Mehmed Durmu�`la s�yle�i: Bir M�sl�man�n �ahsiyeti nas�l olmal�d�r?
Mehmed Durmu�: Takva, d�nyadan el etek �ekmek, topluma kar��mamak, kad�n�n bulundu�u ortamda erke�in, erke�in bulundu�u ortamda kad�n�n zinhar bulunmamas� demek de�ildir. Bilakis, M�sl�man �ahsiyet hayat�n tam da merkezinde yer almak durumundad�r. Peygamberlerin s�nneti budur. B�yle iken kendimizi haramdan korumak takvad�r. Allah meleklerin takvas�ndan de�il de, insan�n takvas�ndan bahsetmektedir.

Soru: ‘Benlik/�ahsiyet’ kavram�n�n kendisi ve ça�r���m� ile aran�z nas�l? Bu kavramdan ne anlamal�y�z?
Mehmed Durmu�: Bismillahirrahmanirrahîm. �ahsiyet kavram�yla ve ça�r���mlar�yla aram iyidir. Benlik teriminin etimolojisinde de bir sorun yok ama aram�z�n iyi olmamas�n� gerektirecek �aibeli ça�r���mlar� mevcuttur. Bu iki sözcük aras�nda bir ara bölge belirlememiz gerekmektedir. �ah�s ve �ahsiyet kelimeleri olumlu anlam içermektedir. �a-ha-sa fiili yüksek olmak, (“ok yükse�e gitti”), ‘iri’ gibi anlamlara gelmektedir. Arap dilinde �ah�s, “yüksekli�i ve görünü�ü olan �ey” diye tan�mlanmaktad�r. �ahsiyet’in Türkçedeki kar��l��� ise ‘ki�ilik’tir. Ki�ilik, bir kimsenin kendisine özgü belirgin özellikleri, manevi ve ruhi özelliklerinin bütünü demektir. Te�his sözcü�ü, daha çok t�pta ve adliyede kullan�ld��� biçimiyle, tan�nmas� zor bir ki�iyi, ona ait �ahsi bilgilerden hareketle tan�ma, bilme i�idir. ��te, insan�n bedensel özellikleri gibi, ki�ili�ini ba�kalar�ndan ay�rt eden ruhi-f�tri özelliklerine de ki�ilik/�ahsiyet denmektedir.
�ah�s ve �ahsiyet kelimeleri Türkçede olumlu ça�r���mlara sahiptir. Ben ve benlik kelimelerinde ise durum farkl�d�r. �slamî bilgisi asgari düzeyde olan bir insan�n bile yan�nda ‘ben’ diye söze ba�larsan�z, onda olu�acak ilk tepki �udur: Benlik Allah’a mahsustur! Müslüman ahlak� ‘ben’ dilinden pek ho�lanmaz. ‘Ben’i öne ç�kartan söylemi �eytana atfeder. Çünkü benlik gurur, kibir, büyüklenme, enaniyet ve egoizm tavr� içerir. Bu ‘tepki’ yersiz de de�ildir hani. Çünkü ‘ben’ diye söze ba�layan ve kendi yarat�l���n� daha üstün buldu�u için secde etmeyen �blis örnekli�i söz konusudur. Enaniyetle, Müslüman tevazusu bir arada bulunmaz.
Bununla beraber, her ‘ene’ (ben) ile ba�layan söz de ‘benlik’/enaniyet davas� de�ildir. Esas olarak �u hususa gelmek istiyorum: ‘Ben’, ki�iyi öbür varl�klardan ay�ran bilinç demektir. TDK sözlü�ünde ‘ben’, bir kimsenin ki�ili�ini olu�turan temel ö�e, ego; ‘benlik’ ise, bir kimsenin öz varl���, ki�ili�i: onu kendisi yapan �ey �eklinde tan�mlanmaktad�r. Bu manada benlikle �ahsiyet ayn�la�maktad�r. ��te bu olumlu anlam�yla benlik, daha ziyade kitap sat�rlar�nda kal�rken, ‘enaniyet’ anlam� da sudurlarda yer etmi�tir. Olumlu olan �st�lah anlam�n� kullanmam�zda elbette sak�nca olamaz.
�u halde, her insan�n bir ki�ili�i vard�r. Ki�ilik, insan�n gerçek kimli�idir. Ki�ili�imiz bizi ba�kalar�ndan ay�r�r. �nsan�n �rk�, vatan�, gelir düzeyi, sosyal çevresi, kabile ya da kavmi, ideolojik yap�s� ve cinsiyetinden ziyade, olu�umunda bu faktörlerin kesin belirleyici oldu�u ki�ili�i önemlidir.
‘�ahsiyet sahibi’ olmak diyerek devam edelim, bir mahzuru yoksa… Müslüman �ahsiyeti (benli�i) dedi�imizde ne anlamal�y�z? Bu anlamda �ahsiyetlilik neleri canland�rmal� zihnimizde?
Dikkat edilirse, insano�lunun dünyaya henüz gözlerini açm�� evresine, yani bebeklik dönemine �ah�s ve �ahsiyet denmez. Çocukluk dönemi de böyledir. ‘Ki�i’ ile, rü�tüne ermi�, art�k belirli bir ‘varl�k’ ortaya koyabilen, kendi ayaklar� üzerinde duran, müstakil bir �ahsiyeti olan insan kastedilir.
Ki�ili�i, bir kimsenin kendisine özgü, manevi ve ruhi özelliklerinin bütünü olarak tan�mlam��t�k. ��te bu, �ahsiyettir. ‘�ahsiyet sahibi olmak’la kastedilen, ki�ilik sahibi olmakt�r. �ahsiyet sahibi, art�k bebeklikten ç�km��, çocukluk ça��n� geçmi�, insan olma sürecinde en önemli a�amalar� a�m��, art�k kendi ayaklar� üzerinde durabilen, kendisini ‘ben’ diye ifade edebilen ve ‘ben’ dedi�inde, içini kendine özgü niteliklerle dolduran, kendini savunabilen, hayata dair bak��� olan, iddialara ve tezlere sahip bir insan varl��� demektir.
�ahsiyet sahibi olmak (�ahsiyet kesb etmek) bir süreçtir. Bu süreç belki de ana rahminden ba�lamaktad�r. Do�umdan itibaren çocu�un ailesi, akraba çevresi, mahallesi, �ehir ve ülkesi, ilk alt� ya� e�itimi, ilk okulu, ailenin gelir düzeyi, kültür seviyesi ve dini durumu, ilk arkada�lar� v.d. �ahsiyetin olu�umunda en belli ba�l� unsurlard�r.
