6 milyon insan için acil gıda çağrısı

Etiyopya hükümeti, altı milyondan fazla kişi için acil gıda yardımına ihtiyaç duyduğunu açıkladı. 25 yıl önce yaklaşık bir milyon Etiyopyalı açlıktan ölmüştü.

22-10-2009


 İslam ve Hayat

IMF ve Dünya Bankası toplantılarından küresel finans krizi çıkaranların bunun faturasını doğrudan üzerlerine almayacağı sonucu çıkmıştı. Krizin neticesinde milyonlarca insanın işsizlik, açlık ve yoksulluk çekeceğini söyledikleri halde vahşi kapitalizmden geri adım atmak yerine kârlarını korumak için nasıl bir yöntem izleyeceklerini tartışmışlardı. Etiyopya hükümetinin altı milyondan fazla kişi için acil gıda yardımına ihtiyaç duyduğunu açıklamasının ardından dünyayı sömürel kapitalist şirketler ve onların dertlerini çözmek için seferber olan hükümetler bir kez daha sessizliğe bürünecek. Ama durum gerçekten önemli. Çünkü 25 yıl önce de yaklaşık bir milyon Etiyopyalı açlıktan ölmüştü.

Etiyopya'da görülen kıtlığın bir milyon kişinin ölümüne yol açmasının 25'inci yıldönümünde bir rapor hazırlayan Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, ülke dışından gelen gıda yardımlarının kısa vadede hayatları kurtarabileceğini ancak daha sonra yaşanacak benzer bir durumda halkın yine aynı sorunla karşı karşıya kalabileceğini belirtti. Ayrı bir yardım çağrısında bulunan Dünya Gıda Programı ise, kullandığı fonlarda yapılan kesintinin kıtlık çeken insanlara ulaşmasını güçleştirdiğini söylüyor.

Etiketler : #6   #milyon   #insan   #için   #acil   #gıda   #çağrısı   
YORUMLAR
  • HUSEYİN SASMAZ   23-10-2009 00:13

    KUKLA, KARTON DEVLETCİKLERİN TEK SORUNU VAR! İslam beldelerinde var olan kukla, karton varlıkların yeni (!) değişimleri (!) bütün hızı ile devam ediyor. Halkla devletleri barıştırma projesinin yanında sistemi benimsetme çalışması da yer almakta ve bu doğrultuda her kesimle barış propagandası yürütülmektedir. Bununla birlikte komşu ülkelerde yakınlaşmalar, vizelerin kalkması, halkların barışı gibi konularda bu çerçevenin içerisinde yer almaktadır. Bu açılımların Müslüman beldelerinde olması ise dikkat çekicidir. Türkiye, Suriye, Irak, İran, Sudan, Mısır vb. ülkeler bir değişimin eşiğinden geçmektedir. Aynı dönem içerisinde bu ülkelerin benzer yöntemlerle, benzer konularda değişime gitmeleri rastlantı olmasa gerek. Türkiye'de bunun adı "demokratik açılım", Suriye'de "demokratikleşme", Suudi Arabistan'da "özgürlük" ve diğer beldelerde buna benzer isimlendirmeler olabilir. Fakat çalışma metodu ve benimsenen üslup aynı içeriği taşımaktadır. Demokrasinin hakim kılınması, bunun içinde yumuşak politika izlenmesi. Irak ve Afganistan deneyiminden sonra Amerika ve diğer sömürgeciler sertlik yanlısı politikaların bir netice getirmeyeceğinin farkına varmış olmalılar. Bunun için de demokratikleşme sürecinin ılımlı, diyalog, zorla değil okşayı okşayı benimsetme yolu izlenmektedir. Yani Amerika'nın Orta Doğu Projesinin ikinci etabına geçilmiştir. Amerika'nın ilk çıkışını hatırlayalım; "ya benle birlikte olursun ya da yok olursun" politikası ile Afganistan ve Irak'a saldırmış, bununla da İslam aleminin nefretini toplamıştı. Saldırı planı Amerika için başarısızlıkla sonuçlandı diyebiliriz. Dolayısı ile genel saldırı planından sınırlı saldırı planına geçerek strateji değişikliğine gitmiştir. Bu stratejide üç unsur göze çarpmaktadır: a- Düşmanlarının fiili saldırılarla kendisini yıpratma siyaseti keşfedilmiş, müttefik dost ülkelerin kendini gittikçe yalnızlığa ittiği görülmüş ve buna karşılık fiili saldırılarda fazla açılıma gitmeden önemli bölgelerde ısrarcı ve kalıcı vuruşlara yöneliş planı öne çıkmıştır. Örneğin; düşmanlarının İran'a vurma, İran üzerinde yeni cepheler açma siyasetine sıcak bakmayıp geri durarak asıl işinin Afganistan'da olduğunu her defasında dile getirmiştir. Dost (!) gördüğü müttefiklerden ısrarla Afganistan üzerinde odaklaşmaya ve bu konuda onlardan askeri yardımlar elde etmeye çalışmıştır. Irakta oyalanmaktansa asıl hedefe yönelmeyi tercih etmiştir ve fiili çatışmayı Afganistan topraklarında sürdürmektedir. b- Müslüman beldelerinde fiilen mücadeleye girme yerine kukla yönetimleri kendi adına savaşa sürükleme planı ki; bunu fiilen Pakistan'da görüyoruz. Pakistan ordusu Amerikan planları çerçevesinde hareket ederek Müslüman halkı vurmaktadır. c- Üçüncü aşama ise demokratikleştirme süreci. Bunu da Türkiye dahil Mısır, Suriye, Suudi Arabistan gibi yerlerde hayata geçirmiştir. Ortadoğu gibi bölgelerde bazı planlarını demokratikleşme planı ile değiştirmiştir. Örneğin; PKK silahlı mücadelesine ara verme ve Suriye'de bir Kürt isyanı projesini erteleme gibi. Bu gibi kartların bölgede sorunları daha da çoğaltacağını ve kendisini daha çok meşgul edeceğini görmüştür. Dolayısı ile bu gibi planlarını erteleyerek asıl işine yönelmiştir. O şunu iyi bilmektedir; bölgedeki bütün sorunlar er veya geç kendi önüne gelecektir. Yani dünya siyasetinde tek muhatap olduğunu kabul etmektedir. Değişimin sınırlarını çizen ve bu konuda projeler üreten yine sömürgeci devletlerdir. Özgürleştirme ve demokratikleşme projesinde İslami değerlere karşı savaş vardır. İslam'ın hayati yönü tamamen yok edilecek ve mistik bir din anlayışı sunulacaktır. İnsanlar dinlerini yaşarken dünya işlerine müdahale etmeyeceklerdir. Onların hayatlarına ekonomi girecek, sabah-akşam ekonomi konuşulacak, ateşli bölgelerde seviye yükseltilecek, bu düzelmenin propagandası yapılacak ve küfür sistemlerine karşı mücadele edenlerin azmi kırılacaktır. Bu uygulamayı Rusya'da benimsemiş gözükmektedir. Yakılıp-yıkılan Çeçenistan'ın her yeri yeniden imar edilerek ekonomik kazanımlar üzerinde durulmakta ve bu doğrultuda çalışacak herkes için imkanların olduğundan bahsedilmektedir. Benimsenen görüş; İslam ideolojisine karşı savaştır. İslam Davasını yüklenmek, hayata hakim kılmak kesinlikle yasaktır ve bunlara karşı tavizsiz mücadele edilmelidir. Bunun mücadelesini de rol biçilen ülkeler kendileri yapacaklardır. Dikkat edilirse son yıllarda ülkelerde bu konu barizleşmeye başlamıştır. İslam beldelerinde kafir olmak, komünist olmak, laik olmak, faşist olmak, demokrat olmak, kapitalist olmak, ateşperest olmak vs. yasak değil bilakis teşvik edilmektedir. Fakat İslam'a davet ve onu hayata hakim kılmak ise şiddetle yasaktır. Yani sömürgeci devletlerin kuklaları da asli işlerine dönmüşlerdir. Onların asıl işleri Müslümanlara karşı mücadeledir. İslam beldelerinde tutuklananlar, öldürülenler, yerlerinden kovulanlar hep Müslümanlardır. Bugün PKK ile barışanlar kendilerine düşman olarak Müslümanları seçmişlerdir. Günümüzün hain idarecileri İngiliz'in, Amerika'nın, Rusya'nın, yahudinin dost gördüğünü dost, düşman gördüğünü düşman kabul etmiştir. "Onlar, müminleri bırakıp kafirleri dost/veli edinirler..." (Nisa 139) Bununla da yetinmeyerek şeytanın ayetlerini birbirine fısıldarlar. "...Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar..." (Enam 112) Şeytana kardeş olanlar Müslümanlara karşı azgınlaşmış, şiddet uygulamada, tuzağa düşürmede yarışa girmişlerdir. "Şeytanlara kardeş olanlara gelince, şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler, sonra da bundan hiç geri durmazlar." (Araf 202) Amerikan, İngiliz, Yahudi ve diğer şeytanlara uyanlar İslam ümmeti için hayır düşünemezler, hayır murad edemezler, onlar için hayır işler yapamazlar. "...Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayasızlığı ve kötülüğü emreder..." (Nur 21) Dolayısı ile son dönemlerde İslam beldelerinde Müslümanlara, Müslüman cemaatlere, guruplara, kitlelere, hiziplere karşı seri şekilde düzenlenen baskılar, tutuklamalar, öldürmeler büyük şeytanların isteği doğrultusunda cereyan etmektedir. Ufak şeytanlar da onların fısıltılarına kulak vererek işlerini pürüzsüz bir şekilde icra etmektedirler. Sömürgecilerin güdümüne giren hain yöneticiler demokrasi sarhoşluğu içerisinde İslam'ı Müslümanlardan söküp almak istiyorlar. Müslümanlara İslami hayatı unutturmak, meselelerini kokuşmuş sistemlerde çözmek için mücadele veriyorlar. "Şeytan onları hakimiyeti altına alıp kendilerine Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın tarafında olanlardır." (Mücadele 19) Benimsenen görüş; Amerikan, İngiliz, Yahudi şeytanlarını razı etmektir. Bunun için İslam beldelerinde var olan karton devletçikler yıllardır Müslümanlara karşı mücadele etmektedirler ve de hala ediyorlar. Devlet imkanlarını Müslümanları sindirmek ve yollarından saptırmak için kullanıyorlar. Bu devletlerin istihbarat birimleri yabancı ajanların peşine düşeceklerine köşe-bucak Müslümanları takip edip, uygunsuz vakitlerde baskınlar düzenleyerek zulmediyorlar. Onlar yabancı istihbaratlarla (Mossad, CIA, MI-6, MI-5, KGB...) hiçbir zaman kavgalı değillerdir. O istihbaratları takip etme yoluna da gitmezler. Ülkenin her meselesine el atan bu istihbaratlarla dostane geçinirler, antlaşmalar yaparlar, onlardan bilgi alış-verişinde bulunurlar, onların ülkelerinde kolayca çalışabilmeleri için bürolar açmalarına göz yumarlar. Hatta onlarla ortaklaşa Müslümanların peşine düşerler, tutuklarlar, sorgulamada onlarla birlikte hareket ederler. Bunun örneğini artık her gün görüyoruz. Özbekistan'da Rus, Özbek, Yahudi, Türk istihbaratının ortaklaşa çalışarak 20 bin Müslüman'ı katletmesi, Yahudi varlığının temsilcilerinin Türkiye'yi ziyareti esnasında ziyaret etmesi esnasında, IMF toplantıları öncesi ve sonrasında, Türkiye'de Müslümanlar sebepsiz yere tutuklanmışlardır. Fransa'da verdiği bir demeçte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; "Türkiye artık eski Türkiye değil, şiddet içermediği sürece katılmadığım düşünceler ülkemde rahatlıkla konuşulabiliyor" dedi. (haber7, 20.091.009) Başbakan Erdoğan'ın da bu doğrultuda bir demeci oldu. ''Türkiye'de basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü vardır ve her geçen gün daha da gelişmektedir..." (haberler) Onların ağızlarından nasıl da yalan, asılsız sözler dökülüyor! İstanbul'da Köklü Değişim dergisinin şiddetten uzak, sadece fikri içerikli (26 Temmuz 2009) bir konferansına tahammül edemeyerek onlarca Müslüman'ı tutuklamaları ne de çabuk unutuldu! Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 12-15 Ekim 2009 tarihlerinde Pakistan'a resmi bir ziyaret gerçekleştiriyor, akabinde İslamabad'ta onlarca İslam davasını yüklenen genç tutuklanıyor. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi bunlar Müslümanların hayrına olacak bir iş için asla buluşmazlar. Bunlar düşmanlıkta birbirinin dostu ve de yardımcılarıdırlar. Yani kokuşmuş sistemle ayakta durmaya çalışan bu ülkelerin tek sorunu düşmanı vardır o da; MÜSLÜMANLAR, İslam davasını yüklenenler, küfür sistemlerine karşı mücadele verenler, Hilafetin geri gelmesini isteyenler... Onlar İslam'a ve Müslümanlara düşman olmakla Allah'a düşman olmuşlardır. Allah'a düşman olanların sonu ise hüsrandır... "...Zalimler, nasıl bir inkılapla devrileceklerini yakında öğrenecekler!" (Şuara 227)

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN