��kr� H�SEY�NO�LU

09 Kas�m 2012

PEYGAMBER KISSALARINDA �SLAM� M�C�DELEN�N �LKELER�

Rabbimiz, tarih boyunca insanlar aras�ndan elçiler seçmi� ve hidayet önderleri k�ld��� bu elçilerle birlikte insanlara hayat rehberi sahifeler / kitaplar vazetmi�tir. Rabbimiz, Kitab-� Keriminde, elçilerinin misyonu ve onlarla birlikte insanl��a bildirdi�i Rabbani beyanlar�n inzal olunma gayesini “hakk� bât�ldan ay�rt etmek”1 ve “Allah’a kullu�a dâvet edip, ta�uta kulluktan sak�nd�rmak”2 olarak ifade etmektedir.

Kur’an’da anlat�lan Peygamber k�ssalar�ndan ö�reniyoruz ki, Peygamberlerin mücadelelerinin ana eksenini, hakla bât�l�n kesin olarak ayr��t�r�l�p tefrik edilmesi ve insanlar�n hakk� ve bât�l� apaç�k görerek tercihlerini buna göre yapmalar� çabas� olu�turmaktad�r. Peygamberlerin mücadele sünnetlerini takip etti�imizde, öncelikle Âlemlerin Rabbi’nin ölçülerine dayanmayan mevcut cahili toplumsal ve siyasal i�leyi�ten ilkesel hicrete (Seyyid Kutub’un ifadesiyle câhiliyeden bilinçli ve bütüncül ayr��ma) yöneldiklerini ve mücâdelelerini bu zeminde in�a ettiklerini görmekteyiz.

Zira, cahili toplumsal ve siyasal alg�, kabul ve i�leyi�ten hicret etmek / kopup ayr�lmak, Peygamberlerin temel misyonu olan hakla bât�l�n aras�n� ay�rman�n olmazsa olmaz �art�d�r. Hakla bât�l�n tefrik edilip ayr��t�r�lmad��� bir vasat, do�rudan do�ruya �irkin egemenli�i anlam�na gelmektedir. Tüm Peygamberlerin ortak kelimesi / ça�r�s� olan “Allah’tan ba�ka ilah yoktur” cümlesi, öncelikle bir reddi gündeme getirmektedir. Bu cümlede ifadesini bulan tevhid akidesi, bât�la, �irke, tu�yana, f�sk ve fücura tahammülü olmayan, bât�lla iç içe, yan yana bulunmay�, uzla�may� asla kabullenmeyen Rabbani dünya görü�ü ve hayat tarz�n� ifade etmektedir.

��te her biri ayn� kelimeyi farkl� tarih ve co�rafya kesitlerinde farkl� insan topluluklar�na hat�rlatmak üzere görevlendirilmi� olan Peygamberlerin, Rabbimiz taraf�ndan muhatap k�l�nd�klar� cahili toplumsal ve siyasal i�leyi�lerle ili�kileri bu temel akidevi çerçevede gerçekle�mi�tir.

Peygamberlerin yan� s�ra, onlar�n izinde yürüyen ve Kur’an’da haberleri anlat�lan mü’minlerin de bu temel akidevi çizgiden sapmadan, tevhidi eksenden �a�madan hareket etti�ini görmekteyiz. Kehf Sûresi 9 ile 26. âyetler aras�nda k�ssalar� anlat�lan Ashab-� Kehf, Mü’min Sûresi 28 ile 33. âyetlerde haber verilen “Firavun’un saray�ndaki iman�n� gizleyen mü’min” örneklerinde oldu�u gibi.

Peygamberler, tevhid akidesinin öncelikli a�amas� olan “La ilahe” reddiyesi gere�i, tüm sahte ilahlar�, ta�utlar� ve onlar�n tu�yan düzenlerini kesin olarak redle i�e ba�lam��lar ve bu tertemiz zemin üzerine “illallah” kabulünü in�a etmi�lerdir. Nitekim insanl��a son Rabbani ça�r� niteli�ini ta��yan Kur’an’da Rabbimiz tevhid akidesinin bu gere�ini �u �ekilde beyan buyurmu�tur:

“Dinde zorlama yoktur; Art�k hak ile bat�l iyice ayr�lm��t�r. Kim ta�utu inkar edip Allah'a iman ederse, kopmak bilmeyen sa�lam bir kulpa sar�lm��t�r. Allah i�itendir, bilendir.” (Bakara, 2/256)

A�a��da, Kur’an k�ssalar�ndan pratik örneklerini aktarmaya çal��aca��m�z bu temel akidevi duru�, Peygamberlerin mücâdele sünnetlerinde de�i�meyen esas� te�kil etmi�tir. Muhatap olunan kitle ve otoritenin durumuna göre, mücâdelede prati�indeki öncelikler (ö�üt vermek veya inzâr etmek, önceli�i toplumsal dâvete veya do�rudan do�ruya otoritenin ink�lâba u�rat�lmas�na vermek gibi), kullan�lan araçlar de�i�ebilse de, bu temel akidevi duru� asla de�i�memi�, tüm Peygamberler ve takipçilerinin ortak sünneti olmu�tur.

Bu çerçevede, Peygamberlerin mücâdele pratiklerinden ç�kar�labilecek temel hareket ilkelerini �öyle s�ralamam�z mümkündür:

1. Tüm cahili inan��, kabul, doktrin ve ya�ay�� biçiminin kesin olarak reddi ve hem bu kabul ve ya�ay�� biçimlerinden hem de bunlar�n hâkim oldu�u toplumsal ve siyasal i�leyi�lerden ilkesel düzlemde hicret…3

2. Hakla bât�l�n aras�n� kesin olarak ay�ran bu ilkesel kopu�la birlikte hakk� hak olarak, bât�l� da bât�l olarak kesin ve keskin hatlar�yla ortaya koyan aç�k toplumsal dâvet. (Dâvette esas olan aleniliktir. Gizli dâvet, bir merhale olmay�p, aç�k dâvetin yan�nda insani ili�kilerin do�as� gere�i zaman zaman ihtiyaç duyulan arizî bir durumdur.)

3. Dâvette, hikmeti gözeten ve güzel ö�üt esas�na dayanan bir yakla��m, dil ve üslup sahibi olmak.

4. Cahili de�er yarg�lar� ve ya�ay�� biçimleriyle hiçbir �ekilde ilkesel bir uzla�maya, müdahaneye dayal� bir ara bulma aray���na yönelmemek. (Hz. Musa’n�n dâvet için gitti�i Firavun’a Rabbimiizn emri gere�i yumu�ak söz söylemesi, ancak buna kar��l�k Allah’�n âyetlerini e�ip-bükmeden, tüm netli�i ve aç�kl��� ortaya koymas� örne�inde ve di�er tüm Peygamberlerin bu konudaki duru�lar� örne�inde oldu�u gibi, dili yumu�atmak, ancak dini yumu�atmaya asla yana�mamak.

5. Peygamberler cahiliye kar��s�nda pasif konumda bulunmam��lar, daha ilk günden cahiliyeye cephe açm��lar ve cahiliyeyi do�rudan hedef alm��lard�r. Bir ba�ka ifadeyle hidayet öncüleri Peygamberlerin, cahili toplumsal ve siyasal i�leyi�lerle ili�kilerinde defansif de�il ofansif bir tutum ve duru� sergiledikleri görülmektedir. Cahili i�leyi� içerisinde var olabilme, kendilerine alan açma çabas� yerine, cahiliyeyi ortadan kald�r�p yerine hakk� ikame etme perspektif ve mücâdelesini öne ç�karm��lard�r.4

6. Peygamberlerin cahili otoritelerle ili�kilerine bak�ld���nda, onlarla uzla�ma arayan de�il, aç�kça restle�en bir duru� sergiledikleri görülmektdir.

7. Toplumsal dâvetle bât�l otoritenin ink�laba u�rat�lmas� hedefine yönelik siyasal mücâdelenin birbirinden ayr��t�r�lmay�p, e�zamanl� ve e�güdümlü olarak, bütüncül bir yakla��mla sürdürülmesi…   

8. Toplumsal/siyasal dönü�ümün, öncelikle toplumlar�n özünde olan�n de�i�mesine ba�l� oldu�u bilinciyle, toplumsal dâveti ihmal eden ve bir �ekilde siyasi otoriteyi elde etmeye kilitlenen ihtilalci bir yakla��m yerine, dâvet ve toplumsal �slah süreci ile siyasal mücâdele e�güdümüne dayal� bir ink�labi dönü�ümü esas almak.

9. �iddeti asla bir temel mücâdele yöntemi ve arac�na dönü�türmemek. Gönüllü toplumsal dönü�ümü esas alan Allah’�n dinini yüceltmek ad�na, bu dinin tasvip etmedi�i bir �iddet körlü�üne yönelmemek. (�iddet, Yüce Allah’�n belirledi�i ölçüler içerisinde ve hikmeti gözetmek kalmak kayd�yla gündeme gelmesi gereken arizî bir durumdur. �iddet ancak do�ru yer ve zamanda ve do�ru olarak kullan�lan bir araç olarak görüldü�ünde me�rudur. Aksi halde araç olmaktan ç�k�p, Allah’�n dinini araçla�t�ran bir �iddet alg�s� �iddet körlü�üdür ve bu tür bir alg�n�n Peygamberlerin mücâdele sünnetinde yeri yoktur. 

Nuh (a.s.), Sâlih (a.s.), �uayb (a.s.) gibi dâveti yalanlanan Peygamberler de, Yusuf (a.s.), Davud (a.s.), Süleyman (a.s.), Yunus (a.s.), Muhammed (a.s.) gibi iktidar olma imkân�na kavu�an Peygamberler de, tu�yan içindeki güçlü siyasal otoritelere kar�� amans�z bir mücâdeleye giren �brâhim (a.s.) ve Musa (a.s.) gibi Peygamberler de hep ayn� eksende, ayn� ilke ve ölçüler üzerinde mücâdele etmi�ler, bu tevhidi eksenden asla �a�mam��lard�r. 

Bu genel çerçeveye de�indikten sonra Kur’an’daki Peygamber k�ssalar�ndan, Peygamberlerin, muhatap k�l�nd�klar� cahili toplumsal / siyasal i�leyi�lere kar�� tutumlar� ve onlarla ili�kilerine dair baz� anlat�mlara geçebiliriz. Ayr�ca Peygamberlere tâbi olan öncü mü’minlerin mücâdele prati�iyle ilgili Kur’ani anlat�mlardan da birkaç örnek vermeye çal��al�m…

Nuh (a.s.) ve dâveti:

“Kendilerine yak�c� bir azap gelmeden önce kavmini uyar, diye Nuh'u kendi kavmine gönderdik. Ey kavmim dedi, ben sizin için aç�k bir uyar�c�y�m. Allah'a kulluk edin; O'na kar�� gelmekten sak�n�n ve bana itaat edin. Ki Allah bir k�s�m günahlar�n�z� ba���las�n ve sizi belli bir vadeye kadar tehir etsin. Bilinmeli ki Allah'�n tayin etti�i vade gelince, art�k o ertelenmez. Ke�ke bilseydiniz. (Sonra Nuh:) Rabbim! dedi, do�rusu ben kavmimi gece gündüz davet ettim; Fakat benim davetim, ancak kaçmalar�n� artt�rd�. Gerçekten de, günahlar�n� ba���laman için onlar� ne zaman davet ettiysem, parmaklar�n� kulaklar�na t�kad�lar, elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra, ben kendilerine hayk�rarak davette bulundum. Sonra, onlarla hem aç�ktan aç��a hem de gizli gizli konu�tum. Dedim ki: Rabbinizden ma�firet dileyin; çünkü O çok ba���lay�c�d�r… Nuh: Rabbim! dedi, do�rusu bunlar bana kar�� geldiler de, mal� ve çocu�u kendi ziyan�n� artt�rmaktan ba�ka i�e yaramayan kimseye uydular. Büyük hileler, büyük desiseler kurdular. Ve dediler ki: Sak�n ilahlar�n�z� b�rakmay�n; hele Ved'den, Suva'dan, Ye�us'tan, Ye'uk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin! (Böylece) onlar gerçekten birçoklar�n� sapt�rd�lar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak �a�k�nl�klar�n� artt�r!” (Nûh, 71/1-10 ve 22-24)

“Andolsun biz Nuh'u kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan ba�ka ilah�n�z yoktur. Do�rusu ben, sizin için büyük bir günün azab�ndan korkmaktay�m. Kavmimin ileri gelenleri: Gerçekten biz seni aç�kça bir dalalet içinde görüyoruz, dediler… Onu yalanlad�lar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanlar� kurtard�k, ayetlerimizi yalan sayanlar� suda-bo�duk. Çünkü onlar kör bir kavim idiler.” (A’râf, 7/59, 60 ve 64)

“Karde�leri Nuh, onlara "Allah'a kar�� gelmekten sak�nmaz m�s�n�z? Do�rusu ben size gönderilmi� güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sak�n�n ve bana itaat edin. Buna kar�� sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Art�k Allah'tan sak�n�n ve bana itaat edin, dedi… Ben ancak apaç�k bir uyar�c�y�m. (Buna kar��l�k) Ey Nuh! E�er bu i�e son vermezsen, �üphesiz ta�lanacaklardan olacaks�n" dediler.” (�u’arâ, 26/106-110 ve 115-116)

“Onlara Nuh’un k�ssas�n� oku. Hani kavmine, ey kavmim demi�ti, aran�zda bulunmam ve Allah'�n ayetleriyle ö�üt vermem a��r geliyorsa size, ben Allah'a dayand�m, siz de, ortaklar�n�z da toplan�n, ne yapaca��n�z� kararla�t�r�n, sonradan da yapt���n�z �ey, sizi kederlendirmesin, sonra karar�n�z� bildirin bana ve hiç mühlet de vermeyin. E�er yüz çevirecek olursan�z, ben sizden bir kar��l�k istemedim. Benim ecrim, yaln�zca Allah'a aittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum. Fakat onu yalanlad�lar; biz de onu ve gemide onunla birlikte olanlar� kurtard�k ve onlar� halifeler k�ld�k. Ayetlerimizi yalanlayanlar� da suda bo�duk. Uyar�lanlar�n nas�l bir sonuca u�rat�ld�klar�na bir bak.” (Yûnus, 10/71-73)

“Ey Nuh, dediler, bizimle çeki�ip durdun, bu çeki�mede ileri de gittin. E�er do�ru söylüyorsan, bize vaat etti�ini getir (görelim.) Dedi ki: E�er dilerse, onu size Allah getirir ve siz (O'nu) aciz b�rakacak de�ilsiniz.” (Hûd, 11/32-33)

Görüldü�ü üzere Nuh (a.s.), öncelikle kavminin cahili toplumsal ve siyasal i�leyi�inden ilkesel olarak ayr��arak / hicret ederek mücâdelesine ba�lam�� ve dâvetini bu hakla bât�l� belirginle�tiren zemin üzerine bina etmi�tir. Böylece aç�k ve gizli, gece ve gündüz Allah’�n dinini tebli� etmi�, kavmini sahte ilahlar� / putlar� terk ederek yaln�z Âlemlerin Rabbi’ne kulluk etmeye ça��rm��t�r. Bu yüzden de kavmi, “Bizimle çeki�ip durdun, bu çeki�mede ileri de gittin”, “Sak�n ilahlar�n�z� b�rakmay�n; hele Ved'den, Suva'dan, Ye�us'tan, Ye'uk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin” �eklinde savunmaya ve kar�� mücâdeleye giri�mi�tir.

Buna kar��l�k ise Nuh (a.s.) küfrün öncüleriyle aç�k �ekilde restle�erek “Aran�zda bulunmam ve Allah'�n ayetleriyle ö�üt vermem a��r geliyorsa size, ben Allah'a dayanm���m, siz de, ortaklar�n�z da toplan�n, ne yapaca��n�z� kararla�t�r�n, sonradan da yapt���n�z �ey, sizi kederlendirmesin, sonra karar�n�z� bildirin bana ve hiç mühlet de vermeyin” �eklinde onlara meydan okumu� ve Rabbinin emriyle onlardan ve onlar�n cahili toplumsal / siyasal i�leyi�lerinden hicretin son a�amas�n� temsil eden gemiyi yapmaya koyulmu�tur.

Hûd (a.s.) ve dâveti

“Ad kavmine de karde�leri Hûd'u (gönderdik). O dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; sizin O'ndan ba�ka ilah�n�z yoktur. Hala sak�nmayacak m�s�n�z? Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalanc�lardan san�yoruz. Ey kavmim! dedi, ben beyinsiz de�ilim; fakat ben alemlerin Rabbinin gönderdi�i bir elçiyim. Size Rabbimin vahy ettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir ö�ütçüyüm. Sizi uyarmak için içinizden bir adam vas�tas�yla Rabbinizden size bir zikir (kitap) gelmesine �a�t�n�z m�? Dü�ünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onlar�n yerine getirdi ve yarat�l��ta sizi onlardan üstün k�ld�. O halde Allah'�n nimetlerini hat�rlay�n ki kurtulu�a eresiniz. Dediler ki: Sen bize tek ilaha kulluk etmemiz ve atalar�m�z�n tapmakta olduklar�n� b�rakmam�z için mi geldin? E�er do�rulardan isen, bizi tehdit etti�ini (azab�) bize getir. (Hûd) dedi ki: "Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir h���m inmi�tir. Haklar�nda Allah'�n hiçbir delil indirmedi�i, sadece sizin ve atalar�n�z�n takt��� kuru isimler hususunda benimle tart���yor musunuz? Bekleyin öyleyse, �üphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim! Onu ve onunla beraber olanlar� rahmetimizle kurtard�k ve ayetlerimizi yalanlay�p da iman etmeyenlerin kökünü kestik.” (A’râf, 7/65-72)

"Dediler ki: Ey Hûd! Sen bize aç�k bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle ilahlar�m�z� b�rakacak de�iliz ve biz sana iman edecek de de�iliz. Biz, ilahlar�m�zdan biri seni fena çarpm��!, demekten ba�ka bir söz söylemeyiz! (Hûd) dedi ki: Ben Allah'� �ahit tutuyorum; siz de �ahit olun ki ben sizin ortak ko�tuklar�n�zdan uza��m. O'ndan ba�ka (tapt�klar�n�z�n hepsinden uza��m). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin! Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayand�m. Çünkü yürüyen hiçbir varl�k yoktur ki, O, onun perçeminden tutmu� olmas�n. �üphesiz Rabbim dosdo�ru yoldad�r. E�er yüz çevirirseniz �üphesiz ki benimle size gönderileni size bildirdim. Rabbim (dilerse) sizden ba�ka bir kavmi yerinize getirir de O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her �eyi gözetendir. Emrimiz gelince, Hud'u ve onunla beraber iman edenleri taraf�m�zdan bir rahmetle kurtard�k, onlar� a��r bir azaptan kurtulu�a erdirdik.”  (Hûd, 11/53-58)

Cahili toplumsal ve siyasal i�leyi�ten ayr��ma / ilkesel hicret ve do�rudan onlar�n sahte ilahlar�n� ve zulüm düzenlerini hedef alan ve uzla�may� asla kabul etmeyen aç�k bir dâvet… Yalanlama ve tehdit edilme kar��s�nda ise geri ad�m atmayan ve restle�en dik bir duru�… Hûd (a.s.)’�n da, a�a��da ilgili âyetlerde görece�imiz gibi �uayb (a.s.)’�n da risalet ve mücâdelelerinin özeti budur.

�u’ayb (a.s.) ve Dâveti:

“Medyen halk�na da karde�leri �u’ayb’� gönderdik. O, �öyle dedi: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan ba�ka hiçbir ilâh�n�z yoktur. Ölçüyü ve tart�y� eksik yapmay�n. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin ad�n�za ku�at�c� bir günün azab�ndan korkuyorum… Dediler ki: Ey �u'ayb! Babalar�m�z�n tapt���n�, yahut mallar�m�z hakk�nda diledi�imizi yapmay� terk etmemizi sana namaz�n m� emrediyor? Oysa sen gerçekten yumu�ak huylu ve akl� ba��nda bir adams�n… Ey Kavmim! Elinizden geleni yap�n. �üphesiz ben de (elimden geleni) yapaca��m. Rezil edici azab�n kime gelece�ini ve kimin yalanc� oldu�unu yak�nda bileceksiniz. Gözleyin. �üphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum.” (Hûd, 11/84, 87, 93)

�brâhim (a.s.) ve Dâveti:

“�brahim, babas� Âzer'e: Birtak�m putlar� ilahlar m� ediniyorsun? Do�rusu ben seni de kavmini de apaç�k bir dalalet içinde görüyorum, demi�ti… Ben hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben mü�riklerden de�ilim. Kavmi onunla tart��maya giri�ti. Onlara dedi ki: Beni do�ru yola iletmi�ken, Allah hakk�nda benimle tart���yor musunuz? Ben sizin O'na ortak ko�tu�unuz �eylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir �ey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi her �eyi ku�atm��t�r. Hala ibret alm�yor musunuz? Siz, Allah'�n size haklar�nda hiçbir hüküm indirmedi�i �eyleri O'na ortak ko�maktan korkmazken, ben sizin ortak ko�tu�unuz �eylerden nas�l korkar�m! �imdi biliyorsan�z (söyleyin), iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lay�kt�r?" (En’âm, 6/74 ve 79-81)

“O, babas�na ve kavmine: �u kar��s�na geçip tapmakta oldu�unuz heykeller de ne oluyor? demi�ti. Dediler ki: Biz, babalar�m�z� bunlara tapar kimseler bulduk. Do�rusu, siz de, babalar�n�z da aç�k bir dalalet içindesiniz, dedi. Dediler ki: Bize gerçe�i mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin? Hay�r, dedi, sizin Rabbiniz, yaratt��� göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna �ahitlik edenlerdenim. Allah'a yemin ederim ki, siz ayr�l�p gittikten sonra putlar�n�za bir oyun oynayaca��m! Sonunda �brahim onlar� paramparça etti. Yaln�z onlar�n büyü�ünü b�rakt�; belki ona müracaat ederler diye. Bunu ilahlar�m�za kim yapt�? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler. (Bir k�sm�:) Bunlar� diline dolayan bir genç duyduk; kendisine �brahim denilirmi�, dediler. O halde, dediler, onu hemen insanlar�n gözü önüne getirin. Belki �ahitlik ederler. Bunu ilahlar�m�za sen mi yapt�n ey �brahim? dediler. Belki de bu i�i �u büyükleri yapm��t�r. Hadi onlara sorun; e�er konu�uyorlarsa! dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlar�na dönüp (kendi kendilerine) Zalimler sizlersiniz, sizler! dediler. Sonra tekrar eski inanç ve tart��malar�na döndüler: Sen bunlar�n konu�mad���n� pek ala biliyorsun, dediler. �brahim: Öyleyse, dedi, Allah'� b�rak�p da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir �eye hala tapacak m�s�n�z? Size de, Allah'� b�rak�p tapmakta oldu�unuz �eylere de yuh olsun! Siz ak�llanmaz m�s�n�z? (Bir k�sm�:) E�er i� yapacaksan�z, yak�n onu da tanr�lar�n�za yard�m edin! dediler.” (Enbiyâ, 21/52-68)

“�brahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vard�r. Onlar kavimlerine demi�lerdi ki: Biz sizden ve Allah'� b�rak�p tapt�klar�n�zdan uza��z. Sizi tan�m�yoruz. Siz bir tek Allah'a iman edinceye kadar, sizinle bizim aram�zda sürekli bir dü�manl�k ve öfke belirmi�tir…” (Mümtehine, 60/4)

Muhatap k�l�nd��� �irke dayal� cahili toplumsal ve siyasal i�leyi�ten ilkesel ayr��ma ve bu ayr��mayla birlikte ortaya koydu�u aç�k tevhidi dâvet, di�er tüm Peygamberler gibi �brâhim (a.s.)’�n mücâdelesinin de temel eksenini olu�turmu�tur. Bunun yan� s�ra �brâhim (a.s.)’�n, muhatap k�l�nd��� cahiliye toplumunun sahte ilahlar�na yönelik ele�tirinin ötesinde fiili bir müdahalede de bulundu�u görülmektedir. Kaba bir sald�r� biçiminde de�il, belli bir hikmet çerçevesinde, bir gaye ve netice gözetilerek gerçekle�tirilen bu müdahalenin kar��l���nda da ate�e at�larak cezaland�r�lmak istendi�i görülmektedir. �brâhim (a.s.)’�n bu ilkesel hicreti ve bu kökten kopu� üzerine bina edilen mücâdelesi, kavminin inkâr ve imhaya yönelik tutumu neticesinde fiili hicret sonucunu do�urmu�tur.

Mûsa (a.s.) ve Dâveti:

“Sonra onlar�n ard�ndan Musa'y� mucizelerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkâr ettiler; ama, bak ki, fesatç�lar�n sonu ne oldu! Musa dedi ki: Ey Firavun! Ben, âlemlerin Rabbi taraf�ndan gönderilmi� bir elçiyim. Allah hakk�nda gerçekten ba�kas�n� söylememek benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden aç�k bir delil getirdim; art�k �srailo�ullar�n� benimle b�rak! (Firavun) dedi ki: E�er bir mucize getirdiysen ve gerçekten do�ru söylüyorsan onu göster bakal�m. Bunun üzerine Musa asas�n� yere att�. O hemen apaç�k bir ejderha oluverdi!” (A’râf, 7/103-107)

“Andolsun biz, Musa'ya aç�k aç�k dokuz ayet verdik. Haydi �srailo�ullar�na sor. Musa onlara geldi�inde Firavun ona, "Ey Musa! dedi, senin büyülenmi� oldu�unu san�yorum! (Musa Firavun'a:) Pek ala biliyorsun ki, dedi, bunlar�, birer ibret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin hakikaten mahvoldu�unu san�yorum! Derken, Firavun onlar� ülkeden ç�karmak istedi. Bu yüzden biz onu ve maiyyetindekilerin hepsini (denizde) bo�duk.” (�srâ, 17/101-103)

“Andolsun, biz kendilerinden önce, Firavun'un kavmini de denedik. Onlara kerim bir elçi gelmi�ti.” Allah'�n kullar�n� bana teslim edin; gerçekten ben, sizin için güvenilir bir elçiyim (demi�ti). Allah'a kar�� büyüklenmeyin; �üphesiz size apaç�k, bir delil getiriyorum. Do�rusu beni ta�a tutman�zdan benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan (Allah)a s���nd�m. E�er bana iman etmiyorsan�z, bu durumda benden kopup ayr�l�n. Sonunda Rabbine: Gerçekten bunlar, suçlu günahkar bir kavimdirler, diye dua etti. (Allah da:) Öyleyse, kullar�m� geceleyin yürüyü�e geçir, muhakkak takip edileceksiniz.” (Duhân, 44/17-23)

Görüldü�ü üzere Mûsa (a.s.)’�n örnekli�inde kar��m�za ç�kan da, en ba��nda cahili toplumsal / siyasal statükodan ilkesel hicret ve bu kopu� temelinde, zalim otoriteye yönelik aç�k dâvetle ba�lay�p, uzunca dâvet müddeti ard�ndan muhataplar�n inkârda �srar etmeleri ve tehdide yönelmeleri kar��s�nda restle�erek dik duran ve nihayetinde fiili hicretle neticelenen mücâdele çizgisidir.

Yûsuf (a.s.) ve Dâveti

“...Do�rusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tan�mayanlar�n ta kendileri olan bir toplulu�un dinini terk ettim. Atalar�m �brahim'in, �shak'�n ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiç bir �eyle �irk ko�mam�z bizim için olacak �ey de�ildir. Bu, bize ve insanlara Allah'�n lütuf ve ihsan�ndand�r, ancak insanlar�n ço�u �ükretmezler. Ey zindan arkada�lar�m, birbirinden ayr� (bir sürü) Rabler mi daha hay�rl�d�r, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah m�? Sizin Allah'tan ba�ka tapt�klar�n�z, Allah'�n kendileri hakk�nda hiç bir delil indirmedi�i, sizin ve atalar�n�z�n ad olarak adland�rd�klar�n�zdan ba�kas� de�ildir. Hüküm, yaln�zca Allah'�nd�r. O, kendisinden ba�kas�na kulluk etmemenizi emretmi�tir. Dosdo�ru din i�te budur, ancak insanlar�n ço�u bilmezler.” (Yûsuf, 12/37-49)

“Melik, Onu bana getirin, dedi. Elçi, Yusuf’a geldi�i zaman, (Yusuf) dedi ki: Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kad�nlar�n zoru neydi? diye sor. �üphesiz benim Rabbim onlar�n hilesini çok iyi bilir. (Melik kad�nlara) dedi ki: Yusuf’un nefsinden murat almak istedi�iniz zaman durumunuz neydi? Kad�nlar, Ha�a! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin kar�s� da dedi ki: �imdi gerçek ortaya ç�kt�. Ben onun nefsinden murat almak istemi�tim. �üphesiz ki o do�ru söyleyenlerdendir. (Yusuf dedi ki): Bu, azizin yoklu�unda ona hainlik etmedi�imi ve Allah'�n hainlerin hilesini ba�ar�ya ula�t�rmayaca��n� (herkesin) bilmesi içindir. (Bununla beraber) nefsimi temize ç�karm�yorum. Çünkü nefis a��r� �ekilde kötülü�ü emreder; Rabbim ac�y�p korumu� ba�ka. �üphesiz Rabbim çok ba���layan, pek esirgeyendir. Melik dedi ki: Onu bana getirin, yan�ma alay�m. Onunla konu�unca: Bugün sen yan�m�zda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi. (Yûsuf) Beni bu yerin hazineleri üzerine yönetici k�l! Çünkü ben (onlar�) çok iyi korurum ve bu i�i bilirim, dedi. Ve böylece Yusuf'a orada diledi�i gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz diledi�imiz kimseye rahmetimizi eri�tiririz. Ve güzel davrananlar�n mükâfat�n� zayi etmeyiz.” (Yûsuf, 12/50-56)

Yûsuf (a.s.)’�n mücâdele sürecinin de, cahili toplumsal ve siyasal i�leyi�ten ilkesel hicret temelinde ve hakla bât�l� tefrik edip ay�rmaya dayal� bu tevhidi duru�tan asla �a�mayan bir dâvet ekseninde geli�ti�i görülmektedir.

Yûsuf (a.s.)’�n, hikmet ve sab�rla sürdürdü�ü dâveti ve ortaya koydu�u örnek duru�uyla M�s�r’daki hâkim otoriteyi diz çöktürüp teslim ald��� görülmektedir. Onun M�s�r’daki konumu, asla cahili bir i�leyi�in bir parças� olmak, yöneticilerinden bir yönetici olmak de�ildir. O diledi�i gibi hareket edebilece�i bir otorite sahibi olarak M�s�r’da hükümran ve Allah’�n dinini hâkim k�lm��t�r. Nitekim Rabbimizin “Ve böylece Yusuf'a orada diledi�i gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik” beyan� bu gerçe�i aç�kça ortaya koymaktad�r.

Ashab-� Kehf’in Dâveti

“O (yi�it) gençler ma�araya s���nm��lar ve: Rabbimiz! Bize taraf�ndan rahmet ver ve bize, (�u) durumumuzdan bir kurtulu� yolu haz�rla, demi�lerdi. Bunun üzerine biz de o ma�arada onlar�n kulaklar�na nice y�llar perde koyduk (uykuya dald�rd�k.) Sonra da iki guruptan (Ashab-� Kehf ile has�mlar�ndan) hangisinin kald�klar� müddeti daha iyi hesap edece�ini görelim diye onlar� uyand�rd�k. Biz sana onlar�n ba��ndan geçenleri gerçek olarak anlat�yoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanm�� gençlerdi. Biz de onlar�n hidayetini artt�rd�k. Onlar�n kalplerini metin k�ld�k. O yi�itler (o yerin hükümdar� kar��s�nda) aya�a kalkarak dediler ki: Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan ba�kas�na ilah demeyiz. Yoksa saçma sapan konu�mu� oluruz. �u bizim kavmimiz Allah'tan ba�ka ilahlar edindiler. Bu ilahlar konusunda aç�k bir delil getirseler ya! Öyle ise Allah hakk�nda yalan uydurandan daha zalimi var m�? (�çlerinden biri �öyle demi�ti:) Madem ki siz onlardan ve onlar�n Allah'�n d���nda tapmakta olduklar� varl�klardan uzakla�t�n�z, o halde ma�araya s���n�n ki, Rabbiniz size rahmetini yays�n ve i�inizde sizin için fayda ve kolayl�k sa�las�n.” (Kehf, 18/10-16)

Peygamberler gibi, onlar�n izlerini takip eden öncü mü’minlerin de, hak bât�l ayr��mas� ve uzla�mazl���n� esas alan ve cahili toplumsal ve siyasal i�leyi�lerle ili�kilerini ve mücâdelelerini bu çerçevede �ekillendiren bir duru�a sahip oldu�u görülmektedir. ��te Kehf Sûresi’nde Rabbimizin haber verdi�i Ashab-� Kehf’in mücâdelesi, bu gerçe�in somut örneklerdendir.

Ashab-� Kehf k�ssas�, putperest Roma döneminde ya�ayan ve ta�utu reddedip Allah’a iman etme bilincine ula�m�� olan bir grup gencin hikâyesini anlatmaktad�r. Bu gençler de t�pk� Peygamberler gibi, öncelikli hareket noktas� olarak cahili toplumsal / siyasal alg�lardan ve i�leyi�ten ilkesel hicreti gerçekle�tirmi� ve pasif durumda kalmay�p, cahili statüko kar��s�nda hakk� tüm aç�kl���yla dile getirmi�ler ve statükonun inkâr ve imha politikas�yla kar��la��nca da fiilen hicret ederek ma�araya s���nm��lard�r.

Ashab-� Kehf örne�inde de görüldü�ü üzere, tevhidi mücâdele çizgisi, câhiliye ile uzla�arak var olmak veya cahiliye ile kar��l�kl� anlay�� ve ho�görü çerçevesinde ayn� düzlemde yan yana ya�amak gibi bir anlay��a kesinlikle tevessül etmemi�tir. Hak bât�l� oldu�u gibi kabul etmeyi ve onunla sorunsuz olarak yan yana bulunmay� kabullenmez ve tarih boyunca ya�anan tüm tevhidi mücâdele süreçleri de bu uzla�mazl�k çizgisi üzerine in�a olunmu�tur. Rabbimizin, Enbiyâ Sûresi 18. âyette “Hay�r, biz hakk� bât�l�n üstüne atar�z da o onun beynini parçalar, derhal (bât�l�n) can� ç�kar…” ifadeleriyle beyan buyurdu�u üzere, hak, bât�l� ortadan kald�rmay� amaçlar ve bunun için de onunla amans�z bir çat��maya, hesapla�maya girer.

��te Ashab-� Kehf k�ssas�nda da, mücâdele çizgisi olarak bu temel ekseni görmekteyiz.

Firavun’un Saray�nda �man�n� Gizleyen Mü’min’in Dâveti

“Firavun ailesinden olup, iman�n� gizleyen bir mü’min adam �öyle dedi: Siz bir adam� "Rabbim Allah't�r" diyor diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaç�k mucizeler getirmi�tir. E�er o yalanc� ise yalan� kendisinedir. E�er do�ru söylüyorsa sizi tehdit etti�inin (azab�n), bir k�sm� olsun gelip size çatar. �üphesiz Allah, haddi a�an, yalanc� kimseyi do�ru yola eri�tirmez. Ey kavmim! Bugün, yeryüzüne hakim kimseler olarak hükümranl�k sizindir. Ama Allah'�n azab� bize gelip çatarsa, kim bize yard�m eder? Firavun: Ben size kendi görü�ümü söylüyorum ve yine size ancak do�ru yolu gösteriyorum dedi. �man etmi� olan dedi ki: Ey kavmim! Do�rusu ben üzerinize önceki topluluklar�n günü gibi, bir günün gelmesinden korkuyorum. Nuh kavminin, Âd, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, Allah, kullar�na bir zulüm dileyecek de�ildir. Ey kavmim! Gerçekten sizin için o ba�r���p ça�r��ma gününden, korkuyorum. O gün arkan�za dönüp kaçacaks�n�z. Fakat sizi Allah'tan (O'nun azab�ndan) kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi sapt�r�rsa, art�k onu do�ru yola iletecek de yoktur… Ey kavmim! Nedir bu hal? Ben sizi kurtulu�a ça��r�yorum, siz beni ate�e ça��r�yorsunuz. Siz beni, Allah'� inkâr etmeye ve hiç tan�mad���m nesneleri O'na ortak ko�maya ça��r�yorsunuz. Ben ise sizi, aziz ve çok ba���layan Allah'a davet ediyorum. Gerçek �u ki, sizin beni davet etti�iniz �eyin dünyada da ahirette de davete de�er bir taraf� yoktur. Dönü�ümüz Allah'ad�r, a��r� gidenler de ate� ehlinin kendileridir. Size söylediklerimi yak�nda hat�rlayacaks�n�z. Ben i�imi Allah'a havale ediyorum. �üphesiz Allah, kullar�n� çok iyi görendir. Nihayet Allah, onlar�n kurduklar� tuzaklar�n kötülüklerinden bu zat� korudu, Firavun'un kavmini ise kötü azap ku�at�verdi.”  (Mü’min, 40/28-33 ve 41-45)

Bu âyetlerde, Firavun hanedan�ndan ve onun kabine üyelerinden biri olup, Mûsa (a.s.)’�n dâvetine muhatap olarak ona iman eden ve bir süre iman�n� gizlemi� olan bir zattan söz edilmektedir. Bu mü’min, Firavun’un saray�nda görevli iken, Mûsa (a.s.)’�n dâveti sayesinde imanla tan��m��, iman�n� gizleme imkân� kalmad���n� dü�ündü�ü ilk anda da iman�n� tüm aç�kl���yla ortaya koyarak tevhidi dâvetin bir neferi olmu� ve mücâdeleye ba�lam��t�r. Bu andan itibaren �man�n� e�ip bükmeye, onun gere�ini yerine getirmeyi ertelemeye, iman�yla mevcut konumunun ortas�nda bir tav�r aramaya, hakla bat�l� uzla�t�rmaya tevessül etmemi�tir.

Hz. Musa'y� katletmek veya M�s�r’dan ç�karmak için kabineden karar ç�karmaya çal��an Firavun'a itiraz edip, kendisinin de Hz. Musa gibi yaln�zca âlemlerin Rabbi yüce Allah'� yegâne rabb olarak kabul etti�ini belirten bir ç�k�� yapm��, Firavun ve kabinesini aç�kça Allah’�n dinine tâbi olmaya dâvet etmi�tir. Bunun sonucu olarak da Firavun taraf�ndan cezaland�r�lmaya çal���lm��t�r.

Bu k�ssada verilen mesaj, iman� gizlemek de�il, aksine iman�n gerektirdi�i bir tav�rla s�nan�ld���nda, kaç�n�lmadan ve ertelemeden imandan yana net tav�r almakt�r. “Firavun'un saray�nda iman�n� gizleyen mü’min” k�ssas�, bizlere temel olarak “iman� gizlemenin” f�kh�n� anlatmaktad�r. �man nereye kadar gizlenebilir, böyle bir tutumun me�ruiyeti nereye kadard�r? Bu k�ssa bize temelde bunun cevab�n� vermektedir. K�ssan�n mesaj� ve sosyal ve siyasal i�leyi�le ilgili Müslümanlar için ta��d��� anlam bu noktada yo�unla�maktad�r ve bu k�ssa temel olarak, bir Müslüman�n iman�n�n gere�iyle s�nand���nda, nerede ve hangi konumda bulunursa bulunsun iman�n gere�ini yerine getirmekle yükümlü oldu�unun mesaj�n� ta��maktad�r.

Sonuç

Rabbimizin Kur’an’da beyan buyurdu�u Peygamber k�ssalar� ve yan� s�ra öncü mü’minlerin mücâdelelerine dair beyanlar�, zamana, mekâna ve konuma göre kulland�klar� araçlar ve öncelikleri farkl�l�k gösterebilse de, tüm Peygamberler ve onlar�n izini takip eden öncü mü’minlerin mücâdele ekseninin, hiçbir zaman ve mekânda farkl�l�k göstermedi�ini ortaya koymaktad�r.  Bu da, hak bât�l ayr��mas�na ve uzla�mazl���na dayal�, bât�lla yan yana olmay� asla kabul etmeyip onu ink�laba u�ratmay� esas alan ve bunun neticesinde hakk� hâkim k�lmay� gaye edinen tevhidi duru� eksenidir.

Muhatap olunan cahili toplumsal / siyasal alg� ve i�leyi�le ili�kilerin biçimi ne olursa olsun, ister dâvet a�amas�nda olunsun, ister fiili ayr��ma ve çat��ma a�amas�nda olunsun, her halükârda cahiliyeden ilkesel hicret öncelikli tutum olmu�tur. �nsanl��a bildirilen son Rabbani mesaj�n elçisi ve Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed (a.s.)’�n mücâdele sürecinin de bu temel eksende �ekillendi�i bilinmektedir. 


1 “Ramazan ay�, insanlara yol gösteren, hidayeti, hak ile bât�l� ay�rt edip aç�klayan Kur'an'�n indirildi�i ayd�r…” (Bakara, 2/185); “Do�ru yolu bulas�n�z diye Musa'ya Kitab'� ve hak ile bat�l� ay�ran hükümleri verdik.” (Bakara, 2/53)

2 “Andolsun her ümmet içinde, Allah'a kulluk edin ve ta�uttan kaç�n�n, diye bir peygamber gönderdik. Onlardan kimini Allah hidayete erdirdi kimine de dalalet hak oldu. �öyle yeryüzünde bir dola��n da yalanlayanlar�n sonlar�n�n nas�l oldu�una bak�n.” (Nahl, 16/36); "Dinde zorlama yoktur. Hak yol, bat�l yoldan apaç�k ayr�lm��t�r. Kim ta�utu reddedip, Allah'a iman ederse, muhakkak ki o, kopmas� mümkün olmayan en sa�lam kulpa yap��m��t�r. Allah, hakk�yla i�itendir, hakk�yla bilendir." (Bakara, 2/256)

3 “Onlar�n söylediklerine sabret ve onlardan güzel bir ayr�l��la ayr�l.” (Müzzemmil, 73/10)

4 “Hay�r, biz hakk� bât�l�n üstüne atar�z da o onun beynini parçalar, derhal (baât�l�n) can� ç�kar. Allah'a yak��t�rd���n�z niteliklerden ötürü de vay size!” (Enbiyâ, 21/18); “De ki: Hak geldi, bât�l yok oldu. Zaten bât�l yok olmaya mahkumdur.” (�srâ, 17/81); “De ki: Hak geldi, art�k bât�l ne bir �ey ortaya ç�karabilir, ne de geri getirebilir.” (Sebe’, 34/49)