Durmuş: Ahlak olmadan asla!

Durmuş, hemen hepimizin siyasal okumalar içinde adeta kaybolduğumuzu, oysa ne tür okuma yaparsak yapalım, Allah adıyla kalplerimizin ürpermesi gerektiğini Kur'an'ın hatırlattığını söyledi. “Ahlak olmadan asla!” diyen Durmuş, devlet yıkıp devlet kursak bile, ahlakı önemsemedikçe bunun bir öneminin olmayacağını ifade etti.

05-01-2012


Bursa’da faaliyet gösteren İHE-DER, 31 Aralık 2011 cumartesi akşamı düzenlediği konferansa Mehmed Durmuş’u davet etti. Mehmed Durmuş, Bursa Ördekli Kültür Merkezi’nde ‘Kur'an Ahlakı konulu konferans verdi.

Mehmed Durmuş, İHE-DER yöneticilerine ve kendisine daveti ulaştıran Selami Saygın’a teşekkür ederek başladığı konuşmasını üç başlık altında topladı. İlki, ‘neden ahlak?’ sorusuna cevap mahiyetindeydi. İkinci başlık: "Neden ‘ahlak’ deyince doğrudan İslam, İslam’ın kaynağı Kur'an, onun pratiğe dönüşmesi demek olan Peygamber’in ahlakı değil de, mesela tasavvuf akla gelmektedir?". Üçüncü başlık ise Kur'an’ın genel ahlakî ilkelerinin ve ahlakî öğüt, emir ve tavsiyelerinin özetini içerdi.

Durmuş, konuşmasının başında, hemen hepimizin siyasal okumalar içinde adeta kaybolduğumuzu, oysa ne tür okuma yaparsak yapalım, Allah adıyla kalplerimizin ürpermesi gerektiğini Kur'an'ın hatırlattığını söyledi. “Ahlak olmadan asla!” diyen Durmuş, devlet yıkıp devlet kursak bile, ahlakı önemsemedikçe bunun bir öneminin olmayacağını ifade etti.

Durmuş, konuşmasında özetle şunları anlattı:

İslam ahlakı öncelikle tevhide yaslanır, tevhidden neş’et eder. Allah, güzel ülkenin bitkisi güzel olur; çorak araziden ancak ılgın ağacı yetişir buyururken, aslında ziraatı değil, insan davranışlarını, tevhide dayalı müslümanca bir yaşamı konu etmektedir.

İslam’ın ahlakı da İslamcadır. İslam ahlakı aynı zamanda aktiftir. Aksiyonerdir, reaksiyoner değildir. Kur'an müminleri hayra çağıran, marufu emredip münkerden nehyeden bir topluluk olarak tanımlamakta ve bunu görev olarak tahmil etmektedir.

bursa-konferansi.jpg

Kur'an ahlakı aynı zamanda Peygamber'in ahlakıdır ve Hz. Aişe’ye isnad eden bir rivayette Ümmül Mü’minîn, “Peygamber'in ahlakı Kur'an’dı” demektedir. Peygamber de, kendisinin güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini belirtmiştir.

Bununla beraber Peygamber'in ahlakı konusu yanlış şekilde bazı ayetlerle alakalandırılmaktadır. Mesela meal ve tefsirlerde genel geçer bir tercümenin neticesi olarak, Kalem suresinin 4. ayeti, sanki Peygamber'in ahlakını övüyormuş gibi, “Sen büyük bir ahlak üzeresin” diye çevrilmekte, buradan, Peygamber'in ahlakının yüceliği anlamı çıkartılmaktadır. Oysa bu ayet, Peygamber'in ahlakını değil, onun, üzerinde bulunduğu Din’i, es-Sır’atu’l-mustakîmi haber vermektedir. Yani “hulukın aziim”, Peygamber'in ahlakı değil, onun getirdiği Din’in adıdır. Peygamber o Din üzere bulunmaktaydı. Şuara suresinin 136-138. ayetlerinde bu kullanımın benzeri vardır.

Peygamber'in ahlakı elbette mükemmeldi. Henüz nübüvvet verilmeden önce el-Emin unvanını almıştı. Peygamberlikle birlikte ahlakının zirve noktasına çıktığında hiç kuşku yoktur. Bundan dolayıdır ki Allah onu ‘üsvetün hasene’ olarak göstermektedir. Yani Peygamber biz mü'minler için model insandır.

Kur'an model insan olarak dikkatlerimize sadece Peygamber’i sunmamaktadır. Yusuf, gençlerimiz için, Meryem genç kızlarımız için en harika insan örnekleridir. Sabır abidesi Yakup, müşrik babasına her defasında “babacığım!” diye hitap eden ve ondan selamı esirgemeyen İbrahim örnekleri… Zalim bir evde nasıl mü'mine bir hanım olunacağının ‘üsvetün hasene’si olan Firavun’un hanımı…

Âdem’in iki oğlu (Tevrat’taki isimleriyle Habil ve Kain) de, biz insanoğullarını ikiye ayırmakta, bir kısmımızı Habil, bir kısmımızı da Kabil (Kain) sınıfına ayırmaktadır. Habil, pasifizmin değil, kifayetsiz muhteris kardeşinin saldırgan tutumuna karşı reaksiyoner hareket etmemenin, sabrın, teenninin sembolüdür. Bu anlamda, en sevgili oğlunu kuyuya atan diğer oğullarına karşı metanetini hiç bozmayan Yakub, Habil’in tipik bir örneğidir sanki.

bursa-konferansi1.jpg

Kur'an müminleri, Allah'ın ve Rasulü’nün önüne geçmemeleri hususunda uyarmakla sağlam ahlakî temeller atmaktadır. Peygamber (a.s)’ı sıradan bir arkadaşıymış gibi nezaket kuralından yoksun şekilde çağıran kimseleri ciddi şekilde uyarmaktadır. Bir mü’minin, “Peygamber benim için kendi nefsimden daha önemlidir” diye düşünmesini ister. Bunun içindir ki ilk Kur'an nesli, Nebilerine hitap ederken, “anam-babam sana feda olsun ya Rasulallah!” gibi cümleler kuruyorlardı. Yine Kur'an mü'minlerin, Peygamber'in hanımlarını anne olarak bilmelerini ister.

Kur'an’ın ahlakı, kendine özgüdür. Tasavvufun bize bulaştırdığı ahlak İslam ahlakı değildir. Tasavvuf zühd ve çile gibi felsefelerle İslam dışı kültürlerin öğretilerini bize ahlakî görüş olarak pazarlamıştır. Gazali’nin İhya’sına bakmak bile bu cürmün kesafetini anlamak için yeterlidir. Tasavvuf, -pratik tamamen farklı olmakla beraber- teoride dünyayı yerden yere vurmuştur. Peygamber adına, “fakirlik benim övüncümdür” diye hadisler uydurulmuştur. Gazali ekmek ve giyim maddelerine karşı bile zühdü tavsiye etmektedir. İhya’da Peygamber adına uydurulan ve Allah’a iftira anlamına gelecek bir sözde, “Allahu Teala, giydiğine aldırış etmeyen mübtezel insanları sever” denmektedir.

Oysa Allah dünya nimetlerini insanlar için çıkartmıştır. Elbiseyi insanlar için zînet olarak niteleyen Kur'an’ın bakışıyla tasavvuf felsefesini karşılaştırdığımızda, bu ikisinin iki ayrı din olduğu rahatlıkla görülecektir.

Dünya-Ahiret Dengesi

İslam dünyayı kesinlikle şeytanlaştırmaz. Biz mü'minler dünyayı -tabir mazur görülsün- tepe tepe kullanabiliriz. Allah burayı bizim için adeta bir cennet yapmıştır. Evet, dünya bir cennettir ama cennet burası değildir… Biz cenneti bu dünyada kazanacağız, keza cehennemi de…

İslam dünyanın bir oyun ve eğlence olduğunu belirtirken, dünyayı yadsımamakta, 'dünyadan el etek çekin' dememektedir. Dünyevi birtakım mal, meta ve değerlerin insan için nasıl da çekici kılındığını (tezyin edildiğini) bildirirken, aslında dünyanın insanı kuşatıcı, hatta yutucu özelliğine dikkat çekmekte, sakın ola ki dünyevileşerek kendinizi seküler hedefler içinde kaybetmeyin mesajı vermektedir. Çünkü insan için çekici kılınan şehevi arzulardan, maldan, evlat sevgisinden daha büyük, daha yüce, daha asil ve daha kalıcı değerler vardır. O da kısaca ahirete ilişkindir.

Kur'an kısaca “mallarınız ve oğullarınız sizin için bir fitnedir” demekle, imtihandır demek istemektedir. Mallar ve evladın imtihan olması, bunları edinmeyin, kesinlikle kaçının, uzak durun anlamında değil, bilakis yakın durun ama onları tanrılaştırmayın manasındadır. Tıpkı insanı heva ve hevesini ilah edinmeye karşı uyarması gibi…

Tasavvuf felsefesinin ana yapıtlarında evlenmeye karşı ciddi bir tepki vardır, evlilik kötülenmektedir. İslam’la hiçbir şekilde bağdaştırılamayacak olan bu sapkın (heretik) felsefenin modern uzantıları hala devam etmektedir. Bu sapkın anlayışlar bir şekilde -rüyalarla, mitolojiyle v.b. Peygambere de tasdik ettirilmektedir!

Allah insanı birtakım zaaflarla yaratmıştır. Temelde insan ahseni takvim üzeredir. Fakat zaafları onu esfel-i safiline sürüklemektedir. İnsanın nefsine iyi ve kötü duygular yerleştirilmiştir. İnsan genel olarak hep hayrı ister, daima iyilikler, iyi şeyler kendisinin olsun ister. Musibetleri sevmez ve musibet karşısında hemencecik dünyası kararır. Mü'minler ise sabrederler; elde ettiklerine sevinmez, ellerinden çıkana ise üzülmezler. Tükettiği mallarla övünen insan İslam ahlakından kopmuştur.

Kur'an bizden vasat ümmet olmamızı istemektedir. Yani ifrattan ve tefritten uzak, dengeli, ne dünyayı tanrılaştıran ne de onu tümüyle ihmal eden; Allah'ın kendisi için tayin ettiği meşru hedeflere gitmek için dünyadan sonuna kadar yararlanan bir orta yol… Kavminin Karun’a seslendiği gibi: Arayışımız ahiret yurdudur, ama dünyadan da unutmamamız gereken bir ‘nasibimiz’ vardır.

İktisat kelimesi ile vasatlık birbirini bütünlemektedir. Harcamalarımızda, yaşantımızda da iktisatlı olmalı ve olabildiğince infakta bulunmalıyız.

bursa-konferansi2.jpg

Kur'an biz müminlere hem tebliğ dili ve üslubu, hem günlük hayatımızda konuşma adabı öğretmektedir. Bizi boş sözlerden kaçındırmakta, gürültü kirliliği yapanları eşek sesine benzeterek uyarmakta ve yürüyüşümüzde tabii olmamızı istemektedir. Bunun dışında gıybet, çekiştirme, tecessüs, kötü zan, kaş-göz işaretleriyle insanları maskaraya alma, alay, küçümseme, kendisini alakadar etmeyen işlere burnunu sokma, kavim ve kabilesiyle övünme, insanları küçümseme, tekebbür, Müslümanlığımızı başa kakma, misafirlik adab-ı muaşereti, evlere nasıl girilip çıkılacağı, çocuk eğitimi gibi hususlarda tedip etmektedir.

Kur’an’ın en büyük ahlakî uyarıları kadın-erkek ilişkilerinde görülmektedir. Mü'min erkek ve kadınları velî-evliya olarak adlandırmakta, boşama esnasında bile kadınlara seviyeli, insan haysiyetiyle bağdaşır muamele yapmaları için erkeklere öğüt vermektedir.

Kur'an iffetsizliğe giden yolları ortadan kaldırmak ister. Tesettür iffetli olma azim ve kararlılığının tezahürüdür. Mü'min erkek ve mü'min kadınların kendilerine özgü tesettür biçimleri vardır. Tesettür iffetli bir hayatın en mükemmel tedbirlerden biridir. Bununla beraber Kur'an dilinde insanı asıl örten elbise değil, “takva elbisesi”dir. Zaten takva elbisesi olmayan kimseleri hiçbir elbise iffetli yapmamaktadır. Kur'an, zinaya götürücü yolları ortadan kaldırmayı önemser ve buna rağmen bu günahı işleyene ceza önerir.

Kısacası Kur'an ahlakı mistik bir ahlak olmadığı gibi, modern bir ahlak da değildir. O, Kur'an’a özgü bir İslam ahlakıdır. Mü'minler cenneti ancak bu ahlakla kazanabilirler.  

(Kaynak: İktibasdergisi.com)

Etiketler : #Durmuş:   #Ahlak   #olmadan   #asla!   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN