23-11-2021 12:17

Vef�

Kafirlerin ise vef�l� olmalar�, kelimenin ger�ek anlam�nda ve genel olarak m�mk�n de�ildir. G�rece olarak, mesela s�zlerinde duruyor olabilirler. Baz�lar� �l�� ve tart�da hile yapm�yor olabilir. Kafirler, �k�f�r ettikleri� i�in yani, Allah�a ait ger�eklikleri �rtt�kleri i�in, nihai anlamda vef�s�zd�rlar.

Vef�

Vefâ

Vefâ kelimesi sözlükte sözünü, va’dini, ada��n� (nezrini), yeminini tutma, yerine getirme; borcunu ödeme, telafi, tazmin, sadâkat gibi anlamlara gelmektedir. Ra��b el-�sfehani’ye göre vefân�n z�t anlam� ‘terk etmek’tir. Vefâ kelimesi Arapçad�r ve Kur’an’da türevleriyle birlikte toplam altm�� kadar ayette kullan�lm��t�r. Ölüm anlam�na gelen ‘vefât’, vefâ ile ayn� köktendir.

Vefâ kelimesi Kur’an dilinde temel olarak �u üç anlamda kullan�lm��t�r:

1) Sözünde durmak, sadakat, vefâl�l�k, k�saca ahde ba�l� kalmak.

2) Ölçüde ve tart�da dürüst olmak, hile yapmamak, insafl� olmak.

3) Yapt��� iyi veya kötü bütün i�lerin kar��l���n� tam almak, hiçbir eme�inin kar��l�ks�z kalmamas�; mü’min veya kafir, amellerinin kar��l���n� (sevap ve ceza olarak) tam almak.

Erbab�nca malum oldu�u üzere Arapça’da her fiil, ‘vezin’ denilen farkl� kal�plarda farkl� anlamlar kazanmaktad�r. ‘Vefâ’ fiili de bu �ekilde de�i�ik vezinlerde kullan�lm��t�r. Mesela ‘evfâ’ vezniyle söylendi�inde, va’dini yerine getirmek, yeminini tutmak, sözünde durmak anlamlar�na gelmektedir. ‘Evfa fülanen hakkahu’ demek, birine hakk�n� tamamen vermek demektir. ‘Evfâ’l keyle’, tamamlamak, tam ölçmek demektir. Allah’�n mü’minlere canlar� ve mallar� kar��l���nda cenneti vâdetti�i (satt���) bildirilen Tevbe suresinin 111. ayetinde “Ahdine Allah’dan daha çok vefâl� olan kimdir?” buyurularak, gerçek vefân�n bizzat Allah’a özgü oldu�u bildirilmi� olmaktad�r. Al-i �mran suresi 76. ayette “Hay�r, her kim ki ahdine vefâ gösterir ve ittika ederse…” buyurularak, ahde vefâ göstermek övülmektedir. Fetih suresi 10. ayette, Rasulullah’a yap�lan r�dvan bey’ati ba�lam�nda, ona yap�lan bey’atin gerçekte Allah’a yap�lm�� oldu�u ifade edilerek, Allah’a (yani burada Peygamber’e) yapt��� ahdine vefâ gösterenlere Allah’�n büyük bir mükafât verece�i müjdelenmektedir. Necm suresinin 41. ayetinde ‘evfâ’ kelimesi ‘tam’ anlam�nda kullan�lm��t�r: ‘el-cezâu’l-evfâ’, “eksiksiz/tam kar��l�k (mükafaat)” demektir.

 Vefâ kökünden türemi� ‘vâfin’ kelimesi sâd�k, sadakatli, eksiksiz, tam, yeterli, uygun, yerinde anlamlar�na gelmektedir. ‘Vefiyyü’, sözünün eri, verdi�i sözü, vadi, yemini tutan, sâd�k, güvenilir, tam, bütün, tüm anlam�ndad�r. ‘Teveffâ’ kelimesi ‘vefât ettirmek’ anlam�na gelmektedir, fakat ‘teveffâ fulanun hakkahû’ dendi�inde, “hakk�n� tamamen almak” manas�n� ifade etmektedir. Vefat etmek, sanki asla ba�l� kalmay�, geldi�i yere geri dönmeyi ça�r��t�rmaktad�r. T�pk� “Biz Allah’a aitiz, ve biz O’na dönece�iz” ayetinde oldu�u gibi… (2/Bakara, 156). ‘�stîfâ’ sözcü�ünün de vefâ ile ayn� kökten olmas� ilginçtir ve ödeme, ifa etme, konuyu kapsaml� olarak i�leme, tamamlama, bitirme anlam�na gelmektedir. �u halde, her ne pahas�na olursa olsun, ‘bulundu�u görevde kalma’ h�rs� yerine, �artlar onu gerektirdi�i zaman �ahsiyetli bir �ekilde istîfâ etmek de vefâl� bir davran�� say�lmal�d�r.

Vefâ kelimesi Kur’an’da en fazla ahidlere ba�l�l�k çerçevesinde kullan�lm��t�r. ‘Vefâ’n�n d���nda ba�ka sözcüklerle de, ahdine ba�l� olmak, verdi�i sözde durmak mü’minlerin en önemli özellikleri olarak öne ç�kart�lmaktad�r. Bunlardan biri de ‘akit’ kelimesidir ve Maide suresi bir ültimatom gibi, “Ey iman edenler, akidlerinize ba�l� kal�n!” (evfû bi-l’uqûd) ayetiyle ba�lamaktad�r. Ahidlerin en köklü olan� ku�kusuz, insano�lunun, kendisini yaratan Rabbine olan kulluk ahdidir. Bakara suresinin 40. ayetinde �srailo�ullar�’na hitaben, “Siz benim ahdime ba�l� kal�n ki ben de sizin ahdinize ba�l� kalay�m” (evfû bi-ahdî ûfi bi-ahdikum) buyurulmu�tur. Burada genel anlamda �srailo�ullar�’n�n müslüman kalmalar�, Muhammed (a.s)a indirilen Kur’an’a iman etmeleri kastedilmi�tir. Kur’an mü’minlerden, ahidle�tikleri zaman ‘Allah’�n ahdine’ ba�l� kalmalar�n� emreder, kuvvetlice yemin ettikten sonra yeminlerini bozmamalar� konusunda uyar�r. (16/Nahl, 91).

Kur’an, ahde vefân�n sorumluluk demek oldu�unu beyan etmektedir: “Ahde vefâ gösterin. Çünkü ahid bir mes’uliyettir.” (17/�sra, 34). Bizden ahde vefâ istenmektedir; ahid de sorumluluk oldu�una göre, ‘sorumlulu�unuzu bilin, ihlal etmeyin’ denmektedir. �u halde ahdine vefâ göstermeyen insan, mes’uliyetsiz / sorumsuz bir insand�r. Esas�nda bu ayetteki ‘ahid’ mefhumunu daha genel anlamda, insan�n halife k�l�nmas�, insana yeryüzünde tevdi edilen emanet, insan�n henüz yarat�lmadan önce Allah’a verdi�i ba�l�l�k sözü olarak anlamak da mümkündür. Allah’�n biz insanlar� kendi nefislerimize �ahit tutarak “Ben sizin Rabbiniz de�il miyim?” hitab�na kar��l�k bizim “Evet, Sen bizim Rabbimizsin” (Qâlû belâ) diyerek (7/A’raf, 172), bir anlamda Allah’a söz vermi�li�imiz, Allah’�n Rububiyyetine ba�l� kalaca��m�z� beyan ve taahhüd etmi�li�imiz, Allah’a olan ahdimiz olarak de�erlendirilmelidir. Dolay�s�yla mü’min olmak, vefâl� olmak demektir. Sözüne, özüne sâd�k kalmak demektir. Nitekim Kur’an’da mü’minlerin özellikleri tan�t�l�rken, “Allah’a yapt�klar� ahidlerine ba�l� kal�rlar ve mîsâk� bozmazlar” ( yûfûne bi-ahdihim) (13/Ra’d, 20) ayeti, �sra suresinin 34. ayetiyle ilgili kastetti�imiz yorumun tam bir kan�t� niteli�indedir.

‘Vefâ’ fiilinin (mübâla�a bildiren) tef’�l bab�ndan olan ‘veffâ’ sîgas�, ‘birinin hakk�n� tamamen vermek’ anlam�na gelmektedir. Yani ‘veffâ’ kelimesiyle, ‘vefâ’n�n, ‘birisinin hakk�n� tam olarak vermek’ anlam� daha bir vurgulanm�� durumdad�r. Bu sözcükle �brahim Peygamber vefâl�, görevini eksiksiz yerine getiren, görevinin hakk�n� hakk�yla vermi� ki�i olarak tan�mlanm��t�r. (53/Necm, 37). �brahim Peygamber misali, salih ameller i�leyen mü’minler vefâl� hareket etmektedirler. As�llar�na ba�l� kalm��lard�r. Öyleyse onlara da (Allah taraf�ndan) vefâl� olunacakt�r: “�man edip salih ameller i�leyenlerin ecirleri tastamam bir �ekilde verilecektir. Allah elbette zalimleri sevmez.” (3/Al-i �mran, 57) Hatta mü’minlere ‘vefâl�’ muamele eden (Allah)�n büyüklü�ü gere�i, biraz da fazladan ihsan edilecektir. (4/Nisa, 173; 35/Fat�r, 30). Çünkü bunlar, Allah’�n Kitab�’n� tilavet edenler, namaz� dosdo�ru ikame edenler, Allah’�n kendilerine verdi�i r�z�klardan gizli veya aç�k infak edenlerdir. (35/Fat�r, 30).

Adeta bir ilkeler örgüsü olan Kur’an’da ‘vefâ’ konusu da ilkeli bir ba�lamda i�lenmi�tir. Allah’�n vefâs�n� celbetmek, kullar�n kendi vefâl�l�klar�na ba�l�d�r. Allah (�srailo�ullar�na:) “Siz ahdinize ba�l� kal�n, ben de ahdime ba�l� kalay�m” (ve evfû bi-ahdî ûfi bi-ahdikum) buyurmaktad�r (2/Bakara, 40). Demek ki vefâl� olmak kar��l�kl�d�r ve �arta ba�l�d�r. Bütün mesele, insan�n, verdi�i sözlere ihanet etmemesi, asl�na ve özüne yabanc�la�mamas�, Allah’la, Rabbi ile daima bar���k olmas�, Rabbi’ni unutmamas�d�r. E�er O’nu unutursa, Allah bütün alemlerden müsta�ni oldu�u ve insan ise daima Rabbi’ne muhtaç oldu�u için, kaybeden insan olacakt�r.

�nsan�n yeryüzü hilafeti d���nda, ‘Allah’�n ahdi’ ne anlama gelebilir? Kur’an, yetimin mal�na dürüst davranmay�, onu haks�zca kendi uhdesine geçirmemeyi, ölçüyü ve tart�y� dürüstçe ve adil bir biçimde yapmay� ve yalanc� �ahitlik yapmamay� vb.. ‘Allah’�n ahdi’ olarak ele almakta ve ‘Allah’�n ahdi’ne ba�l� kalmay� (vefây�) emretmektedir. (6/En’am, 152). Bu demektir ki, yetim mal� yemek, ölçü ve tart�da hile yapmak, yalanc� �ahitlik yapmak, Allah’a verilen ahde vefâ göstermemektir, ahdi bozmakt�r.  ‘Ahde vefâ’ ba�lam�nda, yetim mal�n� haks�zca yememek ve ölçü-tart�y�  dürüst bir �ekilde yapmak, mü’minlere defaatle hat�rlat�lan dînî bir görevdir. �uayb Peygamber’in, kavmi Medyen halk�na tebli� etti�i bu ahlaki ilke, bizler için de emir niteli�indedir. �uayb Peygamber kavmine, “…ölçüyü ve tart�y� tam yap�n” (fe-evfû’l-keyle ve’l-mîzan) (7/A’raf, 85) derken, neden vefâ kelimesinden türeme ‘evfû’ sözcü�ünü kullanm��t�? Çünkü sat�c�, ald��� para kar��l���nda, satmay� vâdetti�i mallardan, ölçerek ya da tartarak, ald��� paran�n ederi kadar bir miktar� al�c�ya vermeyi taahhüd etmi� demektir. ��te bu taahhüdüne / vâdine sadakat göstermeli, yani vefâl� olmal�d�r. Bunu yapmayan, vefâs�z bir insand�r. Dolay�s�yla, bütün ticarî h�rs�zlar ayn� zamanda vefâs�z insanlard�r demek do�ru bir tan�mlamad�r. Bu ahlaki ilke, 11/Hud suresinin 85. ayetinde hemen hemen ayn� sözlerle tekrarlanmaktad�r.

Peygamberler gerçek vefâkâr insanlard�r. Yusuf’un karde�leri k�tl�k y�llar�nda, erzak almak için Yusuf’un bulundu�u saraya gelmi�ler ve yalvarmakl� bir dille, “bize ölçüyü tam yap ve biraz da ba���ta bulun” demi�lerdi. Hem ölçüyü tam yapmas�n� (vefâ), hem de fazladan ihsanda bulunmas�n� talep ettikleri o ki�i, bir zamanlar kendilerinin tam bir vefâs�zl�k ettikleri, ölsün diye kuyuya, ölüme att�klar� karde�leri Yusuf’dan ba�kas� de�ildi. Yusuf onlar� tan�m��t� ve t�pk� dedesi �brahim gibi davranarak, kendisine vefâs�zl�k etmi� olan karde�lerinden, istedikleri ‘vefâ’y� esirgememi�ti.

Vefân�n bir di�er anlam� da, bütün insanlar�n, yapt�klar� amellerinin kar��l���n� ahirette mutlaka alacaklar�yla ilgilidir. Nas�l ki mü’minlere hak ettikleri mükafât� eksiksiz ve hatta fazlas�yla vermek bir vefâ ise, kafirlere, Allah’�n lanetini celbetmi� olanlara, hak ettikleri cezay� tam vermek de Allah’�n vefâs� gere�idir: “O gün Allah onlara hak ettikleri cezay� eksiksiz verecektir ve onlar da Allah’�n hiç �üphesiz hak oldu�unu bilip anlayacaklard�r.” (24/Nur, 25)

Dünya hayat�n� ve onun zînetlerini isteyenlere, yap�p etmelerinin kar��l��� da tastamam verilecek, hiçbir �ekilde eksiltilmeyecektir. (nüveffi ileyhim a’malehum) (11/Hud, 15; ayr�ca bkz, 11/Hud, 111; 46/Ahkaf, 19). Ayetten öyle anla��l�yor ki, bu insanlar arzu ettikleri sonuçlara ula�malar� konusunda, onlar� azab-� ilahiden engelleyecek herhangi bir fiili müdahale söz konusu de�ildir. Çünkü onlar dünyada iken yeteri kadar uyar�lm��lard�. Geriye kalan, dünya ve zînetine yönelik amellerinin kar��l���n�, hem de kendi istekleri gere�i tastamam almalar�d�r. Bu da onlara gösterilecek en iyi ‘vefâ’d�r… Fakat bu insanlar�n ahirette, ate�ten ba�ka nasipleri yoktur. (11/Hud, 16). Çünkü bundan ba�ka bir sonuç istemi� de�illerdi… Cenab� Allah, t�pk� önceki atalar� gibi, Allah’�n d���nda baz� ilahlara tapan putperestlere, hak ettikleri cezay� eksiksiz, tam olarak verecektir. Bu bizzat Allah’�n vadidir. “Biz onlar�n paylar�n� eksiksiz olarak verece�iz.” (�nna le-muveffûhüm nasîbehüm) (11/Hud, 109).

Kafirlerin amellerinin hiçli�ini serap temsili ile aç�klayan ayette (24/Nur, 39), ’serap’ ile, Allah’�n, kafirlerin hesaplar�n� tam görece�i, yani vefâ kavram� aras�nda kurulan ilgi, ola�anüstü derecede icazl�, çarp�c� ve ilgi çekicidir:

“Kafirlere gelince, onlar�n amelleri, çöldeki serap gibidir: Susayan ki�i onu su zanneder. Fakat yan�na gelince orada hiçbir �ey bulamaz, orada sadece Allah’� bulur. Allah ise onun hesab�n� tam görür. Zaten Allah çok çabuk hesap görendir!” (24/Nûr, 39). Bu ayet kafirlerin amellerini, t�pk� serap gibi tamamen bir ‘hiç’, bir hayal de�erinde görmektedir. Onlar�n kafirce amelleri onlara ahirette hiçbir fayda sa�lamayacakt�r. Allah ise, vefâs�, yani herkese hakk�n� tam olarak vermesi gere�i onlara hak ettikleri kar��l��� (cehennemi) verecektir. E�er kafirler Kur’an’a kulak verselerdi bu ayet onlara �u gerçe�i ö�retecekti: Kafirlerin, ‘vefâ’ anlay��lar� t�pk� çöldeki serap gibidir. Serap, çölde susuzluktan kavrulan bir adam�n hayal etti�i, gördü�ünü sand��� bir kurtulu� hayalidir. Fakat maalesef, hayalinin bo�a ç�kmas� onun susuzlu�unu bir kat daha art�rm��t�r. Dünya hayat�nda, t�pk� Semûd kavminin dokuzlu çetesi gibi (27/Neml, 48), tam bir �eytanî düzenle, ahbap-çavu� ili�kisi içinde halk�na zulmeden çeteler, yeri geldi�inde birbirlerini harcamaktan asla çekinmezler. Bunlar�n aray��lar� (susuzluklar�) asla bitmeyecektir. Çünkü ancak îman insan� tatmin eder (susuzlu�unu giderir). Kafirlerin susuzlu�u, aç gözlülü�ü ölünceye kadar devam edecektir. Onlar�n gözünü ancak toprak doyuracakt�r. ��te bu ahbap-çavu� çeteler, tam hayallerine ula�t�klar�n� sand�klar� anda, bir �ekilde onu kaybetmekteler. Yani serapla kar��la�maktalar. O anda birbirlerini vefâs�zl�kla suçlamaya kalk��maktalar. Halbuki her ikisine de ‘vefâl�’ olan birisi vard�r, O da Allah’d�r. Tam o anda kar��lar�nda Allah’� bulacaklard�r. Allah asla vefâs�zl�k etmez, etmeyecektir. O’nun hesap görmesi çabuktur.

‘Vefâ’n�n bir di�er türevi olan ‘vüffiye’ kelimesi de bir kimsenin, hak etti�i kar��l��� tam olarak almas� demektir: “Her nefis kazand���n�n kar��l���n� tam olarak alacakt�r ve onlar asla haks�zl��a u�rat�lmayacaklard�r.” (3/Al-i �mran, 25) “Her nefis i�ledi�i amelin kar��l���n� tam alacakt�r.” (ve vüffiyet kullü nefsin mâ amilet) (39/Zümer, 70) Bu fiilin geni� zaman sigas�yla kullan�lan tüveffâ biçimi de birkaç ayette ayn� anlam� vurgulamak üzere kullan�lm��t�r. “Her nefis, kazand���n�n tam kar��l���n� al�r” (tüveffâ kullü nefsin bi-mâ kesebet) (2/Bakara, 281; 3/161); “Ve her nefse, i�ledi�i amellerin kar��l��� tam olarak verilir, asla haks�zl��a u�rat�lmazlar” (ve tüveffâ kullü nefsin bi-mâ amilet ve hum lâ yuzlemûn) (16/Nahl, 111). “K�yamet gününde ecirleriniz tastamam verilecektir.” (Ve innema tüveffevne ücûrakum yevme’l-q�yameh) (3/Al-i �mran, 185).

Mü’minler “Hay�r olarak” ve “Allah yolunda” her ne infak ederlerse kar��l���, kendilerine tastamam olarak ödenecek ve asla haks�zl��a u�rat�lmayacaklard�r. (2/Bakara, 272; 8/Enfal, 60) “Sabredenlere ecirleri hesaps�zca ödenecektir.” (39/Zümer, 10)

�u halde mü’minlere, hak ettikleri ecirlerinin verilmesi, kafirlere de hak ettikleri cezan�n tam olarak verilmesi bir vefâd�r.

Mü’minler, t�pk� Rableri’nin kendilerine vefâl� olmas� gibi, kendileri de hem Rablerine hem de insanlara vefâl� olmal�d�rlar. Sözlerinde durmal�d�rlar. Adaklar�n� yerine getirmelidirler (76/�nsan, 7), ahidlerine ba�l� kalmal�d�rlar. (2/Bakara, 177). Sözüne sâd�k olmak, ahdine vefâ göstermek, verdi�i sözde durmak, dün dedi�ini bugün inkar etmemek, birtak�m maslahatlar gözeterek sözlerini tevil etmemek, az bir paha (metâun qalîl) kar��l���nda ‘de�i�tim’ diyerek, do�ru bildiklerini terk etmemek mü’minlerin en önemli ahlaki ilkeleri olmal�d�r. Küfür, nifak, f�sk, dalalet, haram ve günah üzerinde vefâ olmaz. Bunlardan kaç�nmak ancak vefâd�r. Ölçüde, tart�da dürüst olmak, sözüne yüzde yüz güvenilir olmak, yetimin, fakirin, çal��t�rd��� insanlar�n vb.. hakk�n� yememek, bütün insanlar�n müslümanlardan bekledikleri ahlaki davran��lard�r. Her zaman oldu�u gibi bugün de bunlara insanl���n ihtiyac� vard�r. Gerçek vefây� mü’minler göstermelidirler. Di�er insanlar mü’minlerden vefây� ö�renmelidirler.

Ne var ki son y�llarda kimi müslümanlar, gerek birtak�m kamu mallar�na ve gerekse ‘inançs�z’ olarak gördükleri ki�ilerin mallar�na ve menfaatlerine yönelik ‘darul harpteyiz’ gibi gerekçelerle vefâs�zl�k yapt�lar. Elektri�i kaçak kullanmak, toplu ta��ma araçlar�na biletsiz binmek vs.. bunun tipik örnekleri oldu. Bu davran�� t�pk� bir zamanlar Benî �sraîl’in, “Ümmilere kar�� bize sorumluluk yoktur” sözleriyle, Mekke Araplar�n�n mallar�n� haks�zca yemeyi helal sayan anlay���na (3/Al-i �mran, 75) benzemektedir. Beni �srail’in bu tutumu nas�l bat�l ve vefâs�zsa –ki Yahudiler bu zihniyetlerinden hiçbir �ey de�i�tirmediler-, ‘müslüman�m’ diyen insanlar�n bu tutum ve davran��lar� da bat�l ve vefâs�zl�kt�r. Rabbimiz Allah yukar�da and���m�z ayetlerde ölçüyü tart�y� tam yapmay�, insanlar�n mallar�n� eksiltmemeyi aç�kça emretmektedir. (7/A’raf, 85; 11/Hud, 85; 26/�uara, 183) Bu ayetlerin üçü de �uayb Peygamber’in, kavmine yönelik uyar�lar�d�r. Fakat hiçbir müslüman, Allah’�n Medyen halk�ndan istedi�ini bizden istemedi�ini iddia edemez.

Peygamberimiz Muhammed (as.), kafir de olsalar, kavminin hiçbir menfaatine göz dikmedi�i gibi, bilakis, k�tl�k y�llar�nda Mekke halk�na Medine’den erzak gönderdi�i rivayet edilmektedir. �slami vefâ budur, müslüman ahlak� da budur. Vefâ �brahim’e, Yusuf’a, Muhammed (a.s)a ve di�er bütün Rasullere yak���r, onlar�n izinde yürüyen mü’minlere de yak���r.

Kafirlerin ise vefâl� olmalar�, kelimenin gerçek anlam�nda ve genel olarak mümkün de�ildir. Görece olarak, mesela sözlerinde duruyor olabilirler. Baz�lar� ölçü ve tart�da hile yapm�yor olabilir. Fakat burada çok dikkatli olunmal�d�r: �smet Özel’in bir �iirinde “Verem olmak üretimi dü�ürür…” diye bir söz geçmektedir. Evet verem olmak kötüdür, ama üretimi dü�ürdü�ü için… Bu k�sac�k bir m�sra ciddi bir kapitalizm ele�tirisidir. Bence kafirlerin görece ‘dürüstlüklerini’ bu ba�lamda de�erlendirmek gerekmektedir. Kafirler, ‘küfür ettikleri’ için yani, Allah’a ait gerçeklikleri örttükleri için, nihai anlamda vefâs�zd�rlar. Bilhassa bugün, dünyaya hükmeden global ‘�ebeke’nin vefâ diye bir kavrama inand�klar�n� dü�ünmek bile abestir. Kafirlerin ‘vefâ’ dedikleri asl�nda ç�kar ili�kileridir. ‘�ebeke’nin üyeleri için vefâdan ziyade, pastadan alacaklar� pay önemlidir.

�nançlar�, itikadlar�, ideolojileri, bilgi ve görgüleri, hatta hayatlar� Kur’an’�n o e�siz temsilinde oldu�u gibi ‘örümcek a��’ gibi olanlar vefâ’dan ne anlas�nlar! Onlar ruz-� mah�erde gerçek vefâ’yla kar��la�acaklar. Vefâ’n�n ne oldu�u onlara tastamam gösterilecek… Vefân�n ne oldu�unu o gün bihakk�n ö�renme f�rsat� bulacaklar… Zira o gün onlar, bütün yap�p ettikleri zulümlere ra�men, bütün entrikalar�na, çevirdikleri dümenlere ra�men, zerre kadar zulüm görmeyecekler, hak ettikleri onlara tastamam verilecek… Almalar� gerekeni, hak ettikleri kar��l��� (cezay�) eksiksiz olarak alacaklar. Bu, Allah’�n vadidir. Allah onlara haks�zl�k etmeyecek. Yani vefâs�zl�k etmeyecek! Allah’� vefâl� bulacaklar! Kendileri bu dünyada iken, ölüm kendilerine hiç gelmeyecekmi� gibi ya�ayanlar, gasbettikleri her türlü imkanlarla, zay�f insanlara zulmedenler, onlara her türlü kötülü�ü reva görenler, Allah’�n da sözünde durdu�unu, O’nun asla vefâs�zl�k etmedi�ini, vâdetti�i cezalar�n� hakk�yla verdi�ini aynel yakîn ve hakkal yakîn göreceklerdir.

(Mehmed Durmu� / Venharhaber)

YORUMLAR
Hen�z Yorum Yok !