Erc�mend �zkan ve Hadis anlay���
Erc�mend �zkan��n s�nnet ve hadis konusundaki yakla��m� olduk�a net, ar� duru ve Kur�an�a dayal� olmas�na kar��n tart��ma konusu olmaya devam ediyor. Vefat�ndan hemen �nce �ktibas�ta yay�nlad��� bir yaz�s�nda da yine bu konuya de�iniyor, hadisin �Peygamberin s�yledi�i s�ylenen s�zler� oldu�u vurgusunu yineliyordu.

Ercümend Özkan, vefat�ndan önceki son say�da (193. say�), mektuplara cevaplar k�sm�nda, bir okuyucunun sordu�u sorular� al�nt�layarak tek tek cevapl�yor. Özkan yan�tlar�n� verirken, özet bir �ekilde ‘hadis anlay���n�’ da aktar�yor. Ayr�ca, konuya ili�kin daha önce yay�nlam�� oldu�u bir kavram�n da (133-134 ve 135. say�lardaki Allah’�n Peygamberi Düzeltmesi kavram�n�n) okunmas�n� öneriyor.
Özkan’a gelen okur mektubunu, Özkan’�n yan�t�n� ve “Allah’�n Peygamberi Düzeltmesi” konulu kavram�n� yeniden dikkatlerinize sunuyoruz:
E.�. Conkur / Bristol – �ngiltere: “Gönderdi�iniz dergiyi ald�m, çok te�ekkür ederim. Abone ücretini hemen yat�raca��m. A�a��da yollad���m hadislerin içeri�i incelendi�inde, özel bir veli s�n�f�n�n oldu�una dair her hangi bir yorum yap�lamaz. Çünkü özel bir veli s�n�f� Kur‘an’da tan�mlanmam��t�r. Bu sözlerin, olmayan bir s�n�fa ait olmas� mümkün olamaz. Fakat yine de bu hadislerin s�hhat derecelerini ö�renmek istiyoruz.
�u anda bunu bizim incelememiz mümkün de�il. E�er bu konuda yard�mc� olursan�z çok memnun oluruz.
Ayr�ca Kur‘an‘�n bir de bat�n’�ndan bahseden hadis diye bir söz naklediliyor. Kur’an’da müte�abih ayetlerle u�ra�anlar bile kalplerinde e�rilik olmakla suçlan�yor. Nas�l olur da Kur’an’�n hakk�nda en ufak bir delil bile bulamayaca��m�z bir bat�n� olur. Biz böyle bir bat�na inanm�yoruz. Fakat yine bu rivayet hakk�nda bilgi verir misiniz. Yard�mlar�n�z için �imdiden çok te�ekkür ederim.
Sayg� ve sevgilerimle.”
Ercümend Özkan:
Ashab-� Kütüb-ü Sitte’den, �mam-� Hakim “müstedrek’’inde ve Ebu Dâvud” Kitab-� Sünen’’in de, Beyhakî “ï¿½u-ab-i �man’’la tahriç buyurduklar�:
“Her yüz senede Cenâb- � Hak müceddid-i din gönderiyor.’’
1. “Ulemâ yeryüzünün kendileri, peygamberlerin halifeleri, benim ve di�er peygamberlerin vârisleridirler.’’
(Râmûzü’l-Ehadis, A. Aziz Bekter, C 1/222.)
2. “Allah’�n velileri öyle kimselerdir ki görüldüklerinde Allah hat�rlan�r.’’
(Râmûzü’l-Ehadis, A. Aziz Bekter, C 1/16.)
3. “Ümmetimin âlimleri Ben-i �srâîl’in nebileri gibidirler.’’
(Râmûzü’l-Ehadis, A. Aziz Bekter, C 2/222.)
4. “Ulemâ Allah’�n halk� üzerinde eminleridir.’’
(Râmûzü’l-Ehadis, A. Aziz Bekter, C 2 /222.)
5. “Ulemâ halk’�n mütteki ve k�lavuz ki�ileridir. Bunlar�n meclisin de bulunmak Din’in kuvvetini ziyade eder.’’
(Râmûzü’l-Ehadis)
Sahih-i Buhârî’de Ebû Hureyre (r.a.)’den nakledilen bir hadis-i kudsî’de de: “Bir kimse benim bir velî kuluma dü�manl�k ederse, ben ona harb ilân ederim” buyurmu�tur. “Kur’an yedi manas� olarak indirildi. Her ayetin bir zâhîri, bir bat�n�.” (Feyz-al Kadir, III, 53, 54)
Râmuz’el Ehâdis isimli kitab �stanbul �skender Pa�a cemaatinin, Mehmed Zahit Kotku’nun y�llarca ders verdi�i hadis kitab�n�n ad�d�r. Bu kitab�n hadis söz konusu oldu�unda esâmisi bile okunmaz. Zira nerede hurda rivayet, zay�f ve Kur’an’la çeli�en �srâiliyyât var ise bu kitabta bulabilirsiniz. Bir tasavvufçunun, tasavvufu hakl� göstermek için derledi�i uyduruk haberlerden olu�maktad�r. Bu sebeble hiç itibar edilmez ilim erbâb�nca.. Buhârî, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvud, �bn Mâce, Muvattâ, Müsned ve bunlar� takib eden kitablar hadis kitab� olarak as�rlarca ve bütün dünyada tan�na gelmi�tir. Sizin ad�n� yazd���n�z kitab ise yaln�zca Nak�ibendiyye aras�nda me�hur olup, onlar�n itibar ettikleri ve kendi söylemlerini destekleyen rivayetlerin al�nd��� bir kitabd�r. Bildi�iniz gibi HAD�S; PEYGAMBER�N SÖZÜ OLMAYIP, ONUN SÖYLED��� SÖYLENEN SÖZLERD�R. Hadis’in gerçek anlam�n�n böyle olmas�d�r ki daha Resulullah zaman�n da bile ‘Allah’�n resulü �öyle �öyle buyurdu’ türünden söylenen sözler bizzat peygamber ile görü�ülerek öyle deyip demedi�i tahkik ediliyordu. Daha sonraki y�llarda da kitleler halinde Müslüman olan ba�ka dinlerin sahipleri �slam’a gelirlerken kendi kültürlerinde neleri var ise kas�ts�z veya kas�tl� bunlar� da getirmi�ler, en genel tabiriyle büyük çapta rivayetlere ‘�SRA�L�YAT’ kar��m��t�. Bu rivâyetlerin derlemeye ba�lan�ld��� y�llarda o y�llar�n modas� olan ‘rivayet tenkidi’ metoduna itibar olunmu�, rivayetlerin kitablara al�n���ndan ne ‘Dirâyet Metodu’na, ne de ‘Metin Tenkidi’ metoduna ba�vurulmu�tur. Bu iki metod, bizi üzse de çok az nisbette kullan�lm��t�r. K�saca filan râvi hakk�nda yalan söylemez, do�ru bir adam kanaati hâs�l olmu� mudur, i�te art�k onun söylediklerinin hepsi kitablara geçebilir. Nitekim böyle de olmu� ve hele de sahabi anlay���ndaki ola�anüstüle�tirme, peygamberi görenler veya onunla ya�ayanlar�n hepsi melekler imi� gibi itibar olunmu� ve kendilerinden geldi�i söylenen rivayetlerin tümü kitablara al�nm��t�r. Daha da ötesi böylesi bir pe�in yarg�dan yararlanan yalanc�lar, uydurukçular ad� sahabiye ç�km�� kimselerin a�z�ndan dinlediklerini söylemi�lerdir. Kimi yar�m ak�ll�lar�n bizzat peygamberden duymu� olsa bile duyduklar�n�n tamam�n� akl�nda tutamayacak kadar akl� k�t olmas� bile bu hadis konusunu içinden ç�k�lmaz ve as�rlard�r halli mümkün olmayan bir konu haline getirmi�tir.
Di�er yandan Hadis imamlar� olarak bilinen kimselerin derledikleri rivayetlerden olu�turduklar� kitablar�nda kendilerince verilen bilgilere göre bu i�i yaparlarken yüzbinlerce milyonlarca rivayet bak�m�ndan Buhârî’nin mukaddimesinde Sahih’teki rivayetleri ula�abildi�i 600 bin rivayetten seçmi� oldu�unu kaydetmektedir. Buhârî’nin Sahihinde ise toplam 4 bin küsur rivayet bulunmaktad�r, �mam Müslim’in kitab�na ald��� rivayetlerin ula�abildi�i bir milyon rivayet aras�ndan seçerek kitab�na ald���n� yine kendi kitab�nda söylemektedir. Ki Müslim’in sahihinde toplam olarak 3.300 rivayet bulunmaktad�r. Bütün bunlar �unu göstermektedir ki hadisle u�ra�an kimseler de hadisi geleneksel olarak bilindi�i gibi ‘peygamberin sözü’ olarak de�il, “Onun söyledi�i söylenen sözler’’ olarak bilmi�ler ve böyle görmü�lerdir. Ki yüzbinlerce rivayeti atabilmi�lerdir ve atm��lard�r.
Ayr�ca önemine binaen �unu kaydetmekte zaruret görüyorum ki ‘Din, vahiyden ibâret’tir. Resulullah için de uyulacak tek �ey var idi, o da vahiydi. ��te biz bu noktada sünnet-i Resulullah’� tan�mlarken k�sa ve kapsaml� bir tan�m getiriyor ve “Sünnet, Kur’an’� ahlak edinmek’’tir diyoruz. Resulullah, Allah’tan kendisine gönderilen vahyi anl�yor ve gerek ferdî gerekse toplumsal hayata geçiriyor, onlar� uyguluyordu. ��te bir insan olarak bu uygulamada ve uygulayaca�� dü�üncelerinde meydana gelecek bir eksikli�in, bir yanl��l���n olabilece�ini ve oldu�unu bildi�imize göre, prensib olarak Allah’�n, elçisindeki yanl��lar� düzeltmesi gerekti�ini dü�ünmek aklîdir ve böyle de olmu� ve Allah, elçisinin yanl��lar�n� oldu�u gibi b�rakmam��, düzeltmi�tir ki bunlar da vahiy olarak ifadesini bulmu� ve Kur’an’a girmi�tir. Abese olay�nda, bal �erbeti mes‘elesinde, Bedir‘de sava� esirlerine uygulad��� yönteme ve benzeri birçok olayda -ki biz bunlar�n otuz civar�nda örne�ini delilleriyle birlikte dergimizin 1990 y�l�nda yay�nlanan ve sekizinci cildini olu�turan 133-134 ve 135. say�lar�n ‘Kavramlar’ bölümünde aç�klamaya çal��m��t�k.
Allah’�n dini, Allah’�n verdi�i bilgilerden olu�tu�una ve bu gerçe�in peygamber için de geçerli bir gerçek oldu�una göre ve Kur’an’da gerek böylesi bir rivayet ve gerek bunu an�msatacak bir rivayet (vahiy) yok iken nas�l olur da peygamber gayb� biliyormu� gibi böylesi kehânetlerde bulunabilir, bunu mümkün görüyor musunuz? Biz mümkün görmüyoruz. Zira peygamber kâhin de�ildir ve yaln�zca kendisine gelen vahye uyan bir kimse idi. Durum böyle olunca nereden bilecekti ve her yüzy�lda bir müceddid gelecek diyebilecekti, diye sorulmaz m�? Bu sorunuzu olu�turan rivayetler ilk bak��ta �slam’a ters görülmeyebilecek, fakat içeri�inin doldurulmas� tamamen indî kanaatlara kalm�� sözlerle tasavvuf erbab� kendisine yer yapm�� ve bu yeri sa�lamla�t�rm��t�r. Bu sözlerde görülebilecek bir isabet var ise Kur’an bunlar�n daha yükse�ini, daha isabetlisini vermektedir. Peygamber de Kur’an’a göre davrand���na göre ne idü�ünü bilmedi�imiz bu tür rivayetler yerine do�rudan Kur’an’a bakmak insan� daha emin k�lmaktad�r. Kur’an’da söylenenlerin Allah’�n sözleri oldu�undan emin olmam�za kar��n hadis rivayetlerinin peygamberimizce söylenildi�inden esas itibariyle tereddüt ta��yoruz ve emin de�iliz. Onun söyleyip söylemedi�inden. Bunun içindir ki bir konuda bir kesin delil var iken, esastan mu�lak bir delil bunun yan�nda esâmisi okunmaz, bu hem aklî hem de naklidir. Ki Allah Kur’an’da ‘Zan, gerçekten bir �ey ifade etmez’ buyurmaktad�r.
Sorunuzu sorarken de söyledi�iniz gibi ‘özel bir velî s�n�f�’ yoktur Kur’an’da… Kur’an’da s�n�f yoktur ki, Velî s�n�f� olsun. K�sa ve özetle söyleyecek olursak ‘Râmuz’ül Ehâdis’ isimli kitab Müslümanlar aras�nda Buhârî, Müslim türünden itibar gören bir kitab olmay�p tasavvufçular�n hepsi taraf�ndan da de�il, Nak�ibendîyye taraf�ndan üzerine kuluçkaya oturulan bir zay�f rivayetlerin (isrâiliyyât�n) derlendi�i kitapt�r ki kimsenin gözünde yeri yoktur.
Sorunuzda yine ‘Bât�n’dan bahisle Kur’an’�n bir de bât�n� vard�r denilmesine de�inmi�siniz. Gayet isabetle söyledi�iniz gibi Kur’an’da müte�âbihatla u�ra�anlar�n bile kalblerinde bozukluk bulunanlar oldu�u söylenirken, nas�l olur da müte�âbihten de öteye gerçe�ini yaln�zca Allah’�n bildi�i hususlarda kulun fikir yürütmesi mümkün olur. Ve Allah nas�l olur da kullar�na kiminin anlay�p kiminin anlayamayaca�� bât�nî anlaml� bir Kitab göndermi� olabilir? Kur’an’a ayk�r� rivayetler, kesinlikle reddedilirler. Biz de bu türden rivayetlere itibar etmiyoruz.
Bât�n; iç, bilinmeyen, gizli demek ise bu takdirde Allah’�n bât�n� da O’nun gizledi�i, gizli tuttu�u �ey(bilgi) demek olur. Durum böyle olunca da O’nun saklad���n� kimsenin bilmesine imkân bulunmad���na göre böylesi gizli bir durumdan kullar�n� nas�l olacak da sorguya çekecektir dersiniz? Olacak i� midir bu? Kur’an böyle dü�ünmeye mâni bir kitabt�r. Kur’an’� anlamak istemeyenler veya biz anlar�z diye tekeline almak isteyenlerin sar�ld�klar� israiliyyattan bir rivayettir böylesi rivayetler. Kullar�n gücü bât�n� ö�renmeye yetmeyece�ine göre nas�l olacakt�r da Allah, kullar�n�n ula�amayacaklar�, bilemeyecekleri bir bilgiden dolay� sorgulayacakt�r, imkân görüyor musunuz? Bu mümkün de�ildir.
�nsan Kur’an’� çokça okur ve neleri nas�l aç�klayan ve anla��lmaz yer b�rakmayan bir Kitab oldu�unu görürse bu takdirde uyduruk �eylere itibar� kesinlikle azal�r ve biter. Zaten Kur’an bir di�er yandan da insanlar� ‘kuruntular�’ndan kurtarmak ve gerçekleri bildirmek için gönderilmi� bir kitab de�il midir? Bât�n Allah için gerçektir, lakin aç�klamad���ndan bizler için bât�n ancak kuruntular�m�z�n olu�turaca�� �eyler olabilir. Zira Allah’�n bildirmedi�ini, ula�amayacak olman�za ra�men bilmeye çal��mak demek kurmak, kuruntu yapmak demektir ki �slam’da kuruntunun be� paral�k de�eri yoktur. Size ve tan�d�klar�n�za selam ediyor ve hepinizi Allah’a emanet ediyorum.
(�ktibas Dergisi, say� 193, sayfa 56-57-58)
ALLAH’IN PEYGAMBER� DÜZELTMES�
Allah, kullar�na (insanlara) elçi gönderir. Hz. Âdem(as.)’den Hz. Muhammed(sa.)’e kadar geçen sürede isimlerini Kur’ân’da and��� için bizim de kesin olarak bildi�imiz elçilerin yan�nda, isimlerini ve gönderildikleri kavimleri (topluluklar�) anmad��� daha birçok peygamber, uyar�c� gönderdi�ini yine O’nun Kur’an’daki sözlerinden kesin olarak biliyoruz.
Yeryüzünde gezip dola�anlar�n insanlar olmas� münasebetiyle bunlara gönderilen elçilerin de içlerinden (insanlardan) seçilip gönderildiklerini de yine Kur’ân’�n ifadesi ile biliyoruz. Sürekli olarak Allah, gönderdi�i elçilerine “Ben de sizin gibi bir insan�m, ne var ki bana vahyediliyor” dedirtmi�tir. Bunu tekrar tekrar, mükerreren söyletmi�tir onlara. Tekrar edilmesindeki sebebin ise Allah’�n insanlar�n içinden seçip onlara tebli�le görevlendirdi�i elçilerin “Sen de bizim gibi bir insans�n… Yiyor, içiyor, çar��larda geziyor ve bizim konu�tu�umuz dil ile konu�uyorsun” ve ilââhir gerekçelerle reddedilmesi oldu�unu görüyoruz. Yap�p ettiklerini Kur’ân’�n ifadeleri ve kendisinden bize intikal etmi� birçok rivâyet ile daha tafsilatl� olarak bildi�imiz Hz. Muhammed(sa.) de ayn� gerekçelerle gönderildikleri insanlar taraf�ndan elçili�i kabul edilmemi�, itiraz edilmi� elçilerin ba��nda gelmektedir. Red için gösterilen gerekçelerin söz olarak ne �ekilde ifade bulursa bulsun özünde yatan sebeb elçinin bir insan, hem de kendileri gibi bir insan olmas�d�r. Bütün itirazlar bu noktada toplanmaktad�r.
�nsanlara, neden yine onlardan birini elçi olarak gönderdi�ini de aç�klayan Allah: “Yeryüzünde gezip dola�anlar �ayet melekler olsa idiler, elbette Biz onlara kendilerinden (yani bir melek) birini elçi gönderirdik” buyurmas�na ra�men insanlar, kendilerinden birinin, yine kendilerine elçi olarak gönderilmesini, kuruntular� sonucu bir türlü kabul edememi�lerdir. Hattâ, ileride de�inece�imiz gibi bu hastal�k (itiraz hastal���) bir ba�ka �ekliyle Müslüman oldum diyenlere bile geçmi� ve onlarda da tezahürlerini göstermi�tir.
�nsanlar oldum olas�, ilâhî hususlarda mes’eleyi büyütmü�ler, kuruntular�n� kar��t�rm��lar, zannlar�yla hareket etmi�lerdir. Din edinmede mutlaka ak�l ölçü olmal� iken, yani kendisine sunulan dini kabul veya reddetmede ak�llar�n� kullanmalar� gerekirken, nerede ise ezici ço�unluk bunu yapmam��, aksine zannlar�, kuruntular� ile hep insanüstülük aram��lard�r Allah’�n elçilerinde. �nançlar�n� al�rken herhalde ak�llar�n� kullanmalar� gerekti�i halde genelde buna ayk�r� hareket ederek, kuruntular�na, zannlar�na daha çok ve üstün yer vermi�lerdir.
�nsan, yarat�l��� gere�i, kendisine verilen akl� kullanarak do�ru veya e�riyi bulabilecek iken birçok konuda, hele dini konusunda bunun genellikle tersini yaparak, zann�n�, kuruntusunu öne alm�� ve onunla sonuca varmay� tercih edegelmi�tir. Asl�nda bu bir tercih de olmay�p, zaaf�na ma�lub olmad�r. Gerçekten insan zay�ft�r.
Allah, bütün yaratt�klar� ve hasseten de insanlar için rahimdir. Bu sebeble de onlara, ya�ayacaklar� belirli süre içinde huzurlu bir hayat geçirebilmeleri için f�tratlar�na uygun ölçüler bildirmek gere�ini duymu�tur. Bunun sonucu olarak da bu kullara uyanlara ahiret hayat� için sonsuz saadetler vaadetmi�tir. Bunu biz kullar� için rahmetinden, kereminden yapm��t�r. Bu sebeble de kullar�na gönderdi�i elçileri, onlar� içinden seçti�i toplumun dili ile konu�an, onlardan biri olarak seçmi� ve anla��ls�n için de kendi dilleri ile onlara göndermi�tir. Bütün bunlar� kullar� için kolayl�k olsun diye yapm��t�r. Nitekim Allah kullar�na dinde güçlük yüklememi�, onlar için kolayl��� istemi�tir. O sebebledir ki onlardan birini onlara elçi göndermi�, onlar�n dili ile ve anlayabilecekleri �ekilde vahyetmi�tir. Bu gerçekten bir kolayl�kt�r. Allah, hep kolayla�t�rd��� halde insanlar, kuruntular�n�n sonucu olarak hep zorla�t�rm��lard�r. Kendileri için “güzel örnek” olarak gösterilen bir melek de�il, insand�r. �nsan olmas� kolayl�kt�r, zira yarat�l��� bizim yarat�l���m�z gibidir, bize benzeyen biridir, bizlerden biridir. Bundan dolay� kendisini örnek edinebilmemiz kolayd�r. Melek olsa idi, ona benzememiz de�il kolay, mümkün bile olmazd�.
Peygamberin bizler gibi olmas� demek; onun da yemesi, içmesi, uyumas�, unutmas�, hata etmesi, yan�lmas� demektir. �nsan olmas� itibariyle, insanî zaaflar ta��mas� demektir. Elçi olarak gönderilen de ihtiyaç duyar, korkar, iyi gördü�ü (zannetti�i) �ey kötü olabilir. �yi görmedi�i de iyi olabilir. Dü�ünmedi�i olur. Baz�lar�na yüz ek�itebilir, kimini yan�ndan kovmay� dü�ünebilir, �üpheye dü�ebilir, tereddüd edebilir. Kâfirlere, münaf�klara uyma meyli duyabilir. Sab�rs�z olabildi�i anlar olabilir, izin verilmemesi gerekenlere izin vermi� olabilir. Gayb� (bilinmeyeni) bilemez. E�leri olsun veya ba�kalar� olsun, insanlar�n r�zas�n� üstün tutmaya meyledebilir. Gereksiz yere yemin edebilir. Dünya mal�n� isteyebilir.
Bütün bunlar� kesinlikle Kur’ân’a bakarak yaz�yoruz, söylüyoruz. Zira Rabb’imiz Allah, gerçekten Kur’ân’da aç�klamad��� �ey b�rakmam��t�r, anlamak isteyenler için.
Allah’�n, Elçisini ikaz etmesi ile ilgili âyetlere bakal�m: «Âmân�n kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ek�itti ve geri döndü. Onun halini sana kim bildirdi? Belki O, temizlenecek yahut ö�üt alacak da ö�üt ona fayda verecek.»(80/1-2-3-4). «Kendini müsta�ni (ihtiyaçs�z) sanana gelince, i�te sen temizlensin diye ona yöneliyorsun. Oysaki onun temizlenip ar�nmas�ndan sen sorumlu de�ilsin.»(80/5-6-7). Hepimizin bildi�i gibi ö�üt almak için kendisine gelene (ne sebeble olursa olsun) yüzünü ek�itmesi ve geri dönmesi sebebiyle Allah’�n elçisi, Allah taraf�ndan uyar�l�yor. Böyle yapmamal�s�n, �öyle yapmal�s�n �eklinde düzeltiliyor. Demek ki düzgün olmayan bir �eyler var ortada. Bu sebeble düzeltiliyor. Zira insand�r, yan�labilir. Görevini ne kadar benimsiyor ve candan teslim oluyorsa da insan olmas�n�n eksikli�i Rabb’i kar��s�nda kendini gösteriyor ve yan�l�yor. Yan�lg�s� düzeltiliyor.
Bedir esirlerine yap�lan muamele ile ilgili olarak gelen âyette yine Allah, elçisini düzeltmekte, yapt���n�n yanl��l���n� hat�rlatmaktad�r. «Yeryüzünde a��r bas�ncaya kadar, hiçbir peygambere, esirleri bulunmas� yara�maz. Siz geçici dünya mal�n� istiyorsunuz, hâlbuki Allah, âhireti istiyor. Çünkü Allah, azizdir, hâkimdir.»(8/67) Ayn� olayla ilgili olarak devamla «Allah’tan bir yaz� geçmemi� olsayd�, ald���n�z fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azab dokunurdu. Art�k elde etti�iniz ganimetten helâl ve temiz olarak yiyin. Ve Allah’tan korkun. �üphesiz ki Allah, ba���layan merhamet edendir.»(8/68 69) buyuran Allah, Elçisinin Bedir esirlerini fidye alarak b�rakmas�n�n yanl��l���n� belirtmektedir. Peygamber kendisine indirilenlerle hükmetmektedir. Fakat bazan kar��la�t��� mes’ele ile ilgili olarak o güne kadar indirilmi� bir âyet bulunmad���ndan, arkada�lar� ile de dan��arak (o güne kadar indirilmi� olanlar�n �����nda) genel bilgileri ile hüküm vermektedir. Bu takdirde yan�ld��� da olmaktad�r. Fakat onu elçi olarak gönderen, elçisinin yanl��lar�n�, yan�lg�lar�n� düzeltmektedir, düzeltmelidir de.
Yine bu cümleden olarak “�fk Olay�” diye bilinen olayla ilgili geli�melere bakal�m. Bilindi�i gibi olay pek k�sa olarak �öyle cereyan etmi�tir.
Hz. Ai�e, hemen her seferinde bir e�inin kat�ld��� gibi Peygamberin bir seferinde kendisine refakat etmi�ti. Kafirlerin konaklad��� yerde kalk�p uzakla�mas�na ra�men, hâceti için oradan uzakla�an Ai�e de unutulmu� ve devesinin üzerindeki kapal� yerde san�lm��t�. Ardç� olarak arkada kalanlar�n olup olmad���n� kontrol ile vazifelendirilen �ah�s onu bulmu� ve devesine bindirerek kafileye yeti�tirmi�ti. Bunun üzerine de özelikle münaf�klar�n ba�� çekti�i fakat daha sonra hemen herkesin kat�ld��� bir iftira kampanyas� al�p yürümü� ve onu devesine bindirenle zina yapt��� iftiras� yayg�nla�t�r�lm��t�. Peygamber de onu, babas� Hz. Ebû Bekr’in evine yollam��t�. Bu konu ile ilgili olarak gelen âyetleri pe� pe�e okudu�umuzda yap�lan yanl��l���n ne oldu�u, ne yap�lmas� gerekirken, neler yap�ld��� ba�ta peygamber olmak üzere Müslüman�m diyen herkese Allah taraf�ndan hat�rlat�lmakta ve onlar�n tümünün yanl��� düzeltilmek istenmektedir.
«Bu a��r iftiray� uyduranlar, �üphesiz sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmay�n, aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir ki�iye, günah olarak ne i�lemi�se, o vard�r. Bu günah�n büyü�ünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azab vard�r. Erkek ve kad�n mü’minlerin bu iftiray� i�ittiklerinde kendi vicdanlar�yla hüsnü zanda bulunup da ‘Bu apaç�k bir iftirad�r’ demeleri gerekmez miydi? (Bu iddiay� ortaya atanlar�n)da dört �ahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki �ahitler getirip isbat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalanc�lar�n tâ kendisidirler. E�er dünyada ve ahirette Allah’�n lütuf ve merhameti üstünüzde olmasayd�, size mutlaka büyük bir azab isabet ederdi. Çünkü siz bu iftiray�, geli�igüzel birbirinizin a�z�ndan al�yor ve hakk�nda bilgi sahibi olmad���n�z (bu uydurma haberi) a��zlar�n�zda geveleyip duruyorsunuz. Hâlbuki bu Allah kat�nda çok büyük (suç)tur, Onu duydu�unuzda, ‘Bunu konu�up, yaymam�z bize yak��maz. Hâ�â! Bu çok büyük iftirad�r’ demeli de�il miydiniz? E�er inanm�� insanlarsan�z, Allah, bir daha buna benzer bir tutumu tekrarlamaktan sizi sak�nd�r�p uyar�r. Ve Allah, âyetlerini size aç�kl�yor. Allah (i�in içyüzünü) çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. �nananlar aras�nda kötü söz ve davran���n yay�lmas�n� arzulayan kimseler için dünyada ve ahirette de çetin bir ceza vard�r. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya sizin üstünüzde Allah’�n lütuf ve merhameti olmasayd�: Allah, çok merhametli ve �efkatli olmasayd� (söyleyiniz, haliniz ne olurdu). Ey imân edenler! �eytan�n ad�mlar�n� takib etmeyin. Kim �eytan�n ad�mlar�n� takib ederse, �unu bilsin ki o, edepsizlikleri ve kötülü�ü emreder. E�er üstünüzde Allah’�n lütuf ve merhameti olmasayd�, içinizden hiç kimse temize ç�kamazd�…»(24/12’den 21’e kadar)
Dikkat edilirse olayla ilgili olarak pe� pe�e iktibas etti�imiz âyetler peygamber dâhil hiç kimseyi istisna etmeden (elbette ba�ta iftiray� ilk uyduranlara) büyük azab oldu�undan söz etmekte ve iftiray� uydurmamak ba�ta olmak üzere, uydurulmu� bir iftiray� (delilsiz haberi) de kimsenin a�z�nda çi�neyip durmamas� gerekti�ini söylemektedir. Bir erke�in, hakk�nda zina iftiras� ç�kar�lm�� kar�s�n� babas�n�n evine yollamas�n�n bu iftiray� uyduranlar için ayr�ca destekleyici görüntüsü bulundu�u görülmezlikten gelinemez. Peygamber ba�ta olmak üzere bütün Müslümanlar Allah taraf�ndan uyar�lmakta ve böylesi bir olay kar��s�nda nas�l davranmalar� gerekti�i kendilerine aç�k aç�k söylenmekte ve ayr�ca tekrarlamaktan da sak�nd�r�lmaktad�r. Zira olay gerçekten Allah’�n belirledi�i hududlar�n d���nda cereyan etmi�tir. Allah kullar�ndan böylesi bir olay� gündeme getirebilmeleri için dört �ahit istemi�ken, kullar� bir �ahide bile gerek görmeden olay olmu� gibi hiçbir titizlik göstermeden birbirinin a�z�ndan ald��� haberi (tahkik etmeden) a��zlar�nda geveleyip durduklar�ndan (bir �eyler de ekleyerek, ba�kalar�na da yay�lmas�n� sa�lamalar�ndan) söz ediyor ve bunun önemsiz oldu�unu sand���m�z� fakat Allah kat�nda çok büyük bir suç oldu�unu aç�kl�yor.
Her iftira böyle de�il midir? Her as�ls�z haberi yaymak böyle de�il midir? Daha ilk duyulan yerde önüne set çekilip, ara�t�r�lmak, iddia sahibinden delil ve �ahit istemek gerekirken Müslümanlar neden böyle yap�yorlar? Allah, o gün de bu gün de önümüzü ayd�nlatan de�il midir?
«Ey Peygamber! E�lerinin r�zas�n� gözeterek Allah’�n sana (ve mü’minlere) helâl k�ld��� �eyi niçin kendine haram ediyorsun. Allah, yeminlerinizi çözmeyi size me�ru k�lm��t�r. Allah, sizin yard�mc�n�zd�r. O, bilen, her �eyi hikmetle idare edendir.»(66/1-2) âyetinin me�hur bal �erbeti olay� ile ilgili olarak geldi�i rivâyetleri vard�r. Pek k�sa olarak peygamber, han�mlar�n�n birinin yan�nda çok sevdi�i bal �erbeti içmi�, di�erlerinden ikisi de kad�n k�skançl��� sebebi ile aralar�nda anla�arak peygambere bunu a�z�ndan kötü kokular geldi�i �eklinde aksettirmi�ler ve peygamber de onlar�n k�skançl�klar�ndan dolay� böyle yapt�klar� ve kendini s�k�nt�ya soktuklar� için ‘madem ki böyle, yani bal �erbeti içti�im için k�skançl�klar oluyor ve ba��m� a�r�t�yorsunuz, o takdirde ben de bundan böyle bunu içmem (haram olsun) diye yemin etmi�tir. Burada yap�lan yanl�� da Allah taraf�ndan düzeltilmi� ve hem Allah’�n helâl etti�ini (peygamberce de olsa) haram edilemeyece�i vurgulanm��, hem de böylesi sebeblerle yap�lan yeminlerin bozulmas�ndan korkup, yanl��� tekrar etmeyi önlemek istemi� ve yeminlerin bozulmas�nda bir mahzur bulunmad��� belirtilmi�tir. Allah’�n, Peygamberi ba�ta olmak üzere kullar�n�n yard�mc�s� oldu�u, onlar� s�k�nt�dan kurtar�c� aç�klamalarla bildirilmi�tir.
«Mü�rikler, sana vahyetti�imizden ba�ka bir �eyi yalan yere bize isnâd etmen için seni, nerdeyse sana vahyettiklerimizden sapt�racaklar ve ancak o takdirdedir ki seni candan dost edineceklerdi. E�er seni sebatkâr k�lmasa idik, gerçekten neredeyse, onlara birazc�k meyledecektin. Ama, o zaman hiç �üphesiz sana hayat�n ve ölümün s�k�nt�lar�n� kat kat tatt�r�rd�k; sonra Bize kar�� kendin için bir yard�mc� da bulamazd�n.» (17/73-74-75)
Bu âyette de süregiden hayat�n içinde mü�riklerin Allah’�n elçisine teklifleri, beklentileri ve ona vaad ettiklerinden söz edilmektedir. �nsan olarak sen ‘nerede ise onlara birazc�k meyledecektin’ buyuran Allah, elçisinin temayül gösterdi�i zaaftan söz etmekte ve bundan ancak ‘seni sebatkâr k�lmasa idik’ demek suretiyle, yani Kendi korumas� ile kurtulabildi�ini aç�klamaktad�r. E�er onlara birazc�k da olsa meyletse idi ne olaca�� ile ilgili tehdid de âyetin devam�nda hemen buyurulmaktad�r. ‘Ama, i�te o zaman sana hayat�n ve ölümün s�k�nt�lar�n� kat kat tatt�r�rd�k!’ denilmektedir. Bu tehdide kar�� bir �ey yapamayaca��na ise ‘Sonra Bize kar�� kendin için bir yard�mc� da bulamazd�n’ diyerek onu dört bir yandan ba�lamaktad�r. Ba�ka âyetlerde de böylesi tehdidlere rastlamaktay�z. Allah’�n elçisini sebatkâr k�lmas� sonucu onun, mü�riklerin diledi�i istikamete meyletmekten korunabildi�ini, aksi halde bu zaaf� gösterebilece�ini, âyetin ifadesinden aç�kça anlamaktay�z. Bu da göstermektedir ki Allah’�n elçisi, gerçekten bir insand�r ve zaaf gösterebilir.
Ashâb-� Kehf ile ilgili âyetler geldi�inde -ki Medine’de nazil olmu�tur- bilhassa Medineli Yahudiler onlar�n isimleri ve say�lar�yla ilgili olarak peygamberle konu�makta, birtak�m iddialar öne sürmektedirler. �srâilî bilgiler cümlesinden olarak ortaya att�klar� bilgilere kar�� Allah, elçisini uyarmakta ve «Onlar�n say�lar�n� Rabb’in daha iyi bilir. Onlar hakk�nda bilgisi olan çok azd�r, öyle ise Ashâb-� Kehf hakk�nda delillerin aç�k olmas� haricinde bir münaka�aya giri�me ve onlar hakk�nda hiç kimseden bilgi isteme.»(18/22) demektedir. Bu âyette Ashâb-� Kehf’in say�lar� hakk�nda Yahudilerin öne sürdü�ü rakamlara itibar etmemesini, isimleriyle ilgili konuda da tart��mamas� velhâs�l kendisi için gayb olan (bilinmeyen) hususlarda genel olarak oldu�u gibi bu konuda da tart��maya girmemesini elçisine emreden Allah ‘delillerin aç�k olmas� halinde’ ifadesini kullanarak gerek elçisine, gerekse onun vas�tas�yla biz Müslümanlara ancak delillere dayanarak konu�abilece�imiz, kanaat sahibi olabilece�imiz hususunda düstur belirlemektedir. Müslümanlar, ba�ta peygamberleri olmak üzere delile dayal� olarak kanaat sahibi olmak ve konu�mak durumundad�rlar. Hele hele gaybî konular bu hususta ba�ta gelmektedir. Bu ikâz� yapmak suretiyle Allah, elçisinin bir ba�ka türden yanl��a dü�mesini önlemek istemi� ve ona yol göstermi�tir ki, bu yol bizleri de mutlaka ba�lay�c�d�r.
«Allah’�n dilemesine ba�lamad�kça (in�aallah demedikçe) hiçbir �ey için ‘Bunu yar�n yapaca��m’ deme. Bunu unuttu�un takdirde Allah’� an ve ‘umar�m Rabb’im beni do�ruya bundan daha yak�n olan bir yola iletir’ de.»(18/23-24) âyetinde de bir ba�ka hususta Allah, elçisini uyarmakta ve ona do�ru olan� göstererek, gösterdi�i gibi hareket etmesini ö�ütlemektedir. Bilindi�i gibi Yahudilerden bir grubun, Allah’�n elçisini imtihan(!) etmek maksad�yla ona baz� sorular sorduklar� ve onun da bu sorular�n cevab� için “Yar�n gelin, size sorular�n�z�n cevab�n� vereyim” dedi�ine dair rivayetleri hat�rlayacaks�n�z. Bu sorular ruh ile ilgili sorunun da aralar�nda bulundu�u sorulard�r. Peygamber, kendisine bu sorular� soranlara elbette ki Allah’tan gelecek cevaplar� verecekti. Bir zaaf göstererek (yani Allah’�n ne zaman cevap gönderece�ini kesin olarak biliyormu� gibi davranarak) ‘Yar�n gelin size sorular�n�z�n cevaplar�n� bildireyim’ demi�tir. �kaz bu sebeble gelmi� ve Allah, elçisinin bu gibi durumlarda nas�l davranmas� gerekti�ini onu uyararak bildirmi�tir. Allah, gönderece�i vahyi, ancak Kendisinin takdir etti�i zaman gönderir, elçisinin söz verdi�i vakitle ba�l� de�ildir ve olamaz da. Bu itibarla Elçi, mutlaka kendini vazifelendirenin (Allah’�n) diledi�i zaman (in�aallah) demek suretiyle, O’ndan gelecek cevab� beklemesi ve bu cevap geldi�inde ancak, onlara bildirmesi gerekir. Elçi de olsa, Elçisi oldu�unun tasarrufu ile kay�tl�d�r. Allah ne zaman isterse o zaman bildirir, bildirmesi gerekti�ini. Elçisinin arzusuna tâbi olmad��� gibi, onun kendisini dü�ürdü�ü s�k�nt�l� durumdan onu, onun istedi�i zaman de�il, ancak Kendisinin istedi�i zaman kurtaraca��n� Elçi bilmelidir. Elçi’nin de derse ihtiyac� vard�r, ö�renece�i �eyler vard�r. Nas�l davranaca�� ile ilgili talimata ihtiyac� vard�r. Vahy, elinin alt�nda imi� gibi ‘Yar�n gelin cevaplar�n�z� vereyim’ diyebilmesi mümkün de�ildir. Zira bu konuda da yaln�zca Allah’�n iradesi ve dilemesi söz konusudur. Elçi, ba�ka konularda da oldu�u gibi bu konuda da yan�ld� ise onu gönderen Rabb’i onu düzeltecektir. Nitekim de öyle olmu�tur. Yani k�saca Allah’�n dilemesi (yani me�ietiyle) olacak bir i� için insan, Allah’�n elçisi de olsa kesin bir söz veremez, i�i Allah’�n me�ietine ba�lamak zorundad�r. Böyle yapmad��� takdirde uyar�l�r, âyette gördü�ümüz gibi. Olay� anlatanlar bildi�iniz gibi Yahudilerin sorular�na ‘Yar�n gelin, cevaplar�n�z� vereyim’ diyen Allah’�n elçisinin bu cevaplar� söz verdi�i ertesi gün veremedi�ini, daha ertesi gün de, daha nice günler de veremedi�ini (zira bu konuda vahiy gelmiyordu) ve bu yüzden soru sahibi Yahudilerin ve i�in içine kar��an münaf�klar�n da katk�s�yla Peygamber ile alay edilmeye ba�land���n� söylüyorlar, zaten onlar�n amac�n�n bu oldu�u da tahmin edilmektedir. Fakat vahyin gelmesi geciktikçe soru sahipleriyle münaf�klar ilk günler ‘peki öyleyse’ deyip geçerler iken vakit ilerledikçe ve vahyin gelmesi geciktikçe yava� yava� kendi aralar�nda ‘Allah Muhammedi terketmi�’ demeye ba�lam��lard�. Bu hâl de Allah’�n elçisini epey s�k�nt�ya sokuyordu. Öyle ya verdi�i sözü yerine getiremiyor ve ‘yar�n veririm’ dedi�i cevab� veremeden günler geçiyordu. Bu günler, soru sahipleri Allah’�n elçisine geliyor ve ‘daha gelmedi mi?’ diyorlard�. Gelmeyen cevab� veremeyen peygamber âdetâ so�uk terler döküyor ve s�k�l�yordu. Elbette Rabb’inin kendisini bu s�k�nt�dan kurtaraca��n� ve Yahudilerin kar��s�ndaki mü�kil vaziyetine son verece�ine inan�yordu ama cevap da gelmekte gecikiyordu. Rabb’i elçisini daraltmazd�. Lâkin i�te bir yanl��l�k olmal� idi. Nitekim gelen cevapta ‘Allah’�n dilemesine ba�lamad�kça (in�aallah) demedikçe…’ denilmek suretiyle i�teki ‘yanl��l�k öncelikle belirtiliyor ve davran��taki yanl��l�k düzeltilerek daha sonra cevap veriliyordu. Zira sorular�n cevaplar�ndan daha önemli olan Allah’�n elçisinin davran�� biçimi idi. Ondaki yanl��l�k düzeltildikten sonra sorular�n cevab� veriliyordu. Konu esas itibariyle peygamberin nas�l davranmas� ile ilgilidir, sorular�n ne oldu�u ile ilgili de�ildir. ��in bu yan� tâlî derecededir. As�l olan Elçinin neyi, nas�l yapaca�� ile ilgili davran�� biçimidir, ki âyet bu konuya ���k tutmakta ve Allah, elçisini burada da düzeltmektedir.
«Allah’�n nimet verdi�i, senin de kendisine ikram edip (hürriyetine kavu�turdu�un) kimseye: ‘E�ini yan�nda tut (bo�ama) Allah’tan kork’ diyorsun. Hâlbuki Allah’�n aç��a vuraca�� �eyi, insanlardan çekinerek içine gizliyorsun. Oysa as�l korkmaya lây�k olan Allah’t�r. Zeyd, o kad�n�n ili�i�ini kesince Biz onu sana nikâhlad�k ki (bundan böyle) evlatl�klar�, kar�lar�yla ili�kilerini kestikleri (onlar� bo�ad�klar�) zaman o kad�nlarla evlenmek hususunda mü’minlere bir güçlük olmas�n. Allah’�n emri yerine getirilmi�tir. Allah’�n kendisine helâl k�ld��� bir �eyi yerine getirmekte peygambere herhangi bir vebâl yoktur, önce geçen (peygamberler) aras�nda da Allah’�n âdeti (sünneti) böyle idi. Allah’�n emri, mutlaka yerine gelecek, yaz�lm�� bir kaderdir. O peygamberler ki Allah’�n gönderdi�i emirleri duyururlar. Allah’tan korkarlar ve O’ndan ba�ka kimseden korkmazlar. Hesab görücü olarak Allah herkese yeter.»(33/37 ilâ 39) âyetleri de me�hur oldu�u üzere Zeyd’in peygamberin halas� k�z�yla evlili�i ve ondan kendisini dengi görmeme sonucu yürümeyecek bir evlili�e son verme iste�inin peygamber taraf�ndan engellenmek istenmesidir. Bu olay da bize peygamberin, insanlar aras�nda süregelen âdetler kar��s�nda zay�fl�k gösterdi�i ve insanlardan çekinmesi sonucu Allah’�n aç��a vurdu�unu insanlardan (k�nayacaklar� gerekçesiyle) çekinmesi sonucu içinde gizlemesinin do�ru olmad��� vurgulanmakta ve Elçi, Allah taraf�ndan düzeltilmektedir. Bu konuda nas�l davranmas� gerekti�i kendisine ö�retilmektedir. �nsanlar�n “Bak bak!, kendisi almak için evlatl���na kar�s�n� bo�att�r�yor” demelerinden çekinmesini söz konusu eden Allah, elçisinin hem bu yanl���n� düzeltmek, hem de bu konuda do�ru olan�n ne oldu�unu bildirmek suretiyle yol göstermektedir. Zira, o zamanlarda evlatl�klar bilindi�i gibi insanlar�n gerçek evlâd� say�l�yor ve onun bo�ad��� kar�s� ile evlenmek kerih görülüyor, a�a��lanma vesilesi say�l�yordu. Allah, evlatl�klar�n gerçek evlad olmad�klar�n�, bunun insanlar�n demelerinden öte bir anlam ifade etmedi�ini «Muhammed sizin erkeklerinizin hiçbirinin babas� de�ildir» (33/40) buyurarak toplumun bu konudaki örfünün kald�r�lmas�, ona itibar edilmemesi bildiriliyor. Allah kat�nda bir anlam� olmayan böylesi bir örfe uyman�n da bir ecri bulunmad��� gibi, bilâkis Allah’�n helâl etti�ini haram etme manas� ta��d���n� belirtiyor ve bu s�k�nt�dan elçisini kurtar�yor öncelikle ve Müslümanlara da art�k böyle davranmalar�, atalar�n�n ne idü�ü belirsiz örflerini terketmelerini bildiriyor. Bizlere de genel bir düstur gösteriyor. �nsanlar�n k�namas� �ayet Allah’�n k�namas� ile paralellik ta��m�yorsa insanlar (Müslümanlar) bu k�namalardan çekinmemeli, korkmamal�, yaln�zca Allah’tan korkmal�d�rlar. “�nsanlar�n levminden korkma. Allah korkmaya daha lây�k de�il mi?”
“Allah, seni affetsin. Fakat do�ru söyleyenler sana iyice belli olup, sen yalanc�lar� bilinceye kadar onlara niçin izin verdin? Allah’a ve ahiret gününe imân edenler mallar�yla, canlar�yla sava�maktan (geri kalmak için) senden izin istemezler. Allah, takva sahiplerini pekiyi bilir. Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri �üpheye dü�üp, ku�kular içinde bocalayanlar (sava�tan geri kalmak için) senden izin isterler. E�er onlar sava�a ç�kmak isteselerdi elbette, bunun için bir haz�rl�k yaparlard�. Fakat Allah, onlar�n davran��lar�n� çirkin gördü ve onlar� (böyle cihad gibi güzel bir amelden) geri koydu, onlara, ‘Oturanlarla (kad�n ve çocuklarla) beraber oturun’ denildi. E�er içinizde (onlar da sava�a) ç�ksalard�, size bozgunculuktan ba�ka bir katk�lar� olmazd� ve mutlaka fitne ç�karmak için aran�zda ko�arlard�. Hâlbuki içinizde de onlara iyice kulak verecekler vard�r. (Bunlar� ku�kuland�r�p fitne ç�karabilirlerdi) Allah zalimleri gayet iyi bilir. Andolsun onlar, önceden de (Uhud Sava��nda) fitne ç�karmak istemi�ler ve sana nice i�ler çevirmi�lerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah’�n emri gâlib geldi. Onlardan öylesi de var ki ‘Bana izin ver, beni fitneye dü�ürme’ der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye dü�mü�lerdir. Çünkü cehennem, kâfirleri mutlaka ku�atacakt�r.»(9/43 ilâ 49)
Tebuk seferine ç�k�l�rken Müslüman görünen baz�lar�n�n (münaf�klar�n) peygamberden kendileri için sava�a kat�lmamak üzere izin istediklerini ve onun da bunlara izin vermesini k�n�yor âyet. Ve peygamberine Allah, nas�l davranmas�n�n daha isabetli olaca�� hususunda ders veriyor ve onu düzeltiyor, yapt���n�n yanl�� oldu�unu belirtiyor. ‘Allah’a ve ahiret gününe inananlar�n mallar�yla, canlar�yla sava�maktan (geri kalmak için) peygamberden izin istemeyecekleri’ gerçe�i vurgulanarak, gerçekten izne ihtiyac� olanlarla, münaf�kça izin isteyenlerin ‘iyice belli olmadan izin verilmemesi gerekirdi’ buyuruyor Allah, elçisine. Bu gibilerin Uhud’a ç�k�l�rken de henüz sava� alan�na varmadan geri döndüklerini, bu hallerinin Müslümanlar için daha isabetli oldu�una i�aret ediliyor. Zira sava��l�rken ric’at (geri dönme) daha tehlikeli oldu�u halde henüz sava�a ba�lamadan geri dönmenin o kadar kötü sonuçlar do�urmayaca�� anlat�lmak isteniyor.
Allah, elçisini buradaki davran���nda da düzeltiyor ve ona nas�l davranmas� gerekti�ini gösteriyor. Yanl��� belirtiyor. Sava� s�ras�nda geri dönmenin (ric’at etmenin) sava�lar aras�nda bulunan belki daha az zay�f olanlar� da etkileyerek çok daha kötü sonuçlar verebilece�ine de�iniyor. Yani kolun, k�r�ld�ktan sonra yen içinde kalmas�n�n hiçbir yarar� olmad��� anlat�lmak isteniyor. D��ar�dan bak�l�nca birlik içinde görünmenin gerçek birlik olmad���, çürüklerin o birli�i (vahdeti) d��ar�dan gelecek tehlikeden daha fazla etkileyece�i belirtiliyor. Biz Müslümanlara da ders veriyor ve stratejilerimizi tesbitte esaslar belirliyor, yol gösteriyor Rabb’imiz. Konu üzerinde genel olarak daha çok �eyler söylemek mümkündür ve söylenmeli, dü�ünülmelidir. Ama bizim konumuz Allah’�n, elçisini düzeltmesidir. Bu s�n�r� ta�mak istemiyor ve konumuzla ba�l� kalmak istiyoruz. Zira ancak bu suretle üzerinde durulan konu daha iyi anla��labilir ve zihinlerde yerle�ebilir.
«Biz senin gö�sünü açmad�k m�? A��rl���ndan dolay� belini büken yükünü senden al�p, atmad�k m�? Senin �an�n� ve ününü yüceltmedik mi? �unu iyi bil ki; Muhakkak zorlukla beraber bir kolayl�k vard�r. ��lerinden bo�ald���n vakit, tekrar çal�� ve yorul, Rabb’ine ra�bet et.»(94/1 ilâ 8)
Peygamberin gö�sünün aç�lmas�, yüre�ini ç�kar�p, y�kay�p tekrar yerine yerle�tirilmesi de�ildir. Buna dair Kur’ân’da en küçük bir i�aret bile yoktur. Gö�sün daralmas� ve gö�sün aç�lmas� bir deyimdir ve anlam� hem Arapça’da, hem de Türkçede bir insan�n bir mes’eleyi çözememesi, halledememesi sonucu s�k�lmas�d�r. Gö�sün aç�lmas� ise bir ç�kar yol bularak bu s�k�nt�dan kurtulmas�, ferahlamas�d�r. �çinde ya�ay�p durdu�u toplumda olup bitenler Kurey�li Muhammed’i dü�ündürmektedir. Ne yap�lmal�, nas�l edilmelidir ki kavminin (toplulu�un) içinde yüzdü�ü pislikten kurtulunmal�d�r. Muhammed bunu dü�ünmekte ve çözüm aramaktad�r. Lâkin bir ç�kar yol da bulamamaktan s�k�lmakta, daralmaktad�r. Deyim ile ifade edildi�inde ise ‘gö�sü daralmakta’ d�r. Yani ç�kar yol bulamamaktad�r. Kavminin halini dert edinen Muhammed dü�ünmekte, ta��nmakta ve ba��n� al�p daha sakin dü�ünebilmek için H�ra Ma�aras�nda kendini dinlemek, yaln�z kalmak istemektedir. S�k s�k gitmektedir bu ma�araya. Han�m�n�n merak etmesine ra�men az���n� al�p gitmektedir. Dü�ün, dü�ün bir yol da bulamamaktad�r. S�k�nt�lanmaktad�r. Yani âyetin ifadesi ile ‘gö�sü daralmakta’d�r. Nihayet kendisine gelen Cibril ona görünmü� ve Rabb’inin emrini bildirerek ‘Oku!’ demi�tir, üst üste. Sonunda talim ettirdiklerini okutmu� ve b�rak�p gitmi�tir. Hayat�nda ba��na ilk defa gelen bu olay Muhammed’i tela�land�rm��, korkutmu� ve olanca h�zl�l�kla evine yöneltmi�tir onu. Evinde han�m� vaziyeti görünce �a��rm�� ve ’Sana ne oldu, nedir bu hâlin?’ diye sormu�tur. Kendisi de ba��na geleni anlatm�� ve tereddüdünü aç��a vurarak ba��na gelenin ‘Rabbinden mi, �eytandan m� oldu�unu bilemedi�ini’ belirtmi�tir. Han�m� onu sakinle�tirmi� ve tedirginli�ini gidermeye çal��m��t�r. Olay� uzun uzun tafsil etmeden konuya geçersek Vahiy gelene kadar dert edindi�i mes’eleler sebebiyle s�k�nt�lanan, gö�sü daralan Muhammed’in, Rabb’i gö�sünü açm��t�r. Yani onu ferahlatm��t�r. Ona, neyin ne oldu�unu, kendi ba��na bulamad���, bilemedi�i �eyleri bildirmi� ve onu s�k�nt�dan kurtarm��t�r. Dert edindi�i mes’elelerden dolay� bükülen belini, a��rl���n� alarak (bulamad��� yolu göstererek) belini düzeltmesini mümkün k�lm��t�r. Daha evvel (vahiyden önce) pek tan�n�p bilinmeyen, ünü, �an� bulunmayan Muhammed’i ün ve �an sahibi yapm��t�r. �yi bilmesi gerekti�i hususun ise muhakkak zorlukla beraber bir kolayl���n bulundu�u gerçe�i oldu�udur..
«Sen Kitab nedir, iman nedir bilmezdin.»(42/ 52) buyuran Allah, Elçisinin vahiy gelmeden önceki durumunu bildirmektedir. Baz�lar�n�n Allah’�n defaatle bizler gibi insan oldu�unu vurgulamas�na ra�men sadece zannlar�na uyarak onu, do�du�undan beri peygamber oldu�unu bildi�ini söylemesi aç�kça Kur’ân’a terstir. Onun peygamberli�ini kabul etmeyenlerin gösterdikleri ana gerekçenin (bizler gibi bir insan olmas� gerekçesi) ne yaz�k ki onun peygamberli�ini kabul edenlerde de bulunmas� kabul edilecek ve ho� görülecek bir �ey de�ildir. Peygamberi, insanüstü görme temayülü mü�rikçe bir temayüldür ve Kur’ân’da bu temayül k�nanmaktad�r. Mü�riklerde bulundu�u ve tevhid üzerinde olanlarda bulunmamas� gereken hâlin hangi gerekçe ile (insanlar�n gerçekten zay�fl���n�n d���nda) bulunmas� aslâ kabul görmemelidir. Zay�fl��� ise Allah, bildirdi�i do�rularla gidermek istemektedir. Zaaf gösteren kullar�n� bundan kurtarmay�, hepimizi temizlemeyi dilemektedir. Buna ra�men mi kirli kalmaya devam edece�iz! Allah’a s���nmaktan ba�ka yol göremiyoruz aczimizden dolay�.
Peygamberi büyütmek, ya da onun büyüklü�ünü kabul etmek onu, insanüstü yapmaktan de�il, bilakis bizler gibi bir insan oldu�u gerçe�inden geçer. Bizler gibi bir insan olmas�na ra�men Rabb’ini raz� edebilmi� olmas�d�r ancak bizlere ‘güzel bir örnek’ olabilmesi. Ve onun büyüklü�ünün belirtisi. Hiç melekler insanlara örnek gösterilmi�ler midir? Hay�r! Zira bizlerin benzerleri de�ildirler. As�l itibariyle benzemediklerimize benzeme, yani onlar� örnek edinmek mümkün müdür? Aklediniz, lütfen. Allah için aklediniz. Zira Allah s�k s�k böyle buyuruyor. Ve akledemeyenleri davarlara benzetiyor, meleklere de�il.
«Rabblerinin r�zas�n� isteyerek, sabah ak�am O’na yalvaranlar� kovma! Onlar�n hesab�ndan sana bir sorumluluk, senin hesab�ndan da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur. Zira senin, onlar� yan�ndan kovman, zalimlerden yana olmana sebeb olur.»(6/52) Gerek özel olaylar, gerekse genel olarak Allah, elçisine hep yapt��� gibi yine yol göstermektedir. Yapt��� yanl��� düzelterek oldu�u gibi, yanl�� yapmamas� için de yol göstermektedir. Bu ve benzeri âyetlerin mutlaka yap�lm�� bir yanl�� üzerine nâzil oldu�unu dü�ünmeyiniz. Ama dü�ününüz ki yanl�� da yap�lmakta, yap�labilmektedir. Bu sebeble herhalde düzgünlü�e ihtiyaç hâs�l olmaktad�r, düzeltmek suretiyle de olsa. Hulûs ile Rabb’lerine yalvaranlar âciz de olsalar -ki acizlerden de böylesi olabilir- sak�n onlar� a�a�� görme, a�a�� görerek küçümseme ve sonuç olarak da yan�ndan kovma buyuruyor Allah. Yani Kendini Rabb’inin r�zas�n� dileyerek O’na iyi kul olmaya niyet ve amel edenlere hor bakma, küçümseme demektedir. Hiç kimsenin bir di�erine ‘sen Müslüman olamazs�n, senin Müslümanl���n� kabul etmiyorum’ demesi mümkün de�ildir. Bu davet umumîdir, bütün insanlarad�r. Kabul edenler acizlerden olurmu�, kabiliyetlilerden olurmu� bak�lmaz. Gelen herkese buyur edilmek zorunlulu�u vard�r. Senin, peygamber (elçimiz) de olsan böyle bir yetkin yoktur, olamaz da. Bundan haberdâr ol ve buna göre hareket et insanlara kar��, buyurmaktad�r Allah, kulu ve Elçisi Muhammed(sa.)’e. Yani Allah, elçisini sürekli olarak görüp gözetmekte ve davran��lar�nda ve hatta niyetlerindeki yanl��l�klar�, yan�lg�lar� düzeltmektedir. Böylesi de gereklidir. Zira o bir insand�r. Yan�lmamak Allah’�n vasf�d�r yaln�zca. Ba�ka birinin de�il, Allah’�n elçisi de olsa.
«Andolsun ki Allah Müslümanlardan bir gurubun kalbleri e�rilmeye yüz tuttuktan sonra Peygamberi ve güçlük zaman�nda ona uyan muhacirlerle Ensar’� affetti. Sonra da onlar�n tevbelerini kabul etti. Çünkü O (Allah), onlara kar�� çok �efkatli, çok merhametlidir.» (9/117)
Ayn� surenin 43 ilâ 49. âyetleriyle ilgili olarak yukar�da de�indi�imiz gibi peygamberimiz Tebuk seferine ç�karken münâf�klar gelip yalandan özür beyan edip izin istediler, o da onlara izin verdi. Bu hususta 43. âyet indi. Ve Allah, elçisine itâb etti. �tâb lügatte ‘azarlama, tersleme, paylama, dar�lma’ anlam�nda kullan�lmaktad�r. Dar�lmak için bir sebeb gereklidir. Bu sebeb de izin verilmemesi gerekenlere izin verilmesidir. Yalanc�lar� bilinceye kadar onlara neden izin verdin buyuran Allah, gösterilmesi gereken ihtimam�n gösterilmemesinden elçisini sorumlu tutmakta ve yanl���n� düzeltmektedir. Gerek peygamberin, gerekse kalblerine �üphe dü�en Müslümanlar�n ise tevbe etmeleri sonucu Allah, hem tevbe eden elçisini hem de muhacir ve Ensar’� affetti�ini bildirmektedir. Tevbe etmelerine sebeb olan yanl��lar� belirtilmekte, böyle davran�lmamas� istenmekte ve yanl��� gösterildikten sonra anlay�p ondan tevbe edenler (pi�man olan ve bir daha tekrar etmeyenler) affedilmektedir. Elçisi de buna dahildir, hattâ ba�ta zikredilmektedir.
«ï¿½imdi sen sabret!..» (30/60) diye ba�layan âyette de Resulullah(sa.) uyar�lmakta, yönlendirilmektedir. Mutlaka önce onun sab�rs�zl�k göstermi� olmas� gerekmez. Lâkin sab�rs�zl�k etmi� de olabilir. Her halükârda Elçisine Allah, sabr� ö�ütlemektedir. Sab�r göstermiyorsan göster, gösteriyorsan göstermeye devam et buyurmaktad�r. Te’kid ihtiyâc� duyuldu�u aç�kt�r, en az�ndan.
“Ey peygamber Allah’tan kork. Kâfir ve münaf�klara uyma. Elbette Allah her �eyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktad�r. Rabbinden sana vahyedilene uy.”(33/1-2)
Yukar�ya iktibas etti�imiz âyet ve benzeri sâir âyetlerle Allah, elçisini ikaz etmekte, uyarmaktad�r. Allah’tan korkmakla ba�layan uyar�, kâfir ve münâf�klara uyma diyerek sürmektedir. Allah’tan nas�l korkulaca��na ���k tutan âyet kâfir ve münâf�klara uymayarak korkulaca��n� göstermektedir. Senin herhangi bir �eyi �öyle veya böyle de�erlendirmen, sanman seni �öyle veya böyle dü�ünmeye veya davranmaya sevkedebilir. Örne�in, kâfir ve münâf�klara baz� konularda olsun uymay� isteyebilir, meyledebilirsin. Lâkin bunu yapma. Zira Allah her �eyi bilmektedir. Senin yanl�� de�erlendirmene sebeb olan �eyi de bilmekte ve yerli yerince yapmaktad�r. Sen gerekti�i �ekilde bunlar� de�erlendirmiyor olabilirsin. Bu sebeble de yan�labilir ve yap�lmamas� gereken �eyi yapabilir, yapmaya meyledebilirsin. Sen ‘Rabbinden sana vahyedilene uy..’ ba�ka bir �eye de�il, buyurmaktad�r Allah, elçisine.
“Ey Resul (elçi), Rabbinden sana indirileni tebli� et (aç�kla). E�er bunu yapmazsan O’nun elçili�ini yapmam�� olursun. Allah seni, insanlardan koruyacakt�r. Do�rusu Allah, kâfirler toplulu�una rehberlik etmez.”(5/67)
Elçili�in ön ve as�l �art�n�n AÇIKLAMA (tebli�) oldu�unu aç�kça belirten âyette Allah, elçisine yapmas� gerekeni söylüyor. �kinci olarak, yapmakta imtina edebilece�i bir hususta onu uyararak bu i�i yapmazsan ‘O’nun elçili�ini yapmam�� olursun’ diye onu aç�klamamaktan alakoymak ve görevi yerine getirmek için sen bunu yaparken insanlardan bir zarar gelece�ini dü�ünerek yapm�yorsan -ki ba�ka ne sebebi olabilir?- bil ki ‘Allah seni, insanlardan koruyacakt�r’ diye teminât vermekte, desteklemektedir. Yap�lmas� güç olan i�ler insanlar�n omuzlar�na yüklendi�inde, bu yükü yükleyenler, yükü yüklediklerine destek vermek, onlar�, bu yükü ta��yabilecek morali, gücü de vermek durumdad�rlar. Nitekim Allah da, kulu Muhammed’e bir yük yüklemi�, yani görev vermi�tir. Bu görevi yerine getirmesinde birçok zorluklar vard�r. Hele hele insanlar�n levmi ve vermek isteyebilecekleri maddî zararlar gerçekten insan� görevini yerine getirmekten al�koyabilecek boyutlara varmaktad�r. Buna tahammül herkesin harc� de�ildir. Hattâ peygamber olarak seçilen bir insan oldu�undan etkilenir ve gerileyebilir. Nitekim Kur’ân’da, ayn� sebeble bir süre gerileyen Yunus peygamberin durumu hat�rlans�n.
Biz Müslümanlar�n da ayn� sözlerin muhatablar� oldu�umuz gözden �rak tutulmamal�d�r. Ve bilmeliyiz ki, bildiklerimizi aç�klamaz isek, �slâmla bildi�imiz do�rular� aç�klamaz isek sorumluluktan kurtulamay�z. E�er bunu yapmazsak bilelim ki Allah’�n biz Müslümanlara bildirdiklerini aç�klamamakla O’nun peygambere nisbetle ikinci derecede de olsa elçili�ini yapmam�� oluruz. Zira insanlara Allah sordu�unda insanlar “Bize aç�klanmad�, anlat�lmad�..” derlerse halimiz nice olur? Aç�klamayanlar de�il midir as�l cezaland�r�lacaklar.
�nsanlar� küfürle (örtmekle) itham edebilmek ve suçlay�p, cezaland�rabilmek için öncelikle onlara AÇIKLAMAK (tebli�) gerekmektedir. Nelerin aç�klanmas� gerekiyor? Rabbimizin aç�klad�klar� aç�klanacakt�r. Yani �slâm akidesi (tevhidi olu�turan esaslar) aç�klanacakt�r. Buna ilâveten de bu akide üzerine kurulu hayat� biçimlendiren ve salih amelleri olu�turan kaideler aç�klanacakt�r. Elbette münker olarak bildirilenler de aç�klanmal�d�r. Ki aç�klama (yani tevhid) yap�lm�� olsun. Bunu defaatle yapt�ktan sonrad�r ki aç�klanan kimse aç�klanan� örterse (küfrederse) o takdirde ancak ona örtücü (kâfir) denebilir. Di�er yandan Allah, kullar�n� kâfir say�m memuru olarak da göndermemi�tir. �nsan�n, Müslüman�m diyen insan�n memuriyeti kendine dönük olarak tevhide inanmak, münkerden kaç�nmak, ma’ruf ile emretmek ve ba�kalar�na dönük olarak da bunlar� aç�klamakt�r.
“Andolsun sana da, senden önceki peygamberlere de vahyolunmu�tur ki; Allah’a ortak ko�arsan, i�lerin �üphesiz bo�a gider ve hüsranda kalanlardan olursun.”(39/65)
Allah, gönderdi�i son elçiyi de di�erleri gibi �irk ko�maktan sak�nd�rmaktad�r. Sak�nd�rd���ndan sak�nmad��� takdirde ‘i�lerinin bo�a gidece�i’nden söz etmektedir. Bu da onu göstermektedir ki peygamber de olsa, ikaza, uyar�lmaya ihtiyâc� vard�r. Zaten bütün bildirilenlerin ilk muhatab� peygamberin bizzat kendisidir. Peygamber de kendisinin öncelikle inanmas� gerekenlere inan�lmas�n�, kendisine bildirilen sak�n�lmas� gerekenlerden sak�n�lmas�n� ve yap�lmas� gerekenlerin yap�lmas�n� di�er insanlara duyurmakta ve inand�klar�na inanmaya, kaç�nd�klar�ndan kaç�nmaya, yapt�klar�n� yapmaya ça��rmaktad�r, ba�ka bir �ey de�il. Bu demektir ki ‘O size neyi verdi ise al�n, neden kaç�nd�rd� ise ondan kaç�n�n.’ buyurmaktad�r. Yani peygamber ne ile memur edilmi� ise, insanlar� da ayn� �eylerle memur olmaya ça��rmaktad�r, ayr� ve ilâve olarak ba�ka �eyler de�il.
“E�er sana indirdi�imizden �üphede isen, senden önce Tevrat’� okuyanlardan sor. Andolsun ki Rabbinden sana hak gelmi�tir. Sak�n �üphecilerden olma. ‘Allah’�n âyetlerini yalanlayanlardan olma, sonra ziyana u�rayanlardan olursun.”(10/ 94-95)
Allah Resulünün de �üpheye dü�ebilece�inin mümkün oldu�undan bahisle onu uyar�yor. Ola ki seni, sana vahyetti�imiz baz� �eylerden �üpheye dü�ürmek isterler, sak�n �üphe edenlerden olma. Zira sana gelen hak’t�r. �üphe ederek yalanlayanlardan olursan, hüsrana u�rayanlardan olursun. Elçi, bir insand�r. �nsan ise insanlarda bulunan özelliklerin kendisinde bulundu�u kimsedir, elçi de olsa. Bu gerçekten hareketle Allah, insanlardan seçti�i elçisine neyi nas�l bildirece�ini, al�nt�lamaya çal��t���m�z âyetlerden de anla��ld��� gibi bir insana davran�lmas� gerekti�i gibi davranmakta; uyarmakta, yanl��lar�n� düzeltmekte, onu yönlendirmektedir. Yaln�zca emirlerini ve nehiylerini bildirip b�rakmamaktad�r. Görüp gözeterek yapabilece�i hatalardan korunmas�n�, yapt��� yanl��lar�n� tekrar etmemesi gerekti�ini, olmu� ve olmas� muhtemel �eyler hususunda onu yönlendirmektedir, bu hiç hat�rdan ç�kar�lmamal�d�r. Zira Kur’ân bu hususlarda da çok aç�kt�r. Bu aç�kl�k örtülmemeli(küfredilmemeli)dir. Müslüman oldu�u halde insan küfürden �iddetle kaç�nmal�d�r. Müslüman küfretmeyen insand�r. Müslüman oldu�u halde ihmalinden, dikkatsizli�inden, geleneksel al��kanl�klar� sebebi ile veya hangi sebeble olursa olsun küfretmesi muhtemeldir, bundan �iddetle kaç�nmal�d�r. Zira Müslüman olmakla küfürden muaf (korunmu�) de�ildir. Kendisi koruyacakt�r kendisini, küfürden. Önemli bir husustur, gözden kaç�r�lmamal�d�r.
“Ayetlerimiz hakk�nda (ileri geri konu�maya) dalanlar� gördü�ünde onlar ba�ka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terk et). E�er �eytan sana unutturursa, hat�rlad�ktan sonra (hemen kalk) o zalimler toplulu�u ile oturma.”(6/68)
Bu âyette de Allah, Elçisinin ‘unutabilece�i’nden söz etmektedir. Yaz�m�z�n giri�inde de belirtti�imiz gibi peygamber de insand�r. �nsan olmas� münasebetiyle UNUTUR. Unuttu�unu hat�rlar. Hat�rlay�nca da nas�l yapmas� gerekiyorsa, öyle yapmas� gerekir. Elçisi ba�ta olmak üzere Rabbimiz kullar�n�n davran��lar�n� biçimlendirmek istemekte, onlara yön vermektedir. Önemli gördü�ü hususlarda neleri, nas�l yapmas� gerekti�ini elçisinden ba�layarak düzene koymaktad�r. Bu da onu göstermektedir ki davran��lar� istenilen biçime sokulmas� gereken Elçidir. Elçiden ba�layarak di�er TESL�M OLAN �NSANLAR’d�r.
Ba��ndan beri örneklendirmeye çal��t���m�z üzere Allah, elçisini insanlardan seçmi�tir. Yeryüzünde gezip dola�anlar insanlar olduklar� için, bunlar�n aras�ndan uygun buldu�unu onlara elçi olarak göndermi�tir. Bu insan, yani elçi seçilen insan da di�er insanlar gibi bir insand�r. Elbette insanlar�n da amaçlar�na uygun olarak elçi seçtikleri gibi, Allah da kullar�na gönderece�i elçiyi, amac�na uygun olarak seçmi�tir. Elçide bulunmas� gereken en önemli husus sa�l�kl� bir ruh yap�s�na sahib olmakt�r. Buna inzimamen Güvenilir (EM�N) olmal�d�r. Zira insanlar, onun güvenilirli�i sayesinde, onun söz ve davran��lar�na güveneceklerdir. Elçinin ciddiye al�nmas� istenir, göndereni taraf�ndan. Bu itibarla elçi ciddî olmal�d�r, hafif, istikrars�z, güvenilip, güvenilmeyece�inden tereddüt edilen birisi olmamal�d�r.
Burada elçi gönderenin, kendilerine elçi gönderilenlerin nelere itibar edip, nelere itibar etmediklerini göz önünde bulundurdu�unu görmek ve söylemek gereklidir. �nsanlar ciddiyete önem vermese idiler, insanlar emin olmaya itibar etmese idiler, insanlar tutarl�l��a itibar etmese idiler, herhalde insanlara gönderilen elçilerde de bu vas�flar�n bulunmas� gerekmezdi, insan do�as�, insan f�trat� O’nu yaratan�n yaratt��� �ekliyle ciddiyete, güvenirlili�e, tutarl�l��a itibar eden bir f�tratt�r. Buna biz di�er bir ifade ile sünnetullah da diyebiliriz. Bugün do�a kanunlar� denildi�i gibi. Do�a, kanunlar�n� kendisi koymam��t�r. Do�ay� yaratan, yaratt��� do�a için onun tabi olaca�� kanunlar da koymu�tur. Do�a varoldu�undan bu yana bu kanunlara �a�madan tabi olagelmi�tir. Varl��� son bulana kadar da bu uyma (tebâiyyet) sürecektir. Zira O’nun kanunlar�nda (sünnetinde) bir de�i�iklik bulmak mümkün de�ildir.
Biz Müslümanlar olarak öncelikle SAH�H �MAN sahibi olmaktan sorumluyuz. Allah hakk�nda, Elçisi hakk�nda, Öldükten sonra dirilme hakk�nda, hesaba çekilece�imiz hakk�nda, ve di�er inanmam�z (emin olmam�z) gereken �eyler hakk�nda.. SAL�H AMELLER ise ancak, sahih iman üzerine bina edilmelere edilmeleri halinde bir k�ymet ifade edeceklerdir. Bu sebebtendir ki Allah Kur’ân’da mütemadiyen “YA EYYÜHELLEZ�NE AMENU ve AM�LUSSAL�HAT�!.” diye söze ba�lamaktad�r. Bunun içindir ki Müslüman�m diyen AK�DES�N� ARI TUTMAK, Ar�l�ktan ç�km�� ise ARINDIRMAK zorundad�r. Bunu yapmad�kça ne kadar hüsn-ü kuruntu kurarsa kursun umduklar�na kavu�mas� mümkün olmayacakt�r. AK�DEY� ARINDIRMAK Müslüman�n ilk i�idir. Akidesini ar� tutmak Müslüman�n ilk görevidir. Zira bundan sonraki i�lerinin tümü ancak akidesinin (�irkten, küfürden, zordan) ar� olmas� halinde bir k�ymetin ifadesi olacakt�r. Allah’a iman zanla olmaz. Allah’tan emin olma zan ile olmaz. Resulü hakk�nda kanaat sahibi olmak zan ile olmaz. Ahiret, cennet, cehennem, kitaplar, resuller, hesaba çekilme, gayb� yaln�z Allah’�n bildi�i, k�yametin ne kadar zaman kopaca�� ile ilgili hususlarda zan olmaz. Akidevî hususlarda (Kur’ân’da insandan inanmas� taleb edilen hususlar�n hepsini içine alan hususlarda) zan olmaz. Olursa akide bozulur. Bozuk akide ise, amelleri yer bitirir ve amellerde salihlik b�rakmaz.
Allah’�n elçisini de oldu�u gibi bilmek, Kur’ân’da tan�t�ld��� gibi tan�mak ve ziyade etmemek gereklidir. Onu, insanüstü bilmek akideyi bozar.
Allah indindeki din budur. Allah’�n raz� olaca�� dine sahip olunuz. Ba�kas�na de�il.
(�ktibas Dergisi, say� 133-134-135)