20-02-2021 14:55

Medine, Medine S�zle�mesi, medeniyet kavramlar� dolay�m�nda m�lahazalar

D�nk� �artlar tekrar tahakkuk eder, Yesrib�i Medine�ye d�n��t�ren irade k�bil-i k�yas say� azl���na ra�men taraflarca mutlak bir itaat ve tevecc�hle niha� h�kim karar kabul edilirse, ��phesiz bug�n de Medine vesikas� hukuku �zerinden toplumsal mutabakat v�c�biyet arz eder. Ancak bug�n roller tamamen farkl� iken, �sl�m� bir �st�lah�n paravan olarak kullan�lmas� ve ma�lubu galip sanma duygusal motivasyonuyla �sl�m, k�fr�n h�kimiyetini me�r�la�t�rma vas�tas� k�l�nma riskiyle y�z y�zedir. �sl�m nam�na tescil ve tahkimin s�z konusu olmad��� bir vasatta, �sl�m��n, varl�k-bilgi (ontolojik-episteme) ba�� vahiyle kopuk ideoloji ve sistemler taraf�ndan suni teneff�s i�in pop�lizme malzeme k�l�nmas� ka��n�lmazd�r.

Medine, Medine Sözleþmesi, medeniyet kavramlarý dolayýmýnda mülahazalar

Medine, Medine Sözle�mesi, Medeniyet Kavramlar� Dolay�m�nda Mülahazalar

Ramazan Yazçiçek / �ktibas Dergisi - Ocak 2021

Sorular�n�z muvâcehesinde önem atfetti�im konulara topluca yo�unla��p di�er hususlar� ba�lam�nda k�saca cevaplayaca��m. Yaz�n�n röportaj metni olmas� hasebiyle ba�l�klar aras� geçi�in okurun dikkatini da��tmamas�n� umuyorum.

Sunu�

�slâm, oryantalistler, gelenekçiler, modernistler ve daha ba�kalar� taraf�ndan tart���l�yor. Bu tart��malar sürecinde hakîkatin anla��lmas�ndan öte ço�u kez mutlak hakîkat buharla�t�r�l�yor. Bazen naslar müfsidlerin diliyle tahfif ve tahkire konu edilirken bazen de zaman ve mekân�nda anlaml� olan merhale ve maslahat�n konusu f�kh-� mûcib söz ve uygulamalar, ba�lam�ndan kopuk ifsadî amaçlara malzeme k�l�nabiliyor. Burada fark edilmeyen tehlike, �slâm dü�üncesinden övgü ile yüceltilen kesitlerin seküler dü�üncelere te�ne k�l�nmas�d�r. “Medine, Medine Sözle�mesi, Medeniyet” konusunu a��rl�kl� olarak bilinç düzeyinde ele almay� araçsal analize tercih ettim. Bu tercihim, konunun teknik yönü üzerinde oldukça durulmu� olmas� ve de meselenin tez-antitez analojisine hebâ edilemeyecek kadar önemi haiz görme kanaatimdendir.

Daha ziyâde “Medine Sözle�mesi” ekseninde müzakere edilen konu, tedricen anlaml�; merhale ya da ahvâle dair maslahat yönüyle incelenmelidir. Ancak konu �imdilerde ba�lam�ndan kopuk ilgisiz dü�üncelere malzeme k�l�nma e�i�inde ilerliyor. Maslahat-mefsedet çerçevesinde de�erlendirilmesi gereken olgu, salâhtan ar�n�p fesâda malzeme k�l�nma riskine mâruz. Aktüelde tart���ld��� �ekliyle meselenin en netameli yönü “�slâm’da Devlet”[1]fikrinin alt� oyularak ilerleniyor olmas�d�r. Kimileri için �imdilerde hayalî duran bu ifade hadd-i zat�nda kendini inkâr�n konformizmi ile kendini in�ân�n maliyetine katlanma iradesinin yoksunlu�undan beslenmektedir. Mecras�nda müzakereye de�er konu, ço�u kez ilgisiz sonuçlar�n arac�na dönü�türülmü�tür. Bunlardan sadece biri, Bat�’n�n ve bât�l�n yap�p ettiklerinden hiç ders al�nmam�� gibi ya�ananlara ham hayal bakma, emperyal dünyan�n derin projeyle iliklerine kadar emip viraneye çevirdi�i dünyay� görmeme/okuyamama iken, kar��s�nda ise paranoya ölçe�inde komplocu anlay�� yer almaktad�r. Egemen güçlerin en sofistike komplosu, kitleleri önce komplo teorisyenli�iyle me�gul etmek, tak�nt�l� psikolojiye esir almakt�r. Bu hastal��a tutulanlar ötekinden bahisle pasifizmi me�rûla�t�rman�n yaman taraftarl���n� yaparlar. Oysaki Müslüman, olup biteni müslümanca bir bak��la de�erlendirmenin yan�nda, ne yap�lmas� gerekti�ini söyleyip gere�ini de yapand�r! Durulmas� gereken nokta, Allah’�n bak dedi�i yerden bakmak; adâlet, ilim ahlâk�, tefekkür ve tedebbür ile ceht ve gayreti sürekli k�lmakt�r.

Enformasyon, teknoloji ve de nesnel zeminde ya�am kalitesinin artmas�na ra�men günümüz insan� tam bir mâlûllük içerisindedir. �nsan�n mâlûllü�ü refâha olan mahrûmiyetinden de�ildir. Özellikle Bat� insan� refâh aç�s�ndan doyum noktas�na ula�m��t�r. Di�er taraftan geri kalm��/geri b�rak�lm��dünyada milyonlarca insan, açl�ktan, yetersiz beslenmeden ölmektedir. Vahim olan, facian�n müsebbipleri taraf�ndan daha fazla sömürebilme hesab�yla yard�mlar yap�l�yor olmas�d�r. Bu yönüyle bat�l� insan�n as�l mâlûllü�ü fikrîdir. Kezâ müreffeh olmak huzurlu olmak için yeterli de�ildir.

�nsanlar sorunlar�na çözümü ‘sözün tükendi�i nokta’, ‘tarihin sonu’ olarak sunulan ‘modern hayat tarz�’nda ya da yeni insanî bir boyut aray��� içerisinde moderniteye eklemlenen gelenek/ gelenekselcilik (Tradition/ Traditionalism)te aramaktad�r. Bat�, modernli�i paranoya derecesinde sözün tükendi�i nokta sanmakta ve bunu insanl��a dayatmaktad�r. Tarihin sonu; sözün tükendi�i nokta, bizce sonun ba�lang�c�, as�l üretilmi� de�erlere mutlak�yet atfetmenin her �eye maddî zaviyeden bakman�n iflâs�d�r. Ancak bu iflas, ruhanîyatç�, mistik, gizemli e�ilimlerin me�rûiyeti demek de�ildir. Ya�ad��� buhran� ötekinin ma�duriyeti üzerinden menfaate dönü�türme anlay���na sahip modern bat�, bunal�m� kazanca tahville sab�kal�d�r.

Modern dünyan�n ya�ad��� dü�ünsel bunal�m�n nedenlerini bilme zarureti vard�r. Bunal�m�n seyir haritas� diyebilece�imiz serüveni bilmek, öncelikle Antik Ayd�nlanma, Ayd�nlanma, Reformlar ve Rönesans kaynakl� talepleri bilmekle mümkündür. Oysa sorunun kök nedeni de kök cevab� da bizatihi yarat�l�� hakîkatinin beyan�nda mevcuttur. Ya�anan bunal�m, bize Allah’a ra�men bir hayat�n mümkün olmad���n� ve din d��� medeniyetlerin dünyay� bu hâle getirdi�ini göstermektedir.

“�slâm’da öncelikli de�er devlet de�ildir”, “Laik, liberal demokrasi �slâm’a uygundur” nev’î popülist yakla��mlar; bar��, adâlet, seçim, �ûrâ gibi isteyenin istedi�i içerikle anlay�p ifade etti�i ancak tevhitten ar�nm�� önermeler, liberalizmin üretmeleridir. Bu eksende, konjonktürel �artlar�n anaforuna hebâ edilen Medine vesikas� konusunun fikrî temelleri dahi berhavâ edilmi�tir. Buralarda �slâmî ahkâm buharla�t�r�lmakta, seküler ilkeler ihdas edilerek yüceltilmektedir. Önceli�in ‘devlet’ olmamas�, devlete giden yollar�n necâset ve kebâirle kirletilmesini hakl� k�lmaz!

Giri�

�slâm’da devletin anlam ve gere�ini, hicretin misyonunu izah eden ders yüklü veciz ifadesinde Hz. Ömer, “�slâm cemaatsiz/devletsiz olsayd�, Mekke’de olurdu; misafir statüsünde olacak olsayd�, Habe�istan’da olurdu.” diyor. Medine’ye hicret rahat bir yurt için göç, Mekke’yi fetih de geride b�rak�lanlara kavu�mak için geri dönü� de�ildi. Evvelemirde esas amaç dini Allah’a has k�lma, yeryüzünde fitne kalmay�ncaya dek ceht ve gayretin sürdürülmesi idi. Yani nehir yata��nda ak�yordu. Hicret ve fetih ne idiyse biatler, anla�malar, seferler gibi “Medine Sözle�mesi” de ayn� amaca ma’tûf takip edilen i�aret ta�� idi. Yerinde ve zaman�nda gönderilen dâvet mektuplar�n�n, yap�lan sözle�melerin hiçbiri son de�ildi; yerinden edilmeden ve hele reddetmekle emrolunan küfre me�rûiyet malzemesi k�l�nmadan her dem tekrarlanabilir i�aret ta�lar�yd�.

Dünkü �artlar tekrar tahakkuk eder, Yesrib’i Medine’ye dönü�türen irade kâbil-i k�yas say� azl���na ra�men taraflarca mutlak bir itaat ve teveccühle nihaî hâkim karar kabul edilirse, �üphesiz bugün de Medine vesikas� hukuku üzerinden toplumsal mutabakat vücûbiyet arz eder. Ancak bugün roller tamamen farkl� iken, �slâmî bir �st�lah�n paravan olarak kullan�lmas� ve ma�lubu galip sanma duygusal motivasyonuyla �slâm, küfrün hâkimiyetini me�rûla�t�rma vas�tas� k�l�nma riskiyle yüz yüzedir. �slâm nam�na tescil ve tahkimin söz konusu olmad��� bir vasatta, �slâm’�n, varl�k-bilgi (ontolojik-episteme) ba�� vahiyle kopuk ideoloji ve sistemler taraf�ndan suni teneffüs için popülizme malzeme k�l�nmas� kaç�n�lmazd�r.

“Emperyal güç ve iradenin Medine Sözle�mesi ekseninde toplumsal mutabakata ihtiyac� var m� ki?” nev’î muhtemel beylik sorular� duymazdan gelmeden söyleyeyim: “Evet, vard�r.” �slâm, bugün kimliklerde yaz�l� ‘Müslüman’ isminden ibaret san�l�rsa �ayet, hiç �üphesiz böyle bir çabaya ihtiyaçlar� yoktur. Lâkin küfür, kendi kodlar� gibi �slâm’�n da soy kütü�ünü çok iyi biliyor. Modern Bat�n�n de�i�tirmeyi hedefledi�i de art�k Müslümanlar de�il bizatihi �slâm’d�r. Kezâ ‘Müslüman�m’ diyenlerin kahir ekseriyetle kendisine benzedi�inden endi�esi kalmayan Bat�, Kur’ân’a dönük tahrif çabas� içine girmi�, Peygamberi itibars�zla�t�rmak, Sünnet’i tahfif ve tahkir konusu hâline getirmek, �slâm’� Protestan bir formla Hristiyanî hikâyeye mâruz k�lmak istemektedir.

Bu kayg�lar muvacehesinde bir ân için, “Medine Sözle�mesi ekseninde toplumsal mutabakat olsa ne olur, ne kaybederiz?” �slâm f�k�h gelene�i, hareket f�kh�n�n süreklili�i içinde ortaya ç�km�� anlaml�/tutarl� içtihadî ifade ve çabalard�r. Bunu tehdit eden anlay��, muhkem hükümlerin; zaman ve mekânla mukayyet olmayan âlem�ümul prensiplerin ilgâs�n�; gayr-� islâmî anlay��lar�n ibkâs�n� ve dahi modern seküler sistemlerin �slâm’�n müntesipleri eliyle ikamesini davetkâr anlay��t�r. Sosyolojiler için tehdit olan bu durum onu besleyen bireyin ak�l/ruh sa�l��� aç�s�ndan da bir tehdittir. Kezâ tarihsizlik felâkettir. “Bir gelece�i olmad���n� dü�ünen bir toplum bir sonraki neslin ihtiyaçlar�na dikkat kesilmeyecektir.”[2] Tarihî süreksizlik duygusu birey gibi toplum üzerinde de tahripkâr bir etki olu�turur. De�er yarg�lar�n�n anlams�zla�mas�, sosyal ba�lar�n zay�flamas�n� h�zland�r�rken, narsist duygular� da harlar. Bundan böyle kavramlar�n� tüketen, iddialar�ndan vaz geçen, yar�nlara erteleyecek umutlar� dahi kalmayan ku�aklar�n ceht ve gayret heyecan� sonlanm�� olur. Ku�kusuz bütün bunlar Allah’�n korumas� alt�ndaki �slâm’a zarar veremez ancak küfrün hükümferma kol gezdi�i bir vasatta, Müslümanlardan ziyâde �slâm’�n hedef al�nd��� fesâda güle-oynaya te�ne olunur, gelece�e dair umutlar tüketilir!

Ve nitekim kadimden bilinen ifadeyle, Rasûlullah’�n (as) Mekkeli mü�riklere ba�kan/reis olmas� yönündeki öneriyi kabulü, emir ve otorite Dâru’n-Nedve’de, Me�ure Meclisi’nde oldu�u sürece Mekke aristokrasisine nefes ald�rmaktan öte i�e yaramayacakt�. Bununla Allah’a kulluk de�il, Abdullah o�lu Muhammed’e kulluk edilecekti belki. Mekke aristokrasisi bundan rahats�z olmayacakt� ve nitekim bunu farkl� formlarda �srarla öneriyorlard�. Bu durumda olas� Roma, Bizans, Pers ta�utlar� gidecek, yerine Arap/Kurey� ta�utu gelecekti… Ancak Allah (cc) ma’ruf ve münkeri bir arada murat etmiyordu. Lâ �lâhe �llallah ile kullu�un sadece Allah’a yap�lmas�, dinin Allah’a has k�l�nmas� Murad-� �lâhî idi ve öyle de oldu, Rabbimiz dinini tamamlad�.

Bakmam�z Gereken Yer, Velâkin Hâl-i Pürmelâlimiz!

Ümmet co�rafyas� emperyal güç ve irade taraf�ndan i�gal alt�ndad�r. Ancak daha vahimi zihinlerin i�gal edilmi�li�idir. Bu vasatta hakîkatin buharla�mas�, sonraki dü�ünce ve amelleri de yerinden etmi�tir. S�radan dinî meseleler dahi dinin ideolojile�ti�ieklektik bir vasatta ilerliyor. Ümmetin vahdetini ihlâlle yetinmeyen muâr�z anlay�� �imdilerde bizatihi dini; Kur’ân ve Sünneti hedef alm��t�r. Bugün ümmet her zamankinden daha yo�un �st�rap yüklü bir gündemi ya��yor. �âhidi oldu�umuz dü�ünsel ifsâd ve fiilî katliamlarsa sürgit. Dolay�s�yla ümmetin hâline dair muhasebeye yo�unla��rken, içinde bulunulan s�k�nt�lar� giderecek aslî dinamikleri bilinç zemininde payla�ma zorunlulu�u vard�r. Bu tespit evvelemirde ‘Emîn’ ve ‘Adil’ �âhidli�i yerine getirme�i gerektirir.

Hâlihaz�rda ümmet co�rafyas�nda fikrî ve fiilî ya�ananlar, meseleleri bireysel de�erlendirme konforundan öte ele alma zaruretini do�urmu�tur. Mâruz kal�nan musibetler, ümmetin tamam�n� ilgilendiren umumî belâya dönü�mü�tür. Bu noktada küfrün topyekûn harekete geçti�ini göz ard� etme hakk�m�z�n olmad���n� dü�ünüyorum. Bu dü�üncem, “Umûmî belâya husûsî kederin fayda vermeyece�i”ne olan inanc�m sebebiyledir.

De�i�en gündemleri do�ru okuyup de�erlendirebilme imkân�, ancak kulluk bilincinin canl� tutulmas�na ba�l�d�r. Kök neden/ kök sorun �skalan�nca veya do�ru tespit edilmeyince aslî soruna do�ru cevap da bulunamayacakt�r. ‘Usûl’ün ‘As�l’dan ayr��t�r�ld���; birbirine ra�men k�l�nd��� seküler okuman�n mâlûlü günümüz ku�a��, hadiselerin sebep ve süreçlerini atlay�p salt sonuçlar� üzerinden k�ymetlendirme zafiyeti ya�amaktad�r. Niçin’leri öteleyip nas�l’larla avunmak, asl�nda insan�n kendine, var olu� hakîkatine yabanc�la�mas�ndand�r. �nsan�n ‘kendine ihâneti’ de diyebilece�imiz bu sonuç, dü�ünmeyen, niçin bilmesi/anlamas�gerekti�ini bilmeyen birinin, bilmesinin de anlamas�n�n da(!) mâlûmat y���n�ndan öte anlam� olmayacakt�r.

Tarihin her döneminde geçerli olan hakîkat �imdilerde a��nd�r�larak tarih d���/yan�lg� (anakronizm) addedilme modas�ndad�r. ‘Hakîkat’ izâfîle�tirilirken ‘gerçeklik’ kutsanmakta; cellad�na â��k bir körlükle esarete mahkûm olunmaktad�r. Bu vasatta do�ruya, ilmî temelden yoksun ideolojik yakla��mlar�n reddi, ‘varl�k’ (Mahlûk olan her �ey/kulli �eyin), ‘var eden’ (Hâl�k) ve ‘var edi� amac�’ (Kulluk) bütünlü�ünde anlama çabas� ile ula�abilir ancak.

Farkl� Sorunlar, Yerinden Edilen Cevaplar

Bat�da kilise îman�na dönük sava� bir noktadan sonra büsbütün tanr� ile sava�a dönü�tü. Kilise dogmalar�n�n tanr� emri gibi kabul edilmesine dü�manl�k, bu kez k�l�çlar�n yönünü bizatihi tanr�ya çevirdi. Ayd�nlanma felsefesiyle birlikte tanr� merkezli görü� insan merkezli zemine kayd�. Bu zeminde problemlerin çözümü salt ak�lc� s�n�rlara terk edilince, zoraki merkez tayinine gidildi.[3] Bat�l� insan�n her �eye seküler; pozitivist ve bencil bak���, payla�ma, fedakârl�k ve merhamet duygular�n� köreltmi�tir. �nsan�n psi�ik dü�ü�ü, maddesel bilimlere odaklanmas�yla beraber seküler körlü�ün ayak izlerini ta��maktad�r. Bu durumu mikrodan makroya; bireyden topluma, mahalleden �ehire var�ncaya dek hemen her alanda gözlemek mümkündür.

Kilise odakl� problemlere çözüm aray��� kendine özgü kalmas� gerekirken, yöntem ve içerik itibariyle tefrik edilmeden �slâm kültür zeminine ta��nmak istendi. Ço�u ideolojik tan�mlaman�n, ilâhî ilkelere alternatif olarak sunulmas� yine ideolojik bir tercihten beslendi. Takip edilen mâsum tonlu lâkin hin yöntem, benzer sorular üzerinden ancak farkl� sorunlara cevap veriyordu. Bu cevaplar, �slâm ile doku uyu�mazl��� olan eklektik çözümler öneriyor. Kayg�m o ki, konunun inanç yükü ve fikrî kodlar� do�ru anla��lmad��� takdirde, ne “Medine” ne “Medine Sözle�mesi” ne de “Medeniyet” kavramlar� do�ru anla��lacakt�r.

Dü�üncesinde netle�memi� insanlar�n söylemlerinde tutarl�l�k, siyasetlerinde istikâmet beklemek beyhûdedir. Bu, siyasî istikâmetin mühim, siyasî istikâmet için do�ru tasavvurun ise daha mühim olmas�ndand�r. Adalet-i mahzâ, adalet-i izafî’ye terk edilemez. Çünkü �slâm, bütüncül bir okumay� telkin eder. Allah’�n âlemler için tayin etti�i Kânûn-� esâsî, adalet-i mahzâ’y� öngörür. Aslî ihtiyaç sathî yerde aranmaz! Ve istikâmet, Kur’ân’�n telkin etti�i do�ru tasavvurla temin edilebilir ancak.

Allah, maslahat�n gerçek mânâda ne oldu�unu, nerede oldu�unu en iyi bilendir. �erîat, kulun dünya-âhiret maslahat�n� temin içindir. Mefsedetin maslahat addedilmesi, hevân�n ‘akletme’ye galip gelmesindendir. Kezâ kalp bozulursa eylem bozulur! Allah’� hesaba katmadan hevâ do�rultusunda i�lenenlere ‘maslahat’ denilmesi, yap�lanlar� ‘mefsedet’ olmaktan ç�karmaz. Yeryüzünü �slâh ve îmar ile mâmur k�lma ya da ifsâd ve tahrîf ile tahrîb etme s�nav�nda olan insan, küllî hakîkati cüz’î faydalara tercihle mükelleftir. �ât�bî, “Küllî bir durumla cüz’î bir durum teâruz (z�ddiyet) hâlinde bulunursa, küllî olan takdim edilir (öne al�n�r). K�smî maslahatlar�n ihlâle u�ramas�yla âlemdeki nizam bozulmaz. Cüz’î maslahat�n küllî maslahattan öne al�nmas� durumu ise bunun aksinedir. Çünkü küllî maslahatlar�n ihlâl ve dumûra u�ramas�yla âlemdeki nizam bozulur.”[4] der.

Bat�, kendi varl���n� idealle�tirmesi neticesinde ‘di�er dünya’ olarak tan�mlad���; ötekile�tirip had�mla�t�rd��� dünyay�, kendi de�er yarg�lar�yla dönü�türmeye çal���yor. Burada “Bat�” kavram� ile kastetti�im, Yahudi-Hristiyan-Grek-Helen kültür temeli üzerine kurulu uygarl�kt�r. Bugünkü durumda ise Bat�, seküler dünya görü�ünün temsil edildi�i her bir cenaht�r. ‘Bat�’ vurgumuzla, ‘Bat�l� de�erler’in alternatifinin ‘Do�ulu de�erler’ oldu�unu söylemek istemiyorum. Ancak bugün büyük sorun, Bat�’n�n kendi medeniyetini sözün tükendi�i nokta/tarihin sonu sanmas�nda; daha vahimi bunu kendi d���nda gördü�ü dünyaya dayatmas�ndad�r. Modernizm bugün hâkim paradigmad�r ve ba��na buyruk hedefleriyle insanl��� kas�p kavurmaktad�r. Bat�n�n hegemonyan tavr�, ahlâk ve de�erler anlam�nda söyleyecek sözü kalmad���n�n teyididir. Modern Bat�, yer yer kendi reel tarihsel süreciyle de çeli�ik, siyasî dayatmac� laisizm eliyle toplumlar� tasar�mlamaya çal��m�� ve ula�t��� yerleri tam anlam�yla ifsâd etmi�tir. Burada laikli�i felsefî arka plan� ve sosyolojik tezahürleriyle modernizasyon sürecinin profan (lâdini) taleplerine siyasal bir kar��l�k olarak görüyorum.

Tarihte sadece �u iki yakla��m aras�ndaki fark dahi oldukça anlaml�d�r: Bir tarafta Niccolò Machiavelli (1469-1527)’nin Prens’inde ahlâka, erdeme, dine ra�men politik ç�kar; �ehir, devlet yönetiminde hileli yollar anlay��� vard�r. Di�er tarafta, Fârâbî (872-950)’nin El Medinetü’l Faz�la’s�, Nizâmülmülk (1018-1092)’ün Siyâsetnâme’si, �bn-i Haldûn (1332-1406)’un Devlet ve Mukaddime’sinde de�er, anlam içkin uyar� yüklü ö�ütleri. Kayg�m�z� besleyen fark, sonuç için her yolu mubah gören seküler faydac�l�k ile varl�k-bilgi, insan-de�er eksenli, adaleti sevip istibdad ve zulümden uzak durulmas�; zulme kar�� cesaretli olunmas�, huzur aray���n�n hikmet yolculu�u; niçin’i nas�l’a önceleyen anlam aray��� fark�d�r. “Küfür ile belki amma, zulüm ile payidar kalmaz memleket” uyar�s�nda bulunan, “Kudretin zapt yollar�”ndan çok “Kudretin icra yöntemleri” ile me�gûliyeti ye�leyen anlay�� fark�… Ne ki, fark�n fark edilmesi modern insan�n körlü�üne konudur. Bu fark, �imdilerde ço�ulcu okuma[5] ile buharla�an; ortak ya�am paydas�ndan kalk�l�rken senkretizmle kat edilen yolun kodlar� fark�d�r.

Dârülerkam’dan Medine Sözle�mesine

Lamartine (1790-1869) Hz. Peygamberi anlatt��� yaz�s�nda �u ifadelere yer verir: “Amaçlanan �eyin büyüklü�ü, amaca ula�mak için ba�vurulan araçlar�n azl��� veya k�tl���, buna ra�men elde edilen sonuçlar�n göz kama�t�r�c� ve ak�llara durgunluk verici nitelikte olmas� bir önderin ve toplulu�un büyüklü�ünü gösteren üç önemli ölçüttür. Mekke’de on üç y�l onlardan gelen ezalara gösterdi�i sabr�na, yüce varl���n yard�m�na olan kesin îman�na, devletinin s�n�r�n� de�il de, dü�üncelerinin s�n�r�n� geni�letme mücadelesine bakt���m�zda bu îman, ona bir inanc� diriltme gücü veren îmand�r. Bu inanç, birincisi k�l�ç vas�tas�yla bât�l ilâhlar� yok eder, ikincisi söz vas�tas�yla bir dü�ünce do�urur.”[6]

�slâm’a dâvet, te�riî faaliyet ve �slâmî siyaset aç�s�ndan yap�lan bütün sözle�me ve organizasyonlar kendi ba�lam�nda birer dönüm noktas� iken, kendisinden sonraki a�amaya da haz�rl�k özelli�i ta��r. Tarihte Musa (as)’n�n karargâh mescit in�âs�yla emrolunmas�, Mekke’de Dârülerkam, Medine’de ilk müesses yap�n�n mescid olmas�, kurucu ilkeleri ihdas aç�s�ndan önem arz ederler. Hz. Peygamber’in diplomatik mektuplar�,[7] Hudeybiye anla�mas� vd. Netice: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamlad�m ve sizin için din olarak �slâm’� be�endim.” [8] hükmü ile vahyin hitama ermesi, sosyal-siyasal yap�n�n �slâm Devleti ile taçlanmas�.

�badetler maksat ve hikmet içkindir. Hikmet ile elde edilen fayda amaç de�ildir, vas�l olunan nimettir sadece. Maksat ise bir ibadetin bizatihi Allah’�n emri oldu�u için yap�lmas�d�r. Risâlet süresince maksat esasl� gerçekle�en her eylem kendisini haz�rlayan sacayaklar� üzerine otururken, kendisinden sonraki a�amaya da haz�rl�k vazifesi görmü�tür. Dâvetin ard�ndan îman edenlerle ahitle�me (biat) kendisinden sonraki her a�aman�n adeta öncülü ve zorunlu halkas�d�r. Mekke’de Dârülerkam karargâh mescidi, iç disiplin/e�itim aç�s�ndan anahtar rolü üstlenmi�ti. Habe�istan Hicreti, Taif Hicreti, dâvet ve e�itim için Medine’ye gönderilen öncü �ahsiyetler, Akabe Biat� ve biatte 120 y�l� a�k�n süregelen Buâs sava��n�n taraflar� olan Evs ve Hazreç’in karde� k�l�nmas�, hicreti haz�rlayan mânîdar merhalelerdir. Medine Sözle�mesi’nin haz�rl�k safhalar�n� ise, Hicret, Muhacir ve Ensar’dan 186 âilenin karde� k�l�nd��� muâhât hukukunun tesisi, takva üzere kurulan ilk mescid (Kubâ mescidi), Hz. Peygamberin hicreti öncesi Medine’de k�l�nmas�na izin verildi�i hâlde henüz Mekke’de k�l�nmam�� olan; toplumsal ve siyasî misyonu ile öne ç�kan cuma namaz�n�n Rasûlullah (as) taraf�ndan Medine’de k�l�nmaya ba�lanmas�. Medine civar�na seriyyelerin gönderilmesi, Mescid-i D�râr’�n[9] y�kt�r�lmas�, pazar�n kurulmas� ve Mescid-i Nebevî’nin in�âs�yla birlikte siyasî, dinî, askerî otoritenin tesisi. Bu süreçte ya�ananlar maksat ve hikmet yönüyle do�ru okunmad��� takdirde, �slâm’�n özel alana sürgün edilmesine harç ta��nm�� olunur.

Bu süreçte ya�ananlar ile Yesrib Medine k�l�nm��; ortaya ç�kan miras, insanl��a medeniyet olarak b�rak�lm��t�r. Burada �u hususu belirtmekte fayda mülahaza ediyorum: Yap�lanlar öncelikle Yesrib’i Medine k�lmak için yap�lmad��� gibi bir Müslüman medeniyeti olu�turmak için de kurgulanarak yap�lmam��lard�. Konuyu, s�hhati me�kûk rivâyetler üzerinden ya da bir mizansen gibi de�il, bizatihi ya�anm��, sab�rla yo�rulmu� bir �ahitlik olarak de�erlendirmeliyiz. Bu yakla��m, konunun do�ru anla��l�p sonras�n� in�â edici olmas�na imkân verecektir. Allah’�n gaybî yard�m� hiç ku�kusuz diledi�i ân diledi�i �ekilde tecelli eder. Ancak mükellefiyetler sünnetullah çerçevesinde i�lemekte ve Allah’�n yasas�nda bir de�i�me olmad��� Kur’ân’da tekrarla beyan edilmektedir.[10] Peygamber (as) bizim için Üsve-i Hasene’dir.[11] Emrettikleri de örneklik aç�s�ndan tekrarlanamaz mizansen hadiseler olmay�p bizatihi ya�ans�n, örnek al�ns�n diye ortaya konulmu�tur. Takdir edilece�i üzere örnek alma ve �ahitlik, takat üstü yükümlülük (teklîf-i mâ lâ yutâk) alt�na sokulmakla olmaz. Mükellefiyet, muktedirlikle orant�l� olan iradî çaba ve gayret ile muteberdir. Bütün ya�ananlar; hicret ve di�erleri, sünnetullah çerçevesinde var�lan sonuçlard�r. Bu çabalar, �er’î �erifin icras�yla, küllî maslahat�n gözetilmesiyle Yesrib’i Medine k�lm��; câhiliye taassubunu/câhiliye hükmünü Allah’�n hükmüne; �slâm’a; tebdil etmi�, �slâm’�n Arap yar�madas�nda tescillenmesiyle sonuçlanm��t�r. Mekke’nin darl���ndan Medînet’ül-�slâm’a giden süreci Hz. Ai�e �u veciz ifadesiyle dile getirir: “�ehirler k�l�çla Medine Kur’ân’la fethedildi.”

Bir olgunun yaln�zca pratik hayata dokunmas� durumunda anla��lmaya de�er görülmesi, �slâm’�n sorunlar ortaya ç�kmadan önce müdahale etmesine çok yabanc�d�r. �nsanl�k bu zenginli�in fark�na vard���nda çok �eyini kaybedecektir. Medine Sözle�mesi bu yönüyle de insanl��a nadide bir fikir, imkân sunar.

Siyasî-Hukukî Belge -Medine Sözle�mesi-

Medine Sözle�mesi için ‘me�rûiyetini Kur’ân vahyinden alan Hz. Peygamberin tatbikat�d�r’ tespitinde bulunan Bulaç, vesikan�n temel esprisini �u ifadelerle dile getirir: “�slâm, Mekke’de 13 sene boyunca bask� alt�nda ancak küçük bir cemaat olabildi, özgür Medine ortam�nda Arap yar�madas�n�n tamam�na ve üç k�taya yay�lma imkân� buldu. �nsan inanacaksa kendi özgür iradeleri ve tercihleriyle inans�n, inanmayacaksa da kendi inançlar� ve amelleriyle Rabbine hesap versin. Medine Sözle�mesi’nin temel esprisi budur.”[12]

Medine’de ya�ayan Müslümanlar, Yahudiler ve mü�rik Araplar aras�nda hicretten k�sa bir süre sonra Hz. Peygamber’in önderli�inde haz�rlanan Medîne vesikas� orijinal metninde kitab ve sahîfe adlar�yla, kaynaklarda ise muvâdaa ve muâhede gibi isimlerle an�l�r. S�hhati konusunda �üphe olmayan vesika, klasik kaynaklarda tam metin hâlinde günümüze ula�m��t�r. Vesika, Medine’deki farkl� topluluklar�, bunlar�n birbiriyle ve yabanc�larla ili�kilerini, bu topluluklar�n idarî ve adlî yap�lar�n�, fertlerin sahip oldu�u din ve vicdan hürriyetini belirli esaslara ba�layan tecrübeye dayal� bir metindir. Bat�l� ara�t�rmac�lar da belgeyi “Medine Anayasas�” (The Constitution of Medina) olarak adland�rmaktad�r. Muhammed Hamîdullah bu vesikan�n tarihte tesbit edilebilen ilk yaz�l� anayasa oldu�unu belirtir.

Medine vesikas�n�n hangi �artlar alt�nda haz�rland���n�n anla��labilmesi için �ehirdeki dinî, siyasî ve sosyal durumun dikkate al�nmas� gerekir. �slâm’dan önce Medine’de herhangi bir devlet yoktu. On bin civar�nda olan Medine nüfusunun 1500’ü Müslümanlardan olu�uyordu. Burada, Hz. Peygamber’in taraflar aras�ndaki anla�mazl�klarda son yarg� merciî ve ordu kumandan� olarak kabul edilmesi onun devlet ba�kan� oldu�unu, Medine toplumundaki yerinin güçlü bir �ekilde kabul edildi�ini göstermektedir. Medine vesikas�n�n hükümleri hicretin 2. y�l�nda (624) tek tarafl� olarak ilk defa Benî Kaynukâ‘ Yahudilerince bozulmu�tur. Anla�may� bozan ikinci Yahudi kabilesi Benî Nadîr olmu�tur. Son olarak da Mekkeli mü�riklere destek verme te�ebbüsünde bulunan Benî Kurayza vesikay� ihlâl etmi�tir.[13]

52 maddeden olu�an vesikan�n, yaz�da tercih etti�im s�n�rl� ba�lam aç�s�ndan �u hususlar�n�n alt�n� çizmek istiyorum:

Kendileriyle toplumsal mutabakat�n sa�land��� Medine toplulu�u metinde ‘Ümmet’ olarak zikredilmi�tir. Bunlar, ümmet-i icabet hatta do�rudan ümmet-i dâvet olmay�p siyasî birli�in bile�enleri anlam�nda bir ümmettir. Kurucu unsurun �slâm oldu�u bir ümmet/birlik. Bu metin Kur’ân’da, hadis, f�k�h ve kelam kitaplar�nda bir bütün olarak yer almam��t�r. Sözle�menin, her dönem ve sosyolojide ümmeti ba�layan anlamda de�il, �artlar tahakkuk etti�inde ilgilendiren anlamda bir merhale, maslahat oldu�u a�ikârd�r.

Evs ve Hazreç aras�nda süregelen sava�, Yahudi kabileleri aras�nda da vard�. Sözle�me, önce Medineli mü�riklerle ard�ndan Yahudilerin de kat�l�m�yla imzaland�. Merhale, müzakere ve a�a��dan yukar�ya do�ru kat�l�m�n gerçekle�ti�i; do�al liderlerin (nakib) temsil etti�i son derece f�trî ve hikmet yüklü bir yol takip edilmi�ti. Toplumsal mutabakata dair hükümler vahiy eksenli ihdas edilmi�tir. Sürecin her a�amas�nda reel siyaset/vak�a göz ard� edilmezken hiçbir a�amas�nda ideal siyaset dikkatten uzak tutulmam��t�r. Buna, “Küllî maslahat�n cüzî maslahata fedâ edilmemesi” diyebiliriz. Farkl� bir ifadeyle Nebevî Risalet’in kabul etmeyece�i pragmatizm asla güdülmemi�, vak�a dikkatten uzak tutulmadan ilkeler ekseninde yol al�nm��t�r. Yani hakîkat gerçekli�e fedâ edilmemi�tir. Nitekim bugün de �srarla vurgulad���m�z husus, ba�kalar�yla müzakere ayr�, �slâm’a ra�men �slâm d��� ilkeler etraf�nda onlara tabi olmak apayr�d�r.

Bile�enler, sözle�mede, �slâm’�n evvel emirde Allah’�n âyetleri olarak kabul etti�i ve aksi anlay��lar� zemmetti�i bir özgürlük anlay���yla; dilleri, kavimleri ve kendilerini tan�mlamak istedikleri dinleriyle an�lm��lard�. �htilaf durumunda son karar�n Hz. Peygambere ait oldu�u kay�ts�z �arts�z kabul edilmi�ti. Askerî, malî ve siyasî sonuçlar� olan anla�may� ilk Yahudiler bozmu�tu. �ttifak ahlâk� gibi ihtilaf ahlâk� konusunda da insanl��a örnek ilkeler sunan �slâm, tevhid eksenli emanet, sadakat, adâlet ilkelerini sonuna kadar korumay� emretmi�tir.

Ço�ulcu Okuma – Tecdit Anlay��� Fark�

Müslüman dü�ünceye varl�kla ilgili tasavvurda bölünmü� bilinç ya da “iki alan” veya “çifte gerçeklik” fikri (din i�leri-dünya i�leri/dinî ilimler-dünyevî ilimler gibi), esas�nda fetihler ve tercüme hareketleriyle ba�layan kar��la�malarda bula�m��t�r. Seküler anlay�� gününden beri hakîkate gözlerini kapayarak insan� bölünmü�lü�e terk etmi�tir. �slâm, tarih d��� olmad��� gibi ân’a mahkûm zaman-mekânla mukayyet fikir ve amel ya da salt teolojik karakterli pasif müktesebat y���n� da de�ildir. �slâm, zaman-mekân� a�k�n âlem�ümul ya�am tarz� anlam�nda ed-dindir dolay�s�yla pür siyasettir. �slâm, ideolojile�tirilmi� din ve politik müslümanl�ktan ârîdir. Bu din, geçmi�te oldu�u gibi bugün de tarihe müdahil olabilecek; ça�� yeniden �ekillendirebilecek bilgisel ve tecrübî potansiyele sahip de�i�imin tek adresidir.

Müslüman�n hedefi “Bulundu�u ortamda Müslüman olarak rahat ya�amak” de�il; “Müslümanca ya�ayacak ortamlar tesis etmek”tir. Kezâ câhiliye içinde ya�amak aslî de�il ar�zî bir durumdur. Câhiliyenin yayg�nl���, durumu ar�zî olmaktan ç�karmaz. Müslüman için as�l olan, bulundu�u ortam� �slâm’�n ya�anabilece�i hâle dönü�türmek için çaba sarf etmek veyahut ba�ka yerleri ihyâ için kalk�p uzakla�mak (hicret)t�r. Allah’�n Peygamberi, kafalar� ve ruhlar� yo�urup biçimlendirmenin saflar� haz�rlay�p, say�lar� ço�altmaktan çok daha zor oldu�unu biliyordu. Nebevî Sünnet bizatihi bunun �âhididir.

Meselelere bakarken öncelikle farkl� paradigmalar�n kurucu ilkelerini dikkate almak zorunday�z. Demokrasi, ontolojik ve epistemolojik köken yönüyle �slâm’a z�tt�r. Seçim ve isti�are gibi benzer görüngüler demokrasiyi me�rûla�t�rmaz. �slâm ve demokrasi kök nedensellik fark�na sahipler. Medine Vesikas�, �slâm ekseninde maslahat tarz�d�r ve referans� Rasûl’ün (as) teyid ve gözetiminde icra olmu�lu�udur. �ûrâ ve seçim gibi gerekli ve fakat yeterli olmayan unsurlar üzerinden Demokrasi’nin me�rûiyet veya hakemli�i savunulamaz. �ûrâ ve seçimin me�rûiyetini kendisinden ald��� �slâmî ilkeler göz ard� edilerek Medine Vesikas�, demokratik yönetim, senkretik anlay��lar ve eklektik toplumsal konsensüslerin me�rûlu�una illet k�l�namaz. Medine Vesikas�, bir merhale, maslahat ve �slâm’�n hakemli�inde olu�mu� r�za toplumu hukuku iken, ço�ulcu din anlay��� ekseninde eklektik/senkretik bir sonuç bildirgesi veya ilke ve kurucu akl� seküler/laik anlay��lar�n olu�turdu�u küfrî vasatlara dolgu malzemesi k�l�namaz. Böyle bir anlay�� dilden, dinden, f�trattan ve dahas� tarihi tecrübe ile delilden yoksundur. Meselenin tecdide konu bir husus oldu�una dair kanaatimizi teyid eden en önemli karine, sözle�menin Risalet’in ortalar�nda gerçekle�mi� olmas�d�r. Uygulamas� bir y�l dahi devam etmemi� sözle�meden sonra, Kur’ân on y�la yak�n süre ile nazil olmaya devam etmi�tir. Sözle�me, öncesinde yap�lagelenlerle sonras�nda devam eden uygulamalar aras�nda anlaml�d�r. Konu yerinden edildi�inde bu anlam�n� yitirmekle kalmaz bilakis yanl��lara te�ne bir rol yüklenmi� olunur.

Hakîkatin ölçüsü adâlet, emanet ve sadâkattir. Bu üç kavram Kur’ân’�n temel mesaj�ndan yani tevhitten beslenir. Biri giderse di�erleri de ayakta durmaz. Bir medeniyetten bahsedilecekse �ayet, yo�uruldu�u maya iyi bilinmelidir.

Medeniyet Dedi�in -‘Ben’ Tasavvuru, ‘Öteki’ Alg�s�n�n Zemini-

Co�rafî büyüklü�e s��may�p harita ölçe�ini a�an medeniyetler, granite kaz�nan yaz� gibidirler. “Her �ey unutuldu�unda unutulmay�p geriye kaland�r, kültür ve medeniyet.” denir. “Kaynaklar�ndan kopan bir intelijansiyan�n kaderi, bir mefhum hercümerci içinde bo�ulmak. Umrandan habersizdik, medeniyete de �s�namad�k. �nsanl���n tekâmül vetiresini ifade için kendimize lây�k bir kelime bulduk: Uygarl�k. Mâzisiz, mûsikisiz bir hilkât garibesi.”[14] Necip Faz�l, “Bat�, Do�u, büyük do�u”; Sezai Karakoç, “�slâm, insanl�k medeniyetidir.” diyor. Cemil Meriç, “Umrandan uygarl��a”; �smet Özel, “Medeniyet de�il siyaset”; Nurettin Topçu, yeni bir medeniyet özlemini, “Bu medeniyet Anadolu’dan yani güne�in do�du�u yerden do�mazsa dünyam�z kararacakt�r” ifadesiyle dile getirir. Mustafa Özel ise din, kültür ve medeniyet kavramlar�nda konuya bak���n� toparl�yor: “Bana önce medeniyetini de�il, dinini söyle. Dinini (Tanr� ve ben-idrâkini) söyle, kültürünü; kültürünü (kimli�ini) söyle, sana medeniyetini (tekni�ini) söyleyeyim.” diyor.[15]

�eriati’ye göre, Müslümanlar modernle�me yerine medenîle�me kavram�n� tercih etmelidir. Kezâ medeniyet orijinallik ve yenilenme demektir. Bu sonuç, insan�n yüceli�ine, manevî ve dü�ünsel yükseli�ine i�aret eder. Taze bir îman olmadan medeniyet olmaz. Medeniyet Musa’n�n (as), Muhammed’in (as) yapt��� i�tir.[16] Âkif ise, “Medeniyet dedi�in tek di�i kalm�� canavar.” derken, ‘vah�i’ diye niteledi�i Bat� dünyas�yla apaç�k alay eder. Bir de alay�n âlâs� vard�r: “Mimsiz medeniyet!” Vah�ilik, denîlik, alçakl�k ve dahi zâlim damgas� yemi�; mimi kald�r�lm�� medeniyet. “Medeniyet, yaln�zca dü�ünülen ve konu�ulan�; temeddün ise ayn� zamanda ya�an�lan ve yap�lan süreci, süreklili�i içerir. Süreklilik, hem geçmi�i hem �imdiyi hem de gelece�i birbirine katar. “�slâm medeniyeti” tamlamas� her kullan�ld���nda, idrakler yaln�zca geçmi�e do�ru yöneliyor; �slâm da bir ya�am tarz� olmaktan ç�kart�l�p yaln�zca bir ara�t�rma konusu k�l�n�yor; bu nedenle, öyle bir sözcük seçilmeli ki, idrakte bir taml�k, bütünlük ve tümlük hissi ortaya ç�kars�n.”[17]

Her tan�mlama asl�nda farkl� “ben” tasavvurundan ve “öteki” alg�s�ndan beslenmektedir. Kanaatimizce burada temel husus, tan�mlamaya konu zeminin hangi dinamiklerden beslendi�idir. Farkl�l��� da ayn�l��� da k�ymetlendiren as�l budur. Bu sebeptendir �srarl� tekrarlay���m�z: Kök neden, kök sorun do�ru tespit edilmeden do�ru cevap, aslî çözüm bulunamayacakt�r! Evet, hayatî sorulara do�ru cevaplar� bulma zorunlulu�umuz vard�r. Bunun imkân� bilginin mü’mince teslimiyetle taçlanmas�d�r. Teslimiyetin kayna�� izahtan vareste olan �slâm’d�r. �slâm, öncelikle muharref gelenek ve modern anlay��la kirlenen Müslüman akl�n�n biricik derman�, tamlamalara ihtiyaç hissetmeyen pür iyinin ad�d�r.

�ehirler: Medeni Sözle�menin Kadim �ahitleri

�ehirler, medeniyetlerin sessiz tan�klar�d�r. Dinler ve anlay��lar �ehir imgesinde de belirgindirler. Birçok dü�ünür için Rönesans f�rt�nal�, �a�aal� ve bir o kadar da tahripkâr bir süreç olarak tan�mlan�r. Rönesans için “yarat�c� ama tahripkâr” (creative destruction) ifadesinin kullan�lmas� da bundand�r.[18] Rönesans’�n, medeniyetler dünyas�ndan getirdi�inden çok daha fazlas�n� götürdü�ü muhakkakt�r.

Rönesans’�n do�du�u �ehir olarak bilinir Floransa. �talya’n�n bu ünlü �ehri, Rönesans dönemini betimleyen en canl� örnekleri bar�nd�r�r bünyesinde. Kentin merkezindeki en önemli meydan, Signoria Meydan� (Piazza della Signoria)’d�r. Bu meydanda Neptün Havuzu, ortas�nda mermerden yap�lm�� Deniz Tanr�s� Neptün’ün heykeli (putu), mermer atlar, etraf�nda denizk�zlar� ve erkek deniz tanr�lar�n� sembolize ederler. Ayr�ca ayn� meydanda Michelangelo’nun ünlü heykeli David’in (Davud) bir kopyas� bulunuyor. Buras� birçok farkl� heykellerle çevrili bir aland�r. Bunun yan�nda ba�ka dini mekânlar da havsalay� daraltan düzeyde cinselli�in dinî figürlerle resmedili�ine ev sahipli�i yapar. Bizim okumam�zla dinin nas�l sekülarize edildi�i; ahlâk s�n�rlar�n�n dini motif ve kimlikler üzerinden nas�l gösterime sahne oldu�u �ehirdir buras�, yani Rönesans’�n do�du�u Floransa. Burada, Ayd�nlanma felsefesinin kutsalla olan kavgas�n�n kendine ait yeni (modern) kutsallar üzerinden sürdürüldü�ü görülür.

Dilleri, dinleri ve ötesi medeniyetleri kendinde saklayan �ehirler bilgece s�rlar� gizemle örterler. Kimi ya�makl�, kimi peçeli… Kudüs, Mekke, Medine, �stanbul, Mardin, Diyarbak�r, Urfa, Bursa, Halep, �am, Kahire, Ba�dat, Beyrut, Kurtuba, Buhara ve daha niceleri… Bu �ehirler adeta zaman a�k�n miraslar�yla zamana mukavimdirler. Zaman, çehrelerini y�pratsa hatta emperyalist iradelerin taarruzuyla ta� ta� üstünde kalmasa da, isimlerinde ta��d�klar� mesaj ve silinemeyen köklü miraslar�yla zamana kar�� dayan�kl�d�rlar. Hamuru uhuvvet ve muhabbetle yo�rulmu� bir maya ta��rlar.

“Kentin ve iskân etti�imiz mekân�n biçimi bizim kozmosla kurdu�umuz ili�kiyi de belirler. En basit haliyle kim oldu�umuza bu varl�k içinde nas�l bir yer edindi�imize dair soruya bulunan cevap etkilenir. Bu son husus, hayata anlam verme çabam�zla da ili�kilidir.”[19] ï¿½ehrin imâr�n�, neslin ihyâs�ndan kopuk dü�ünemezsiniz. ï¿½ehri imâr ederken nesli ihyâ etmeyi ihmal ederseniz, ihmâl etti�iniz nesil imâr etti�iniz �ehri tahrip eder.”[20] diyen Turgut Cansever, �ehir-insan ili�kisinin, imâr, ihyâ ve ihmâl ifadelerindeki anlam harc�yla in�â edilebilece�ine dikkat çeker. “�ehir, dü�üncenin dilsiz tan���d�r.” denilmi�. Yani, �ehir ve insan; di�er ad� medine, birbirine âyîne.

“�erefü’l mekân bi’l mekîn” denilir de�il mi? Ancak öyle mekân-insan hâlleri var ki, bu kez, “�erefü’l mekîn bi’l mekân” demek kaç�n�lmaz olur. Mekân, �erefini üzerinde bulunanlardan ald��� gibi, orada bulunanlar�n �erefini, bulundu�u mekândan almas� da mümkün. Bütün mesele �erefyâb olabilmekte. �slâm’�n egemenli�inde terbiye olmu� �ehirler çok dilli, çok renkli, çok kavimli zenginli�in izlerini ta��rken, modern kentler, kozmopolit hikâyelerinde sömürgele�tirilmi� topluluklar, göçmenler, i�çi köleler ya da sermayenin selâmeti için bir araya gelmi� yasal birlikteli�in fakirli�ine mahkûm.

Hegemon �rade ve Din -Putunu Yiyen Putçular-

Modern putperestler ac�kt�klar�nda putlar�n� yiyen paganlar�n ayak izlerini takip ediyor. Bugün de demokrasi, özgür irade, seçimler, insan haklar� vs. teraneleri pragmatizm putu e�li�inde ilerliyor. Bilinen o ki, putunu yeme zilleti oldum olas� terk edilmemi�! Tekâmül teorisiyle birlikte salg�lanan genel kanaat, geçmi�in kötü oldu�u, Bat�l�lar�n d���ndakilerin de barbar oldu�u dü�üncesidir. Bunun kendisi üzerinden verilmeye çal���ld��� paradigma, liberal ço�ulcu okuma biçimidir. Bununla reelde talep edilen, dinsel ço�ulculuk; ço�ulcu din anlay���, sivil toplum ve yer yer �slâmî �st�lahlarla makyajlanm��/inceltilmi� siyasal erktir. Kar��t�n� kendi kurucu akl�yla üretme hinli�ine sahip seküler anlay��, gerekli gördü�ünde �slâm’� yükselen de�er olarak harlay�p protestan dine dönü�türmekten geri durmaz. ‘Dinin’ dine ra�men politik kullan�m�na teolojik faydac�l�k demek mümkün. Bu tan�mlaman�n içini dolduran saik, hedefe ula�mak için ‘her yolun mubah’ görülmesidir.

Modern ça��n dominant söylemi, kaos ve kompleksliktir. Bu tespit, din için de geçerlidir. Sosyolog Max Weber’in Modernizm için söyledi�i “büyü bozumu”, yerini, yeni ve fakat kendi büyülü atmosferine b�rakm��t�r. Bu sonuç, tüketim, ileti�im ve tüm çevresel faktörlerde kendini gösteren uyumsuz ve huzursuzlu�uyla uysalla�t�r�lan, nesnele�tirilen insanla ortaya ç�km��t�r. Oysaki modern iddia, insan�merkeze alm�� ve özne k�lm��t�. Sekülarizmin çeli�kisi kutsallar�n� üretmesi iken, modern dinin çeli�kisi Protestan bir sonuç için reformize edilmeye çal���lmas�d�r. Kalbe dayal� ontolojik bak���n yerini salt akla dayal� s�n�rl� olana terk etmesi, hurafe a��n�n olu�mas�n� geciktirmemi� her durumdasonuca gitme ilkesizli�ini ilke hâline getirmi�tir.

Bat� toplumlar�nda ayd�nlanmayla birlikte Pozitivizm etkisini endüstriyel Kapitalizm arac�l���yla dinsel her bir ö�eye var�ncaya kadar gösterdi. Bu süreçte dine, bireylerinin kendilerini ilâhî amaçlara vakfetmekten uzakla�t�rma rolü biçildi. Ancak din, beklenilenin aksine önemini yitirmedi bilakis yükselen de�er oldu.[21] Küreselle�meyle birlikte her alanda oldu�u gibi dinin de ‘küresel’ bir i�lev görmesi beklendi. Bu ba�lamda dinsel ço�ulculuk (pluralizm) nev’î paradigmalarla de�erlerin k�ymetsizle�tirilmesi; yerel olanlar�n ortadan kald�r�lmas� -en az�ndan inceltilmesi- zemininde bir din hedeflendi. Bununla kendi do�as�na ters dü�mesine ra�men din, vahiy merkezli olmaktan ç�kart�l�p rasyonalize edilmek ve hümaniter bir zemine oturtulmak istendi. Yani ak�l (us)ve insan merkezli bir din üretilmek hedeflendi. Sekülarize edilerek modern bir forma sokulan din, sekülarizmin ifsâd etti�i toplumlar�n sorunlar�n�n çözümünde �u veya bu �ekilde yede�e al�nmak istendi.

Demokrasi, Laisizm, Liberalizm gibi modern izm’lerin vaizleri, kutsal� büyü olarak reddederken kendi pagan kutsallar�n� olu�turmu�lard�r. “�nanm�� bir Komünist veya Fa�ist ya da ba�ka bir neo-pagan, �imdi ve burada nas�l davranaca��, kimi sevmesi, ne için sava�mas�, neye tap�nmas� gerekti�i konusunda bir Hristiyan’dan daha kesin emirlere sahiptir.”[22] Kutsaldan ar�nd�r�lan ya�am�n, modern mitoslar ve ça�da� hurafelerle doldurulmas� gecikmemi�tir. Sekülarizm için modern dönemin ‘dinsizlik dini’ diyecek olursak abartm�� olmayaca��m�z� dü�ünüyorum.[23]

Daha önce ele ald���m�z ‘Kurtulu� Teolojisi’ (Liberation Theology) yaz�m�zda[24], Marksist felsefe teorisyenlerinin, inkâr edip bât�l sayd���n� dahi gerekti�inde kulland��� fikirlerden bahsetmi�tik. Orada, ak�l d��� olarak görülen dinin, reel ak�lla (!) harmanlan�p isyan ve protesto arac� olarak yeni modern bir teoloji üretilmesi için kullan�m� öngörülmekte idi. Kurtulu� Teolojisi’nden hareketle ‘�slâmî Bir Kurtulu� Teolojisi’nin imkân�n� ele�tirel bir dille ele ald���m�z o yaz�da, mustaz’af, Hilfu’l-Fudûl ve maslahat kavramlar�n� incelemi�, son olarak ‘bask�, zulüm ve haks�zl��a ba�kald�rman�n �slâmî mant���n� tespitle, �slâm’da bu ve benzeri teoloji denemelerine yol olmad��� sonucuna varm��t�k.

Ahlâkî ve dinî alanda serbestli�i, ekonomik alanda ise serbest pazar giri�imcili�i savunusuyla kendisini tan�mlayan özgür (liberty/ free) okuma da, mekanik-metalik bir anlay��la ma’lûl olup varl���; evreni ve dolay�s�yla insan� nesnele�tirmektedir. Liberalizm, adalet-i mahzâ’y� adalet-i izafî’ye terkle ak�l çelen bir illüzyona mâruz b�rakm��t�r insan�. Hiçbir i�/olu�un Allah’s�z olmayaca�� inanc�yla, hiçbir i�e Allah’� kar��t�rmama ideolojisi aras�ndaki fark, �slâm ile liberalizm aras�ndaki temel farkt�r. Aslî olandan her uzakla�ma insan� bozulmaya, haktan ayr�lmaya sevk eder. Varl���n üzerine oturdu�u aslî/küllî kâideler (kevnî, f�trî) ve bunlarla mukayyet bulunan ar�zî/izafî kâidelerin varl���, insanl��a sunulan temel mesaj� yani tevhidi gösterir. Di�er emir ve yasaklar�n tümü tevhid küllî/esas kâidesiyle mukayyettir. Son derece kayda de�er gördü�ümüz bir di�er nokta da, aslî olana ula�man�n imkânlar�n�n da aslî oldu�u hususudur.

Sekülarizmle dine kar�� gerekti�inde sahiplenme, gerekti�inde erteleme gerekti�inde ise bast�rma politik tavr� sergilenmi�tir. Bu süreçte dile getirilen “Adalet devleti” nev’î tevhitten ba��ms�z anlay��lar[25], �slâmî aç�dan anlams�z, ilmî aç�dan temelsiz popüler ço�ulcu okumalar olup muteberli�i yoktur. Fitnenin üzerinden yürütüldü�ü paradigmalar dinsel ço�ulculuk söylemi etraf�nda olu�maktad�r. Tevilin tahrife dönü�mesi, �eriats�z din ya da siyasetten soyutlanm�� �eriat telakkisi gibi modern ifsad ameliyelerini peygambersiz din aray��lar� ya da her dini me�rû ve hak görme inanc� izlemi�tir.

Post modern anlay���n bundan böyle dinsiz de�il, ancak siyasaldan ar�nm�� bir din aray���nda oldu�unu, bunun üzerinde uygulanaca�� malzemenin de �slâm oldu�unun hesab�n� görüyoruz. ï¿½nsanl�k tarihi boyunca toplumlar�n kaderine hükmeden �a�maz yasa, Sünnetullah’t�r. Allah’�n yasas�na kar�� ç�kanlar dönemsel olarak kendilerini ba�ar�l� addedebilirler ancak günün sonunda hak bât�la galip gelir ve “Kötü tuzak, sahibine dolan�r.”

Protestan Bir Din �çin Dinin Problem Haline Getirilmesi

Küresel sava��n Müslümanlar üzerinden yayg�nla�t�r�l�p Müslüman co�rafyaya ta��nmas�n�n sebebi, �slâm’�n önlenemez yükseli�idir. Modern Bat�’n�n hedefi, gelinen noktada Müslümanlar aras�nda ihtilâf ç�karmak dahi de�ildir. Maalesef bu e�ik çoktan a��lm��t�r. Bat�, bizatihi Allah Kelâm’� Kur’ân’� ve Rasûlullah’�n (sav) peygamberli�ini hedef alm��t�r. Bu hedefe son derece ilkesizce ve her yolu mubah gören bir ahlâks�zl�kla yürümekte olan Bat�, �slâm’a ve dolay�s�yla Müslümanlara yönelik dü�manl�kta s�n�r tan�mamaktad�r. “Bugün, özellikle �slâm dünyas� söz konusu oldu�unda, konu�ulan art�k sadece dinî problemler de�il, belki daha fazla “bir problem olarak din”dir.”[26] Burada sarahatle alt�n�n çizilmesi gereken mevzû, önce dinin problem hâline getirilmesi, ard�ndan problem addedilen dinden yana dert yan�p dininsorun oda�� olarak tan�t�lmas�d�r. T�pk� Hristiyanî hikâyede oldu�u gibi… Tarihin hiçbir döneminde bugün oldu�u kadar “din” bu denli problem hâline gelmemi�tir, getirilmemi�tir!

Müslümanca ya�ama cehd ve gayreti, yerini, Müslüman olarak daha rahat ya�amatalebine b�rakmas�, inand��� gibi ya�amayan insan�n ya�ad��� gibi inanmaya ba�lamas�, yani Müslüman�n dünyevîle�mesidir. Dünyevîle�en tip, maslahat diye mefsedeti savunmaya ba�lar; s���nmac�d�r, bazen tövbekâr bazen itirafç� a�z�yla geçmi�ini inkâr, bazen de küfrederek içinde buldu�u ân’� me�rûla�t�r�p kendi dünyas�nda kabul görmeye çal���r. Ancak aynaya bakarak kendi gerçe�ine dönmeyi; tevbe ile Rabbinin r�zas�na rücû etmeyi akl�na bile getirmek istemez. Muhafazakârl���n ve de �slâmc� söylemin hikâyesi biraz da burada aranmal�d�r. “Güç/iktidar, adâlet terazisi ile dengelenmedi�inde hayat�n tüm alanlar�na zulüm olarak yans�r. Güç sahipleri ma�durlar�n� da kendilerine benzetir.”[27] San�r�m burada temel saik �bn Haldûn’un, “Ma�luplar galipleri taklid eder.” dedi�i yenilgi psikolojisine dûçâr olunmas�d�r. Ancak unutulmamas� gereken husus, ma�lup olan �slâm de�il; �slâm’a müntesiplik iddias�nda bulunduklar� hâlde gerçek mânâda �slâm’a ittibâ etmeyenlerdir.

�slâm, dün geleneksel bât�nî e�ilimlerin tahrif oda�� iken, bugün post modern dil üzerinden tahrife çal���lmaktad�r. Bu sonuca, daha ziyâde Müslüman etiketli akademisyenler üzerinden “Siyasaldan soyutlanm�� protestan bir anlay��”la var�ld�/var�lmak istenmektedir. Mistik veyahut modernist muharrif fark etmeksizin, “Hukuktan ar�nd�r�lm�� bir �slâm anlay���” �slâm’a sava� açanlar�n ortak hedefidir. ï¿½slâm’a kar�� �slâm… Bu, dine kar�� dinden daha sonuç al�c�; hedefe do�rudan kilitlenilmi� sava��n yeni ad�d�r. ��te tehlike buradad�r. �slâm’�n âlem�ümul maksatlar�n� erteleyen, geleneksel statik okuman�n mâlûlü olan tepkisellikler ise di�er yanl��� temsil ediyorlar. Körüklenen kar��t cenahlar, mezhepler ötesi bir ihtilâfla fay hatlar�n� her geçen gün daha bir geni�letmektedirler. Oysa Müslümanlar, di�er din mensuplar�na/ötekine yönelik olarak dahi bir davran�� hukukuna sahipler. Hatta �slâm, siyasal ve sosyal düzlemde egemen/muktedir oldu�u zamanlarda farkl�l�klar� hukukî güvence alt�n alan tek hak dindir.[28]

“Entelektüel zümrenin kâh üzerlerinde hissettikleri oryantalist bask�n�n salvolar�ndan berî olabilmek kâh kendi ruh dünyalar�nda bir k�ym�k gibi dima�lar�na batan fikrî tenâkuzlardan s�yr�labilmek ad�na geli�tirdikleri dü�ünce biçimleri var. Bugünün modern akl�n�n yekten itiraz edece�i hükümlerin tarihsel oldu�u tespitinden medet ummalar� bu aray���n bir tezahürü olarak kar��m�zda duruyor. Nedense âyet ve hadislere yönelttikleri bu sorgulay�c� bak�� aç�s�n�, tart���lmaz bir veri gibi kabul ettikleri modern argümantasyona çevirmeyi dü�ünmüyorlar. Naslar �����nda modern kabulleri kritik edeceklerine verili düzeni as�l kabul edip vahyi mercek alt�na al�yorlar. Mücadele hâlinde oldu�umuzu söyledi�imiz düzenin en büyük ba�ar�s�, Müslümanlar� sistem içine çekme konusundaki muvaffakiyetidir. Sistemin üretti�i sorunlara yine bu sistemin içinde kalarak çözüm arama illetini ba��m�zdan savmay� ba�aramad���m�z sürece görece kazan�mlara �âhid olsak bile, idbâr�m�z ikbâle dönmeyecek.”[29]

Müslümanlar bât�l düzenlerde kendilerine yer açmak için neden bu ölçüde tehâlük ve h�rs göstermektedir? �tiraz oklar�n� bizatihi düzenin kendisine de�il de ‘düzene neden biz vaziyet etmiyoruz?’ olgusuna yönlendirdi�imizden bu yana dönü�türmek için yola koyuldu�umuz cari sistem bizi dönü�türüyor. Dolay�s�yla, bu zalim döngüde yer almay� bir bahtiyarl�k ve kazan�m; d��ar�da kalmay� da bir mahrumiyet bellemeye devam ediyoruz. Her bir strateji, ba�r�nda yeni bir stratejiyi büyütüyor. Müslümanlar (!) git gide muhalefet etti�i bir sistemin parças�, b�rak�n�z parças�n� kuklas� oluyor. Düzen de�i�miyor; Müslümanlar de�i�iyor! Neden �slâm’�n izzeti birilerinin akl�na hiç gelmiyor da dine dü�manl�k ile soluk al�p veren bu bât�l güruhtan icâzet zilletine katlan�l�yor?[30]

“Eyvah galiplerin hâline!” Kezâ ma�lûptur bu sava��n galip olan�.

Sonuç

Kur’ân’da insan�n yönelimlerine dair dile getirilen temel çeli�ki, îman-küfür, tevhid-�irk, adalet-zulüm çeli�kisidir. Bunun di�er ad�, câhiliye-�slâm kar��tl���d�r. Bütün kötülüklerin kendisinde üredi�i batakl�k, câhiliye batakl���d�r. Ancak Allah’�n hududu noktas�nda; îman-küfür, �irk-tevhid, adalet-zulüm ba�lam�nda iknâ olmam�� toplumlar, kötü dedikleri �eylerden, insana zarar verece�i endi�esini duyduklar� konulardan ya s�n�rl� ak�lc� de�erlendirme ya da yasal müeyyide oran�nda sak�n�rlar. Bu yakla��m aslî olmay�p ar�zî, ilkeli olmay�p faydac�d�r.

Bütün peygamberlerin kavimlerine ortak mesaj� �u yönde olmu�tur: “Biz sizden ve Allah’� b�rak�p tapt�klar�n�zdan uza��z. Sizi tan�m�yoruz. Siz bir tek Allah’a inan�ncaya kadar, sizinle bizim aram�zda sürekli bir dü�manl�k ve öfke belirmi�tir.”[31]

Ça��n tan�klar� olarak bizler çözüm ke�fine ç�kmak zorunday�z. Var olan ancak �imdilerde kay�p olan hakîkatin yani Lâ �lâhe �llâllah hakîkatinin yeniden fark�na varmak zorunday�z. Bu ke�if, yeni de�il var olan� yeniden ke�if olacakt�r.

Bir ideolojinin �slâm’�n temel prensiplerinden eserler ta��mas� ba�ka, liberal demokrasi örne�inde oldu�u üzere “�slâmî” kabul edilmesi daha ba�kad�r. �deolojiler ve be�erî sistemler ilerlemeci tarih anlay��� ile var�lan, tez-antitez-sentez sonuçlar� üzerinden ilerlerken, kâbil-i k�yas olmayan �slâm ise, varl�k ve varl���n yegâne bilgisine sahip olan; bilginin kayna��n�n kendisine has oldu�u, vahyin sahibi Allah’a dayan�r. �slâmî bak��, vahiy-vak�a ili�kisini do�ru okumay� gerektirir. Bu ba� sahih bir ili�ki düzleminde i�ledi�i sürece denge korunmu� olur. Sonuç için bu verili durum göz ard� edildi�i ân sorun var demektir. Dolay�s�yla tarihin bir döneminde bir yerde �artlar� olu�tu�unda içtihad olarak de�erlendirilebilecek Medine Vesikas�, süreç-sonuç ve me�rûiyet sorunu ya�amadan ele al�nmal�d�r. As�la muhalif usûl (yöntem) sorunu, as�l� zâyi edece�i gibi içtihad�n reformizme tahvili gibi �slâmî esas/maksat sorununu da kaç�n�lmaz k�lar.

Kur’ân’da verdikleri sözden dönenler, kendilerine verilen ö�ütleri unutanlar �iddetle k�nan�r,“Kelimelerin anlamlar�n� de�i�tirenler/kelimeleri yerlerinden edenler” olarak tan�t�l�r[32] ve eylemleri de, “Hakk� bât�l ile kar��t�rmak/gerçe�i örtmek/Hakk� gizlemek”[33] ï¿½eklinde nitelenir. Bu cürmün farkl� ölçekteki kar��l���, Kur’ân’dan anla��lmas� gerekenin, tevil nam�na tahrif edilmesidir. Kavramlara yüklenen ihraç mânâlar, farkl� kültürlerin ödünç anlamlar�n� ta��rlar. Doku uyu�mazl��� riski ta��yan bu durum, kimlik erozyonuna sebeple zamanla de�er yarg�lar�n� da tersyüz eder.

Müslüman�n îmanla ili�kisi salt bilgi cihetiyle olmay�p ayn� zamanda amel ve ahlâk cihetiyledir. Zorunlu olarak biliriz ki îman�n kabul mahalli, ak�l de�il kalptir. Bir dü�ünceye iknâ olmak için mant�kî kabuller gereklidir ancak îman için bunun fevkinde bir kabule ihtiyaç vard�r. Demek istedi�im o ki, ideolojiler iknâ ister ancak �slâm içinse îman gereklidir. �kna edilmenin muhatab� ak�l (us) iken, îman etmenin kabul mekân�, kalb yani fuâdt�r.

Esastan uzakla�an her söylem kendinden önceki izmler gibi tarihin çöplü�ünde yerini almakta gecikmeyecektir. Hâs�l�, kök sorunu da kök cevab� da kendinde mahfuz Lâ �lâhe �llallah hakîkati, insanl�k için yegâne kurtulu� reçetesidir.

Sözlerimi Allah’a hamd, Peygamberimize salât ve selâm ederek tamaml�yorum. Teveccüh gösterip önemli bir konuda soru yöneltti�iniz için te�ekkür ediyorum.

Dipnotlar

[1]     Bkz. Ramazan Yazçiçek, “�slâm, Laiklik ve Sekülarizm Ekseninde Devlet”, Bilge Adamlar, Van 2012, Y�l: 10, s: 31, s. 42-50.
[2]     Kemal Sayar, “A��nan Kimlikler, Da��lan Ki�ilikler”, Dîvân, �stanbul 2002/2, s: 13, s. 281-282.
[3]     �leri okumalar için bkz. Ramazan Yazçiçek, Dinsel Ço�ulculuk, Ekin Yay�nlar�, �stanbul 2008.
[4]     �ât�bî, el-Muvâfakât, (I-IV), Türkçesi: Mehmet Erdo�an, �z Yay., �stanbul 1990, c: 1, s. 327.
[5]     Bkz. Ramazan Yazçiçek, “Ço�ulcu Okuma Biçimi ya da Okur’un Özgürlük Alan�”, NidaMalatya 2016, s: 178, s. 16-25; “Liberalizmin A��nd�rd��� Müslüman Kimlik”, Nida, Malatya 2016, s: 175, s. 16-29; “Do�u, Bat� ve Müslümanlar”, Röportaj, Nida, Malatya 2012, s: 152, s. 44-51.
[6]     Lamartin, Türkiye Tarihi, M. Hamidullah’�n �bn �shak’a yazd��� önsözden, s. 23-26.
[7]     Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Alt� Orijinal Diplomatik Mektubu, çev.: Mehmet Yazgan, Beyan Yay., �stanbul 1990.
[8]     Mâide, 5/3.
[9]     Bkz. Tevbe 9/107; Hüseyin Algül, “Mescid-i D�râr , mad., TDV �slâm Ansiklopedisi, Ankara 2004, c: 29, s, 272-273.
[10]    Bkz. Ra’d, 13/11; Fetih, 48/23; Ahzâb, 33/62; Fât�r, 35/43.
[11]    Ahzâb, 33/21.
[12]    Ali Bulaç, Medine Sözle�mesi, Ç�ra Yay., �stanbul 2020, s. 26, 30.
[13]    Mustafa Özkan, “Medine Vesikas�” mad., TDV �slâm Ansiklopedisi, Ankara 2019, c: Ek-2, s. 212-215.
[14]    Cemil Meriç, Umrandan Uygarl��a, �leti�im Yay�nlar�, �stanbul 2017, 25. Bask�, s. 86.
[15]    http://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?Dergiid=33&makaleid=4806(Eri�im: 22.12.2020).
[16]    Bkz. Alev Erkilet, Orta Do�u’da Moderle�me ve �slâmî Hareketler, Hece Yay., Ankara 2010, s. 334, 338.
[17]    Fazl�o�lu, �hsan, Kay�p Halka, Papersense Yay., �stanbul 2015, 4. Bask�, s. 292-293.
[18]    Bkz. Yusuf Kaplan, “Bir Metamorfoz Hikâyesi”, Umran, �stanbul 2002, s: 90, s. 50-57.
[19]    http://www.sehirdusunce.com/atolye/10/insan-ve-mekan (Eri�im: 17.07.2020).
[20]    https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=32116 (Eri�im: 22.12.2020).
[21]    Bkz. Ali Ya�ar Sar�bay, Postmodernite Sivil Toplum ve �slâm, Alfa, �stanbul-Bursa 2001, 3. Bask�, s. 73-83.
[22]    Arnold J. Toynbee, “Yeni Paganizm”, Umran, �stanbul 2002, s: 94, s. 65-67.
[23]    Ramazan Yazçiçek, “Modern Mitoslar ya da Ça�da� Hurafeler”, Nida, Malatya 2011, s: 145, s. 31-38.
[24]    Ramazan Yazçiçek, “Kurtulu� Teolojisi -Kurtulu� Teolojisi’nden Hareketle ‘�slâmî Bir Kurtulu� Teolojisi’ �mkân�-“, Tezkire, Ankara 2004, s: 40, s. 68-91.
[25]    Bkz. Ramazan Yazçiçek, “Ça��m�z�n Fitnesi ya da Siyasaldan Soyutlanm�� Din Anlay��� -‘Tevhitten Ba��ms�z Adalet Aray���’ Örne�i-”, Nida, Malatya 2012, s: 155, s: 11-23.
[26]    Tahsin Görgün, Anlam ve Yorum, Külliyat Yay., �stanbul 2016, s. 33.
[27]    Hülya �ekerci, Mü’min Kad�n, Ekin Yay�nlar�, �stanbul 2011, s. 11.
[28]    Bkz. Yazçiçek, Dinsel Ço�ulculuk; Ramazan Yazçiçek, Bilgiden Bilince Ekin Yay., �stanbul 2019.
[29]    Murat Türker, “�çerden Bir Bak�� Denemesi”, R�hle, Y�l: 3, s: 12, �stanbul 2011, s. 35-44.
[30]    Bkz. Türker, “�çerden Bir Bak�� Denemesi”.
[31]    Mümtehine, 60/4.
[32]    Bkz. Mâide 5/12-14; Nisâ, 4/46; A’râf, 7/162.
[33]    Bkz. Bakara, 2/42.

YORUMLAR
Hen�z Yorum Yok !