Kur’an’�n, “�nsan�n üzerinden, henüz kendisinin an�lan bir �ey olmad��� uzun bir süre geçmedi mi?” (76/�nsan, 1) hat�rlatmas�, bu sürece dair bir telmih içermektedir. �nsan�n “an�lmaya de�er bir �ey olmas�”n�, �ahsiyet kesb etmesi olarak okuyabiliriz.
Yine Kur’an terminolojisinden istimdad edecek olursak, rü�d kelimesi bize ���k tutacak cinstendir. Kitab�m�z, evlilik ça��na gelmi� yetim gençlerle ilgili, “e�er onlar�n rü�de erdiklerine kani olursan�z” (4/Nisa, 6) derken, ki�iliklerinin yerine oturup oturmad���na dikkat etmemizi istemektedir. Risalet, elçilere rü�d ça��ndan önce verilmemi�tir. Mesela bu anlamda �brahim (a.s) zikredilir; “�brahim’e rü�dünü verdik” (21/Enbiya, 51) buyrulur. Bu demektir ki �brahim (a.s)’a bu görev, elçilik görevini üstlenebilecek bir ki�ili�in olu�umundan sonra tevdi edilmi�tir.
�ahsiyet sahibi olmak, pazarda kendine bir yer edinen esnaf misali, ferdin hayatta kendine yer açmas� demektir. ‘�ah�s’, art�k kendisini ba�kalar�ndan pekâlâ tefrik edebilmekte, hayr� ve �erri idrak etmekte, kendi kararlar�n� verebilmekte, evet ve hay�r diyebilmekte, be�enileri ve ele�tirileri olu�abilmektedir. Bu olu�um, bebeklik ve çocukluk ça�lar�n� a��p, ortalama olarak k�rk ya�lar�nda zirvesine ula�acakt�r. Son Nebî’ye (sav) risaletin k�rk ya��nda verilmesi böyle bir hakikate istinat etmektedir.
Ku�kusuz ‘Müslüman �ahsiyeti’ deyince, durum biraz farkl�la�maktad�r. Çünkü art�k, ki�ilik, �slam gibi, dinlerden bir din de�il, inançlardan bir inanç de�il, yegâne hak din, yegâne hak inanç olanla izdivaç etmektedir. Dolay�s�yla bu izdivac�n tevlid edece�i semerenin harika olmas� beklenir…
Peki, ‘harika’ olmas�n� umdu�umuz bu Müslüman �ahsiyeti nas�l olmal�d�r?
Müslüman �ahsiyeti ya da �slamî �ahsiyet deyince bende, öncelikle sa�lam bir ki�ilik canlanmaktad�r. Sa�lam bir ki�ilikle, çelikten bir iradeyi kastediyorum. Bak�n, “önce tevhid akidesi” filan demiyorum, önce çelikten bir irade diyorum. Çünkü ki�inin iradesi çelikten de�il de tenekeden ise, k�sa sürede paslan�p çöpe at�lacakt�r. At�lmadan önce belki bir süre, kedi-köpe�e yal kab� olarak kullan�labilir.
Bugün en fazla özlemini çekti�imiz �ey, böylesine güçlü irade sahibi, davas�na kendini adayan, sözü namus bilip, namusuna leke kondurmayan, yerine getiremeyece�i sözler vermeyen, söz verince de ölümü pahas�na yerine getiren, içinden pazarl��� olmayan, her i�ini dobra dobra yapan, yalan nedir bilmeyen, kaypakl��� hiç sevmeyen, risk almaktan asla çekinmeyen, Allah’tan ba�ka hiçbir �eyden korkmayan; ana-babas�n�, a�iretini, e�ini, çocuklar�n�, ticaretini, pahal� meskenlerini, binek arac�n� v.d. ilah edinmeyen, kas�nt�s�z, kibirden, büyüklenmeden uzak, a��r�l�klardan kaç�nan, kendi geçimini sa�layan ve sa�l��� yerinde oldu�u müddetçe hiç kimsenin eline bakmayan, almay� de�il, vermeyi amaç edinen �ahsiyetli mü’min tipidir.
�imdi, bu çelikten iradenin tespitinden sonra tevhidden söz etmemizin bir anlam� olacakt�r.
Müslüman� Müslüman yapan bir tak�m kabuller ve retler vard�r. Müslüman, hayat�n� bu kabul ve retler üzerine kurmak durumundad�r. Müslüman �ahsiyetin kabul ve retlerini belirleyen tek kriter tevhid akidesidir. ‘Müslüman’ teslim olan demektir. Müslüman �ahsiyetin teslimiyeti, kendisini yoktan var eden, ilah� ve rabbi olan Allah’ad�r. Dolay�s�yla, kabulü Allah’�n kabul etti�i, reddi de, Allah’�n reddettikleridir.
Müslüman�n imandan sonra, fiilî hayattaki kabul ve retleri gelecektir. Müslüman�n günlük hayat�n� da, teslim oldu�u Allah belirleyecektir. Allah ve Rasulü’nün hüküm verdi�i i�lerde (hayat�n tamam�), mü’min erkek ve kad�na kendi keyiflerine göre (özgür) tercih hakk� tan�nmam��t�r.(33/Ahzap, 36)
Bir Müslüman, �ayet hayat�n bu en de�erli kavram�n�n içini dolduramayacaksa, bo� yere i�gal etmemeli ve kirletmemelidir, onun hakk�n� verecek izzetli kullar için terk etmelidir oray�.
Kur’an, Rasulullah’�n (sav) mescidde Cuma namaz�n� ikame etti�i s�rada gelen kervan için ko�turan, kendisini yaln�z b�rakan müminleri ele�tirmektedir. Vahiy bugün inseydi, acaba, günün en muteber(!) sendikas�, nimetleri en bol partisinin etraf�na keçe gibi örülen kimseleri nas�l ele�tirirdi? �deolojik olarak sendika ya da parti kar��tl���ndan söz etmiyorum; s�rf ç�kar için parti ve sendika belirleyen kimselerin ki�ili�inden/�ahsiyetinden nas�l emin olaca��z diye soruyorum.
Müslüman ki�ilik, önce sa�lam bir karakter, sonra da hazmedilmi�, gerçek bir tevhid akidesiyle ancak olu�ur. Tevhid akidesi yüzde s�f�r virgül birlik bir defo bile kabul etmezken, karakter sa�laml��� da ayn� netli�i gerektirir.
Peki Hocam, �ahsiyeti geli�tirmek için neler gereklidir? �yi bir benlikte olmazsa olmazlar nelerdir?
Bu sorunuz bana bir gün, çar��da yürürken rastlad���m bir görüntüyü hat�rlatt�. Çar��n�n merkezî bir yerinde, yo�un kalabal�klar ortas�nda, kar��mdan iki ki�i geliyordu. Her ikisinin de, görüntüden bir ‘medrese’ye mensup olduklar� anlam� kolayca ç�k�yordu. Bunlardan biri k�rk ya�lar�nda, sakall�, �alvarl� ve cübbeli, kafas�nda sar��� olan, giyimi güzel, uyumlu ve temiz, ona uygun biçimde saç t�ra�� olmu� bir ‘ki�i’ idi. Belli ki, o ‘hoca’ idi. Belki de bir ‘�eyh’ti. Yan�ndaki ise, 16-17 ya�lar�nda gencecik bir delikanl�yd�. Fakat genç, bu kadar kalabal���n ortas�nda, hocas�n�n yan�nda, elleri önünde ba�l� (sanki namaz k�l�yormu� gibi), kafas� yerde ve hocas�na sayg�da en küçük bir kusur bile i�lemeden yürümeye çal���yordu. �nsanlar�n onlar� tarassut eden bak��lar� da genci hiç alakadar etmiyordu. Bir an, bu gencin, hocas�n�n yan�nda, gelmekte ya da gitmekte olduklar� medresede nas�l bir pozisyonda durdu�u tak�ld� zihnime. Bu kalabal�k çar��da herkese mubah olan, elini kolunu sallayarak, normal bir insan gibi, rahat bir �ekilde yürümek, belli ki bu gence haram idi…
Bilindi�i üzere, Allah Rasulü, yan�na gelen bir adam�n heyecandan titremesi üzerine “Rahat ol be adam! Ben kral de�ilim, güne�te kurutulmu� et yiyen bir kad�n�n o�luyum.” (�bni Mace, 29/30, II/1101) diyerek adam� uyarm�� ve rahatlatm��t�r. ��te bu, övülesi bir ki�iliktir, tam bir Peygamber ki�ili�idir. Yine zaman zaman baz� bedevîlerin Rasulullah’�n yan�na geldiklerinde, di�erlerinden ay�rt edemedikleri için, “Hanginiz Muhammed?” diye sorduklar� rivayet edilir. Bu, Rasulullah’�n, kendi statüsünü kullanarak, insanlar� ezmek gibi cahiliye kal�nt�s� bir ahlaka asla tevessül etmedi�ini gösterir. O, kendisi nas�l ki�ilikli ise, müminlerin de öyle ki�ilikli olmalar�n� istemekteydi. Çünkü ki�ili�i geli�memi�, davran�� bozuklu�u gösteren insanlardan ne köy olurdu, ne de kasaba… Evet, Muhammed (sav)’in hiçbir kas�nt�s� yoktu, insanlara tepeden bakm�yordu, kimseyi küçümsemiyordu, mütekebbir de�ildi. Hayatta hiçbir nebiden hiçbir zaman, “sen benim kim oldu�umu biliyor musun?!” tarz� efelenmeler görülmemi�, duyulmam��t�r.
Rasulullah (sav) ne kadar, yan�ndaki insanlar�n ki�ilik sahibi olmalar� için çabalam��sa, yukar�da örnek verdi�im baz� ‘hoca’lar da -istisnalar tabi ki vard�r- o kadar, yan�ndaki insanlar�n �ahsiyetini katletmek için çabalamaktad�rlar.
Küçüklerin büyüklere sayg�s� ayr�, genç neslin ki�ili�ini ezme, sünepele�tirme ayr�d�r. Sa�lam dava adamlar�n�n sa�lam ki�iliklerden ç�kaca��n� asla unutmamal�y�z.
Bilal-i Habe�î’nin, kendisine yap�lan i�kencelere ra�men, iman�nda hiçbir sars�nt� olmamas�n�, öncelikle onun ki�ili�inde aramal� de�il miyiz?
Peygamber (a.s), büyükle büyük, küçükle küçük olabilmi�tir. Çünkü kompleksli bir insan de�ildi. Ki�ili�i tam geli�mi�ti. Kendisi ile bar���kt�.
Kas�nt�l� bir insan, yan�ndakileri ezerse, kendisinin büyüyece�ini dü�ünmektedir. Türkiye’de askerlik kurumu bu bak�mdan, ibretlik hikâyelerle dolu bir ‘atelye’dir. Bir çavu�, diyelim ki kendi üstlerinden zorbal�k görmü�se, kendisi de ayn�s�n� astlar�na yapmakta, intikam almay� namus ve �eref borcu bilmektedir. Böylece, kar��dakini ezme duygusu teselsüle dönü�mektedir.
Bizim geleneksel aile yap�m�zda da, çocuklardaki ki�ilik geli�imini köstekleyen pek çok yanl�� tutumlar olmu�tur.
�ahsiyeti geli�tirmek için, bebeklikten itibaren insan�n ki�ilik geli�imi önündeki engelleri gidermek gerekir. Çocu�un kendine güven duymas�n� sa�lamak ama bunu da, günümüzdeki pek çok yanl�� örnek gibi, abartmamak gerekir. Hiçbir çocu�a, “senden adam olmaz” dememek gerekir. Çünkü gelece�i Allah bilir. Bize dü�en, çiçeklerimizi sulamak, güne�lendirmek ve parazitlerden korumakt�r. Allah’�n yaratt��� tertemiz f�tratlar�, “adam olmazs�n!” diyerek köreltmeye hakk�m�z yoktur. Soru sordurulmayan, sözleri dinlenmeyen, en küçük bir yanl���nda “geri zekâl�, aptal” gibi, f�trat� öldüren hakaretlerle azarlanan çocuklar�n ki�ilik bozukluklar�n�n failini sormaya gerek var m�d�r?
�nsan� Allah f�trat üzere yaratm��t�r. Onu aile ya da toplum kirletmektedir. Bu bak�mdan, -‘teselsül’ icab�- ço�unun ki�ili�i zaten sorunlu olan yeti�kinler, yeni nesle gölge etmeseler ba�ka ihsan istemeyecektir. Marifet iltifata tabidir. Çiçekler suland�kça ve güne�ini ald�kça geli�ip güzelle�ece�i gibi, çocuk da, f�trat�n�n ihtiyac� olan sevgi, �efkat ve sayg� ile geli�ir, ki�ilik kazan�r.
Yeri gelmi�ken, de�inmeden geçmek istemiyorum. Bizde genelde, küçüklere sevgi, büyüklere sayg� revad�r. Acaba çocuklardan sayg� neden esirgenir? Sayg�n�n çocu�un ki�ilik geli�imindeki önemini bilmedi�imizden olabilir mi?
Özellikle içerisinde ya�ad���m�z �u tarihî evrede, Müslüman �ahsiyeti gölgeleyen, körelten veya yok eden unsurlardan hangilerini ön plana ç�kart�rs�n�z?
Türkiye e�itim sistemi, insanlar�n ki�ilik sahibi olmalar�n� de�il de, sanki bütün genç nesli robotla�t�rmak üzere kurgulanm�� gibidir. Genç neslin dü�ünme eylemine her geçen gün daha da yabanc�la�t���n�, birazc�k basireti olan herkes fark etmektedir. Ulus devletin belli kal�p de�erleri ö�rencilere zerk edilmektedir. Bas�n ve medyan�n son derece düzeysiz yay�nlar� bu yabanc�la�may� körüklemektedir.
Öte yandan, Türkiye gibi toplumlarda ki�i egemenli�i çok belirleyicidir. Ad� ‘sivil toplum’ olan tarikat, cemaat, vak�f, dernek gibi toplumsal örgütlenmelerde bu egemenlik daha da belirgindir. Üstadlar, a�abeyler, ‘��h’lar burnundan k�l ald�rmayan, yar�-tanr� varl�klard�r. ��hl��a kar��t olma iddias�ndaki birçok te�kilatta da durum bundan farkl� de�ildir. Bu yap�larda, insanlar�n ki�iliklerini geli�tirici neredeyse hiçbir etkinlik yoktur. Çünkü liderin/�eyhin/a�abeyin otoritesinin sars�lmas�ndan korkulur. “A�aç gölgesinde a�aç yeti�mez” vesselam…
Bizim co�rafyada istenen, kulluktur. En iyi kullar, bir penguen edas�nda -Cengiz Aytmatov’un bozk�r treni gibi- dergâha düzenli olarak gelip-giden, ayl�k ba����n� ihmal etmeyen, kimsenin etlisine-sütlüsüne de kar��mayan, biteviye ba��n� sallayan üyelerdir. Mevcut �eyh/üstad/lider tak�m� da bu usulle ve sürünerek(!) o posta gelip oturabildi�i için, bu lider zümresinin ki�ilikli nesiller yeti�tirmeleri oldukça zordur. Tarikat kültüründe rab�ta, müridin �eyhini sürekli hat�r�nda tutmas�, gözünün önünden ay�rmamas�d�r. Yani kesintisiz kulluk sistemi. Fakat bilinmelidir ki bu kulluk sistemi, sadece tarikata has de�ildir.
De�il mi ki bir insan, kendisini sadece moloz ta��maya yarayan römork gibi kulland�rmamal�d�r. Bu, ahsen-i takvîm üzere yarat�lm��, kerim k�l�nm�� insan�n �eref ve haysiyetine yak��maz. �nsan� böyle bir muameleye tabi tutmak, onu yaratan Allah’a da sayg�s�zl�kt�r. �nsan, takip etti�i fikrin kör mutaass�b� de�il, anlay�p f�khedeni, fehmedeni, idrak edeni ve tefekkür edeni olmal�d�r. Allah, bunca sürü yaratm��ken, bir de ‘insan’ denen bir varl�k yaratm��sa, onun sürü olmaktan farkl� bir gayesi olsa gerektir.
�ahsiyetin tekâmüle erdirilmesi için üzerinde hassasiyetle durulmas� icâb eden �slâm’�n prensip ve �iarlar� nelerdir?
Allah insan� ak�ll� bir varl�k olarak yaratm��t�r. Taakkul ve tefekkür etmesi insan�n en ba�ta gelen özelli�idir. Hiç kimse insan�n dü�ünme, akletme, zikretme özelli�inin önüne gerilemez. �nsan beyin y�kama yöntemiyle kulla�t�r�lamaz. �nsan�n kullu�u sadece Rabbinedir. �nsan dü�ünmeli, soru sormal�, sorgulayabilmeli, itiraz edebilmeli, görü� ve öneride bulunabilmelidir.
Kitab�m�z, kalbi ile akletmeyen, gözü ile hakikati görmeyen, kula�� ile hakikati i�itmeyen kimseleri hayvanlara benzetmekte, ard�ndan da, “hay�r ondan da a�a��l�kt�rlar!” buyurmaktad�r.
�nsan�n en büyük özelli�i, Allah’�n verdi�i ak�l nimeti iken, günümüzde akl�yla konu�mak, akl�yla yorumlamak, akl�yla görü� belirtmek ay�planmaktad�r. Kur’an’� akl� ile tefsir edenler tekfir bile edilmektedir. Bu tekfiri yapanlar bunca karalama ve tezyiflerini ak�llar�yla de�il de, acaba hangi organlar�yla yapmaktad�rlar?
Allah insana âfakta ve enfüste ayetlerini göstermek istemektedir.(41/Fussilet, 53) Âfak, kevn dedi�imiz âlemdir. F�tratla âfak aras�ndaki engelleri temizlemek gerekir. Dü�ünmekten korkan, dü�ünmek yerine a�kla ba�lanmay� öneren geleneksel bir anlay�� mevcut.
Peki, bunlar�n yoklu�unda ne türden sonuçlara �ahid oluruz?
Nifak, f�sk, fücur gibi inanç ve davran�� sapmalar�, ayn� zamanda bir ki�ilik bozuklu�udur. Münaf�klar, �ahsiyetsiz insanlard�r. Zaten sözcük olarak, tarla faresinin bu delikten girip, ötekinden ç�kmas�n� ifade eder. Münaf�k, �slam’a bir kap�dan giren, di�erinden ç�kan kimsedir. Yani tutulacak dal� yoktur münaf�k�n. �ahsiyetli bir insan, dünyan�n bütün nimetleri ayaklar� alt�na serilse, yine münaf�k yap�lamaz. Münaf�klar, hem kendi dostlar�n� (kâfirleri) idare etmekte, hem de müminleri.
Kur’an’a göre münaf�klar “Elbise giydirilmi� kütükler”den farks�zd�r.(63/Münafikûn, 4) Üstelik konu�malar� etkili, giyim-ku�amlar� da göz doldurucudur. Fakat i�te mahiyet itibariyle ‘adam’ de�ildirler. Münaf�klardan i�birlikçi, hain, gammazc�, oyunbozan olur ama imam/önder, mütefekkir ve âlim olmaz.
Öte yandan ki�ilikli olmak, verdi�i sözde durmay�, yeminine sad�k kalmay� gerektirir. Kur’an, sözünde durmayan, yeminini kolayca bozan ki�iliksiz insanlar�, ipli�ini büktükten sonra çözen kad�n temsili ile anlat�r.(16/Nahl, 92)
Bir tak�m haramlar�n i�lenmesinin de bir tür ki�ilik bozuklu�u oldu�u söylenebilir. Mesela ba�kas�n�n namusunda gözü olan insanlar� buna örnek verebiliriz. Uyu�turucu, alkol, kumar dü�künlü�ü, falc�l�k gibi suçlar ki�ilik bozuklu�u olmasayd�, Rabbimiz bunlar� ‘�eytan isi pislik’ olarak adland�rmazd�. Benzer �ekilde, yalan yere çokça yemin eden, hep kusur arayan, laf götürüp getiren, her hayra engel olan, haddi a�an, günaha dadanm��, kaba, h�rç�n, ahlaks�z kimseleri adeta büyüteç alt�na almakta; lakap takmay�, tecessüsü, zan ile hareket etmeyi ki�ilik bozuklu�u olarak dikkatlerimize sunmaktad�r.
Ki�ili�in geli�memi�li�i, insan�n e�ya ile ili�kisinde de kendini göstermektedir. �man� -dolay�s�yla �ahsiyeti- kemale ermemi� insanlar, çok mal�n�n olmas�n�, çokça insan gücüne sahip olmay� böbürlenilecek bir ‘de�er’ sanmaktad�rlar. Halk muhayyilesinin bu tipler için icad etti�i ‘sonradan görme’ tabiri, ki�iliksizli�e i�aret eden hikmetli bir sözdür. Arabas�yla, eviyle, elbisesiyle, paras�yla, zinet e�yas�, hatta belki de -çok komik olsa da!- gözlü�ü ile insanlara hava att���n� zanneden bir ki�inin �ahsiyetinin geli�mi�li�inden hangi lügat bahsedebilir?
Yine Kur’an’�n e�siz güzellikteki temsillerine müracaat edecek olursak, mesela hiçbir �eye gücü yetmeyen, ba�kas�n�n mal� olmu� bir köle ile Allah’�n verdi�i r�z�ktan insanlara harcayan ki�iyi k�yaslayan temsil ne mübarektir. Hemen pe�inden �u temsil gelir: �ki ki�i dü�ünün; biri, hiçbir �ey beceremeyen bir dilsizdir, efendisinin üstüne yüktür. Efendisi onu nereye gönderse hiçbir hay�r getirmemektedir. Öteki ise do�ru yolda (dimdik) yürüyebilmekte ve adaleti emretmektedir. Hiç bu ki�iler bir olurlar m�? (16/Nahl, 75-76) Kur’an tabii ki bedensel engelli kimseleri de�il, kinaye yoluyla, hakikat kar��s�ndaki ‘dilsiz’lere gönderme yapmaktad�r. �yi insanlar ise, kendilerinden hep hay�r sad�r olan ve ba�kalar�na yük olmayanlard�r.
Ki�ili�in geli�memi�li�i i�te böyle bir �eydir.
�ahsiyet tekâmülünde, ‘tezkiyyetu’n-nefs’ten bahsedece�imiz ‘manevi’, ‘mistik’ bir pencere açmal� m�y�z? Bu do�rultuda zühd denilen kavram �ahsiyetle bir ili�ki biçimi olu�turup tekâmülü sa�lar m�?
�ahsiyet tekâmülünde hiç tart��mas�z, nefis tezkiyesi ad�nda bir pencere açmal�y�z elbette ama bu pencere mistik olmamal�d�r. Mistik kelimesine ‘tak�ld���mdan’ de�il ama gerçek �u ki, mistisizm apayr� bir dü�ünce sistemidir, bir felsefedir. Hatta mistisizm ayr� bir dindir. Onun kendine has terminolojisi vard�r. Mistisizm terimleriyle -ki bu ba�ka dü�ünceler için de geçerlidir- �slamî hakikatleri anlatamay�z. Uçlar� birbirine denk gelmez çünkü. �slam’�n �ark�s� her saza uymaz..
Nefis tezkiyesi bir Kur’an �st�lah�d�r. Allah nefsi tesviye etmi�(düzenlemi�)tir. Nefse, insan imtihan edilebilsin diye hem takvay� hem de fücuru ilham etmi�tir. �nsan felaha ermek için nefsini tezkiye etmesi gerekmektedir. Felah�n yegâne �art� budur. (Bu ilke, kurtulu� için Allah kat�nda tavassuta ihtiyaç olmad���n� ortaya koyar.) Nefsini örten, yani onu i�letip, parlatmayan, nefsini �eytan�n i�vas�na aç�k halde, ayartmalara maruz b�rakan ki�i, felah� kaybetmi�tir.
Son y�llarda ‘Kur’an’a dönü�’ ba�l��� alt�nda ciddi çabalar görülmekteyse de, bu çaban�n nefis tezkiyesini ihmal etmesi, affedilmez bir hatad�r. Herhangi bir dirili� sanc�s�, nefis tezkiyesini imandan hemen sonraki gündem maddesi yapm�yorsa, sanc� olmaktan ç�k�p, ölümcül hastal�klara dönü�mesi mukadderdir.
Bugün Müslümanlar olarak ya�ad���m�z sorunlar�n ba��nda, nefislerimizdeki, insan bedeninden büyük tortular oldu�unu dü�ünüyorum. Nefislerimiz firavunla�maktad�r. Firavunla�an nefislerimize ra�men, Musa edas�nda konu�mak, ki�iliklilik olmasa gerektir.
Nefis tezkiyesi, dünya meta�na tamamen s�rt�m�z� dönmek de�ildir. Rabbimiz’in, Karun’a dünyadan nasibini unutmamas�n� tembih etmesi (28/Kasas, 77), bizim için de geçerlidir. Peygamberimiz daha hayattayken, sahabe aras�nda ruhbanca aray��lar�n(!) ba�lad��� bilinmektedir. Allah’�n lütfudur ki Rasulullah, bu bat�l aray��lar� tashih etmi�, kendisinin �slam’�n en ideal ya�am modeli oldu�unu hat�rlatm��t�r. Bu hat�rlatma ve Kur’an’�n uyar�lar� bize k�yamete kadar yetecek ö�ütlerdir.
�slam ahlak� zühd olarak da adland�r�lamaz. Kur’an ve sünnet, mistik izahlara asla ihtiyaç b�rakmayacak kadar nefis tezkiyesini ö�retmektedir. “Zühd ahlak� �slam’�n neresine ayk�r�d�r?” gibi bir savunma da anlams�zd�r. �slam’�n, tüketim ahlak�ndan infaka, yolda yürüme edebinden, sava� hukukuna, kar�-koca ili�kilerinden ana-babaya sayg�ya, namustan çevre bilincine kadar, yani A’dan Z’ye her konuda ister nefis tezkiyesi anlam�nda, ister ki�ilik geli�imi veya ahlak anlam�nda olsun eksik b�rak�p da, doldurulmas�n� mistik zühd anlay���na b�rakt��� bir tek alan bile yoktur. Ancak, insanlar�n neden ar�-duru, gayet aç�k ve nezih �slam ahlak umdeleri dururken, zühde, mistik felsefeye ba�vurmak gere�i duydu�u, izah� zor bir konudur.
�slam’�n nefis tezkiyesi tamamen itidale, vasatl��a dayan�r; her türlü a��r�l�ktan beridir. Burada bir örnek vermek gerekirse, genç ku�aklar�n ana-babalar�na sayg�da kusur etmemeleri, ya�l�l�klar�nda onlar� ‘huzurevi’ ad� verilen modern temerküz kamplar�na göndermeyip, evlerinde onlara hizmet etmeleri bir evlatl�k görevidir. Ana-babay� ihmal etmek, ya�l�lar evine terk etmek ne kadar �slam d��� ise, ana-baba sevgi ve sayg�s�n� a��r�ya götürüp, -t�pk� cihaddan kaçmak için “evlerimiz avrettir” diyenler gibi- müslümanca bir ya�ama engel yapmak da o kadar �slam d���d�r. Ana-babaya üf bile dememek gerekir ama ana-baba çocuklar�na, Allah’�n r�zas�na ayk�r� bir i� emrederse, o hususta itaat sona ermeli, mü�fik bir tav�rla, Allah’�n r�zas� öncelenmelidir.
Kimi yap�lar zühd-takva ili�kisi üzerinden bir karakter tan�mlamas� yap�yor. Tevazu sahibi olmay� ve uyumlu olmay� sal�k veren böylesi bir anlay���n ki�iyi ta��yaca�� bir �ahsiyet alan�n�n imkân�ndan bahsedebilir miyiz? Müslüman �ahsiyet kendini uyum üzerinden tan�mlayabilir mi?
Uyum dedi�imiz �ey e�yan�n tabiat�na, f�trata, do�aya, hatta ç�tay� daha da yükselterek, Allah’�n r�zas�na ise, elbette tan�mlayabilir diyorum. Bunda bir sorun yoktur.
Ama uyum, körü körüne, kendisini, itaat edilmesi gereken yar� tanr� varl�klar olarak lanse eden be�erî otoritelere, kurulu düzene, sars�lmas� istenmeyen statükoya ise elbette orada bir �erikle�tirmenin oldu�u aç�kt�r. Ali �eriati’nin tespiti ile, bunun ad� istihmar (e�ekle�tirme)dir.
Rab yerine konulmaktan ho�lanan baz� kimseler, �ahsiyetlerini a��nd�rd�klar� insanlar�n s�rtlar�na binmekten pek keyif al�yorlar. Ama önemli olan, insan�n kendisini, hep s�rt�na binilen olmaktan korumas�d�r. (Bu da bir takvad�r). S�rt�m�za binilmek istendi�inde, uyum de�il, itiraz olmal�d�r. �ahsiyetli bir ki�i, istismara kar�� sesini yükseltmeli, yüksek sesle sormal�/sorgulamal�d�r. �bni Teymiyye’nin deyimi ile, �eytan�n evliyas�n�n ipli�ini pazara ç�kartmal�d�r. Aksi halde dilsiz �eytan olmak kaç�n�lmazd�r.
Tevazu ile sünepelik birbirine kar��t�r�lmamal�d�r. Ki�ili�imizi erozyona u�ratarak mütevaz� olamay�z. Neden bizim ki�ili�imiz, ba�kalar�n�n izzet-i nefsi için basamak olsun?
Necip Faz�l’�n “Bir �apka, bir eldiven, bir maymun ve ink�lâp” tasviri gibi, takva’ya dair üç-be� görüntü derleyen kendisini bir takva önderi san�yor. Hâlbuki takva görüntüde de�il, özdedir. Görüntüyü asla küçümsemiyoruz. �u var ki, Rabbimiz ilk insan� yaratt��� günden beri, insan�n bedenini örten elbiseyi de var etmi�tir. Fakat bizi as�l örtecek olan�n takva elbisesi oldu�unu da, k�yamete kadar de�i�meyecek bir yasa olarak vaz etmi�tir. Bu �una benzemektedir: Allah r�zas� için kesti�imiz hayvanlar, cüsseleriyle birer ‘görüntü’dürler ama onlar�n cüsselerinin de�il de, takvam�z�n Allah’a ula�aca��n� yine Rabbimiz bildirmektedir.
Takva, dünyadan el etek çekmek, topluma kar��mamak, kad�n�n bulundu�u ortamda erke�in, erke�in bulundu�u ortamda kad�n�n zinhar bulunmamas� demek de�ildir. Bilakis, Müslüman �ahsiyet hayat�n tam da merkezinde yer almak durumundad�r. Peygamberlerin sünneti budur. Böyle iken kendimizi haramdan korumak takvad�r. Allah meleklerin takvas�ndan de�il de, insan�n takvas�ndan bahsetmektedir.
Takva, �ahsiyetli bir müminin, Allah’�n haram k�ld��� inan�� ve davran��lardan, s�rf Allah emretti�i için kaç�nmas�, kendisini korumas�d�r. Pazartesi ve Per�embe orucunu hiç aksatmay�p da, daral�nca hemen bankaya, faizli krediye ko�mak takva bak�m�ndan acaba nas�l telif edilebilir? Ya da, be� vakit namaz� camide ‘cemaat’le k�lmay� hiç aksatmamakla beraber, mesela çocuklar�n�n giyim-ku�am�na ya da evde izlenen TV dizilerine hiç müdahil olmamak takvan�n ne yan�na dü�er?
K�sacas� takva ki�ilikli olmakt�r. Davran�� bozukluklar�ndan uzak durmakt�r. Yapay takva gösterisi de�il, bizi günahlardan uzak tutacak salih ameller takvad�r.
Sekülerli�in, maddeperestli�in ya da bir tak�m unsurlar�n (mevkiî, meslek, güç, iktidar) Müslüman �ahsiyeti ��martan yan� üzerinde dursak biraz?
Asl�nda biliyor musunuz, hiçbir �ey insan� ��martmamaktad�r; ��maran, insan�n kendisidir. Kimsenin görmedi�i bir yerde bir miktar para bulabilirsiniz. Bu para sizin ki�ili�inizin testidir. Böyle bir durumda paray� m� suçlamal�, kendi benli�imizi mi?
Bu dünyan�n bir imtihan yeri oldu�unu unutmamal�y�z. �nsan yarat�l��tan mala-mülke, alt�n ve gümü�e, salma atlara, hayvanlara, ekine meyillidir. Bunda yad�rganacak bir durum yoktur. �u var ki, insan�n, yarat�l���ndaki bu mal-mülk sevgisini terbiye etmesi, dünyay� tap�las� bir ‘de�er’ olarak yüceltmemesi gerekmektedir. Dünya ve içindekiler, biz Âdem’lerin geçici cennetidir; burada bize ac�kmak ve susamak yoktur. Yiyip-içece�iz ama buraya çak�l�p kalmayaca��z. Ayaklar�m�z yerde, yüzümüz Allah’a dönük olmal�d�r. Nebîlerden, nefsin nas�l �slah edilece�ini ö�renebiliriz. Aksi takdirde modelimiz Karun olur. Dünya mal� bizi esir al�r. Mal tutkusu bizi a�a��lar�n en a�a��s�na savurur.
Her dönemde günaha kolayca giden yollar olmu�tur ama bugün günah�n yollar� daha bir korunakl� (sigortal�)d�r. Liberal demokratik kültür, tarihte belki e�ine az rastlan�r bir biçimde münkeri emretmekte, marufu yasaklamaktad�r. Bu, ad� konulmam�� bir ‘Allah’a kar�� sava�’ halidir.
Hayat� kutsaldan ar�nd�rma anlam�ndaki sekülerlik ya da Din’i hayata müdahil olmaktan tard etme anlam�ndaki laiklik zaten günaha/münkere yeryüzünde alan açmak, hatta egemen k�lmak içindir. Orada günâh i�lemek alabildi�ine kolayla�t�r�l�r. Günahkârl���n (sekülerli�in) evliyas� �eytand�r. Cehennemin kap�s�na kadar, mürtekiplerine bu evliyal��� sürdürecektir.
�ktidar gücü ayart�c�d�r. Ayart�c� gücün vitrine ç�kartt��� makam-mevki ve lüks araçlar, lüks konutlar, ���lt�l� hayatlar sunan yeni ya�am biçimi, ki�ili�i oturmam�� baz� insanlar�n ba��n� döndürmektedir. Bu vitrin, mesela �mam Ebu Hanife’nin ba��n� döndürememi�ti. �steyen, ondan nefsine bir ibret dersi alabilir. �ahsiyeti zay�f kimseler, ‘iktidar�n nimetlerinden’ bir �eyler tutup da parmaklar�n� yalamaya ba�lay�nca, k�blesini de�i�tiriyor. “Daha düne kadar ben de sizin gibi s�radan bir insand�m” nazar�yla bakt��� önceki çevresini art�k küçümseyecektir.
Oysa paran�n ve siyasetin gücü Allah’�n gücü yan�nda bir hiçtir. Para ve iktidar gücüne kap�lmak, sele kap�lm�� çer-çöp gibidir ve bir vakit gelip, bir k�y�ya at�lmak kaderidir. Bunu da ancak, Allah’�n ö�üdüne kulak verenler, yani ki�ilikli insanlar anlayabilirler. Karun’un mülkü yerin dibine bat�r�l�nca, “Allah’�n lütfu olmasayd� biz de yerin dibine geçirilmi� olacakt�k” diye ders ç�kartanlar (28/Kasas, 82) herhalde böyle bir zümre oluyordu.
Böyle bir kavram var m� bilmiyorum ama ‘siyasal benlik’ diye bir kavram, terkîb üzerinde dü�ünelim. Müslüman�, bir üst ba�l�kta Müslüman toplumlar� tehdid eden, ‘siyasal benlik’i zaafiyete u�ratan unsurlar nelerdir diye sorsak?
Siyaset, toplumu yönetme i�idir. �slamî siyaset, toplumu �slam ahkâm� ve �slam ahlak� ile yönetmektir. Yani bu anlam�yla siyaset, Peygamber’in b�rakt��� mindere oturmakt�r. Müslümanlar�n emîri, Peygamber’in i�ini, kald��� yerden devam ettiren �ah�st�r.
�lk dört halife döneminde, hele de Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in emirli�inde bu �uuru tam olarak görüyoruz. O müminlerin siyasete bak��lar�nda bir ar�za bulam�yoruz. Seçildikleri gün, rakipleri aras�ndan büyük bir sava�la galip ç�km��, bu i�i, beceri ve yetenekleriyle zorla çekip alm�� gibi alâyi� yapm�yorlar. Tarihte e�ine ender rastlan�r bir tevazu içinde, yönetecekleri cemaatin kar��s�na ç�k�p, “sizin en lay���n�z olmad���m halde bu i�i bana tevdi ettiniz” mealinde sözlerle i�e ba�l�yorlar. �nsanlara hâkim de�il, hâdim olmaya çabal�yorlar. “Yanl�� yaparsam/saparsam ne yapars�n�z?” diye soruyorlar ve “seni k�l�çlar�m�zla düzeltiriz” cevab�n� al�yorlar; bu cevap üzerine de Allah’a hamd ediyorlar. E�er bu mü’minler melik-i adûd olsalard�, bir sürü/kul olarak gördükleri halk� kâh havuçla, kâh sopayla �slah etmesini onlar da iyi bilirlerdi…
Ne zaman ki siyaset, Müslüman toplumunda ç�kar�n, h�rs�n, iktidar nimetini hortumlaman�n kap�s� olarak görüldü, bu �slamî ki�ilik de bitti.
Bugün tabi sizin tabirinizle, ‘siyasal benlik’ anlam�nda ba�ka s�k�nt�lar bulunmaktad�r. �slam’�n hayata müdahil olmaktan tard edildi�i vasatlarda, gerek bu haliyle orada sözde müslümanca siyaset yapmak, gerekse o vasat� Müslümanla�t�rma gayesiyle(!) siyaset yapmak iddias� da, �ahsiyetlerde ciddi sorunlar peyda etmektedir.
Müslümanla�mam�� Mekke’yi bir Müslüman olarak ve müslümanca yönetme hedefini ne Allah’�n, Elçisi’ne emretmi�, ne de Elçi’nin böyle bir giri�iminin olmam��l��� üzerinde iyi dü�ünülmelidir.
Siyasal olan�n Müslüman �ahsiyet vurgusu ya da dindar nesil söylemi �ahsiyet olu�turmada etkili olur mu sizce? Böyle bir söylem biçimi �slami hareketleri nas�l etkiliyor sizce?
Bugün bir �slamî hareketten söz edilebilir mi, tam emin de�ilim. Ama elbette �slamî uyan��/dirili� çabas� var. Müslümanca gayretler var. Sadece Allah r�zas�n� esas alan bütün sahih �slamî çabalara da hürmet etmek gerekir.
Ben kendi ad�ma, “devlet dinden elini çekmelidir”, “devlet dindar nesiller yeti�tiremez” gibi söyleme kat�lm�yorum. Ancak, dinden ve dindar nesil yeti�tirmekten elini-ete�ini çekmesi gerekenin, laik-demokratik yönetimler oldu�u söylenirse, ona tamamen kat�l�r�m.
Referans� Din (�slam) olmayan ve b�rak�n�z referans� olmay�, Din’i hayattan kovan bir siyasal sistemin, ‘müslüman �ahsiyet’, ‘dindar nesil’ ilgisi olamaz.
‘Dindar nesil’ deyince hemen akla �mam-Hatip okullar� gelmektedir. Bu okullar�n d���, müzmin kemalistleri, içi de bizi yak�yor. Hayat�nda hiç camiye girmemi� kimselerin �mam-Hatip okullar�ndan endi�eye kap�lmalar� anla��l�r bir duygudur. (Onlar zaten her gürültüyü kendi aleyhlerine san�rlar). Cami ile cemaatle aras� bu kadar bozuk olmayan ama akîde olarak türde� olanlar ise, b�rak�n endi�eye kap�lmay�, bizzat kendi elleriyle geçmi�te �HL’leri açm��lard�r. Çünkü bu okullar�n misyonunu onlar daha iyi müdriktirler.
�mam-Hatip okullar�nda, bir gencin ki�ili�ini olu�turmada, �ahsiyet kazand�rmada en ba�ta gelen dü�ünme, soru sorma, sorgulama, mukayese etme, kendi kültürünü elekten geçirebilme gibi entelektüel gayretlerden, ö�renciler itina ile uzak tutulmaktad�rlar. Dü�ünen, tart��an, soran ve sorgulayan gençlere ne gibi yaftalar yap��t�r�ld���n�, oray� bilenler çok iyi bilirler. Bu okullarda, ‘ehli sünnet’ etiketi alt�nda, ehli sünnetin me�hur âlimleriyle de ilgisi olmayan, hele de Kur’an’la ve sünnetle hiç ilgisi olmayan köhnemi� bir zihniyet empoze edilmektedir. Bu da ki�ilik geli�imi de�il, ki�ilik hastal�klar�, davran�� bozukluklar� üretmektedir.
‘Dindar nesil’ söylemi, iktidar partilerinin arka bahçesi anlam�na geldi�i sürece, sadece tebaa yeti�tirilecektir. Dini hayattan ay�ran bir siyasal sistem, ancak kendi dokusuna uygun nesiller yeti�tirir ve o da, Cahit Zarifo�lu’nun ‘Kat�raslan’� türünde bir ucube olur.
�slam bilinmeden ve nefislerimize yerle�tirilmeden, sadece Osmanl�’y� yeniden diriltme ufku ile dindar nesil yeti�tirilemez. Dindar nesilleri gerçek �slam ümmeti yeti�tirecektir.
�ahsiyet, genelde ahlak kavram�na içkin tan�mlan�r. �ahsiyet ön plana ç�karken dikkat edilmesi gereken tek husus ahlâk m�d�r sizce? �slam’�n di�er hangi kavramlar� �ahsiyet olu�umunu etkiler? Bu ba�lamda �ahsiyet-ahlâk ili�kisini biraz açar m�s�n�z?
�slam söz konusu oldu�unda, ahlakla akideyi, imanla ameli birbirinden ay�ramay�z. Ahlak, bir temele, sa�lam bir sat�h üzerine oturmak zorundad�r. �slam ahlak�n�n sath�, tevhid akidesidir. Tek ba��na ahlak, tan�ms�zd�r ve �ahsiyet olu�turmada yetersizdir. Tevhid akidesi bedenin iskeleti ise, ahlak da damarlarda dola�an kan gibidir. �slamî ki�ili�in in�as� için, �slam’�n hemen bütün kavramlar� sürece dâhil edilmelidir. Herhangi bir kavram ve de�erimiz d��ta b�rak�l�rsa, GDO misali, hasta benlikler yeti�ecektir.
Siz bu soruyu sorunca hemen akl�ma secde kavram� geldi. Secde ve rükû, �ahsiyetimizin temel ta�lar�d�r. Çünkü secde ve rükû ile ba��m�z, sadece bizi yaratan Allah’�n önünde e�ilmekte, ba�ka hiç kimsenin ve hiçbir ‘de�er’in önünde e�ilmeyecek biçimde formatlanmaktad�r. Allah’�n önünde e�ilen ba�, ba�ka ba�larda, önünde e�ilmeye de�er ne bulabilir ki?
Öte yandan, Allah’tan ba�ka ilah olmad��� kabulümüz ve bunu kamuya deklare etmemiz (kelime-i �ehadet) de, ki�ili�imizi olu�turan en temel ta�t�r. Çünkü sadece Allah’� ilah (ve Rab) kabul etti�imiz takdirde, yukar�da sözünü etti�imiz �ekilde dünyevi de�erlere ba�lanmam�z asla mümkün olmayacakt�r. Hani Kitap diyor ya, kendi aralar�nda çeki�meli olan birçok orta�a ait köle ile bir tek Ki�i’ye ba�l� köle ayn� m�d�r? (39/Zümer, 29) �lkinin daima huzursuz olaca��n� herkes anlar.
�nsan�n topraktan yarat�lmas�na Kur’an neden durmadan dikkat çeker acaba? Bazen de onun, bir damla sudan yarat�lm��l���na de�inir. Neden? Çünkü insana, sak�n ola böbürlenme demektedir. Yürüyü�ünde mütevaz� olmas�n� istemektedir. Çünkü da�lar insandan daha büyük, yeryüzü de ondan daha sa�lamd�r. K�sacas�, insan�n haddini bilmesi gerekmektedir. ��te bu, ki�ilik in�as�d�r. Topraktan/çamurdan yarat�ld���n� hiç akl�ndan ç�kartmayan insan, küçük da�lar� ben yaratt�m havas�nda olamaz.
Din, nerede bir muhtaç varsa, onu mal�m�za ortak etmektedir. Bu ortakl���n ad�na da tezkiye (zekât) demektedir. Mal�na fakirlerin ortak oldu�unu bilen bir mü’min herhalde müstekbirle�emez, tefahur ve tekasür pe�inde olamaz.
Son olarak �unu hat�rlatmak istiyorum: Kitab�m�z Kur’an, cezai müeyyidelerle zapturapt al�nan de�il de, iman, amel ve ahlakla in�a edilen bir �slam toplumundan bahsetmektedir. Demek ki ki�ili�imizi Allah’a endeksli bir sevgi, sayg�, nezaket, kanaatkârl�k, tevazu, di�erkâml�k ve hüsnü niyet gibi erdemler olgunla�t�racakt�r. Ak�bet muttakilerindir.
(Söyle�i: Yunus Polat (Nida Dergisi, Ocak-�ubat 2015, say� 168)