanarak adapte edilmesidir.
-Protestanlık imanla “amel” arasındaki bütün köprüleri atmıştır. Sadece bunları değil ruh ve bedeni, din ve siyaseti de birbirinden ayrıştırmıştır. Böylece hem ulus devleti hem de modern siyasetin oluşmasını sağlayacak bütün kapıları açmıştır. Bu haliyle Protestanlık bir dinin yeniden yorumu olmaktan çok Katolikliğin modern dünyanın taleplerini karşılayan deformasyonu sayılır.
 

12-HÜMANİZM;

 Yanlış ve doğruyu bildiren kaynağın tanrı olmaktan çıkarılarak insana devredilmesidir. Dolaysıyla artık tanrı otoritesi söz konusu değildir. Söz konusu olan insan ve onun tercihlerinin belirleyiciliğidir.
Hümanizm toplumsal örgütlenme biçimi olarak Hıristiyanlığınkinden görünüşte farklı olan ve adına bugün ulus devlet dediğimiz yeni bir örgütlenme biçimi getirir.
İnsan kendi tanımını yaratanına göre yapmayınca en güzel yaratılıştan, en aşağıya inmektedir. Yaratan insan olmamızı isterken, hümanistler beşerliği tercih etmektedirler. Yemek, içmek, yaşamak, heva ve hevese göre kendini tatmin etmek onların en büyük özelliğidir. Buda onları yaratıkların en aşağısı kılmaktadır.
 
 

13-MUHAFAZAKÂRLIK;

-Muhafazakâr liberalizm; muhafazakâr duruşun liberal değerler ve politikalarla birleştirildiği, liberal ideolojinin sağ kanadını temsil eden harekettir. 
-Muhafazakâr liberaller; bireysel özgürlük, demokrasiyi savunmakla birlikte tam rekabet modelini, sınırsız devleti ve düpedüz akıl yönetimini eleştirir, tecrübeyi de yönetime ortak eder.
-Muhafazakârlık en kısa anlamı ile “mevcut hukuki durumu muhafazayı savunmak, toplumdaki radikal değişimlere kuşkulu yaklaşma” şeklinde tanımlana bilen bir anlayıştır. 
-Muhafazakârlar merkezi bir güç ve otorite sistemi bulunmadan istikrarlı bir toplumun olamayacağı düşüncesini savunurlar. “Devlete itaat ve kanunlara uyma mistisizmi” olarak tanımlanmıştır. 
Muhafazakârlar da liberaller gibi piyasa ekonomisini savunurlar, hür teşebbüs, özel mülkiyet, rekabet ve hürriyet muhafazakârların da savunduğu değerlerdir. Ancak muhafazakârlar bunu toplum için isterler, liberaller ise birey için isterler.
 

-Muhafazakârlar din ve ahlaka liberallerden daha çok değer verirler

-Muhafazakârlar da liberaller gibi demokrasi ve kanun hâkimiyetinin gerekliliğine inanırlar.  Muhafazakârlar “kanun hâkimiyetine” önem verirler. 
 

14-ILIMLI İSLAM:

 

 -Bu kavramı ilk olarak ABD Başkanı George Bush tarafından ‘Amerikan Barış Enstitüsü’ne atanan Daniel Pipes kullanmıştır. Pipes’in 1995’de söylediği “Radikal İslam tehdidine çözüm, ılımlı islamdır” sözünün üzerine bu proje bina edilmiştir.  Bu kavram ABD tarafından Radikal(Siyasal) İslam ve İslamcı(köktenci) terörizm olarak adlandırılan İnkılabi İslam’a alternatif olarak üretilmiştir.

-‘Ilımlı İslam’, adından da anlaşılacağı üzere, İslam Dini’ni farklı isimler altında mecrasından saptırma, özünü değiştirme ve çağdaş birtakım siyasi projelere alet etme maksadıyla icat edilmiş yeni bir kavramdır.
-Ilımlı kelimesi sözlükte “aşırılığa kaçmayan, ölçülü, mutedil”, siyasette, “aşırı görüşler arasında ortalama bir görüşü savunan” olarak tanımlanmaktadır
-Ilımlı İslam, temelde İslam’ı çeşitli formlara sokma çabasının sonucu olarak, İslamcıları “sistem” içine çekme projelerinden biridir.
 

15-EMPERYALİZİM:

Emperyalizm; Bir devletin başka bir devleti siyasal ve ekonomik egemenliği altına alması ya da almak istemesi, sömürgeciliğe denir.
Emperyalizm; 
1 -Bir ülkenin topraklarını genişletmesi,
2 -Bir ulusun veya toplumun başka bir ulusu veya toplumu vergiye bağlaması,
3 -Bir ulusun veya toplumun başka bir ulus veya toplumun topraklarındaki kaynaklarından yararlanması,
4-Bir ülkenin veya toplumun başka bir bölgeye kendi kültürünü yayması ve oranın halkını köle olarak kullanması,
5-Bir ülkede kendi dilinin yerine yabancı dillerin kullanılması, ürün markalarının, alışveriş merkezlerinin isimlerinin, yabancı dillerden etkilenerek oluşturulmasıdır.
 
Not: Çağdaş sistem ve ideolojiler kısa tanımlamalar ve küçük yorum ilaveleriyle ele alınmıştır. İleriki zaman da daha geniş ve eleştirel yaklaşımlarla ele alınacaktır inşaallah.
 
SONUÇ VE DUA
 
-Allah'ın rızasına uygun bir hayat ve hesabı verilir bir dünya için  "Yaratan Rabbin adıyla oku" ilahi emri ile Allah'ın ayetlerini iyice okuyup isimlendirmeliyiz. Onun için şartlar ne olursa olsun çok iyi bir Kur'an okuyucusu olmalıyız.
 
Tüm okumalarımızın başına Kur'an'ı, tüm amellerimizin başına onun pratiği olan salih ameli koymalıyız.
 
-Müslüman toplum olarak çağın sorumluluğunun yüklenecek örnek bir fert ve cemaat olabilmemiz için tüm batı türü okumalardan uzak durup, kendi iman ettiğimiz Allah'ın ilkelerine göre iman edip salih ameller ortaya koymalıyız. Ancak o zaman ümmet ve şahit bir toplum oluruz.
 

"Şüphesiz iman edip salih amel işleyenler için altından ırmaklar akan cennetler vardır."

 
-Eğer İslamî bir ortamın oluşturulması amaçlanıyorsa, bu, İslam'ın öngördüğü yöntemle gerçekleştirilebilir. Demokrasinin kolaylıklarından yararlanarak ulaşılabilecek her sonuç demokrasinin mülahazat hanesine bir artı olarak kaydolur. Buradaki inceliğin kavranmasını önemle ve özellikle talep ediyorum. (Rasim Özdenören)
 
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün. (3/102) 
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.(59/18)
Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. (63/9)
 
 

DUA:

Rabbim bizleri Kur'an-ı doğru okuyup doğru anlayan ve doğru yaşayanlardan kıl. İslam'ın şahidi ve şehidlerinden eyle. Bizleri sana teslim olanlardan kıl ve soyumuzdan da sana teslim olan nesiller yarat.
Rabbim; hayatımızdaki tüm inançlarımızı ve amellerimizi senin buyurduğun okuma ve isimlendirme yasalarına göre olmasını nasıp eyle.
 
 

-Asr suresi:

"Asra and olsun ki insan hüsrandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye eden  müstesna." (Asr:103/1-3)
Rabbim bizleri asr suresini gereği gibi okuyup anlayanlardan, bize verilen zamanın farkında olanlardan ve imtihanı kazananlardan eyle.
"...Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahrette de benim sahibimsin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!" (12/101)

Etiketler : #Rabbin   #adıyla   #okumak   #   #niçin   #ve   #nasıl?   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN