BAYRAMLARI BAYRAM YAPAN, ALLAH'A YAKLAŞMA ŞUURUDUR

Ahmed KALKAN

09-07-2022 11:36


Bayramlar, neşe ve sevinç günleridir. İslâm, kendi toplumunu huzur ve sevincin zirvelerine tırmandıran kendine has özel günler tesbit etmiş ve tüm bağlılarını bu günlerde birbirleriyle kaynaştırmıştır. Dinimiz, her şeyde olduğu gibi bayram konusunda da orta yolu seçmiştir. Dejenere olmuş toplumlarda görülen bayram enflasyonu da, insan doğasına aykırı bayramsızlık da, fıtrat ve denge dini İslâm'da doğru görülmemiştir. Her toplumun, kendi inançlarına göre, kendine has bayramları olduğu gibi; Medine İslâm devletinin kuruluşundan bugüne bütün İslâm âleminde kutlanan, bu ümmetin de iki bayramı vardır: Biri Kurban, diğeri de Ramazan Bayramı.

İslâmî kardeşliğin, dayanışma ve huzurun perçinlendiği bu mübârek günler, müslümanların huzur, mutluluk, dostlarla dayanışma ve en büyük dost Allah’a yakınlaşma günleridir. Hz. Peygamber Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman, Medinelilerin iki bayramı olduğunu öğrendi. Medineliler bu bayramlarında oyun oynar ve eğlenirlerdi. Bu durumu gören Hz. Peygamber, bu günlerin bayram olarak devam etmesini kabul etmedi ve şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ size kutladığınız bu iki bayrama bedel olarak daha hayırlısını, Ramazan Bayramı ile Kurban bayramını lûtuf olarak vermiştir.” (Ebû Davûd, Salât 239, Nesâî, Iydeyn 1; Ahmed bin Hanbel, Müsned, III/103, 178). Bu Peygamberî tavırdan yola çıkarak, bir müslüman, bu iki bayramın dışında başka bir bayram kabul edemez.

Ramazan bayramı, oruçla, nâfile namazlarla, infak ve ikramlarla Allah'a yaklaşan, sosyal dayanışma içinde zenginin fakirin haliyle hallendiği bir ortamın sonucunda hak edilen İlâhî bir armağandır. Ramazan'daki kulluk okulunun diploma törenidir. “Allahu ekber, Allahu ekber!” şeklinde yüksek sesle getirilen tekbirler de bu coşkunun dış âlemle paylaşılmasıdır. Bu özel namaz ve tekbirler, benzetme yerinde ise, Yaratıcı ile bayramlaşmadır. Namazdan, bu güzel randevudan sonra insanlar arası bayram başlar. Önce aile, sonra akrabalar ve daha sonra bütün müslümanlar birbiriyle bayramlaşır; sesli tekbirler şeklindeki sloganlar da tabiattaki diğer varlıklarla bayramlaşma, onlarla selâmlaşmadır.

Namazsız, ibâdetsiz bayram olmaz. Yüce Rasûl şöyle buyurmuştur: "Bu günümüzde yapacağımız ilk şey, namaz kılmaktır." (Buhârî, Iydeyn 3; Müslim, Edâhî 7). Bayramlar Allah'a yakınlık ve kulluk zamanlarıdır. Her iki bayramda bayram namazı kılınmadan bayram başlamaz. Hac'da, önce şeytan taşlanır, sonra bayram başlar. Şeytanı mağlup etmeden, şeytanlara taş atmadan mü'min bayram yapmaz. Bayramın ilânı çokça ve yüksek sesli tekbirlerle olur. Allah'ın en büyük olduğu, O'nun dışındaki şeylerin çok da önemli olmadığı ilân edilir bayramlarda. "Bu bayram günleri, yeme içme ve Allah için zikir günleridir."

Secdelerle, iç dünyamız bayrama kavuşur. Sevincin en yüksek doza çıktığı bu günlerde ölüm ve ölüler de unutulmaz. Diğer âlemde yaşayan akrabalarla bayramlaşılır. Bayramlar sıla-i rahmin icrâ edilmesi şeklinde yaşayan dostlarla beraberlik olduğu gibi, hayattakilerle ölüler arasında da bir köprüdür. Böylece müslümanın sevincine tatlı bir hüzün ve ölüm ötesi duyarlılık katılacaktır.

Bayram günlerinde boğazımıza dizilen acı bir soru: "Kâfirlerin emrinde ve onların oyuncağı konumunda, çeşitli zulümlere muhâtap, zillet içinde yaşayan dünya coğrafyasındaki günümüzün müslümanları, nasıl sevinip bayram yapsınlar, bayram yapmaya hakları var mıdır?"

Esas bayram, gerçek bayram; İslâm'ın her şeyimize, bireysel, sosyal ve siyasal hayatımıza hâkim olmasıyla, Allah'a hakkıyla kulluk sergilememizle ortaya çıkacaktır. Bayramlar Allah'a kulluğun neticesi, Allah'a yaklaşmanın sembolleridir. Esas bayram, tâğutların Cehenneme çevirdiği dünyayı Cennete benzettiğimiz ve Cenneti hak ettiğimiz gün olacaktır. Bayram bir liyâkattir. Kazançlara bayram; kayıplara mâtem yapılır. Kur'an'ın (sosyal ve siyasal hayata yansıması gereken tüm hükümleriyle) mahkûm, dünyanın da zindana döndürüldüğü bir zamanda, bayram yapmaya ne kadar hakkımız olduğunu düşünmeliyiz. Medine İslâm Devleti kurulmazdan önce Mekke’de, Habeşistan’da yaşayan müslümanların bayramları yoktu. Bugün küfrün egemenliği altında yaşayan, müslümanca yaşama hakkını elde edemeyen müstaz'af müslümanların bayram yapıp sevinmeye ne kadar hakları olabilir?

Bayramlar Allah'a kulluğun neticesidir. Tüm vücuduna ve nefsinin arzularına oruç tutturan ve kendini Allah'a adayıp nefsini ve sevdiklerini kurban edebilenlere Allah'ın birer lütfudur Ramazan ve Kurban Bayramları. Bu anlayıştan uzak yaşayanlar olsa olsa Şeker ve Et Bayramı kutlarlar. Bayramlar, sadece bir sevinç günü değildir. Aynı zamanda şükür, zikir, diğer mü’minleri hatırlama, muhâsebe ve derlenip toparlanma günleridir. Gönül arzu ederdi ki, bayrama İslâm âleminin gülen yüzü ile girelim ve sevinip bayram yapmaya hak kazanalım.

Bütün bunlarla birlikte, unutmamalıyız ki, her çeşit aşırılık dinimizde yasaklanmıştır. Allah’ın müslümanlara ihsan ettiği bayramları kabul etmemek, o günleri diğer günlerden farksız görmek dinin tasvip edeceği bir husus değildir. Bayramı çılgınca eğlenip Allah’a isyan ederek geçirmek, nasıl bayram rûhunu katlederse; Allah’ın bayram yapmamızı istediği günleri kabul etmemek de bir isyandır. Allah’ın Rasûlü şöyle der: "Ey Ebû Bekir, her toplumun (kendi inancına göre) bayramı vardır. Bu (Ramazan ve Kurban Bayramı) bizim bayramımızdır." (Buhârî, Iydeyn 3; Müslim, Salâtu'l-Iydeyn 16). Bu bayramların neşe ve sevinç günleri olduğunu yine bizzat Hz. Peygamber ifade buyurmuşlardır. (Bkz. (Buhârî, Iydeyn 2 ve Müslim, Salatu'l-Iydeyn 16). Bayramlarda sevinçli olduğunu açıkça ortaya koymak İslâm'ın prensiplerindendir. Biteviye akıp giden sosyal hayatın monotonluğu bayramlarla kırılarak akraba, eş ve dostlar ziyaret edilmekte, fakirler hatırlanmakta, yetimler sevindirilmekte, küsler barıştırılmakta, Allah’a daha fazla ilticâ edilmektedir.

Bayramlar yine, yenilip yedirildiği, içilip içirildiği ikram günleridir. Akraba ve eş-dost ile beraberce bu günün mutluluğu paylaşılır. Bunun için de bayramlarda oruç tutmak Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır (Buhârî, Savm, 66; Ahmed b. Hanbel III/34, 35). Fakat bayramlar yukarıda belirtilen hedeflerinden de saptırılmamalıdır. Zira bayramlar sadece yemek, içmek ve tatil yapmaktan ibaret değildir. Bu gerçeği göz ardı edip cemiyet hayatını düzenleyen ve aradaki uçurumları kaldıran böyle bayramlarda, tatil bahanesiyle toplumdan kaçarak bir deniz kenarında ya da lüks bir otelde vakit öldürmek, her şeyden önce bu bayramların fazîlet ve sevabından mahrum kalmaktır.

Diğer taraftan bu bayramlar İslâm'ın vakar ve şahsiyetini, olgunluk ve yüceliğini gösteren müesseselerdir. Bu hakikati görmek için, Güney Amerika karnavalları ile Avrupa'nın faşinglerini ve yılbaşı/noel bayramlarını, İslâm'ın bayramları ile karşılaştırmak yeterlidir. İslâmî bayramlar, arkasında tatlı hatıralar, yetim ve kimsesizlerle, fakirlerin mutluluk gözyaşlarını bırakırken; yukarıda saydığımız diğer milletlerin bayramları, arkalarında sadece sefâlet, içki kokusu, yollarda metrelerle ölçülen pislik ve çöp, hepsinden de vahşisi içki ve alkolün sebep olduğu nice ıstıraplar ve ölüler bırakmaktadır.

Bayram günlerini eş-dost, hısım-akraba ziyaretleşmeleri yerine; tanıdıklardan uzaklaşma ve hevâ istikametinde eğlenceyi tercih etme, son yıllarda ortaya çıkan ve dünyevîleşerek lâle devrini hortlatmaya çalışan zenginler arasında giderek yayılma temâyülü göstermektedir. Bayram vesilesiyle evden uzaklaşıp büyük masraflara katlanarak tatil ve eğlence yerlerine gidilmesi, bayram yapmak adına bayram rûhundan kaçmaktır. Dinin bu iki mübârek ve kutlu günlerini batılı ve bâtıl ölçülere göre kutlama ve dejenerasyon açısından bir ölçüttür. "Para benim, bayram benim; dilediğim yerde istediğim gibi bayram geçiririm; kim ne karışır?" demeye hiçbir müslümanın hakkı yoktur. Çünkü para ve her türlü mülk Allah'ın, bayram da İslâm'ın. Sen de müslümansın. İslâmî örfe ters; misafirperverlik anlayışını yok eden; komşu, akraba, dost ilişki ve dayanışmalarını öldüren; fakir-zengin kaynaşmasını engelleyen, nefsin arzu ve isteklerinin ön plana çıkartılıp uygulandığı bir bayram anlayışı, hayatımız ve toplumsal huzurumuz için, nesillerimiz ve ahlâkımız açısından tehlike işaretidir. Özellikle çocuklar ve gençler bayram harçlıklarını gayr-ı meşrû yerlerde harcamamalı, her türlü haram eğlence ve oyunlardan kaçınmalıdır. Müslümanca sevinip eğlenmesini bilemeyenler, sevinçlerinin yarın sonsuz üzüntüye dönüşebileceğini hatırdan çıkarmamalıdır.

Bayramlar, bizi Allah’tan uzaklaştıran değil; Allah’a yaklaştıran günler olmalıdır. İnsan, Allah’a ne kadar itaat ve ibâdetle yaklaşıyorsa o oranda bayram yapmaya hakkı olur. Bir ay tutulan orucun, bu ayda verilen fıtra ve zekâtların, teravih gibi ekstra namazların, yani çeşitli ibâdetlerin yapılmasının sonunda Ramazan bayramı yapılır. Kurban kelimesi, kurbiyet; Allah’a yaklaştıran ibâdet anlamına gelir. Kurban; en değerli varlıklarımızı İbrâhim gibi gözünü kırpmadan Allah yolunda fedâ etmenin; gerektiğinde de İsmâil gibi kendi canımızı hiç çekinmeden O’nun için verebilmenin sembolüdür. Bayram, namaz kılarak başlar, bu günde ekstra tekbirler ve zikirler vardır. Namazdan, ibâdetten kopuk bir bayram anlayışı dinimizde yoktur. Allah’tan gâfil geçirilen günler bayram değildir.

Yine, bayram vesilesi ile, insanı Allah'a yakınlaştırma şöyle dursun; O'ndan uzaklaştıracak TV. özel eğlence programlarının, dinle ve dinin mukaddesâtıyla alay etme ve hakaretler yağdırma anlamına geldiğini bilmek zorundayız. Zira bayram süresince geceli gündüzlü yayına konulan TV. kanalizasyon pislikleriyle bayramımızı kutlamak adına içini/ruhunu boşaltıp isyanlarla dolduranlar, bu iki bayram İslâm'ın ve müslümanların bayramı olduğu halde, en rezil eğlencelerle müslüman mahallesinde salyangoz satmayı âdet edinenlerdir. Çoğu programlara baktığınızda kendinizi bir batılı ülkede karnaval ve faşing gösterileri arasında bulur, bayramları şeytanlara yakınlaşma ve Allah'a isyan günlerine çevirenlerle beraber olursunuz.

Gusül abdesti ile bedenimizi, temiz ve güzel elbiselerimizle dışımızı bayrama uygun hale getirdiğimiz gibi, ruhumuzu da bayramda fazladan tekbir, tefekkür, zikir ve benzeri güzelliklerle arındırmamız gerekmektedir. Kur'an ve Sünnetin çok önem verdiği sıla-i rahmi icrâ, yani yakınlarla ziyaret, telefon, mektup gibi araçlarla tebrikleşerek ihyâ etmeli, büyüklerin ayağına, dostların evine gitmeli, çocukları, muhtaçları, yetim ve dulları sevindirmeliyiz. Bayram ziyaret ve görüşmelerinin İslâmî tebliğ için büyük bir fırsat ve imkân olduğunu unutmamalıyız. Hasta ve ölüleri ziyaret ederek veya en azından duâlar göndererek hatırlamalıyız. Maddî ve mânevî zulümlerle kâfirler tarafından ezilen insanları, aziz olması gereken zelîl müslümanları düşünmeli, onlarla dayanışma içinde olmalı ve kavlî ve fiilî duâlar yollayabilmeliyiz. Her şeyden önemlisi, Arefe gecesi ve bayram gün ve geceleri umumî af günleridir. Bu günleri değerlendirmeli, böyle zamanlarda coşan rahmet çeşmesinden yararlanmak için kaplarımızı nereye tutacağımızı bilmeli, alıcılarımızı esas alınması gereken yere ayarlamalıyız. En büyük insan öyle buyuruyor: "Kim, sevabını Allah'tan ümit ederek Ramazan ve Kurban Bayramının gecelerini ibâdetle ihyâ ederse, kalplerin öldüğü gün onun kalbi ölmeyecektir." (İbn Mâce, Sıyâm 68). Rabbımızın sayısız nimetlerinin farkında olduğumuzun nişânesi olarak şükür, dilimize ve yüzümüze yansımalı. Evet içimiz ağlasa bile tebessüm yüzümüzden eksik olmamalı.

Câmiler de bayram yapar bayramları ve bayram sayılan Cuma günleri. Diğer namazlarda onda biri bile dolmayan câmiler, bu bayramda genleşir, hâlâ kalbinde küllenmiş iman bulunan insanları da bağrına basmaya, kucağında yer vermeye can atar, kendisini bunca zamandır hatırlamayanlara küsüp onları reddetmez. Ama, “müslümanım” diyenler unutmamalı ki; her gün birkaç kez yemeğe ihtiyaç duyduğu gibi, günde beş kez mânevî gıdâlara da ruhunun ihtiyacı vardır. Ağacın kökü kururken, yapraklarını ıslahla uğraşmak gibidir; beş vakit namaza önem vermeyip ihmal ettiği halde, Ramazandaki teravih ve bayramdaki bayram namazı için cemaate koşmak. Çünkü tevhid en önemli farz, beş vakit namaz da imanın isbatı anlamında büyük bir farz iken; teravih sünnet, bayram namazı da bazı mezheplere göre vâcip, bazılarına göre sünnettir. İslâm ağacının kökü imandır, tevhidî ilkelerdir; Allah'a isyan sayılan tüm davranışlardan, haramlardan kaçmak ve farzları yerine getirmektir. Bununla birlikte, müslüman da câmi gibi toplayan/çağıran olmalıdır; dağıtan/uzaklaştıran değil. Cumadan cumaya, bayramdan bayrama alnı secdeye değen, câmiye gelenler, cemaatin misafiri sayılır, onlara ihsan ve ikram edilmelidir. Onlardan para istemek yerine; onlara broşür, kitap hediye etmek, maddî ve mânevî ikramlarda bulunmak gerekir. Ama gel gör ki, yardım edilmesi gerekenlerden yardım istenir, doktorun görevini ihmalinden dolayı, hastanın doktoru tedâvi etmesini beklemektir bu.

Filistin başta olmak üzere dünyanın nice yerinde müslüman kanı akar, insanımıza maddî ve mânevî her çeşit zulüm uygulanırken, İslâm dışı ortam ve yapılar kişileri Allah'tan koparmaya ve dünyevîleştirmeye çabalarken, bardağın dolu kısmını gösteren bayramlar da olmasa teselli kaynaklarımız iyice kuruyacaktır. Gerçek bayramlara ulaşmak temennîsiyle, hak edenlerin bayramları mübârek olsun!

(Not: Bu makale, Ağustos 2011 tarihinde bu sitede yayınlanmıştır.)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN