Gönül isterdi ki...

İlk dönem yapılan çıkışlar ve açıklamalar bu yönde bir beklenti doğmasını sağlamıştı. Ne var ki Büyük Birlik Partisi çizgisi ilerleyen zamanlarda ilk dönemdeki söz konusu çıkış ve açıklamaların ötesine geçmediği ve sentezcilikten arınan bir İslami duruşa yönelmediği gibi, bir noktadan sonra kavmî ve ulusal aidiyetlerin sentezde yeniden öne çıkan unsurlar olmaya yüz tuttuğu, bu çerçevede zaman zaman MHP’yi bile sollayan militan söylemlerin sadır olmaya başladığı bir tersine yönelim süreci kendini gösterir oldu.

01-10-2011


Gönül isterdi ki...

Şükrü Hüseyinoğlu

Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekileri taşıyan helikopterin Kahramanmaraş’tan Yozgat istikametine giderken kaza geçirdiği haberini duyduğumuzda üzülüp endişelenmiş, fakat bu haberin hemen akabinde Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının kazadan yaralı kurtulduğu haberleri gelmeye başladığında sevinmiştik.

Ne var ki ilerleyen saatlerde gelen haberler durumun ciddî olduğunu, düşen helikopterin yerinin dahi tesbit edilemediğini ve bu yönde çalışmaların başlatıldığını gösteriyordu. Kalbimiz ve dilimiz duaya durmuş, milyonlarla birlikte Yazıcıoğlu ve arkadaşları için hayırlı akibet niyazında bulunuyorduk.

Bir taraftan arama-kurtarma çalışmalarının devam ettiği yönünde açıklamalar yapılırken, diğer taraftan da, Yazıcıoğlu’nun bir parti yetkilisini arayıp “Helikopter düştü. Ben yaralıyım. Haberiniz olsun.” dediği, Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının yaralı olarak hastaneye kaldırıldığı, hatta Yazıcıoğlu’nun Kayseri’ye, diğer kazazedelerin ise Kahramanmaraş’a sevk edildiği yönünde haberler gelmekteydi.

Sonradan “operasyonel haber” niteliği taşıdığı anlaşılan bu tür bilgiler arama-kurtarma çalışmalarının hız kesmesi sonucunu doğurmuştu ve akşam olup hava karardığında resmî makamlardan gelen açıklamalar helikoptere hâlâ ulaşılamadığını göstermekteydi. Umutlu bekleyiş yerini giderek endişeye terk etmeye başlamıştı ve ne ertesi sabah ne de akşam beklenen güzel haber duyulacaktı.

Neticede ise, kazadan 48 saat sonra 17 kişilik bir köylü grubu kendi çaba ve imkânlarıyla enkaza ulaşmış ve Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının hayatlarını kaybettiği anlaşılmıştı.

Politik arenadaki kurgusal kutuplaşma ve seçim barajları sebebiyle partisinin seçimlerde aldığı oy oranları hiçbir zaman toplumda gördüğü teveccühe ulaşamamış olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun bu şekilde elim bir kaza sonucu hayatını kaybetmesi geniş toplum kesimlerinde üzüntüyle karşılandı. Bizler de bu üzüntüyü içtenlikle paylaşanlar arasında olduk.   

Muhsin Yazıcıoğlu’nun 28 Şubat sürecindeki dik duruşu, zaman zaman Türkiye’de Müslümanlara yönelik baskı ve yasakçı uygulamalar karşısındaki açıklama ve muhalif tutumları hafızalardaki yerini koruyor. Bugünlerde de zaten daha çok bu yönleriyle anılıyor, hakkında tanıklıkta bulunanlar bir vefa borcu olarak bu yönlerini dile getirme gereği görüyor. 

Bununla birlikte Yazıcıoğlu ile ilgili daha kuşatıcı, duygu atmosferinden uzak ve daha dengeli tanıklıkların yapılması da bir ihtiyaç olarak ortada duruyor. Zira vefat etmiş insanlarla ilgili yapılan tanıklıklar doğrudan doğruya yaşayan insanlar üzerinde tesir yapmaktadır. Söylenen her söz, yapılan her değerlendirme konuyla ilgili insanların dünyasında karşılık bulmakta, bir kanaate dönüşmektedir. Hakkında tanıklıkta bulunulan kimse öncü konumunda birisi olduğunda ise bu tesir ve etkileşim çok daha üst düzeylerde gerçekleşmektedir. Bu sebeple tanıklıklarımızın duygu değil hakikat eksenli olması şarttır.

Muhsin Yazıcıoğlu’nu, İslam’ı yalnızca Türk kültürünün bir parçası olarak algılayan ve o çerçevede değerlendiren Alparslan Türkeş’in MÇP’sinden partideki 5 arkadaşıyla birlikte “fikir uyuşmazlığı” sebebiyle1 kopup yeni bir siyasi hareket oluşturma hazırlıklarına başladığında, İslami duyarlılığa sahip bir üniversite öğrencisi olarak dikkatle izlemeye başlamıştım. “İslamcı kanat” olarak nitelenen Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının ayrılması basında “MÇP’de Türkçülerle İslamcıların yolları ayrıldı” şeklinde duyurulmuştu.2

Kısa sürede Büyük Birlik Partisi (BBP) adıyla bir parti kuran Yazıcıoğlu, Türkeş’i düzenin adamı, Türkeş’in MÇP’sini laikçi ve Kemalist bir sistem partisi olarak niteliyor,3 12 Eylül öncesiyle ilgili “kontgerilla hareketlerine bulaşılmış olmaktan” söz ediyor, ilayı kelimetullah dâvâsına vurgu yapıyor, her ne kadar Türk-İslam terkibini terk etmese de giderek artan İslami söylemleriyle ilerleyen süreçte daha sağlıklı bir çizgiye ulaşacağı ümidini oluşturuyordu.4 Şu cümleler MÇP’den ayrılıp yeni bir siyasi hareketin temellerini atmaya çalışan Yazıcıoğlu’na aitti: “Biz inanç hareketiyiz. Tavır ve davranışlarımızı doğrudan doğruya inançlarımız belirler.”5

O dönemlerde gündemi takip etmek için düzenli okumaya çalıştığım Haftaya Bakış dergisinde, Yazıcıoğlu’nun gerek eski partisi ile ilgili değerlendirmelerini, gerekse kendi çizgisiyle ilgili yaptığı ve “milli, İslami, demokrat ve sivil bir anlayış” şeklinde bir eklektiklikle malul olsa da İslami mesajların belirgin olduğu açıklamalarını dikkatle okumaktaydım. Yukarıdaki paragraftaki Yazıcıoğlu’na ait değerlendirmelerin çoğunu da, arşivimde bulunan Haftaya Bakış dergisinin 6-12 Temmuz 1992 tarihli 18. sayısından aktarıyorum zaten.

Daha sonraları yayınlanmaya başlanan ve BBP’nin yayın organı olarak bilinen Gündüz gazetesinde de Yazıcıoğlu’nun İslami değerleri giderek daha fazla öne çıkaran çizgisi hissedilmekteydi.

Yazıcıoğlu ve arkadaşlarından beklenen, bu çizgilerini zamanla daha ileriye taşımaları, gittikçe İslami değerlerle daha fazla buluşma, kavmî ve ulusal değerlerin kuşatmasından azade kılınmış bir İslami kimliği yakalama çabasıydı.

İlk dönem yapılan çıkışlar ve açıklamalar bu yönde bir beklenti doğmasını sağlamıştı. Ne var ki Büyük Birlik Partisi çizgisi ilerleyen zamanlarda ilk dönemdeki söz konusu çıkış ve açıklamaların ötesine geçmediği ve sentezcilikten arınan bir İslami duruşa yönelmediği gibi, bir noktadan sonra kavmî ve ulusal aidiyetlerin sentezde yeniden öne çıkan unsurlar olmaya yüz tuttuğu, bu çerçevede zaman zaman MHP’yi bile sollayan militan söylemlerin sadır olmaya başladığı bir tersine yönelim süreci kendini gösterir oldu.

Bunda Alparslan Türkeş’in ölümüyle birlikte tabanı kazanmaya yönelik pragmatist bir düşüncenin mi etkili olduğu yoksa başka etkenlerin mi devreye girdiği konusunda doğrusu bir fikrim yok. Fakat BBP çizgisinin, o dönemde medyada “Türkçü-İslamcı ayrışması” olarak nitelenen MÇP’den kopuşla birlikte ortaya koyduğu İslamileşme trendini bir noktadan sonra yarıda bırakarak kavmî ve ulusal aidiyetlere daha fazla vurgu yapan, sistemin kavmiyet ve ulus eksenli dayatmaları sonucu ortaya çıkmış bulunan sorunlara İslami bir çözüm önerecek yerde resmî söylemle paralel çıkışlar yapmayı tercih eden ve hatta bu konuda zaman zaman militan  çıkışlarla gündeme gelen bir kırılma yaşadığı tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır.

Gönül isterdi ki, Muhsin Yazıcıoğlu’nun öncüsü olduğu hareket, MÇP’den ayrılma sürecinde ve devamındaki yaklaşık 10 yıllık süreçte gösterdiği İslami değerlerle buluşma çabasını hız kesmeden sürdürse ve daha da ileriye taşımış olsaydı.

Böylece Yazıcıoğlu, vefatının ardından sadece 28 Şubat sürecindeki dik duruşu, siyasetteki ahlaki tutumu, başörtüsü ve Filistin’le ilgili eylemlere desteği gibi salih amelleriyle değil, sahih bir İslami duruşa sahip olmakla da yâd edilebilirdi. Bu da, takipçileri ve kendisine teveccüh gösteren kitleler açısından kimlik aşılayıcı bir tanıklık imkânı doğururdu.

Dipnotlar:

1- Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının MÇP bünyesinde bulunduğu dönemde çıkardıkları ve Türkeş tarafından parti teşkilatlarında dağıtılması yasaklanan Dergah dergisi Temmuz 1992 sayısında “Bizim Dergah yasaklandı” kapağıyla çıkıyor ve Emir Kuşdemir imzalı bir yazıda Türkeş’e yönelik şu eleştiriye yer veriyordu: “Bizim Nizam-ı Alem diye bir dâvâmız yoktur diyen zat şuı an hangi görevdedir?”

2- Cumhuriyet gazetesi 8 Temmuz 1992 (Haftaya Bakış dergisi iktibasından)

3- Aksiyon dergisi, 9. sayı, Şubat 1995

4- Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının İslami söylemler eşliğinde partiden kopuşu karşısında, Türkeş de Ortadoğu gazetesi üzerinden tabana mesaj vermeye yönelik propaganda atağı başlatıyordu. Ortadoğu gazetesinin 11 Temmuz 1992 günkü nüshasındaki, hepsi sakallı 9 kişinin fotoğrafının yer aldığı “Tosyalı Alperenler açıklama yaptılar: Dava Türkeş’le yürüyecek” başlıklı haber buna örnektir.

5- Türkiye gazetesi,  7 Temmuz 1992 (Haftaya Bakış dergisi iktibasından) 

Etiketler : #Gönül   #isterdi   #ki...   
YORUMLAR
  • Ş. Hüseyinoğlu   04-10-2011 21:48

    Değerli kardeşim, şok olacak bir şey yok. Tek bâtıl düşünce ve yönelim milliyetçilik (ulusçuluk) olmadığı gibi, Başbakan da bu bâtıl anlayıştan beri değildir. Evet, Yazıcıoğlu da, Erdoğan da bu bâtıl anlayışlardan arınmış olsalardı, ki gönül herkes için bunu ister, hem kendileri için, he de arkalarından giden kitleler için hayırlı olmaz mıydı? Bu bâtıl anlayışlardan arınan bir Erdoğan, tağuti sistemin başbakanlığı ve emperyalizmin eşbaşkanlığı görevine devam edebilir miydi?

  • hasan   04-10-2011 10:00

    şükrü hüseyin ismi zihnimde çok faklıydı.acaba yanlışmı tanımışım.bu yazıdan sonra tereddüte düştüm.bu yazının mantığına göre mevcut başbakan yazıcıoğlundan daha iyi işler yapmıştır.en azından milliyetçi degildir.o zaman niçin mevcut başbakan bu sitede hep eleştiriliyor.(ben bütün eleştirileri haklı buluyor ve destekliyorum)şok oldum desem yeridir.selametle kalın.

  • Muradi   02-10-2011 15:15

    Bizdeki dindar politikacılar İslamın siyasal yöntemini anlamadıkları veya anlamak istemek istemedikleri için genellikle düzen içerisinde yaşanacak bir din anlayışına sahiptirleri.Düzeni İslama göre değerlendirmeye tabi tutmazlar.Belki buna birikimleri de yetmez.Ancak düzenin makamlarında saf tutma anlayışlarından vaz geçemedikleri için de bu olumsuzluğu aşma çabası da gösteremezler.Bundan dolayı da düzeni İslama göre değil, İslamı düzene göre anlamaktan bir türlü uzaklaşamazlar.

  • Ş. Hüseyinoğlu   02-10-2011 13:12

    Bu yazı şimdi hangi yaraya merhem sorusuyla başlayalım... Yazıcıoğlu vefat ettiğinde kaleme alınan bu yazıyı, Yazıcıoğlu'nun bir TSK operasyonuyla aktledildiği gerçeğinin ortaya çıktığı bugünlerde gerçekçi bir Yazıcıoğlu portresine ihtiyaç bulunduğu düşüncesiyle yeniden yayınlama gereği duydum. Zira bu tür durumlarda genelde duygusallık aklın ve ilkelerin önüne geçebilmekte, kişiler oldukları gibi değil, vehmedildikleri biçimde değerlendirilmektedir. Çevremde Yazıcıoğlu ile ilgili o tür değerlendirmelerin yeniden yapıldığını görünce bu portre çalışmasını hatırlatma gereği duydum. Duygusallık yarasına, akıl ve ilke merhemi niyetine... Tağut kavramını hamdolsun öğrendik. Müslüman olmanın ilk şartının, Allah'a imandan da önce tağutu inkâr olduğunun bilincindeyim. Fakat bu yazıda bu bilince aykırı bir değerlendirme yaptığımı düşünmüyorum. Yazıcıoğlu'nun İslami kimliğe yönelme sürecinden geri dönüşü ve nihayetinde kavmî-ulusal hedef ve "kutsallık"larla sentezlenmiş bir din anlayışıyla dünyaya veda edişini anlatmaya çalıştım kısaca. Gönül isterdi ki MÇP'den ayrılışla başlayan süreç bu şekilde neticelenmemiş olsaydı, formatında... Salih amel kavramı böyle bir durumda kullanılabilir mi, açıkçası bunu düşünmemiştim. Bunu değerlendireceğim inşaallah.

  • ömer bitlis   02-10-2011 05:49

    Şimdi Muhsin Yazıcıoğlunu tsk nın öldürdüğü konuşulurken, vefatından sonra bu yazılan bu yazının şimdi yeniden yayınlanması neye merhem?!

  • fatma   02-10-2011 00:00

    Ben de son iki paragrafı(salih amel kısmını), ve de özellikle "Gönül ne isterdi" bölümünü anlayamadım.

  • ilyas metin   01-10-2011 23:20

    Tağut kavramını iyi bildiğini bildiğim kardeşim, bu yazıyı nasıl yazdın anlayamadım

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN