Yakup DÖĞER

27 Kasım 2013

KUR'AN'A DÖNÜŞ

“Bu kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (2/2)
 
Bütün insanlar ve cinlerin yaratılış gayesi sadece ve sadece Allah’a kulluk üzeredir ve bu durumda Rabbimiz tarafından bizlere bildirilmiş bu eksen üzere hareket edilmesi gerektiğini,  “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” diyerek emretmiştir.(Zariyat-56)İnsan yaratılışı itibarıyle en güzel şekilde, yani  “Ahseni Takvim”(Tin Suresi-4) üzere dünyaya gelerek var oluş gayesini kavrayacak donanımlara sahipliği kesin olarak belirtilmiştir.
 
Bundan sonra insan ya kendi irade ve tercihiyle iman ederek Allah’a kul olacak yada inkar edip kafir olacaktır. İnsanın kendi tercihini yapabileceği de Kur’an’da, “De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”(Kehf-29) denilerek nihai nokta belirtilmiştir. Bu durum sonuç itibarıyle insanın kendi tercihinde olan bir olgudur. Tabi ki bur da göz ardı edilmemesi gereken en büyük olumsuz faktör şeytanın ve dostlarının varlığı faktörüdür. Çünkü şeytan ve dostları, Allah’ın kullarını saptırmak birçoğunun şükredenlerden olmaması için çalışmak üzere Rabbinden kıyamete kadar izin almış, kulluk için gelen insanları, “Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!»(Araf-17) diyerek kıyamete kadar sürecek düşmanlığını ilan etmiştir. Kulunu çok seven ve değer veren yaratan Rabbimiz, bütün insanları bu durum karşısında uyararak, şeytanın apaçık düşman olduğunu Yasin Suresi 60.ayette kullarına bildirmiştir. Tabi ki buna rağmen insanlık tarihi Hakk yoldan saparak düşmanı olan şeytanla aynı safta yer almış, hatta çoğu zaman şeytanın cesaret edemediği kadar pervasız ve cesur olmuştur. Kur’an’da geçen şu tablo bu durumu açıkça belirterek, gelecek ahiret hayatında insanlara canlı örnek sunmaktadır. O pişmanlık tablosu şöyle ifade edilmektedir, “İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.”(İbrahim-22)
 
Bu girişten sonra konuya dönecek olursak, yukarıda belirttiğimiz ayet üzere, Kur’an bir rehberdir, yani bütün insanlığı dünyada ve ahirette mutluluğa ulaştıracak, hayatını dünyada ve ahirette tabiri caizse sigorta yapacak tek kaynaktır. Hayatımızı düzenleyeceğimiz, aramızdaki anlaşmazlık konularını çözeceğimiz(Bakara-213),aydınlık bir kitaptır.(Ali-imran-184)Adaleti ayakta tutmamız adil olmamız ((Nisa Suresi, 127) yine bu kitapla olacaktır. Bu kitap hayatı kuşatan öyle bir çerçeve çizer ki, asla boşluk bırakmayan, en küçük bir ayrıntıyı bile gündemleştiren, bize yol gösteren bir çizgi izler.( Nisa Suresi, 140) Kimlerle dostluk kuracağımızı, kimlere nefret göstereceğimizi muhkem olarak haber verir. (Maide Suresi, 57) 
 
Günümüz dünyasında genelde insanların özelde ise Müslümanların terk edip dipsiz kuyulara dalmasının nedeni muhakkak ki Kur’an’dan uzak bir hayattır, çünkü Müslümanlar bu Kur’an’ı terk etmiştir. (Furkan Suresi-30) İnsanlar için doğru olan ve hak olan Rabblerinden gelendi(Kehf-29), bu hakta Kur’an’dı(Maide-48) ve bizim için Rabbimiz, “Rabb'in senin için yeterli bir yol gösterici ve yardım edicidir.” (Furkan-31)  diyerek dosdoğru yolun sadece kendi yolu nizamı olduğunu beyan etmiştir.
 
Vahyin ilk yıllarını gözden geçirdiğimizde ilkelerin ve yaşam modelinin tamamen Kur’an merkezli ve gelen vahyin hayat ile ölüm arasında geçen zaman diliminde baştan sona belirleyici olduğunu görüyoruz. O kadar belirleyicidir ki bu durum, inen vahyi yani Kur’an ayetlerinin hayata geçirilmeden yaşanmadığını aşikardır. Yani sahabe tamamen Kur’an’a ve onun pratik uygulayıcısı Peygamber(sav)e odaklı bir hayatın yaşanan pratiğini o gün olduğu gibi bu günde bizlere gösteriyor. Dini, bu dinin sahibinin kitabından öğreniyor, hayatta uygulanan pratiğini de peygamberden görüyor.
 
Evrensel bir hitabı ve kuşatıcılığı olan Kur’an, insanlar için gerekli olan bütün gereksinimlerin kendi içinde olduğunu,(Enbiya-10), mü’minler için şifa ve rahmet, inkar edenler içinse büyük bir hüsranı (İsra-82) işaret etmektedir. Rabbimiz hayatın hiçbir alanında boşluk bırakmadan ve Kur’an’dan ayrılmadan bir hayat yaşamamızı emrederek, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”(Hud-112) demektedir.
 
Dini saptırmaya yönelik bir anlayışın hakim olduğu günümüzde (geçmişte de böyleydi), Müslümanların Kur’an’ı anlayamayacakları tezi ileri sürülerek, sürekli gündemde tutulup, iman edenlerin kitapsız bir hayat yaşamaları sağlanmış, samimiyetten uzak bahanelerle Yaratanla kulun arası açılmıştır. Vahiyden uzaklaşan Müslümanlar, kültürel ve geleneksel bir din anlayışını hayatlarının merkezine oturtup, ibadet ve adetlerinin yerini değiştirerek olması gerekenle uzaktan yakından bir ilgisi bulunmayan bir Din anlayışına sahiplenmişlerdir. Bu noktadan sonra hayata, başka kitaplar ve ideolojiler hakim olarak Müslümanların hayatını şekillendirmeye başlamış bu konuda da oldukça başarılı olmuşlardır.
 
Artık Müslümanların kitabı farklı, rehberi farklı, okudukları başka, ibadet diye yaptıkları Kur’an’da ve Kur’an’ın pratiğini gösteren Peygamberden faklı olmuştur. Kur’an’ın anlaşılmazlığını, “Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 17), “  Andolsun Biz Kur'an'ı zikri (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 22), demesine rağmen, anlaşılmazlığını  savunarak Müslümanları başka kaynaklara yönlendirdiler. Bu kaynaklar da, ya birinin kitabı, ya bir cemaatin hocasının kutsanan eseri, rüyada peygamberin yazdırdığını iddia ettiği, yazdırılma motifli eserler, evliya menkıbeleri, hikayeler v.s. v.s yada resmi ideolojinin dayattığı bir din anlayışı hakim olmuştur…yani Kur’an’ın dışında var olan bütün kitaplar okutuldu, propagandası yapılamaya başlanmış, başarılı da olunmuştur ne yazık ki. Bu hal alındıktan sonrada, "Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak dirilteceğiz."(Taha-124) ayeti tecelli etti.
 
Dünya emperyalizminin tam istediği, şekillendirdiği, istediği gibi yönlendirebileceği bir İslam Dünyası ortaya çıktı. Amerikancı, ulusalcı, kavmiyetçi, kapitalist, laik, dini başka para politikası başka, dini başka, dünya görüşü başka, dini başka miras hukuku başka, namaz kılan ama aynı zamanda faiz alan, namaz kılan ama aynı zamanda şeriata karşı duran, Kur’an okuyan ama aynı zamanda başörtüsü gereksiz,  önemli olan kalp temizliği diyen milyonlar oluştu.  Kitabı, Rabbi, Peygamberi ahiret odaklı bir hayat emrederken, kendisi tamamen dünya merkezli ve dünyalı bir hayat benimseyen Müslümanlar ortaya çıktı. Rabbi paralı ol dedi ama Müslümanım diyenler paracı oldu, Rabbi dünyalı ol dedi, Müslümanlar dünyacı oldu, Rabbi mal edin dedi ama Müslümanlar mülkün hakimi gibi zannetti kendini. Kur’an’dan uzaklaştıkça problemler arttı ve İslam Alemi bu günkü halini aldı. Emperyalist sömürgeci devletler, İslam Alemini bombalarken, Müslümanlar çocuk kadın yaşlı demeden katledilirken, Müslümanlar evlerinde dizilerin tutsak kurbanları olarak hayatlarını sürdürür oldu. Kadınlar eğlence günlerinde, erkekler gündüz işte akşam ekran başında, çocuklar sanal alemde, ama yine Müslüman(!) sıfatında hayatlarını devam eder oldular.
 
Bütün bu yaşananlar var olduğumuz zamanın gerçeğidir. Oysa Müslümanlara Kitapları, “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler….” (2/121) demekte, verilen kitabın kurallarına uyulmasının bir iman gerçeği olduğunu beyan etmektedir. Ayetin devamında ise zorlu bir tehditten bahsedilmekte, “Onu inkâr edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.” Denerek muhalefetin bedeli bildirilmektedir.
 
Kur’an’a dönüş, çağımız Müslümanları için yeniden bir var oluş meselesidir. Ya dini kaynağından, Kur’an’dan ve Peygamberinden öğrenip adımızla münhasır yaşayarak başka kaynaklardan beslenmeyeceğiz, ya da milyarlık İslam Alemi olarak bu terk edişin bedelini zilleti kuşanarak ödeyeceğiz.
 
Müslümanlar,  zilleti değil izzeti tercih eder. Çünkü izzet tamamen Allah’ındır, peygamberinindir ve mü’minlerindir(Münafikun-8). Müslümanlar,  izzetin sahibi Allah’ın kulları olmak için elimizden geleni yaparak bu uğurda ölüm gelene kadar çalışmalıdır. Bütün tağutları ret edip sadece Allah’a (Bakara-256) iman etmelidir. Çünkü bu bir iman meselesidir. Allah’a imandan önce tağutu ret imanın ilk şartıdır. Tağutlara karşı tavrımızı da Kitap ve onun uygulayıcısı peygamber göstermektedir.