Ta�ut
Kur`an, �ah�s belirtmeden genel anlamda, tu�yan ederek, d�nya hayat�n� ahirete tercih eden herkesin sonu�ta varaca�� yerin cehennem ate�inden ba�ka bir �ey olmad���n� belirtir.

Tâ�ut
'Tâ�ut', ta-��-ye (ta�â) fiilinden türeme bir isimdir. Ta�â fiili, haddi a�mak, azmak, azg�nl�k etmek, su ta�mak, deniz ta�mak, zalimce ve despotça davranmak gibi anlamlara gelmektedir.
'Ta�â' fiili Kur'an'da de�i�ik türevleriyle kullan�l�r. �lk inen surede, dolay�s�yla, vahyin en ilk döneminde insan için 'yet�â' fiili, te'kidli biçimde kullan�l�r: "�nsan, kendisini müsta�ni gördü�ü için mutlaka azar (tu�yan eder)" (�nnel insâne le-yet�â; en raâhüsta�nâ) (96/Alak, 6-7). Bu ayet insan�n, kendisine Allah taraf�ndan verilen her türlü nimetin kadrini bilip, �ükretmesi ve mütevazi olmas� gerekirken, tam tersine, sanki ba�ta kendi varl��� olmak üzere, sahip oldu�u bütün �eyleri, kendi kudreti ile edinmi�/yaratm��, kendi kudretiyle var etmi� gibi bir büyüklenme haleti içine girdi�ini, kendini yarat�c�s�ndan müsta�ni gördü�ünü ifade etmektedir. ��te insan�n bu isyankâr tutumu Kur'an taraf�ndan, hem de vahyin daha ilk ba��nda 'tu�yân' olarak an�lm��t�r. Tâ�ut olma yolunda insan�n att��� ilk ad�m da i�te budur.
Firavun'a yönelik olarak iki kez 'tu�yan' kelimesi kullan�lm��t�r. Musa'ya, karde�i Harun'la birlikte gidip, kendisini tevhide davet etmelerini emreden Allah, Firavun'u 'azm��' (ta�â) birisi olarak tan�mlamaktad�r. "Firavun'a git/gidin, çünkü o azd� (tu�yan etti)." (20/Taha, 24, 43). Firavun'un azmas�n�n (tu�yan�n�n) mahiyeti ise, neredeyse hiçbir dilsel veya tefsirî araca ba�vurmadan anla��lacak kadar aç�k ve seçiktir: Firavun, ben sizin en yüce Rabbiniz de�il miyim? diyecek kadar müstekbir, bütün M�s�r ülkesinin kendi mülkü oldu�unu iddia eden, toplumun belirli bir kesiminin erkek çocuklar�n� öldürüp, k�zlar�n� sa� b�rakan tam anlam�yla zalim bir krald�r.
Kur'an, �ah�s belirtmeden genel anlamda, tu�yan ederek, dünya hayat�n� ahirete tercih eden herkesin sonuçta varaca�� yerin cehennem ate�inden ba�ka bir �ey olmad���n� belirtir. (79/Naziat, 37). Ahirette cehennem ile cezaland�r�lan insanlar, orada birbirlerine dü�erler. Öncülere uymu� olan (sürü tak�m�), tâbî olduklar� ki�ileri suçlamaya ba�larlar. Fakat öncüler, suçlamalar� kabul etmezler ve �öyle derler: "Hay�r! Siz zaten iman eden kimseler de�ildiniz! Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu. Bilakis siz, tu�yan eden bir kavim idiniz!" (37/Saffat, 29-30). Firavun'a ili�kin "o azd�" derken ve dünya hayat�n� ahirete tercih ederek azanlardan bahsederken kullan�lan ta�â fiilinin türevi ile, mü'minlere hitaben, "size r�z�k olarak verdiklerimizin temiz/helal olanlar�ndan yiyin, bu hususta az�p ta�k�nl�k/nankörlük etmeyin" (20/Tâhâ, 81) uyar�s�nda kullan�lan kelime, ayn� türevdir. Demek ki, Allah'�n yaratt��� helal r�z�klar�n ötesinde r�z�k aramak veyahut da, Allah'a nankörlük etmek tu�yand�r ve Firavun'un tu�yan� ile özde ayn�d�r.
Fertler halinde insan�n tu�yan edici özelli�ini gündeme getiren Kur'an bir de, kavimlerin tu�yan�ndan bahseder. Demektir ki, bir kavim de, toplum halinde tâ�utla�ma yolunda olabilir. Bir örnek olmas� için, geçmi� kavimlerle Muhammed (a.s)�n kavmi, kendilerine gelen Peygamberlere tak�nd�klar� tav�r aç�s�ndan kar��la�t�r�l�r. Önceki kavimler de, ne zaman ki kendilerine bir Peygamber geldiyse hemen ona ya sihirbazd�r, ya da mecnundur demi�lerdi. Muhammed (a.s)�n kavmi de ayn� �eyi söyledi. Sanki diyor Kur'an, bu konuda birbirleriyle sözle�mi�ler gibi, birbirlerine böyle bir inkâr gelene�ini vasiyet etmi�ler gibi! (51/Zariyat, 52-53). Halbuki hay�r, asl�nda böyle bir vasiyetle�me olay� söz konusu de�ildir. Böyle bir vasiyetle�me olmad��� halde, kâfirli�in bir gere�i olarak toplumlar, ayn� inkârc� biçim üzerinde bulu�uyorlar. Nas�l ki "ak�l için yol bir"se, küfür için de yol hemen hemen öyledir. Zaten Kur'an, peygamberlerini sihirbaz ve mecnun olarak gören insanlar�n öylesine bir sözle�mi�likten de�il, tu�yan (azg�nl�k/ta�k�nl�k) eden kavim olmalar�ndan dolay� bu sonuca ula�t�klar�n� belirtmektedir. (51/Zariyat, 53).
Ayn� meseleyi Muhammed (a.s) ba�lam�nda tekrar gündeme getiren Kur'an, "Muhammed bir �airdir, onun, zaman�n felaketlerine çarp�lmas�n� bekliyoruz" demelerinin akleden de�il, tu�yan eden bir kavim olmalar�ndan kaynakland���n� ifade etmektedir. (52/Tur, 30-32). Buna göre, Peygamberlere iman etmemek, ya mecnundur veya �airdir diyerek bir �ekilde Peygamber'i reddetmek, tâ�utlu�un belirtisidir. Ancak tâ�utlar Peygamberleri bu �ekilde reddederler. Nuh kavmini anlat�rken de Kur'an'�n onlar� "en zalim ve en azg�n" (innehum kânû hüm ezlemu ve et�â) olarak nitelemesi dikkat çekicidir. (53/Necm, 52).
Tu�yan, isyan etmede haddi a�mak demektir. Yahudiler'in "Allah'�n eli ba�l�d�r" demek ve benzeri kâfirliklerini (5/Maide, 64) ve hem Yahudiler'in hem de Hristiyanlar'�n kendi kitaplar�n� hakk�yla uygulamad�klar�n� (5/Maide, 68) hat�rlatan Kur'an, onlar�n bu sapk�nl�klar�n� 'tu�yan ve küfür' olarak nitelendirir. Bu iki ayette, sözünü etti�imiz iki mesele dile getirildikten sonra �öyle denmektedir: "...Yemin olsun ki, sana Rabbinden indirilen, onlardan ço�unun azg�nl���n� (tu�yan) ve küfrünü art�r�r." Çünkü Kur'an, ehli kitab�n aç�klar�n� ele veriyor, onlar�n ihanetini ortaya ç�kart�yordu. Böylece suçlu pozisyonuna dü�üyorlar ve tu�yan ediyorlard�. Kur'an'a olan kinleri ve ta�k�nl�klar� bundand�.
��te, Yahudiler'in, "Allah'�n eli s�k�d�r" demelerini de kapsayan, Allah'a kafirce iftiralar atmalar�ndan, Kur'an'a ve Muhammed (a.s)a dü�manl�k etmelerine var�ncaya kadar, hatta kendi aralar�na k�yamete kadar sürecek bir kin ve dü�manl�k konulmu� olmas� Kur'an dilinde 'tu�yan' kapsam�na al�nm��t�r. Tâ�utluk i�te böyle bir tu�yanla alakal� ve ba�lant�l�d�r. Sonuçta tu�yan edimlerini i�leyenler tâ�ut olmaktan ba�ka bir yolda de�ildirler.
Musa ile Allah kat�ndan ilim verilen kul hikâyesinde, o kulun bir çocu�u öldürmesinin gerekçesi olarak da, çocu�un ileride mü'min ana-babas�n� azg�nl�k (tu�yan) ve küfre bula�t�rma tehlikesi gösterilmektedir. (18/Kehf, 80). �kiyüzlü kâfirlerin mü'minlerle alay etmeleri, mü'minlerin ard�ndan her türlü fitne-fesat kazan�n� kaynatmakla beraber, yüzlerine kar�� "biz sizinle beraberiz" diyerek, kendilerince alay etmelerini Kur'an 'tu�yan' olarak adland�r�r ve Allah'�n onlara bu tu�yanlar� içinde amaçs�z, ba��bo�, serserice, yolunu kaybetmi� biçimde dola�malar�na mühlet verdi�ini beyan eder. (2/Bakara, 15). Buradan kolayca anla��laca�� üzere bir zümrenin, Allah'�n, kalplerini mühürlemesini gerektirecek kadar kâfirlikte ileri gitmeleri tu�yand�r.
Allah'�n d���nda ba�ka varl�klara (bunlar sonuçta insanlard�r) tapan Mekke mü�rikleri, e�er kendilerine bir mucize gelirse, iman edeceklerini ileri sürüyorlard�. Allah ise, böyle bir mucize verdi�inde yine inanmayacaklar�n� biliyordu ve onlar�n bu ikiyüzlülü�ünü yüzlerine vuruyor ve �öyle diyordu: Biz bir mucize verdi�imizde yine inanmad�klar� zaman, ilk ba�taki gibi onlar� tu�yanlar� içinde �a�k�n, ba��bo�, amaçs�z, ne yapaca��n� bilmez bir halde b�rak�veririz. (6/En'am, 110). Allah'�n dalâlette b�rakt��� kimseleri hidayete erdirecek ba�ka herhangi bir güç ve kudret yoktur. Bu kimseler kendi azg�nl�klar� içinde �a�k�n peri�an vaziyette kalakal�rlar. (7/A'raf, 186). Bunlar ayn� zamanda ahirete inanmayan, �srarla Allah'�n dümdüz yolundan ç�kan kâfirlerdir. Allah onlara merhamet edip, s�k�nt�lar�ndan kurtarsa bile, onlar yine tu�yanlar�na devam edecek, körlük içinde bocalamaya devam edecekler, her �eye ra�men yine de îman etmeyeceklerdir. (23/Mü'min, 75). �u halde Allah'a kalan i�, O'na kavu�may� (ahireti) beklemeyenleri kendi azg�nl�klar� içinde debelenmeye terk etmektir. (10/Yunus, 11).
Tâ�ut kelimesi Kur'an'da birkaç defa geçmektedir. Bakara suresinin 256. ayetinde, tâ�ut Allah'�n d���nda, kendisine adeta Allah gibi ba�lan�lan varl�klar olarak tan�mlanmaktad�r. "Dinde zorlama yoktur. Art�k do�ruluk (rü�d) sap�kl�ktan iyice ayr��m��t�r. O halde kim tâ�utu reddedip Allah'a iman ederse, kopmayan sa�lam bir kulpa yap��m�� demektir. Allah i�iten ve bilendir." (2/Bakara, 256).
��te bu ayetle, devam� olan 257. ayet, Nisa, 51, 60, 76; Maide/60; Nahl/36 ve Zümer/17. ayetlerinde bahsedilen 'tâ�ut' ne ise, tâ�ut kavram� odur. Dolay�s�yla �imdi bu ayetlerdeki 'tâ�ut'u anlamaya çal��al�m.
Yukar�da mealini yazd���m�z bakara suresinin 256. ayetinde geçen 'tâ�ut', �eytan, putlar, kâhin ve sihirbaz, cinlerden ya da �eytandan birileri olarak yorumlanm��t�r. Ra��b el-�sfehanî, "haddi a�an her azg�na ve Allah'�n d���nda kendisine tap�lan her mâbuda tâ�ut denir" demektedir. Kâhin, sihirbaz veya cinlerden kimilerine tâ�ut denmesi, bunlar�n insanlar� Allah'�n yolundan döndürmesi nedeniyledir. Zira Allah'�n hak yolundan yüz çevirten her �ey tâ�ut cinsindendir. Yukar�da mealini yazd���m�z Bakara suresinin 256. ayeti, "sa�lam bir kulpa yap��m��" gerçek bir mü'min olmay� iki �arta ba�lam��t�r: Birincisi, tâ�utu reddetmek, di�eri de Allah'a iman etmektir. Bu durumda tâ�utu reddetmek (küfretmek) Allah'a iman�n ko�ulsuz �art� say�lmaktad�r. �u halde tâ�ut, Allah'�n d���nda, Allah'a iman etmeyi engelleyen, Allah'a iman etmekten insanlar� al�koyan, yollar�n� �a��rtan, zihinlerini çeldiren �ey ya da �eylerdir. Allah'a kar�� azg�n ve isyankâr olup, gerek kahren ve cebren ve gerekse yumu�akl�kla, gönül r�zas� ile kendisine insanlar� perestij ettiren, kendisini mâbud ittihaz ettiren insan, �eytan, put veya benzeri bir �ey tâ�uttur. Bunlar�n ortak özelli�i insanlar� Allah yolundan men etmektir. Allah'�n kullar�n�n mâliki ve hâkimi oldu�unu iddia eden ve insanlar� kendi kulu olmaya zorlayan kimselere tâ�ut denmi�tir.
'Ta�ut'un salt '�eytan' olarak tercüme edilmesinin yanl�� oldu�u kanaatindeyiz. Gerek Mekke, gerekse Medine toplumuna bak�ld���nda, bu toplumlar�n do�rudan �eytana tapmad�klar� görülecektir. Benzer �ekilde, kâhinlere, sihirbazlara da tapm�yorlar, bunlar� tanr� yerine koymuyorlard�. Ehli kitab�n d���ndaki mü�rik Araplar putlara perestij ediyorlard�. Fakat putlar�n �ahs�nda, putlar�n temsil etti�i �irk esas�na dayal� bir inanç/din sistemine ba�l�yd�lar. Putlar bu inanç sisteminin sembolleri, putperest toplumda içkin olan dînî-akîdevî yap�n�n zahirdeki temsilcileridir. Esas olarak o putlar�n arka plan�nda yatan anlam önemlidir. Nitekim bu putlar�n suretlerini ac�k�nca da yiyebiliyorlard� ama bu, putperestli�i yedikleri anlam�na gelmiyordu. Tarihin her döneminde putperestler bu put sembollerle kâfirce ve mü�rikçe akidelerini ve ya�am biçimlerini ifade etmi�lerdir.
Buradan �u sonuca var�yoruz: Bakara suresi 256. ayette Allah'a iman etmenin �art� olarak belirlenen ve 'küfredilmesi' zorunlu olan tâ�ut, �eytan de�il, bizzat insanla ilgili bir kavramd�r. Fakat tâ�ut kâhin veya sihirbaz da de�ildir. Tâ�ut, Allah'�n d���nda �öyle veya böyle bir ya�am felsefesi olu�turan, bir dünya düzeni kuran bir kâfir sistemdir. Bu, Mekke gibi toplumlarda, reislerin yönetti�i, içi d��� putlarla doldurulmu� bir Kâbe'yi merkeze alan, Darun Nedve gibi siyasi üsse sahip; para, kad�n, kabilecilik gibi süflî zevklerin yüceltildi�i, insan haysiyetinin hiçe say�ld��� gerçek bir �irk düzenidir. Medine gibi toplumlarda ise Vahyin tahrif edilmi�li�inden cesaret alan, �slam'�n dü�man� hükmetme mercileridir. ��te Kur'an'�n, inkâr edilmesi Allah'a iman etmenin ön ko�ulu olarak ortaya koydu�u tâ�ut bizce budur.
Tâ�ut sisteminde �eytan elbette çok önemli bir aktördür, putlar önemli sembollerdir, kâhinler, sihirbazlar ve �airler nüfuzlu kimselerdir fakat bunlar�n her biri tek ba��na bu ayette konu edilen tâ�utun bizzat kendisi de�ildirler. Ama bilinmelidir ki bunlar� hem tek tek hem de bir bütün (sistem) halinde reddetmek, ayetin ifadesiyle 'küfretmek' gerekmektedir. Aksi takdirde sa�lam bir kulpa yap���lm�� olmayacakt�r. T�pk� "la ilahe illallah" tevhid sözünün, ilkin 'lâ' ile ba�lamas� gibi, tâ�ut ba�lam�nda da tâ�utu reddetmek, 'lâ'n�n yerine kaim olmakta, 'lâ' gibi önce Allah'�n d���ndaki bütün kâfirce sembolleri, Allah'dan gayr� kendisinde mâbudluk özelli�i var sanan bütün ilahlar�, rableri reddetmekte, Allah'dan men eden her türlü azg�n sapt�r�c�y� aradan ç�kartmakta ve ondan sonra Allah'a iman etmenin yolunu açmaktad�r. Biraz daha aç�klayacak olursak, "tâ�utu inkâr ederek Allah'a iman etmek" sözü, "lâ ilahe illallah" kelime-i tevhidinin tefsiri sadedindedir. Dolay�s�yla, �irk bula�m�� her türlü fikri ve ki�ileri reddedenleri, "sadece ele�tiriyorsunuz" gibi gerekçelerle ve hatta meseleyi "Müslüman�n müslüman� ele�tirmesi" olarak alg�layanlar�n hem lâ ilahe illallah sözünü ve hem de "tâ�utu küfredip Allah'a iman etme" ilkesini anlay��lar�nda sorun oldu�unu rahatl�kla söyleyebiliriz.
Kur'an tâ�utun insanlara kazand�rd�klar�yla ilgili rolünü tan�tarak onu daha iyi kavramam�z� istemektedir: Allah mü'minlerin velisi olup onlar� karanl�klardan (zulümattan) nura ç�karmakta iken, tâ�ut da kâfirlerin velisidir ve o da insanlar� nurdan zulümata dü�ürmektedir. (2/Bakara, 257). Buna göre tâ�utun rolü, Allah'�n yapt���n�n tam tersidir. E�er tâ�ut �eytan olsayd�, do�rudan �eytan olarak an�l�rd�. Böyle de�il de 'tâ�ut' denmesi bu �eyin �eytandan ba�ka bir varl�k olmas� gerekti�ini dü�ündürmektedir. Dolay�s�yla bu tâ�utun, yukar�da belirtti�imiz gibi, velisi, yol göstericisi �eytan olan, Allah'a iman etmeyen ve putperestlik bariz özelli�i olan kâfir bir sistem olmas� uygun dü�mektedir.
Kur'an tâ�utla beraber bir de cibt kavram�na yer vermektedir. Allah'dan gayr�, kendisine ibadet edilen her �eye cibt denmektedir ki bunlar da putlar demektir. Nisa suresinin 51. ayetinde ehli kitab�n, cibt ve tâ�uta iman ettikleri ve kâfirleri, mü'minlerden daha do�ru bir yol üzerinde gördükleri belirtilmektedir. Bu �u demektir: Yahudiler ve Hristiyanlar, �üphesiz içlerindeki kin ve k�skançl�k gibi nedenlere ba�l� olarak, cibt ve tâ�ut olarak an�lan, kâfirlerin tap�nd�klar� ilahlar� ve Allah yolundan al�koyucu sistemlerini be�enmekte, cibtin ve tâ�utun varl��� kendileri için herhangi bir sorun te�kil etmemektedir. Sorun te�kil etmedi�i gibi, putperestlerin ya�am tarz�n� ve Allah yolundan al�koyuculuklar�n� mü'minlerden daha tercihe �ayan bulmaktad�rlar. Hâlbuki ayn� "lâ ilahe illallah" onlara da vahyedilmi�ti ve onlar da tâ�utu reddedip bir tek Allah'a iman etmekle mükellef k�l�nm��lard�.
Maide suresinin 60. ayetinde ehli kitab�n içinden tâ�uta tapan bir zümrenin varl���na i�aret edilmekte ve bunlara 'abede-i tâ�ut' denmektedir. Bu tan�mlama Yahudiler'in Üzeyir'i, Hristiyanlar'�n �sa'y� ilahla�t�rmalar�n� akla getirmekte ve onlar�n tâ�utla aralar�n�n 'iyi' oldu�unu aç�kl��a kavu�turmaktad�r. Oysaki Allah'a iman eden mü'minlerin tâ�uta kulluk etmekten kaç�n�p, bir tek Allah'a yönelmeleri, sadece O'na tapmalar� emredilmi�tir. (39/Zümer, 17). ��te, Allah'�n kulluk etmekten kaç�nmay� emretti�i tâ�ut, kendisini ilah yerine koyan, insanlar� kendisine perestij ettiren kâfir otoritelerdir. Bunlar, puta tapmak gibi bir küfrün daha da ilerisine gitmi�, kendilerini tap�lan mevkiine koymu�lard�r. Bunun için tâ�ut olmu�lard�r.
Tâ�ut '�eytan' gibi gözle görülmeyen bir varl�k de�il, önünde muhakeme olmaktan bahsedilen bir hüküm mercii (4/Nisa, 60), Allah kat�ndan olmayan (be�erî) hükümlerle karar veren otoritedir. Allah'� tek hüküm koyucu, Rasulü'nü nihai otorite kabul etmeyen hüküm sistemi tâ�uttur. Maide suresinin 44, 45 ve 47. ayetlerinde önemle vurgulanan Allah'�n indirdikleriyle hükmetmenin gere�i ve bununla hükmetmeyenlere biçilen akidevî kisve, tâ�utu anlamaya katk� sa�lamaktad�r. Yani Allah'�n hükümleriyle hükmetmeyi reddedenler kâfir, zalim ve fas�klar olup ayn� zamanda tâ�utturlar. Bu ayette konu edilen ki�inin Ka'b b. E�ref oldu�u rivayet edilmekteyse de bu rivayet çeli�kiler ta��makta ve yerine oturmamaktad�r. �u var ki, tefsir gelene�inde ayetteki tâ�ut kavram�n�n sonuçta bir 'insan' olarak alg�land���n� göstermesi bak�m�ndan dikkate de�erdir.
Allah her ümmete Allah'a iman edin ve tâ�uttan kaç�n�n buyru�unu tebli� etmesi için peygamberler göndermi�tir. (16/Nahl, 36). Bu beyandan, tâ�utun, Allah'a tapman�n kar�� tezini olu�turan küfür ve �irk yolu oldu�u anla��lmaktad�r. Allah'a yap�lmayan her tapma bat�l olup �irk ya da küfür olarak adland�r�laca��na göre, tâ�ut, Allah'�n d���nda edinilen de�i�ik ilahlar �ahs�nda, küfür sistemlerini temsil etmektedir.
Kur'an, tâ�utu, u�runda kâfirlerin sava�t�klar�, mücadele verdikleri, Allah yolunun (sebîlillah) muar�z� olarak tan�mlar. (4/Nisa, 76). Mü'minler nas�l ki Allah yolunda sava��rlarsa, kâfirler de tâ�utun yolunda sava��rlar. Fakat tâ�utun yolu demek olan �eytan�n dostlar�n�n bu yolu, yani onlar�n hileleri zay�ft�r ve mü'minler bu zay�f tuza�� kolayl�kla bo�a ç�kartacak güce sahiptirler.
Mü'minler ta�uta perestij etmekten, ta�uta dostluk beslemekten ve ta�utun önünde muhakeme olmay� istemekten beridirler. �irk nas�l kaypak bir sistemse, ta�uti sistemler de kaypakt�r. Kelime ve kavramlar� flûla�t�rmakta mahir, dini tahrif etmekte deneyimlidir. Bu aç�dan mü'minler tâ�uta kar�� ancak yüzde yüz Kur'an'a dayanan tevhid akidesiyle müteyakk�z olabilirler. Kâfirlik gelene�i, �slam'a olan has�ml���n�, makyaj tazeleyerek, kelimeler ve kavramlara yeni anlamlar yükleyerek, ���lt�l�/s�r�tkan maskeler takarak var gücüyle sürdürmektedir. Mü'minlere dü�en, kendilerinin, isimleri gere�i zorunlu olarak Allah yolunda mücadele etmeleri gerekti�ini bilmek ve bu imanlar�n� hiçbir zaman yitirmemektir.
(�ktibas Dergisi - Say� 322)