12-06-2022 15:33

El�ilik ve Allah��n El�ili�i

�nsanlar, �zellikle Allah��n el�ilerini kendilerinden farkl� g�rmeye meyilli olmalar�na ra�men Allah insanlara hep kendileri gibi birini el�i olarak g�ndermeyi, terk etmedi�i bir s�nnet (�det) olarak benimsemi�tir.

Elçilik ve Allah’ýn Elçiliði

Elçi, yani resul, tasarruf hakk� olmaks�z�n, birinin sözünü oldu�u gibi bir ba�kas�na bildiren kimseye denilmektedir. Vekil ve kefil veya vasî gibi elçili�in anlam�yla yer yer içiçe girebilen anlamlar ta��yan kavramlar�n delâlet etti�i anlamlardan elçili�in, en bâriz olan yan� (anlam�) elçide tasarruf hakk� bulunmamas�d�r. Bu sebebledir ki elçiler görevlidirler ve görevlerini, verildi�i gibi yerine getiren elçiler, bu i�lerinden ötürü sorumlu de�illerdir. Tabii ki herhangi bir sorumluluk söz konusu oldu�unda bu elçiden de�il, onu gönderenden sorulacak anlam�na gelmektedir. Bu sebeble de ‘Elçiye zevâl yoktur’ �eklinde deyimle�mi�tir elçinin sorumsuzlu�u. 

Elçiler, tarihin yazd���na göre insanl�k tarihinin bilindi�i günden bu yana hep bulunmu�lard�r. �nsanlar aras�nda, aileler aras�nda, kabileler aras�nda, toplumlar aras�nda ve devletler aras�nda kar��l�kl� olarak ve ihtiyaç duyuldukça ba�vurulan bir kurum olageldi�i gibi sava�lar ç�kmadan veya sava�lar s�ras�nda da ba�vurulma gere�i duyulmu� bir kurumdur. Her halde elçilik, bizzat halledilemeyen ya da halledilme gere�i duyulmayan veya kendisi vas�tas� ile halledilebilecek i�ler için gerek duyulan bir kurum olarak, insanl�k tarihi kadar eskidir ve bütün toplumlar�n bildi�i bir kurumdur. En ilkel kabileden, en geli�mi� toplumlara kadar herkesin ba�vurma gere�i duymas� bu kurumu do�alla�t�rm��t�r. Veya denebilir ki, do�al olu�u onu yayg�n olarak ba�vurulan bir kurum yapm��t�r. 

Elçiler, insanlar aras�nda da, insanlarla Rabb’i aras�nda da bilindi�i günden bu yana hep görevli olarak alg�lan�lm��lar fakat kâh hafife al�nm��lar, kâh ciddî kar��lanm��lard�r. Elçilerin hafife al�nmalar� nas�l onlar� gönderenleri hafife almak manas�na geliyorsa, itibar edilmesi de kezâ yine ad�na elçilik yapt�klar�n�n ciddiye al�nmas� anlam�na gelmektedir. �nsanlar�n birbirlerine gönderdikleri elçiler, Rabb’lerinin insanlara gönderdi�i elçilerden daha çok kabul görmü�lerdir. Peygamberler tarihi bunun aksine herhangi bir bilgi kaydetmemi�tir. �nsanlar�n, birbirlerinin elçilerini daha iyi kar��lamalar�nda, gönderen ve gönderilen(elçi)in insan olmas� belki büyük önemi hâiz olmu�tur, bu kabulde. 

�nsanlar, zay�f ve âciz olduklar�ndan akletmekten çok (34/28) vehmetmeye meyletmi�ler, kuruntular�n� ilim haline getirmeyi ye�lemi�lerdir. «Onlar�n ço�u zandan ba�ka bir �eye uymuyorlar. Zan ise gerçekten hiçbir �ey kazand�rmaz.» (10/36) 

�nsanlar�n birbirlerine ya da Rabb’imizin insanlara gönderdi�i elçiler aras�nda bir tak�m mü�terek vas�flar vard�r. �nsanlar nas�l birini elçi olarak ba�kalar�na göndereceklerse onun güvenilir, en az�ndan gönderen aç�s�ndan güvenilir olmas�na özen gösterirse, Rabb’imiz de elçi olarak seçece�ine Kendisinin güvenmesi ve gönderilenlerin de güvenebilece�i birisi olmas�na özen göstermi�tir. Elçiler mutlaka güvenilir insanlardan seçilirler demek zorunludur. Öylesine güvenilirlik gereklidir ki elçi seçilecek için o, hem kendisini seçenin güvenini kazanm�� olmal�, hem de kendilerine gönderileceklerin güven ölçülerine uygun vas�flar ta��mal�d�rlar. �ki taraf�n (hem gönderen, hem de gönderilen) güvenine mazhar olmak elçi olmak için olmazsa olmaz bir �artt�r. 

Elçinin sa�l�kl� ruh yap�s�na sahip, normal, herkes gibi biri olmas� da gereklidir. Yani di�er insanlarda rastlanmayan, hiç bilinmeyen vas�flarla vas�flanm�� de�il, di�er insanlar�n da bildi�i, tan�d���, itibar etti�i ölçülere uygun olmas� gerekmektedir. Dürüst olmas�, aldat�c� olmamas�, insanlar� sevmesi, onlar�n iyili�ini isteyen (hased etmeyen) huylar� bulunmas� gereklidir. Zira bu ve benzeri anlamdaki vas�flar kendilerine elçi olarak gönderilecekler için önemli oldu�u gibi, elçinin elçili�i aç�s�ndan da önemlidir. Elçinin geni� anlay�� sahibi, mürüvvetli, olgun ve günlük hayat�n insan� e�ip-büken olaylar�n�n �ekillendirdi�i zay�f bir ki�ilik ta��mamas� gereklidir. Oturmu�luk ve ne istedi�ini bilmek, en az�ndan ne ile mutmain olunaca�� hususunda ucuz tatminler pe�inde olmayacak kadar ciddî olmas� gereklidir. Elçi, bu vas�flar�yla, gönderildiklerine güven kazand�r�c� olacakt�r. 

�nsanlar�n ço�u bilmedikleri, yanl��lar içinde yüzdükleri, yanl��lar� bir hayat tarz� olarak kabullenmi� olmalar�na ra�men bu vas�flardan uzak ve olunmas� gereken gibi olanlara hayranl�klar�, imrenmeleri, iyiyi, do�ruyu bilip kabul etmeye yatk�nl�klar� ile de bilinirler. Onlar�n pek az� normalin üstünde ve yine pek az� normalin alt�ndad�rlar. Bu f�rsatlar� sebebiyledir ki dürüst olmayanlar bile örne�in dürüstlü�e muhtaçt�r ve dürüstlük, dürüst olmayanlar�n da be�enisini kazanmaktad�r. Dürüstlükten en uzak durumda bulunanlar�n bile (ki birkaç h�rs�z�n bir evi mü�tereken soymalar� söz konusu oldu�unda birbirlerine duyacaklar� güven kadar bir ba�ka �eye ihtiyaç duymad�klar� bilinir) ne kadar dürüstlü�e ihtiyaç ve be�eni beslediklerini biliyoruz.

�nsanlar aras�ndaki elçiliklerde seçilecek elçinin götürece�i sözü veya bir ba�ka emâneti, götürülmesini istedi�i gibi götürüp teslim etmesi nas�l gerekli ise ve bunun için kendisine güven duyulmas� elzem ise, bütün iyili�ine ra�men verilecek vazifenin cinsine göre onu becerip beceremeyece�ine duyulacak güven de ayn� derecede önemlidir elçi seçiminde.

Elçi, elçilik görevi boyunca hevâ(arzu, ho�lanma)s�n�n de�il, kendisine tevdi edilen görevin kendisinden istedi�i yönde hareket etmesi gereken ki�idir. Aksi takdirde kendisiyle gercekle�tirilecek görevin mahiyeti ve niteli�i de�il, hevâs� onu yönlendirir ve görevini yapmaktan al�koyar. Daha aç�k olmas� bak�m�ndan söylemek gerekirse elçi, ho�lanmasa da kabul etti�i veya kendisine yüklenen görevi yerine getirmek durumunda olan ki�idir. Hevâs�n� görevine kar��t�randan elçi olmaz. Bu intibâ� uyand�rm�� ki�iden elçi seçilmez. Kendi istediklerini de�il, kendisinden istenileni iletene elçi denilir. Görüldü�ü gibi elçilik bir âmiriyyet makâm� de�il, memuriyyet makâm�d�r. Elçilikte as�l olan bu(memuriyet)dur.

Elçi görevi aland�r, görevlendirilendir, görevlendiren de�il. Bu itibarla kendisini görevlendirenin iste�ine tâbidir. Kendisini görevlendireni memnun (râz�) etmek zorundad�r. Zira görevi ondan alm��t�r. Tüm mükellefiyeti görev ald���na kar��d�r. Yerine getirmekle sorumlu bulunduklar�ndan öncelikle ve kesin olarak görevlendirenine kar�� sorumludur. Görevlendirenini râz� etmesi ise ancak onun iradesi istikametinde hareket etmesiyle mümkündür. Korkacaksa da görevlendirenden korkmal�d�r.

‘Elçiye zeval olmamas�’ as�l olmakla birlikte istisnâen de veya çokça da olsa elçiler, kendilerine gönderildikleri insanlar taraf�ndan sorumlu tutulmu�lar ve hatta cezaland�r�lm��lard�r. Gerek Allah’�n elçileri, gerekse insanlar�n, devletlerin birbirlerine gönderdikleri elçilerin ba��na bu cezaland�r�lma çokça gelmi�tir. Bu sebeble de elçilik �erefli olmas�n�n yan�nda güç, rizikolar� bulunan bir görevdir. ï¿½nsanlar, kendilerine gelen elçileri ister Allah kat�ndan, ister bir di�er insan kat�ndan gelmi� olsun hakir görmü�ler, alaya alm��lar(43/7), yaln�zl��a itmi�ler, garipsemi�ler, zaman zaman da cismânî zararlar vermi�ler, i�kenceler yapm��lar ve giderek öldürdükleri de olmu�tur. Elçilerin gördükleri bu muamele gerçekte onu gönderene gösterilen muameledir. Elçinin getirdiklerinde bir suç da olsa meziyet de bulunsa her ikisi de gönderendendir. Gönderenin maruz kalaca�� muameleyi ilk a��zda, gönderileni getiren görmektedir. O yüzden elçilik ayn� zamanda cesaret i�idir, cesur bir ki�ilik de ister. Di�er bir tâbirle korkaktan elçi seçilmez. 

Elçilik uzun ve külfetli bir i�i de içerebilir. Bu münasebetle yorucu, uzun ve dayan�kl�l�k isteyen, sab�rla, görevini unutmadan, bezmeden yap�lmas� gereken, görevini sevmeyi gerektiren bir i�tir. Sevilmeyen, benimsenmeyen bir i�in ba�ar�lmas� güç, hattâ imkâns�zd�r da. Onun içindir ki elçiler, görevlendirildikleri i�i ve mesaj� içeri�i itibariyle yap�lmas� gerekli, elzem i� olarak görmelidirler. Elçilerin ba�ar�s�nda bu inanc(iman)�n büyük pay� bulundu�u bilinip, kabullenilir. Görevlendirildi�inin gereklili�ine ve do�rulu�una inanmayan elçilerin ba�ar�l� olduklar� görülmemi�tir. Ta��d�klar� mesaj�n gerçekli�ine inanan elçilerin ba�ar�lar�nda bu inanç(iman)lar�n�n pay� mutlaka vard�r. 

Elçiler, gönderildikleri nezdinde kendilerini gönderenleri dü�ündüreceklerinden gönderenin büyüklü�ü, haysiyeti itibar� ile, gönderilenin ölçüleri göz önünde bulundurularak seçilmektedir.

Elçi ak�ll�, haf�zas� yerinde, olgun ya�ta, istikrarl�, sab�rl�, dayan�kl�, azimli, sebatkâr, her �eye tahammülü olan yap�da olmal�d�r. Aksi takdirde görevini yerine getirmesi tehlikeye girecektir. Elçinin ki�ili�i ve o ki�ili�i meydana getiren unsurlar elçili�e müsait bulunmal�d�r ki onu elçi seçenin eklemeleri ve takviyesi ile daha mukavim hâle gelsin ve görevini, istenilen sonuca ula�t�rabilsin. 

Elçiler, kendilerine gönderileceklerin kolay kabul etmelerinin sa�lanmas� için onlardan biri veya onlara yak�n biri olarak seçilirler. Böyle olmas� elçilerin kabullenilmelerini kolayla�t�rmak içindir. �nsanlar�n bir di�erine elçi gönderirken bunu gözetmesi gibi Allah da kullar�na elçi gönderirken kendilerine elçi gönderdiklerinden birini ve onlar�n tan�d��� birini göndermesi bu yüzdendir. 

Elçiler, kendilerine gönderildikleri toplumun ya da ki�inin diliyle konu�urlar, as�l olan budur. Böyle olu�u da yine kabullerini kolayla�t�r�c� bir unsur olarak alg�lanmal�d�r. 

Elçiler ola�anüstü ki�ilerden seçilmezler. Hele Allah’�n, kullar�na gönderdi�i insanlar, gönderildikleri insanlar gibidirler. �nsanlar, özellikle Allah’�n elçilerini kendilerinden farkl� görmeye meyilli olmalar�na ra�men Allah insanlara hep kendileri gibi birini elçi olarak göndermeyi, terk etmedi�i bir sünnet (âdet) olarak benimsemi�tir. Gerekçesini de: «De ki: “E�er yeryüzünde uslu uslu yürüyen melekler olsayd� elbette onlara gökten bir mele�i elçi gönderirdik.»(17/95) diyerek aç�klamaktad�r. Allah’�n elçileri kendilerine gönderilen insanlar gibidirler: «Yemek yerler, çar��larda gezerlerdi.»(25/20) Gönderdi�i elçilerin yiyip içmeye ihtiyaç duymayanlardan ya da ölümsüzlerden olmad���n�(21/8), güzel �eylerden yiyip, yararl� i�ler yapmakla ö�ütlendiklerini(23/51), Rahman’dan ba�ka tap�lacak tanr�lar yapmad���n� (43/45) bildirmekle görevlendirildiklerini biliyoruz. 

Elçilerin görevlerine ihanet etmeleri hâlinin cezaland�rmay� mucib oldu�unu da biliyoruz. Elçilikle görevlendirdi�inin, kendisine yüklenilen görevi yerine getirmemesi, ya da ona bir �eyler katmas� halinde �iddetle cezaland�r�laca�� (69/44-46) Allah kat�ndan bildirilmektedir. Bu cezaya hiç kimsenin engel olamayaca�� (69/47) da eklenmektedir. 

Kendilerine elçi gönderilmi� olanlara sorulaca�� gibi, elçilere de elçiliklerini yap�p yapmad�klar� sorulacakt�r. (7/6) 

Elçi, elçilik görevinin kapsam�na giren ne varsa, hepsini, kendisini elçi seçenin ö�rettikleriyle ö�renendir. Kendili�inden (hevâs�ndan) ona bir �eyler katmayand�r. Zira elçilik görevi buna elvermez. Elçiyi seçen ve görevlendiren ona görevinin ne oldu�unu da ö�retendir. Elçilik görevdir ve bu görevi ve s�n�rlar�n� elçiyi seçen belirler. Ona yapaca�� ve kaç�naca�� �eyleri de ö�reten yine elçiyi seçendir. 

Elçi, görevini kendini seçenden ö�renen, kendini seçeni râz� etmekle yükümlü, gönderildiklerini de�il, göndereni ho�nûd etmesi istenilen ki�idir. Esas olarak elçi kanun ve kaide koyucu de�ildir. Belki kanun ve kaideler koyucunun elçisidir. Elçiyi seçen ve gönderen, elçiden üst rütbelidir daima. 

Elçi korunmu�tur, masumdur. Kendisine yüklenilen elçilik görevini yerine getirmeyi sa�lamak, onu elçi gönderene aittir. Elçi ile bildirilenin kaybolmamas�, eksilmeyip, art�r�lmamas�, yanl�� veya fazla olarak söylenmemesi konusunda elçi korunmu�tur. «Acele etme, onu senin kalbine yerle�tirecek olan Biziz»(75/16-17) denilmesi de bu yüzdendir. Elçi, elçili�i dolay�s�yla elçiyi gönderenin korumas�ndad�r. Fakat bu koruma, Onunla gönderilenin zayi olmamas�n� sa�lamakla s�n�rl�d�r.

Evet elçi, kendisiyle gönderilenlerin kaybolmamas�, eksilmemesi, fazlala�mamas� velhâs�l aynen korunmas� konusunda korunmu�(masum)dur. Di�er yandan yiyen, içen, çar��larda gezen, insanlarla konu�an, ac�kan, susayan, uykusu gelen bir varl�k olan insan elçiler (Allah’�n insanlardan seçti�i elçiler) di�er insanlar gibi hasta olurlar, uyurlar, ibadet ederler, namaz k�larlar, han�mlar�yla mua�eret ederler, oruç tutarlar, yemek de yerler. Sava�ta yaralan�rlar da. Uhud sava��nda Resulullah (s.a)’�n yana��ndan yaraland���n�, birkaç di�inin k�r�ld���n� biliyoruz. Yani Allah’�n elçileri uyduruk (hayal mahsulü) ki�iler veya ki�ilikler de�ildir, gerçek ki�ilerdir ve insand�rlar. «De ki ben de sizin gibi biriyim»(1) ifadesinden ve konu ile ilgili olarak, baz�lar�n� dipnotta verdi�imiz âyetlerin meallerinden rahatl�kla anla��laca�� gibi, Allah’�n elçileri ve elbette son elçisi Muhammed (s.a.) de Allah’�n kullar�ndan bir kul ve kullar�n insan olanlar�ndan biridir.

Allah’�n elçilerinin insanlardan seçilmi� olmas� o elçilerin kabul görmemesinde ba�l�ca âmil olmu�tur. Kendisini, içinden ç�kar�ld��� (seçildi�i) insanlara Allah’�n elçisi olarak tan�tanlar hemen her keresinde o insanlar taraf�ndan ve öncelikle insan olmas� bak�m�ndan elçili�ine itiraz edilen ki�iler olagelmi�lerdir. �tiraz üslublar�ndan rahatl�kla anla��lmaktad�r ki kendisinin Allah’�n elçisi oldu�unu aç�klayan ki�i e�er kendileri gibi insansa —ki hep öyle olmu�tur— kendileri gibi olan bir insandan nas�l olur da Allah elçi seçer diye bir türlü kabul göstermek istememi�lerdir. Allah’�n elçisi oldu�unu aç�klayanlardan insanüstülük bekleyen insanlar, onda bunu görmedikleri sürece inad ederek onlar�n elçiliklerini bir türlü kabul etmemi�lerdir. «Kendilerinin konu�tu�u dil ile konu�an’», «kendileri gibi yiyip içen», «çar��larda pazarlarda dola�an», «alt�ndan, inciden kö�kleri olmayan», «meleklerden muhaf�zlar� bulunmayan» elçi (insan), elçi olarak kabul edilmemektedir.

Allah’�n elçisi oldu�unu söyleyenlerin sava�larda yaralanmas�, zaman zaman ma�lup olmalar�, ba�ar�lar�n�n gecikmesi (ya da gerçekle�memesi), ittihaz ettikleri baz� tedbirlerinin isabetli olmamas�, yan�lg�lar�, gayb� bilmemeleri onlar�n elçi olmalar�na engel olmayan �eylerdir. Bunlara Allah kitab�nda defaâtle örnekler getirmektedir. Ayr�ca biz Peygamberimiz (s.a.)’in hayat�ndan söylediklerimizin örneklerini aç�kça bilmekteyiz. 

�nsanlar�n gösteregeldikleri bir yayg�n zaaf olarak öyle görülmektedir ki insanlardan peygamberler kolay kabul görmemektedirler. �nsanüstülük araman�n do�ru olmad���na i�aret eden âyetlere ra�men, bu sebeble müslüman olmayanlar bir yana, müslüman olanlar�n bile bir büyük zaaf olarak peygamberlerinde insanüstülük aramalar�, bulamamalar� halinde uydurarak, gerçek insanlar olan peygamberleri esâtir kahramanlar� gibi olmad�k vas�flarla vas�fland�rarak kabule meyilleri, müslümanl�klar�n�n ba�ta gelen zaaflar�ndand�r. Rabb’leri onlara hiçbir zaman, gönderdi�i peygamberlerin insanüstü oldu�unu söylemedi�i halde, Rabb’lerinin sözlerine itibar etmeyip kendi hevalar�na itibar ederek sapmalar�, onlar� bühtâna, aç�k iftiralara, büyük yan�lg�lara ve giderek �irke ve küfre dü�ürmü�tür. Müslüman�m demekle b�rak�l�verilmeyecekleri kendilerine hat�rlat�lan insanlar, bütün ikazlara ra�men yine de gerek kendi hevalar�n�n, gerekse �slâm d��� kültürlerden ta��nan kal�nt�lar�n ak�l ve vicdanlar�nda yer etmesine meydan vermelerinin sonucu olarak, bitkiyi sar�p geli�mesini önleyen yabânî otlar gibi dinlerinin bo�ulup, geli�mesine engel olmaktad�rlar. Bunun çetin sonucunu gere�i gibi dü�ünebilselerdi ne yapar yapar t�rnaklar�yla da olsa o yabanî otlar� söküp temizlerler ve Allah’�n gönderdi�i dinin kendilerinde dal-budak sal�p geli�mesine ve hayatlar�n� kapsamas�na yol açarlard�. 

Ba��ndan beri de�inmeye çal��t���m�z gibi Allah’�n elçileri insanüstü varl�klar de�il, insan olan varl�klard�r. �nsan olmalar� itibariyle de her �eyleri insanlar gibidir. Yaln�zca «Rabb’lerinden kendilerine bildirilene uyan kimseler»(6/50)dirler. 

�slâm Dini, Allah’�n gönderdi�i dindir. �lk Peygamberi Hz. Adem (a.s.)’dir. Arada, Allah’�n Kur’an’da isimlerini and�klar� ve anmad�klar� dahil tam miktar�n� bilemedi�imiz birçok peygamberi ilkini takib etmi� ve nihayet Hz. Muhammed (s.a.) ile de peygamberler halkas� tamamlanm��t�r. Yani Hz. Muhammed peygamberlerin sonuncusudur. Hepsinin tebli� etti�i din �slâm’d�r ve tevhid dinidir. Hepsi, bir olan Allah’�n elçisidir. Kendilerine bildirilenlere uyan ve içinden ç�kar�ld�klar� toplumlar�n�, kendileriyle gönderilenlerle inzar eden, müjdeleyen ve korkutanlard�r. Kendilerine gönderilenler konusunda kendilerine itaât edilmesini taleb edenlerdir. Peygamberler kendileriyle gönderilenlere ilk itaât edenler olduklar�ndan, kendilerinin itaât ettiklerine itaâte davet etmeleri kadar do�al bir �ey de olamazd�. 

Peygamberlerin getirdiklerine inananlar ilk peygamberden bu yana hep bulunagelmi� ve peygamberlerin Allah kat�ndan getirdiklerinin esas ve füru�a ait olanlar�ndan birçok �ey, o peygamberler gelip geçmi� olmalar�na ra�men insanlar aras�nda nadiren oldu�u gibi, daha çok da deforme olarak ya�ayagelmi�tir. Toplumlar iyiyi, do�ruyu bildikleri halde ona uymakta gösterdikleri ihmal ve gev�eklik do�rular� az itibarl� ve uygulan�r k�lm��t�r. 

Bu cümleden olarak Kurey�liler de «Allah’� biliyor», «Fakire, dü�küne yard�m etmenin sevilen bir hareket oldu�undan haberdâr bulunuyor», «Akraba ile alakay� kesmemenin övülecek bir davran�� oldu�unu söyleyebiliyor»du. Kâbe’yi tavaf etmeyi, Arafat’ta vakfe’yi, Safa ile Merve aras�nda sa’y etmeyi, Hz. Muhammed’e o konudaki âyetler gelmeden de biliyor ve i�liyorlard�. Kezâ kurban kesme de �brahim (a.s.)’den bu yana biliniyor ve i�leniyordu. Salat (Namaz-Dua) da az i�lenmesine ra�men biliniyordu. Zira Salat yaln�zca Hz. Muhammed’le ilk defa insanlara bildirilen bir �ey de�ildi. Zira Allah Kur’an’da yaln�z namaz konusunda de�il, oruç ve ba�ka ibadetler (kullu�a tealluk eden birçok davran��) için de «Sizden önceki ümmetlere farzolundu�u gibi»(2/183) ifadesini kullanmaktad�r. 

�nsanlar kendilerine gelen do�rular� olduklar� gibi korumakta ciddiyet göstermiyorlar ve mutlaka onlara baz� �eyler katt�klar� gibi, onlardan baz�lar�n� da eksiltiyorlar. Bu sebeble de Allah’�n elçilerinin kendilerine getirdikleri, de�i�ikliklere u�ruyor, as�ldan uzakla��l�yor. As�ldan uzakla��ld�kça da as�l olmayana yakla��l�yor elbette. ��te gönderilenler böylece eksiliyor, kayboluyor.

Hepimiz biliyoruz ki Allah bugün kendilerine Musevî diyenlere böyle bir din göndermemi�tir. Musa (a.s.) da Allah’�n elçisidir ve içinden ç�kar�ld��� toplulu�a ve insanlara Allah’�n dini olan �slâm’� aç�kl�yor ve ona davet ediyordu. Ona inand���n� söyleyenlerin o günden bu yana i�i nerelere getirdi�ini bizler gördü�ümüz gibi Kur’an’da i�aret ederek Allah’�n dinini bozduklar�n� belirtiyor. Uzeyr-ibn-ullah demeyi Allah’�n onlara ö�retmedi�ini biliyoruz. Uzeyr’e Allah’�n o�lu demeyi kendileri uydurdular. T�pk� h�ristiyanlar�n da yar�� edercesine �sa (a.s.)’ya Allah’�n o�lu demeleri gibi. Peygamberimizin kendisine inananlar�(sahabesi-arkada�lar�)n� kendi sözlerini yazmaktan al�koymas�na gerekçe olarak gösterdi�i sebebin, ümmetini daha önceki ümmetlerin dü�tükleri yanl��lara dü�mekten al�koymak oldu�unu biliyoruz. Buna ra�men Ümmet-i Muhammed’in bugün yine ayn� sebeble (yaz�lmas�n� yasaklad��� ve bu yüzden tâ yüz y�l sonra tedvinine ba�lanan sözleri veya davran��lar� oldu�u söylenen sözlerini) yazmalar� üzerinde toplanan ihtilaflar�n �ahidi durumunday�z. �iâ ile Sünnîli�in, Hanefîlik ile �afiîli�in, �badiyye ile Zahirîli�in, Haricîlikle-Bat�nîli�in yani mezhebler üzerindeki ihtilaflar�n ana kayna��n� Kur’an de�il, hadisler (Peygambere ait oldu�u söylenen sözler ve davran��larla ilgili haberler) te�kil etmektedir. Yani Peygamberimiz (s.a.)’in defaatle ‘yazmay�n�z’ deyip durdu�u ve bir türlü kimselere dinletemedi�i sözlerinin (söylenmesinin üzerinden bir as�r geçtikten sonra) a��zdan kula�a, kulaktan a��za de�i�en, metin tenkidi yap�lmadan ve yaln�zca rivâyet tenkidine itibar olunarak tedvin olunan haberler Kur’an d��� kültürlerin etkisi ile peygamberin anlad��� ve uygulad��� �slâm’dan çok farkl� sonuçlar ç�karm��t�r ortaya. Namaz gibi, Hacc gibi hem kavlen, hem de fiilen günümüze kadar asliyetini koruyarak gelen mütevâtir rivâyetlerle, Kur’an nasslar�n�n ruhu paralelindeki rivâyetler bir yana, di�er rivâyetlerdeki çeli�kiler �slâm’� ba�ka görüntülere sokmaktad�r.

Elbette ki bir dinin aç�klay�c�s� olan peygamber, o dini gere�ine en uygun �ekilde anlayan, anlatan ve uygulayan kimsedir. Öyle de olmal�d�r ki ba�ka bir alternatif söz konusu olamaz. Lâkin yine bilinmelidir ki o da bir insand�r. �nsan olmas� münasebetiyle eksikleri, yanl��lar� olacakt�r, olmu�tur da. ��te bu insan�n yani peygamberin di�er insanlardan görevi itibariyle farkl� olmas� gereken bu konumu Onun eksikliklerinin tamamlanmas�, yanl��lar�n�n düzeltilmesi ve Allah’�n kullar�na gönderdi�i dinin tam ve itmam edilmi� olarak b�rak�lmas� bak�m�ndan zaruridir. Bu zaruret peygamberleri, peygamber olmayanlardan farkl� k�lan sebebtir. Ve Allah elçilerinin yanl��lar�n� düzeltir. Zaten onlar ki�ilikleri itibariyle yanl��lara en az dü�ecek �ekilde olgun ki�ilik sahipleridir. Buna ilave olarak da Allah’�n gözü onlar�n üzerindedir. Yani yanl��lar�n� tashih eder. Ki dini yanl��s�z olarak kullar�na intikal edebilsin. 

«Kitab nedir, imân nedir bilmeyen kulu»(42/52)’ndan Kitab’� ve imân� ö�retti�i kulunu insanlara elçi gönderen O’dur. «Ne yapaca��n� bilmez halde buldu�u ‘kuluna’ do�ru yolu gösteren O’dur.»(93/7) Ve peygamberin teslim oldu�u (�slâm oldu�u) da O’dur. O’nun Kitab�’d�r peygamberin tâbi oldu�u. O’nun Kitab�’d�r peygamberinin riâyet etmeye ça��rd���.. Önce kendisi uymu�tur o kitaba ve sonra da insanlar� uymaya ça��rm��t�r.

Peygamberin kendisine itaâte ça��rmas�, kendisinin Allah’a itaât eder olu�undand�r ve itaât etti�ine itaâte ça��rmaktad�r. Ona ek olarak da o Kitab’tan anlad��� ve uygulad���na ça��rmaktad�r. Böyle olmas� kadar da tabii bir �ey olamaz. 

Peygamber yine Kur’an’�n ifadesi ile Kur’an’a ilk uyand�r. Allah’a ilk teslim oland�r, ilk müslüman oland�r. Bu ifade Kur’an’�n ini�i ile ilgili olup, daha önce hiç vahiy gelmemi� ve ona hiç uyan olmam�� anlam�nda de�ildir. Yine Kur’an zikretmektedir bunu. Kur’an’�n vahiylerinin indirili�i Muhammed (s.a.)’e olmu� ve O, kendisine indirilene ilk inanan (teslim olan) olmu�tur anlam�ndad�r. Allah Ona, gönderdi�i vahiyle Kurey�’e hitaben, ‘Size söyledi�im �eylere ilk teslim olan benim’ dedirtmektedir.

Peygamberin Kur’an d���ndaki sözleri de vahiy olsa idi bu takdirde Allah onlar�n da korunmas�n� üzerine al�r ve peygamber de kesinlikle kendisine vahyedilen ve Kur’an olarak an�lan sözlerinin d���ndaki sözlerini titizlikle kaydettirirdi. Peygamberimiz bilakis hayat�nda titizlikle yaz�lmas�n� istemedi�i kendi sözlerinin yaz�lmas�ndan bu sebeble kaç�nm�� ve çevresindekileri de kaç�nd�rm��t�r. Nitekim O vefat ettikten takriben bir as�r sonra tedvin edilmesine yol bulunmas�n�n nedeni, art�k insanlar�n peygamberin sözleriyle Kur’an’� kar��t�rmas� ihtimalinin kalmad��� gerekçesi olmu�tur.

Evet, hadislerin gerçekten art�k Allah’�n sözleriyle metin olarak kar��mas� gerçekten söz konusu de�ildir ve k�yamete kadar da bu böyle sürecektir. Hem Allah, Kitab’�n� korumaya ald���ndan bu böyledir, hem de hiçbir hadis Kur’an metni içinde de�ildir. Lâkin insanlar�n sak�nmas� gereken as�l tehlike bu olmad���na göre, yani Allah böylesi bir tehlikeyi bertaraf etti�ine göre, sak�n�lmas� gereken bir husus vard�r ve o da Kur’an metinlerine ra�men peygamberin denilen sözlerin (hadislerin) teori ve pratikte onlar�n yerine veya önüne geçirilmesi tehlikesidir. ��te bu tehlike as�rlardan beri müslümanlar aras�nda hayatiyetini idame ettiregelmi�tir. 

Kur’an’da ihtilaf ç�karamayanlara Allah’�n Resulü (s.a.) benim sözlerime sar�l�p da ihtilaf etsinler diye söylememi�tir sözlerini. Peygamberin sözleri oldu�undan emin oldu�umuz hiçbir sözün, kendisine gönderilen Kur’an’a ayk�r�l��� söz konusu olamayaca��na, bir yan�lma olsa bile Allah’�n bunu düzeltmesi gerekti�ine göre —ki örneklerini biliyoruz— nas�l olur da peygamberin sözleri denilen sözlerin (hadis) içinde Kur’an’�n ba�ka türlü anla��lmas�na yol olmayan naslar�na ayk�r� bulunan sözleri olabilir? Mesela Kur’an’da Allah: «Allah, mü’minlerden mallar�n� ve canlar�n� cennet kendilerinin olmak üzere sat�n alm��t�r. Allah yolunda sava��rlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’�n üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat’ta, gerek �ncil’de, gerek Kur’an’da (Allah, yolunda çarp��anlara cennet verece�ini vadetmi�tir.) Allah’tan daha çok ahdini yerine getiren kim olabilir? O halde O’nunla yapt���n�z bu al��veri�inizden ötürü sevinin. Gerçekten bu büyük ba�ar�d�r.»(9/111) buyurmas�na ra�men nas�l olur da ücreti bu kadar yüksek olan cenneti O’nun elçisi bize Onun sözü diye bildirilen bir habere (hadis) göre: «Bir kimse ak�am namazlar�n�n birinci rek’at�nda Fatiha’ya Kâfirûn, ikinci rekat�nda da �hlas suresini zammederek namaz�n� k�larsa denizlerin köpü�ü kadar günah� olsa affolunur» diyerek ucuza da��tabilir? Mümkün görüyor musunuz? Yani Allah’�n elçisi, Kur’an’da ücreti çok yüksek olarak belirlenmi� bir al��veri� konusu(cennet)nu ucuza vaadedecektir, bunu mümkün görüyor musunuz? Bu hâl, bilmem kaç milyon liral�k bir e�yay� on-yirmi liraya satmak gibi de�il midir ve mümkün olur mu?

Bizim kanaat�m�z odur ki Peygamber Kur’an’a herkesten çok riâyet (itaât) edendir. Allah’�n hadlerini korumakla birinci derecede görevli oland�r. Ve böyle bir söz söyleyemez, söylememi�tir. Zira böyle bir söz Kur’an’a ayk�r�d�r. E�er cennet böylesine ucuz (kolay) elde edilebiliyorsa neden Bedir’e ç�kt�lar, neden Uhud’da, Hendek’te ve daha nicelerinde canlar�n� ve mallar�n� (Kur’an’a uygun olarak) verip cennet almaya tâlib oldular? Bir mal ucuz sat�l�rken, kimse (cahiller hariç) onu gidip pahal�ya almaz. Müslüman olanlar da cahil olmazlar, cehaletten kurtulanlara müslüman denilir.

Yukar�da al�nt�lad���m�z cinsten sözlerin Resulullah ad�na uyduruldu�u bir gerçektir. Zira Kur’an’a ayk�r�d�r. Bu konuyu �imdilik ���k tutucu gördü�ümüz yukar�daki hususlara de�inerek bitiriyor ve müslümanlar�n dinlerini gere�i gibi ö�renmeleri ve dü�ünmelerini diliyoruz. Zirâ akletmekle dindar olunabilir ancak.

Dipnot

1) Bakarâ 2/151, Al-i �mrân 3/79-80 ve 164, En’âm 6/50, 89, 130; Yusuf 12/109, Râd 13/40, �brahim 14/11, Nahl 16/36 ve 43, �srâ 17/76 ve 94, Enbiyâ 21/7-8 ve 34, Hacc 22/75, Mü’minun 23/51, Furkan 25/20, Neml 27/45, Mü’min 40/15, Sâd 38/4, Fussilet 41/6, Tegâbün 64/6 

(Ercümend Özkan / �ktibas, say� 125-126)

YORUMLAR
Hen�z Yorum Yok !