Erc�mend �zkan`la, Ehl-i S�nnet �zerine s�yle�i
Ya�ar Kaplan y�netimindeki Ayl�k Dergi taraf�ndan 1985 y�l�nda haz�rlanan Ehl-i S�nnet �zel say�s� kapsam�nda Erc�mend �zkan ile yap�lan s�yle�i.

Ayl�k Dergi: Say�n Özkan, bizim bir süreden beri bir Ehl-i Sünnet Özel Say�s� haz�rl��� içinde oldu�umuzu biliyorsunuzdur. Bu konuda kamuoyumuzun neler dü�ündü�ünü anlamak için sizinle de bir sohbet yapmak istiyoruz. �lkin Ehl-i Sünnet tabirinden ne anlad���n�z�, ne anla��lmas� gerekti�ini soral�m size.
Ercümend Özkan: Sünnetin, Allah’�n Resulünce �slam’�n ya�anmas� anlam�na gelmesi gerekti�i inanc�nday�m. Tabir olarak da �slam’� Peygamber’in ya�ad��� gibi ya�ama yolunu tutma manas�nda olmas� gerekir. Ehl-i �ia kelimesinin de, �ia �st�lah�nda ayn� anlama geldi�i gibi.
Yani bu son cümlenizle �unu mu demek istiyorsunuz efendim: BizimEhl-i Sünnet d���nda sand���m�z baz� f�rkalar da, örne�in �ia da, asl�nda kendi anlay��lar� ve bak��lar�na göre tamamen Ehl-i Sünnet bir topluluktur. Demek istedi�iniz bu mudur?
Nas�l bugün Ehl-i Sünnetim diyenler, sünnet ehli olmaktan bunu anl�yor iseler, sünnet ehli olmaktan bunu anlad�klar�n� san�yorsalar, Ehl-i �ia da ayn� �ekilde bu san�n�n sahibidirler. Bunu kastettim.
�slam’� Resulullah’�n ya�ad��� gibi ya�amak, biraz da rivayetlere dayal� bir olay oldu�una göre, rivayetler muhtelif olunca fertlere ula�an sünnet de farkl� olabilecektir. Bu durumda de�i�ik �slami ya�ay��lar�n ortaya ç�kmas� hâlinde as�l Ehl-i Sünneti tespit nas�l olabilecektir acaba?
De�i�meden günümüze kadar, gerek Ehl-i Sünnetim diyenlerin, gerekse �ia’y�m diyenlerin eline intikal eden rivayet (Kur’an) as�l al�nmak suretiyle her iki kesim de kendilerine intikal eden Sünnet’e müteallik rivayetlerin farkl�l�klar�n� Kur’an’�n birle�tiricili�inde birle�tirmeyi mümkün k�labilirler. Bu ise Kur’an’� anlamada kullan�lan metodlar�n (gaî metot, lafzi metot, te’vil gibi) yerli yerince kullan�labilmesinin yan�nda sünnet olarak intikal eden haberlerin onu rivayet edenlerin Resulullah’�n neyi nas�l yapt��� ile ilgili, yaln�zca mü�ahedesinden mi ibaret oldu�u, yoksa ravinin gördü�ü ya da duydu�undan kendi anlay���n� intikal ettirdi�i mi oldu�u aras�ndaki farka dikkat etmek birinci derecede bu konuya aç�kl�k getirici, yani birle�meyi mümkün k�l�c� görünmektedir.
Di�er yandan Resulullah’dan (sav) rivayet edilen haberlerin bir ana tasnifle dinin gere�i bir i�in rivayeti mi, insan olmalar� itibar�yla do�al say�lacak herhangi bir i�in rivayeti mi, kavmî ya da iklimsel, geleneksel bir i�in rivayeti mi oldu�u konular�na getirilecek aç�kl���n yine dini meydana getiren esaslar�n mecmuu olan Kur’an’�n iyi anla��lmas�yla seçilebilece�i kan�s�nday�z. Sade bir örnek vermek gerekirse �slam’dan evvel o s�cak iklimde ya�ayan Arap ya da ba�ka kavimlerin s�ca��n da etkisiyle te�ekkül eden örfünde kad�n ve erkek için bugün entari diye bildi�imiz bir elbise biçimi te�ekkül etmi� ve yayg�n olarak herkese giysi olmu�tur. �slam’dan önce (burada yaln�zca Resulullah’a henüz vahiy gelmeden önceyi kastediyoruz) durum bu iken vahiy geldikten sonra da (setr ayeti de dâhil) bu k�yafette genel olarak hiçbir de�i�iklik görmüyoruz. Yani Mekke’de Müslümanlar ba�ta Resulullah olmak üzere, *Biz art�k Müslüman olduk, Müslüman olmayanlar gibi giyinmeye devam etmeyelim” diyerek kendilerine yeni bir k�yafet aramaya ç�kmam��lar, entari giymeye devam ettikleri gibi güne�in s�ca��ndan korunman�n zaruri bir sonucu olarak ba�lar�na örttükleri ba�l�klar�nda da bir de�i�iklik yapma gere�i duymad�klar�n� biliyoruz. Yaln�zca, setr ayetiyle bildi�imiz gibi, ba�örtülerini yakalar�n üzerine indirilmesi (kad�nlardan) istenmi�tir. Di�er yandan, yine o as�rlardaki hemen tüm toplumlarda oldu�u gibi, �slam’�n nazil oldu�u toplumda da sakal insan f�trat�n�n do�al bir sonucu olarak hemen herkeste ç�k�yor ve genel olarak sakall� olunuyordu. Her ne kadar Bizans gibi, �ran gibi teknik seviye, �ehir ya�am� bak�m�ndan daha ileri düzeydeki toplumlarda t�ra� olma âdeti daha ziyade saray ve saraya yak�n çevrelerde ba�lam�� ya da var idiyse de bu ülkeler halklar�n�n da ço�unlu�u hemen tüm ta�ral�lar� yine sakall� idiler. Zira onlar için ya�am biçimleri, hayat tarzlar� ve i�lerinin bir gere�i olarak t�ra� olmak bir yerde belki lüks veya gereksiz, yani yap�lmasa da olabilir cinsinden bir �ey say�l�yordu. Nitekim bugün köy yerindeki insanlar�n ya�am biçimleri, çal��ma alanlar�n�n getirdi�i gerekler bak�m�ndan da �ehirde ya�ayan bir insan gibi s�k s�k t�ra� olma gere�i duymad���n� görüyor, biliyoruz. Bu t�ra� olmakla ilgili sözlerimiz sakall� olanlar�n dahi gerek sakal�n�n bulundu�u yerdeki k�llar�n� k�saltma, gerekse sakal� için tayin etti�i s�n�r�n d���nda ç�kan k�llar�n t�ra� edilmesini de kapsayacak bir t�ra� olmaktan bahsediyoruz.
Yukar�da sade baz� örneklerle de aç�klamaya çal��t���m�z gibi, nice konu vard�r ki bunlar�n hangisi dindendir, hangisi de�ildir, hangisine din ne nisbette müdahale etmi�, hangisine hiç dokunmam��t�r. Bunlar�n tesbiti mutlak surette Resulullah’�n da ba�ta olmak üzere yapt��� gibi Kur’an’�n alternatifsiz belirleyicili�i ile belirlenebilir. �slam dininin insan ve toplum ya�am�n� külliyyen belirleyicili�i vasf�, ço�u insan� yan�lmaya sevk ederek setrin sa�lanmas� özelli�inin ötesinde sanki bir kavmin tamamen geleneksel nitelik ta��yan giysilerinden giymeyi de �slam’dan sanmak soncunu ortaya ç�karm��t�r. Bilindi�i gibi �slam insan�n dinidir, insanlara gönderilmi�tir. Bununla o ne özel olarak Arab�n ne Türkün ne Slav�n yani mahsus bir kavmin dini de�ildir. Böyle olunca da böyle olabilmesinin zorunlu bir gere�i olarak �slam herhangi bir �eyiyle kavmile�emez, mahallile�emez. �ayet o mahallile�ir ya da kavmile�tirilir ise Yahudilerin Allah’�n dinini kendi kavimlerine tahsis etti�i gibi bir sonuca var�larak sakim bir yola girilmi� olunur. Bu ise �slam’�n insanlara gönderilmi� olmas�n�n ötesinde belirli bir bölgeye, belirli Bir kavme, s�ralamada en az�ndan imtiyaz sa�lay�c� sonucu ortaya ç�kar�r ki, Kur’an’�n espirisi buna kesinlikle kar��d�r. Allah’�n öz kulu olmad��� gibi, üvey kulu da yoktur. Keza, kavmiyyet itibar�yla ona yak�n bir kavim olmad��� gibi, uzak bir kavim de söz konusu de�ildir. Onun yaratt�klar�, taraf�ndan yarat�lm�� olma bak�m�ndan, gerçekten bir tara��n di�leri gibidirler. Bu tara��n di�leri Allah’a yak�nl�k ve uzakl�k bak�m�ndan tekellüfe kadar e�it durumdad�rlar. Tekellüften itibarendir ki kendisine tebli� ula�anlar aras�nda ona yak�nl�k ya da uzakl�k te�ekkül etmeye ba�lamaktad�r. ��te ona yakla�anlar (ki yakla�ma imkân� herkese aç�kt�r), bildi�imiz gibi, ancak takvas� fazla olanlar olabilmektedir. Kim ona gere�i gibi inanm�yor, men ettiklerinden uzakla�m�yor ve emrettiklerini yapm�yor ise ‘�man edip salih amel i�leyenler’den olmayacak ve kim ki bunlar� yaparsa ona yak�n olacakt�r. Bu bak�mdan insanlar aras�nda Peygamber çocu�u ile bir köle çocu�u aras�nda kesinlikle fark yoktur. Kur’an’�n esprisine uygun olarak Resulullah (as)’�n da s�k s�k uzun süre yan�nda kalan k�z� Fat�ma’ya “K�z�m! Babam Peygamber diye güvenme.” diye di�er Müslümanlara yapt��� gibi tembihlerde bulundu�unu müteaddit rivayetlerden biliyoruz. �ayet bu fark olsayd� Peygamber’in k�z�na, han�mlar�na, s�hrî h�s�mlar�na bu ve benzeri tenbihlerde bulunma gere�i olmazd�.
�slam insanlara gelmi�, onlar� ça��na, onlara aç�k bir din oldu�una göre tüm insanlar�n mensub olduklar� co�rafya, kavim ya da benzeri özelliklerinin �slam kar��s�ndaki durumu prensip olarak ne avantajl� ne de dezavantajl� bir durum de�ildir. �slam’�n ortaya koydu�u ana espri: Tevhid akidesine ters dü�meyen hemen her türlü örfün bütün kavimler için e�it olmak üzere �slam olduktan itibaren de onda ya�ama hakk� oldu�u gibi, bu espiriye ters dü�en her türlü örfün (en geni� anlam�yla) de ya�ama hakk� bulunmamaktad�r. Bu hususta ne bir soyun, ne bir kabilenin ne bir kavmin ne bir co�rafyan�n velhas�l� hiçbir �eyin imtiyaz� söz konusu de�ildir. Allah �slam’� insanlara herhangi bir kavmin örfünü tamim etmek için göndermi� de�ildir. Burada aç�klay�c� buldu�umuz bir örnek vermekte yarar görüyoruz. �slam’dan evvel mevcut ve yayg�n kad�n ve erkek isimlerinin prensip olarak hemen hiçbirine dokunulmas� söz konusu olmam��t�r. Ne var ki, bu isimlerden bir k�sm� �slam akidesine ters dü�en anlamlar ifade ettiklerinden yaln�zca bunlar tasfiyeye u�ram��t�r. Abdülmenat, Abdüluzza ve benzeri gibi. �u anda Türkiye’de de Yurdatapan, Kurdakul ve benzeri isimler yine ayn� gerekçeyle de�i�tirilmeli ve de�i�tirilecektir de. Attila gibi, Cengiz gibi, Mete gibi isimlerin ise do�rudan �slam akidesine ters dü�mü�lük ifadesi olmad�klar�ndan bu ve benzeri isimlerde hiçbir beis söz konusu de�ildir. Burada önemli olan yukar�da belirtmeye çal��t���m�z espiriye itina etmek, onu korumaya çal��makt�r. Bunun ötesindeki anlay��lar, ya kavrayamamazl�klar ya da ba�nazl�k veya benzeri �eylerle aç�klanabilir ancak. Bir yandan da özellikle Türkiye’de kullan�lan ‘Sat�lm��’ gibi isimler do�rudan tevhit akidesine ayk�r�l�k ifadesi ta��masalar da �erefli olarak yarat�lm�� insan haysiyetine ayk�r� dü�en anlamlar ifade eden manalar ta��mas� bak�m�ndan kullan�lmamal�d�r.
Burada sünnet farkl�l�klar�ndan Ehl-i Sünnet tabirinin as�l anlam�na dönecek olursak…
Ehl-i Sünnet’e gerçe�ine uygun bir anlam kazand�rman�n tek yolu, bu deyimin ifadesini Kur’an’�n tahlilinde ortaya ç�karmak olmal�d�r. �slam’�n Allah’� raz� edecek �ekilde ya�an�ld��� (genel olarak) Resulullah’�n hayatta oldu�u y�llarda, hiç kimse kendisine Ehl-i Sünnet, �ia ya da bir ba�ka isim kullanm�yor, Müslüman olmakla iktifa ediliyordu. Zira her iki isim de Allah’�n kullar�na verdi�i isim olmay�p sonradan kullar�n�n eklentileridir. Bu manas�yla da belki yeni say�labilir ama bir bidat gözüyle görülebilir ve bu isimlerden kaç�n�lmas� gerekir. Nitekim Allah-u Teala “De ki ben Müslüman�m” gibi ifadelerle bizlerin kendimizi nas�l ça��rmam�z ve ça�r�lmam�z gerekti�i ile ilgili i�ar�n� da vermi� bulunmaktad�r.
Bu tabirin ilk defa ne zaman ve nas�l kullan�ld���na dair bir bilginiz var m� acaba?
Bize intikal eden haberlerden özellikle, Resullulah (as) hayattayken ve kurulmu� �slam devletinin ba��nda bulunuyorken, hatta onu takib eden ilk halifelerinin gününde de Müslümanlar�n bir kesiminin de olsa kendisini ne Ehl-i sünnet ne de �ia ismiyle isimlendirdiklerine dair bildi�imiz kadar�yla bir belgeye rastlam�yoruz. Bildi�imize göre de Ali’nin �ias� tabiri Ehl-i sünnet tabirinden daha önce kullan�lm��t�r. �ktidar� eline geçiren ve onu vermeyi de dü�ünmeyenlerce bir savunma stratejisi olarak bu tabirin Beni Umeyye’nin iktidarda bulundu�u y�llarda bir denge tesisi etmeye matuf olarak belki bir yerde hakl�l�k gerekçesi gibi gösterilmek için �am’daki iktidar taraflar�nca kullan�ld���n� biliyoruz. “Ali taraftarlar�” terimi kar��s�nda tamamen savunmaya matuf kullan�lan Ehl-i Sünnet tabiri biraz da kurnazca seçilmi�, tamamen siyasi nitelikli ve kullanan tarafa avantaj sa�layan bir tabir olarak kullan�lm��t�r. Yukar�da aç�klamaya çal��t���m�z anlam�yla gerçekten Resullulah’�n �slami ya�ant�s� kar��l��� bir deyim olarak kullan�lmad��� kan�s�nday�z. Bugün durum �u aç�klamaya çal��t���m�zdan çok daha farkl� boyutlar kazanm�� durumdad�r. Bugün kullan�ld��� manas�yla bu tabirin ilk icad edildi�i y�llarda ç�kar�lm�� amac�n�n aras�nda bir ba�lant� bile görememekteyiz. Ayn� dü�ünceyi, mütalaay� bir ba�ka aç�dan Ehl-i �ia tabiri için de yürütmemiz mümkündür.
Tabirimizde biliyorsunuz ki bir de “vel cemaat” bulunmaktad�r. Bunu nas�l görüyorsunuz?
Bu taraf�n gerek ba�lang�çta iktidarlar�n yan�nda ço�unluklar�n toplanmas� gerçe�i ile bilahare de bu anlay���n hemen hiç iktidardan dü�memi� olmas�n�n toparlay�c�l���, toplay�c�l��� sonucunda ekseriyyet manas�n� ta��yan bir anlam�n ötesinde mevcut eke bir mana verememekteyiz. Yoksa Resulullah’dan rivayet edilen “�ki mübah (caiz, yap�labilir) i�ten Müslümanlar�n ekseriyyeti bunlardan hangisi üzerinde ise di�er taraf�n da birli�in bozulmamas� bak�m�ndan orada olmalar� gerekti�iyle ilgili rivayetlerin asli anlam�ndan, bu “vel cemaat” tabirine me�ruiyet kazand�r�lm�� olma ihtimalini büyük görüyoruz. O gün ç�kar�ld��� ya da bugün kullan�ld��� manada keyfiyet göz önünde bulundurulmadan yaln�zca mücerret ço�unluk, �slam aç�s�ndan kesinlikle bir anlam ta��mad���ndan, bu manada ve’l-Cemaat deyimi sanki bir kurnazl�k ürünü gibi görünmektedir. Zira �slam’a göre hak, ço�unluk ya da az�nl�kla uzaktan ya da yak�ndan hiçbir münasebetle ilgili de�ildir. Mevcut vakaya i�aretle Allah’�n Kur’an’da ço�u kez “Onlar�n ço�u bilmezler, ço�u anlamazlar” vb. ifadeler kullan�ld���n� biliyoruz. Hakl�l�k söz konusu olmadan ço�unlu�un bizatihi bir k�ymeti �slam’a göre kesinlikle yoktur.
Ehl-i Sünnet tabirinin tam anlam�yla kavranabilmesi, do�rudan do�ruya sünnet tabirinin tam olarak anla��lmas�na ba�l� oldu�undan dolay�, burada sünnet üzerinde biraz daha durmakta yarar var.
Sünnet, lügatta “âdet” anlam�na geliyor, bildi�iniz gibi. Bu itibarla, ba��na getirilecek belirleyici kelimeye göre muhteva kazanmaktad�r. Örne�in, ‘Bu kavimde �u i� sünnettir, �u i�i filan �ah�s sünnet edinmi�tir.” gibi günlük lisanda kullan�m alan� vard�r. �slam’da sünnet dendi�inde ise Müslüman�m diyen herkesin en genel manas�yla itikadi bir konudan ameli bir konuya kadar her hususta Allah’� raz� edecek bir tavr�n bilinçli bir �ekilde âdet edinilmesini anlamaktay�z. Mesela Allah taraf�ndan Kur’an’da emredilen Ramazan orucu farz�n�n Resulullah taraf�ndan ya�am�na geçirilmesi (âdet hâline getirilmesi) ne �ekilde olmu� ise Müslüman�m diyen herkesin de Ramazan orucu farz�yla ilgili her hususta bu orucu Peygamber’in tuttu�u gibi tutmas�, bozdu�u gibi bozmas�, ba�lad��� gibi ba�lamas�, bitirdi�i gibi bitirmesi, bu konudaki teorinin pratize edilmi� �eklinin ad�d�r.
Biz Sünnet’i bu anlamda anl�yoruz ki tamamen Kur’an’a dayal� ve onun hayat�na uyarlay�c�l���ndan emin bulunmam�z gereken bir ki�inin (Resulullah) yapt��� gibi yapma manas�ndad�r. Kom�u hukukuna riayetten, namaz�n rükünlerine kadar, yetime kar�� nas�l davran�lmas� gerekti�i prati�inden, devlet olma ve devlete kar�� olma konular�na kadar her husustaki prati�in (amele dönü�türülmü� fikir) ad�d�r Sünnet. Elbetteki bunun, yani Sünnet’in, kendi aras�nda da bir tasnifi olup, olmazsa olmaz cinsindeni bulundu�u gibi, yap�l�rsa sevap yap�lmazsa sorumluluk da getirmeyeni vard�r ve farzdan mübaha kadar s�ralanm��t�r bunlar.
Bu anlamda sünnet bütün Müslümanlar�n kayna�� durumundad�r. Bizim taraf�m�zdan Ehl-i Sünnet de�il de, Ehl-i Bidat olarak bilinen f�rkalar da asl�nda kaynak olarak gene sünneti alm�� olmuyorlar m�? Dolay�s�yla onlar da kendi aç�lar�ndan Ehl-i Sünnet olma hakk�na sahip de�il midirler?
Burada zikri geçen farkl�l�k, kan�m�z o ki bak��, anlay�� ve fiile intikal ettiri�lerde insanlar aras�nda çok geni� anlam�yla birçok faktörün dâhiliyle meydana gelen farkl�l�klar�n sonucu olarak ortaya ç�kmaktad�r. �slam olan bir ki�i �slam olana kadar hangi kültürün içinde kalm��, hangi gelenekleri üzerinde ta��m��, akliyeti ne kadarm��, anlay�� ve ufuk aç�kl��� ne derece imi�se �slam olduktan itibaren kendisini saf �slam’la y�kaya y�kaya dü�ünce ve tav�rlar�ndaki tüm (�slam’�n esprisine ayk�r� dü�en) müktesebat�ndan soyunabildi�i nisbette �slamla�abilmektedir. Bu ameliyede kim ne kadar beceri, ba�ar� gösterirse bu konudaki cehdini h�z� hiç dü�meden belki artarak devam ettirebilirse o nisbette ba�ar�l� olabilmektedir.
�nsan�n zay�f olmas�n�n da do�al bir sonucu olarak insanlarda dü�ünülerek yap�lan �eylerden çok, al���larak yap�lan �eylerin hâkimiyeti gözlemlenmektedir. Bu zaaf ister istemez bilinç unsuru ihmal edilmeden, do�rular�n al��kanl�klara dönü�türülmesi sürecinin müktesebat�n edinilmesi sürecinden daha kesif ve daha uzun olmas�yla aç�klanabilir. Bugün, bidat olarak tavsif edilen nice söz, davran��lar var ise bunlar�n hemen tümünün �slam d��� müktesebat�n kal�nt�lar� ya da bir ba�ka �ekilde yeniden do�u�lar�, ortaya ç�k��lar� olarak tan�mlanabilir. Mesela, belirli bir kabilede ya da belirli bir soyda (tamamen sulbü kasdediyoruz burada) üstünlük görmek ve buna dayal� olarak da o kabile veya soya veya kavme avantajl� durumlar kazand�rmak ileri düzeyde say�labilecek bidatlardand�r. Bu bidat�n izi sürüldü�ünde vard���m�z yerin tamamen �slam d��� (cahili) kültürlerde yata��n� bulmak kaç�n�lmaz oluyor. Vak�a olarak kar��s�nda buldu�u bu olguyu �slam kendi boyas�yla boyam�� ve üstünü örtmü� iken, biraz �slam’�n rengine benzer renkle solgun da olsa �slam boyas�n�n silindi�i yerden yine eski renk (bidat�n kendi renginin) ç�kt���n� birçok konuda rahatl�kla görebiliyoruz.
Daha aç�klay�c� olmas� bak�m�ndan buna bir iki örnek vermeniz mümkün müdür?
Tabii, �slam’�n tüm esas� Kur’an’da bulundu�una, bizlere en iyi Müslüman olarak da Resulullah gösterildi�ine göre, Resulullah’�n da Kur’an’� ahlâk edinmi� ki�i bulundu�u gerçe�ine ra�men Kurey�’e, Ali ve evlad�n�n soyuna, filan ya da falan beldeye, filan ya da falan �rka (kavmi necib), lisana, bir bak�ma azizlik ifade eden bidatlar� aç�kça söylemek mümkündür. Kald� ki köken itibar�yla kesinlikle bu ve benzeri �eylerin �slam’�n tüm esaslar�n� mecmu bulunan Kur’an’da en ufak bir tedai ettiricisine dahi rastlamak mümkün de�ildir. Eski kültürlerine ya�ama �ans� kazand�rmak için ço�u kez Resulullah suistimal edilmi�tir. Daha ileri giderek laf�zlar�n� de�i�tirmeleri mümkün bulunmayan Kur’an ayetleri dahi tevil gibi sakim bir yol ile kullan�lmaya cüret edildi�ine, bize intikal eden kültürde izlerine çokça rastlamak mümkündür. Mevzuat’tan (uydurma hadisler) haberi olanlar bu konuyu anlamakta hiç güçlük çekmeyeceklerdir. Daha öteye giderek o denli zaaflar gösterilmi�tir ki, kendi temayüllerinin din hâline getirilmesi u�runa Peygamber’e yalanlar isnad edilmi�tir. Kendisinin sevdi�i bir yeme�i insanlara sevdirerek bile cennette kolayca turlar tertip edenlere rastlanm��t�r.
Buraya kadar ki aç�klamalar�m�z da bir maksada mebni olarak yap�lanlard�. Konumuzun ba��nda d���nda b�rakmak istedi�imizi ayr�ca belirtmek isteriz. Kasd’� mahsusla yap�lanlardan sonraki s�rada bulunanlar� saymaya çal��t�k. Elbette ki �slam’� ifsad için, bu amaçla yap�lanlar bu s�ralamada en ba�ta gelmelidir. Her yeni in�a’da ço�u kez eski malzemeyi de kullanma temayülü ta��yan insan hep eski malzemenin hangileri ve ne kadar�n�n bu yeni in�ada kullan�l�p kullan�lmayaca�� konusunda gösterdi�i acz yüzünden yeni in�ada da eskiden bir �eyler bulundurma zaaf�n� hep göstermi�tir. Allah’�n dini de ta ba��ndan bu yana insan�n bu zaaf�ndan pratikte kendisini koruyamam��t�r. Bu koruyamama teorik olarak bir korunamama olmay�p yani asl�n ziya� manas�nda bulunmay�p (Kur’an Allah taraf�ndan muhafaza edildi�i için) daha çok kendini hayata uyarlamada gösterebilmi�tir. Bu Sünnet anlay���ndaki bir uçtan bir uca farkl�l���n kolayl���n� olu�turuyor. Bu farkl�l��� asgariye indirmenin tek yolu, b�kmadan usanmadan, sünnet olarak bize intikal eden her �eyin yeniden ve defalarca Kur’an’la sa�lamas�n� yapmakt�r. Bunu yeniden yapmak bize Sünnet’ten bir �ey kaybettirmeyecek, bilakis sünnet olmayan yani bidatlardan bizi ar�nd�racakt�r. Ehl-i Bidat�n Sünnile�mesi gerçek manas�yla Ehl-i Sünnetin de Sünnile�mesinin tek yolu budur. Bu �u veya bu ay�r�m yapmaktan öteye tüm Müslüman�m diyenlerin �slam olmalar�n�n ve �slam kalmalar�n�n olmazsa olmaz cinsinden zorunlu bir gere�idir. Bu sebepledir ki herkes, �iili�ine Sünnili�ine bakmadan Müslümanl���na bakmaya ba�lamal� ve daha iyi Müslüman olman�n yolunu tutmal�d�r. Bu da Kur’an’�n gere�i gibi anla��lmas�, onun hayata uyarlanm�� prati�i olmas� bak�m�ndan Resulullah’�n da Kur’an’�n �����nda bize intikal eden ya�ant�s�n�n yeniden yeniden gözden geçirilmesiyle mümkün olabilir.
(Ayl�k Dergi, Ehl-i Sünnet Özel Say�s�, 1985, sh. 451-457)