Kitap Tanıtımı: Uluslar ve Ulusçuluk

Milliyetçilik incelemelerinde çığır açan konu hakkındaki ilk bilimsel yapıt olan ‘Uluslar ve Ulusçuluk’, 1990’lara kadar sosyal bilimler tarafından neredeyse hiç incelenmeyen milliyetçilik konusu hakkındaki ilk ciddi çalışmadır.

20-10-2012


ULUSLAR VE ULUSÇULUK- ERNEST GELLNER

1925-1996 yılları arasında yaşamış Paris doğumlu, Çekoslovakya asıllı, felsefe profesörü olan Ernest Gellner, 1962'den 1984'e kadar London School of Economics'de felsefe profesörü olarak çalıştıktan sonra 1984-1993 döneminde sosyal antropoloji profesörü olarak Cambridge Üniversitesi'nde bulundu. Daha sonra Cambridge Üniversitesi ile Prag Üniversitesi'nin Orta Avrupa Üniversitesi projesini ve bu çerçevede "Milliyetçilik Araştırmaları Merkezi"ni yönetti.

1-ULUSLAR VE ULUSÇULUK

Milliyetçilik incelemelerinde çığır açan konu hakkındaki ilk bilimsel yapıt olan ‘Uluslar ve Ulusçuluk’, 1990’lara kadar sosyal bilimler tarafından neredeyse hiç incelenmeyen milliyetçilik konusu hakkındaki ilk ciddi çalışmadır. Ernest Gellner, “Uluslar ve Ulusçuluk”ta yaygın öncesiz ve sonrasız ulus anlayışını alt-üst eden bir kavramlaştırma sunuyor. Yazarın, felsefe, sosyoloji ve antropoloji alanlarındaki uzmanlığını tarih bilgisiyle birleştirerek kurduğu genel muhakeme, ulusçuluğun, modernleşmekte olan siyasal ve kültürel birimlere sanayi uygarlığı içinde örgütlenmek üzere elverişli bir ilke sağladığı savına dayanıyor. Ulusçuluk ideolojisi, içerde işbirliği ve dışarıda rekabet için ergen kimliklerin yetişkin hale getirilmesi heyecanıydı diyor.

A- Ulusçuluk

Etnik sınırların siyasal sınırların ötesine taşmamasını, bir devletin içindeki etnik sınırların iktidar sahipleriyle yönetilenleri birbirinden ayırmamasını öngören bir siyasal meşruiyet kuramıdır. Bu da ancak ulusçu ilke ahlakı ve evrenselci bir ruhla savunulabilir; yani ulusçuluk özelde temsil ettikleri ulusların çıkarını gözetmeyen ve içinde barındırdığı tüm ulusların çıkarını gözeten bir ulusçuluk anlayışına sahip olmakla mümkündür.

B- Devlet

Ulusçuluğu tam olarak anlayabilmek için devlet ve ulus tanımlarını bilmek gerekir. Devlet ile ilgili tanıma Max Weber’in tanımıyla başlayabiliriz diyor: “Devlet, toplumda meşru şiddet tekelini elinde bulunduran kurumdur.” Toplum içerisinde meşru şiddeti kişiler değil ancak, herkesin merkezi siyasal otorite ve onun bu hakkı kullanımını devrettikleri yani düzenin sağlanmasına yönelik yaptırımlar arasında en nihaisi olan güç kullanımını toplumda ancak tek ve özel, açıkça tamamlanmış ve tümüyle merkezileşmiş disiplinli bir kurum tarafından kullanılabilir. Bu kurum ya da kurumlar grubu da “devlet”tir.  Weber’in temel ilkesi günümüzde geçerlidir. Weber’e göre devlet, oldukça belirgin ve gelişmiş bir toplumsal iş bölümünü içermektedir. İş bölümünün olmadığı yerde devletten söz etmek olanaksızdır. Devlet olmayınca devletin sınırlarının ulusun sınırlarıyla çakışıp çakışmaması sorunu da olmaz. Devlet olmayınca yöneten ve yönetilen de olmayacağından yöneticilerin aynı ulustan olup olmadıkları sorun olmaz.

Ulusçuluk, siyasal sınırların çizilmesi ve sonrasında iktidarın belirlenmesi ve daha sonrasında da iktidarın devletin içindeki dağılımı, ulusçuluğun ortaya çıkmasına neden olan etkenlerden birkaçıdır. Ulusçuluk, devletin varlığının bir veri olarak kabul gördüğü ortamlarda ortaya çıkar.

Gellner “Ulus”u iki örnekle açıklar:

1- İki insan ancak ve ancak aynı kültürü paylaşıyorlarsa aynı ulustan sayılırlar. Buradaki kültür, düşünceler, işaretler çağrışımlar, davranış ve iletişim biçimleri sistemi anlamına gelmektedir.

2- İki insan, ancak ve ancak birbirlerini aynı ulusun üyesi olarak kabul ediyorlarsa, aynı ulusa sahip demektir. Bir başka deyişle ulusları insanlar oluşturur. Uluslar insanların kendi inanç, sadakat ve dayanışmalarının ürünüdür.

Tarım Toplumunda Kültür

Tarım toplumunda kültürler farklılaşmaktadır. Koşullar genelde kültür emperyalizmine uygun değildir, yani kültürlerden herhangi birinin hâkimiyet kurup siyasal bir birimin tümünü kapsamasını teşvik etmez. Tarım toplumunda kültür kategorik kimlik tanımlamalarının peşinde değiller. Geleneksel bir ortamda tek ve kapsayıcı bir kültürel kimlik idealinin anlamı yoktur. Yani ulusçuluğun özü olan kültür ve siyasal yönetimin birleşmemiş olmasıdır. Tarım toplumunda kültür ve siyasal yönetim ilişkisinde yani yönetici sınıf azınlıktaki sınıf, kendilerinden daha aşağıda olanlara kendi kültürlerini yaymak yerine, onlardan ayrı kalmayı istemişlerdir.

3- Sanayi Toplumu

Sanayi Toplumunun Özellikleri

Okur-yazarlık tarım toplumunda sadece yönetici azınlığa ve din adamlarına has bir özellikti. Ancak sanayi toplumunda okur-yazarlık tekelleşerek bir zorunluluk halinde örgün öğretim yapılmaktadır.  Bu örgün eğitimle, sanayi toplumu küçük grup kültüründen uzaklaşacak, çok daha geniş bir ulus kültürüne kavuşmuştur. Sanayi toplumunda yüksek düzeyde iş bölümü ve genel gelişmişlik ve toplumsal işlevsellik yüksektir. Tarım toplumunda bu durumun tam tersi vardır. Tarım toplumunda iş bölümü ve okur-yazarlık az olduğundan insanlar çeşitli kültürlere ayrılırlar. İş yerinde farklı kültürden insanlarla tanışarak yeni bir kültür, bu iş yeri de daha büyük bir işletmeye, o da devlete bağlı olduğu için tek bir kültür oluşur. Yani tek ulus olma yolu açılmış olur sanayiye girmekle. İletişim kurarak insanlar arasındaki etkileşim artar ve bu durumda ulus olma yolunu açar. Yazı dilinin yaygınlaşması, okumayı ayrıcalıklı bir halden çıkarıp basit bir hal almasıyla ortak bilinç duygusunun gelişmesine neden oldu. Sanayi toplumunda çoğunluk açısından bireylerin iş bulabilmeleri onur, güvenlik ve öz sayıları aldıkları eğitime bağlıdır, eğitim gördükleri kültürün sınırları da artık içinde manen ve mesleki açıdan soluk alabilecekleri bir dünyanın sınırları haline gelir.

Bir insanın eğitimi sanayi toplumunda onun en değerli yatırımı sayılmakta ve sonuçta kendisine bir kimlik kazandırmaktadır. Yani modern insan bir krala, bir ülkeye veya bir dine değil, bir kültüre bağlılık göstermektedir. Herhangi bir toplum için kültür, herkesin nefes alabildiği, konuşabildiği ve üretebildiği bir ortam olduğuna göre bu, herkes için aynı kültür olmalıdır. Dolayısıyla artık büyük ya da yüksek bir kültür (okur-yazar, sürekli eğitim) olmalıdır; artık farklılaşmış, yerel bağlantılı okur-yazar olmayan küçük bir kültür gelenek olamaz. Tarım toplumunda geçmişte zayıf, tesadüfî, değişken, gevşek ve çoğunlukla asgari düzeye sahip devlet ile kültür artık birbiri ile bağlantılı olmalarına işaret eden neden ise yerel topluluk dışından toplumsallaşma zorunluluğudur.  Bu da sanayi toplumunda kaçınılmaz olmuştur. İşte ulusçuluğun anlamı ve ulusçuluk çağında yaşamamızın nedeni budur.       

4-ULUSÇULUK ÇAĞINA GEÇİŞ

İnsanlık, geri dönüşü mümkün olmayan bir biçimde sanayi toplumuna, böylelikle de üretim sistemi bilimsel ve teknolojik birikime dayalı bir toplum türüne bağlanmıştır. Bu durum insanlara yaşam olanağı sağlar ve insanın artık veri olarak kabul ettiği ya da etmeyi arzuladığı bir yaşam standardı umudu verir. Sanayi toplumu ile ulusçuluğun takip ettiği kültürel türdeşlik oluşur. Mesela, Elie Kedoudri’nin iddia ettiği gibi değildir; onun düşündüğü gibi türdeşlik ulusçuluğun bir sonucu olarak ortaya çıkmaz. Nesnel, kaçınılmaz bir zorunluluğun dayattığı bir türdeşlik, sonunda ulusçuluk olarak belirir.
Sanayileşmeye geçiş çağı beraberinde ulusçuluk çağını da getirmiş. Bu çağ, artık kendini ilk kez hissettiren yeni ulusçu zorunluluğu yerine getirmek için siyasal ya da kültürel sınırların veya ikisinin değişikliğe uğradığı çalkantılı bir şekilde yeniden uyarlanma çağıdır. Çünkü insanın bağlı olduğu kültürün değişmesi acı verir, üstelik hem insanların aklını çelmeye ve topraklarını ele geçirmeye çalışan rakip siyasal otorite merkezlerinin yanında, insanların ruhunu da ele geçirmeye çalışan rakip kültürler vardır. Bu da geçiş çağıdır. Reformasyon hareketi ile okur-yazar oranı artmaya ve ruhban sınıfının dışında yeni bir okur-yazar kitle oluştuğu dolayısıyla dil yeniden sorgulandı ve Avrupada yeni yeni mezhepler ortaya çıktı. Bu mezheplerin ortaya çıkması da yeni ulusların sınırlarının çizilmesine neden olan etkenlerden biridir.

Yaban ve Bahçe kültürü

Kültürler de bitkiler gibi yabani ve ıslah edilmiş türlere ayrılabilir. Yabani olanlar insan hayatının bir parçası olarak kendiliğinden yetişir ve yeniden ürer. Bu tür kültürler bilinçli bir tasarım, denetim olmadan kuşaktan kuşağa kendilerini yeniden üretirler.

Islah edilmiş bahçe kültürleri, yaban kültüründen elde edilmiş olmakla birlikte yaban kültüründen farklıdır. Bu fark genelde okur-yazarlıkla ve uzman personelle desteklenmiş, yabani kültürden türemişlerdir. Ancak bu farklılaşma okur-yazarlık durumu sayesinde olmuştur. Okur-yazar sanayi toplumunu bahçıvana benzetirsek bahçıvan, doğal yaşamda kendiliğinden oluşan yabani bitkileri temizleyerek daha sağlıklı ve daha modern bir kültür (ulus) oluşturur. Bu tür bir kültürün bahçıvanı olmazsa tekrar yabani bir kültür haline dönüşmesi kaçınılmazdır. Miss Blandish’e “Hiç Orkide Yok” adlı oyunda bir karakterinde belirttiği gibi “Her kızın kocası, tercihen de kendine ait bir kocası olmalıdır.” işte her yüksek kültürde artık devletin tercihinde kendine ait bir devletin peşinden koşmalı. Her yaban kültürü, bir yüksek kültür haline gelemez. Bu yüzden de sahneyi terk ederler, yani bir ulusçuluk hareketi doğuramazlar ve hiçbir şansları da yoktur.

5: ULUS NEDİR?

Tarım toplumunda alt kültür hâkimdir; ancak sanayi toplumu ile birlikte ulusal devlet kanunu oluşmaya başladı. Bütün dünyada giderek hız kazanan bir süreç olan yaygın yüksek kültürlerin yani standartlaşma, okur-yazarlığa ve eğitime dayanan iletişim sistemlerinin kurulması, çağdaş varsayımları ciddiye alan herkese ulusal kimliğin ortak kültürle tanımlanabileceği hissini vermiştir. Zamanımızda insanlar ancak ortak bir kültür ile tanımlanan ve kendi içinde hareketli, akışkan bilimlerde yaşayabiliyor. Ulusçuluk çağında, genel toplumsal koşullar sadece seçkin azınlığa değil, bütün halka mal olan standartlaşmış türdeş ve merkezi olarak desteklenen yüksek kültürlerin oluşmasına el verdiğinde, iyi tamamlanmış bir eğitim sisteminin denetlendiği ve bütünleşmiş kültürler insanların gönüllü olarak ve çoğu kez şevk ile özdeşleştikleri tek birimi oluştururlar. Ancak uluslar aynı anda hem irade hem de kültürle ilişkili bir biçimde birleşerek tanımlanır.

Ulusçu bir çağda toplum, dini kamuflajdan sıyrılarak pişkin ve açıklıkla kendilerine taparlar. Örneğin Nazi Almanya’sı çok bariz bir şekilde kendine tapıyordu. Ancak ulusçuluk genelde halkı varsayılan folk kültür adına fetheder. Kullandığı semboller volk’un Narot’un yani köylünün sağlıklı, mazbut ve zorlu yaşamından alınmıştır. Bunlar yabancı yüksek bir kültüre bağlı yönetici ve benzer kadroların iktidarına ve başkasına, önceleri kültür bir uyanış ve kimlik iddiası ve sonunda ulusal bağımsızlık savaşı ile karşı çıkması gerektiğinde ulusçuların kendilerini bu sembollerle tanıtmalarının eğer gerçeklik payı var ise ve ulusçuluk zafere ulaşırsa, yabancı ve yüksek kültürleri ortadan kaldırır, ancak yerine eski yerel kültürleri getirmez. Kendine yerel bir yüksek(okur-yazar ve uzmanlar arası) kültürü canlandırır ya da kendine göre oluşturur.

(Mehmed Maksud / İslam ve Hayat)

Etiketler : #Kitap   #Tanıtımı:   #Uluslar   #ve   #Ulusçuluk   
YORUMLAR
  • ersin   20-10-2012 14:50

    kitap okumaların azaldıgı bir dönemde okumalarını bizimle paylaşan degerli yazara teşekkür ediyorum. özellikle müslümanların salt dini kitaplar okumalarının yeterli olmadıgını düşünüyorum. tarih sosyoloji psikoloji felsefe ve siyasi okumalarla dini okumlarını daha da güzelleştirerek geliştireceklerini düşünüyorum. bu minvalde bu tür okumlar yapıp siteyele paylaşan mehmet kardeşin çalışmalasını önemli görüyorum. umarım bu tür kitaplar tartışmaya açılır ve müzakere edilir.

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN