14-12-2009 11:31

Kitap Tanıtımı: Atasoy Müftüoğlu`dan `Furkan Günleri`

Siz kardeşlerimize tanıtmaya çalışacağımız kitap, Atasoy Müftüoğlu’nun `Furkan Günleri` adlı eseri.

Kitap Tanıtımı: Atasoy Müftüoğlu`dan `Furkan Günleri`

Hikmet Ertürk
İslam ve Hayat

Müslümanların önemli düşünürlerinden Atasoy Müftüoğlu’nun "Furkan Günleri" adlı eserini tanıtmaya çalışacağız. Elimizde, bu kitabın Nehir Yayınları tarafından 1990 yılında yapılmış dokuzuncu baskısı var.

"Furkan Günleri" adlı kitabımız, "Önsöz" ile başlayıp "Şifa Ve Rahmet İçin" isimli konu başlığı ile sona eren yirmi bölümden oluşmaktadır. Kitabın tamamı 117 sayfadan oluşuyor.

Kitap şöyle bir sunuş ile başlıyor:

Modern yaşama tarzı dünyevi zevkler ve dünyevi endişeler üzerine kurulmuş bir hayat tarzıdır. Modern dünya kendisini cismani hazlar ve cismani endişelerle izah etmektedir. Modern yaşama yolu bütün insanlığı ol­duğu kadar, Müslümanları da olumsuz yönde etkilemek­tedir.

Modern insan her tür sosyal değerlerden soyutlan-makta, Müslümanlar ise irfan kaynaklarından uzaklaş­maktadırlar.

Hayatın bütün katlarına sirayet etmiş bulunan dünyevi endişe, dini -İslami- endişeye geçit vermemekte­dir. Modernleşme süreci içerisindeki din endişesi, eşya ve olayların özüne yönelik bir endişe olmaktan çıkmış, eşya ve olayların fotoğraflarına yönelik bir endişe haline gelmiştir.

Modernleşme olayı nedeniyle dünya ilgisi ve tutku­su gibi, din ilgisi ve tutkusu da gösterişçi politikalara kurban edilmektedir.

Modernleşme insanlığın tüm mukaddeslerini baya­ğılaştırmaktadır. Hangi kampta olursa olsun, hemen bü­tün toplumlarda sosyal karşıtlıklar, ekonomik farklılaş­malar ve sınıfsal parçalanmalar giderek büyümekte, sos­yal bağlar çürümekte ve çözülmekte, sosyal güçlükler gi­derek daha korkunç bir düzeye çıkmaktadır.

Gösterişçi ekonomik gelişme ve gösterişçi büyüme  bütün bir insanlığa çok pahalıya mal olmaktadır. Ruhsal ve sinirsel dengesizlikler bütün toplumları tehdit eden bir gerilim hastalığına dönüşmüş bulunmaktadır.

Modern kültür olayı İslam’ı, toplumsal güçlerden her hangi bir güç olarak değerlendirmektedir: Hatta gü­nümüzde İslam çoğu kez bir milliyet unsuru olarak, yan bir unsur olarak da gündemde tutulabilmektedir.

Rasyonalist ve pozitivist mantık, İslamı kendi ken­dine yeterli saymadığı için, Onu bir kilise sistemi içeri­sinde tutmak istemektedir.

Modernler, İslamın; dini, sosyal ve siyasal işlevleri bir bütünlük içerisinde hayata kazandırmak istemesini bir türlü içlerine sindirememektedirler.

Günümüzde, İslam ve Müslümanlar üzerindeki en büyük tahribat, İslamı bir kilise sistemi muamelesine tabi tutarak gerçekleştirilmiş bulunmaktadır.

Tevhidi düşünce ve bilinci yüklenerek, bu büyük tahribatı gidermeye çalışan Müslümanlar hemen bütün dünyada çok ağır baskılarla karşılaşmaktadırlar. Mo­dernler, İslamı etkisizleştirmek ve kilise sistemi içerisin­de tutmak için çok yönlü çahşmalar yapmaktadırlar.

Hemen bütün dünyada, İslam gerçeği ya sessizce ge­çiştirilerek ölüme mahkum edilmekte, ya da korkunç düşmanlık dalgalarıyla durdurulmak istenmektedir.

Kitle eğitimi ve kitle propagandasını yürüten radyo, tv. ve gazete gibi araçlar insanlığı düşünceden ve kitap­tan uzaklaştırdığı için, İslam gerçeği gereği gibi takip edilememektedir. Hemen her ülkede İslamı ayakta tut­mak isteyen tüm Müslümanlar iğrenç ve karanlık bir Se-zarizmin muhatabı olmaktadırlar.

Sezarizm, modern dünyada yalnızca Müslümanlar karşısında diktacı uygulamalara başvurmaktadır.

İran'da, Lübnan'da, Filistin'de, Afganistan'da, Irak'ta islam inkılabının vücut bulmaması için modern Sezarizm akıl almaz hesaplar ve komplolar peşindedir.

Modern makine toplumunun ve modern makine ör­gütünün imkanlarıyla hayata bakanlar, İslamın karşı karşıya bulunduğu musibetler karşısında sağır ve dilsiz­dirler.

İslam, tarihin en zorlu ve en tehlikeli geçitinden geç­meye çalışmaktadır. İslam, büyük, çok büyük zorluklar­la karşı karşıya bulunmaktadır. Böylesine ağır sorunlar­la çevrili olduğu bir dönemde Müslümanların bütün imkânlarını İslama ayırarak İslamı yalnızlığa terketmemeleri gerekir. İslamı yalnızlığa ve unutulmuşluğa terk edenler, kendilerini yalnızlığa ve unutulmuşluğa mahkûm etmektedirler.

Aziz İslam, hepimizin içtenlikle ortaya koyacağı katkılarla ayakta duracaktır. "Furkan Günleri"de evren­sel İslami yapılaşma olayına, iddiasız ve gösterişsiz bir katla olmayı istemektedir.

Allah Subhanehu ve Teala, bütün dünyada aziz di­nini ayakta tutmak için ayağa kalkan tüm mücahid ve mübariz Müslümanlara nimetini lütfeylesin. "

Kitabın "Furkan Günü" bölümünde Yeryüzünü bir barış yurdu haline getirmek, yürekli vahiy işçilerinin, destansı yorgunluklara ve çilelere katlanarak ortaya koyacakları zihin ve gönül ürünlerine bağlı olduğu belirtilmiş.

"İnsana seçme ve arınma yetisini ancak vahiy mekte­bi kazandırabilir. Bu gerçeğin dışında kalanlar için an­cak vehimlerle oyalanmak vardır. Vahyi seçen insan şimdi Furkan günündedir. Diriliş günündedir. Bütün unsurlarıyla ortaya çıkan iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı vahyin sonsuz ışığında ayırt edecek olanlar tevhid yolu­nun öncüleridirler. Onların bağrında bir sızı büyüyor, bir sevda ateşleniyor. Onlar Hz. İbrahim'in varisleridirler.

Tevhid yolu öncüleri için yeryüzünde engel yoktur, korku yoktur, umutsuzluk yoktur. Onlar zihinlerindeki ve yüreklerindeki evreni vahyin diriltici soluğuyla in­sanlığa yaymak yükümlülüğü altındadırlar.

Furkan günü kıble günüdür. Kıbleye yönelmek tüm dünyacı eğilimleri ve yönelişleri aşağılamaktır, horla­maktır. Furkan günü secde günüdür. Secdelere varmak, hangi anlamda olursa olsun, tevhidi anlayış ve davranış biçimlerinin dışında hiç bir şeye itibar etmemektir, dö­nüp bir bakmamaktır.

Toprağın sabrına eş bir sabırla insana, insanın içine yürümek gerekmektedir. Bin bir yol ve yön arasında ken­disine bir sığınak arayan insana ancak bir muvahhid yü­reğiyle, bir muvahhid eylemiyle ulaşılabilecektir. "

Atasoy Müftüoğlu kitabında hemen her bölümünde modernizm eleştirisine yer vermiş.Çağdaş insanın bir gösteriden ibaret olan modernizmin ve onun siyasası eliyle sürüleştirilmek istendiğinin altını çizmiş.

 

"Egemen hayat biçiminde insa­nın çeşitli yüzleri, çeşitli veçheleri bulunmaktadır. Yani insanın bir gerçek yüzü ve veçhesi, bir de yedek yüzleri ve veçheleri vardır. Kimi durumlarında gerçeğini gösteri­yor insan, farklı durumlarda yedeklerden her hangi biri­ni kullanıyor. Böylece egemen hayat biçimi insanı hep ni­faktan bir şube üzre tutuyor. Üzerine nifaktan bir gölge düşünce insanın o, zihninde ve dilinde ifadesini bulan bir düzene de razı olmamakta, hangi sosyal gerçeklik karşı­sında kalırsa kalsın, giderek marazi bir bireycilikte ka­rar kılmaktadır. Beşeri her disiplinin kaderinde müzmin bir bireycilik vardır. Değişik ve karşıt beşeri sistemlerin, farklı açılar ve görüşler getirmelerine karşın insana ka­zandırdıkları özellikler ortak özelliklerdir. Farklı sis­temler, farklı kimi fantezilerdir sanki. İnsana somut an­lamda yön veren, kimlik kazandıran şu ya da bu sistem değil, daha çok, modern dogmatizmdir.

 

Bugün bütün toplumsal düzenlere ve egemen siya­sal güçlere karşı tepki büyümektedir. İnsanın içyapısı nasıl çözülmüşse, toplumların içyapıları da öylece çözül­mektedir. Çağdaş kültür, bu çözülmenin sonucu olan yozlaşma ve soysuzlaşmanın kültürüdür. Siyasal ve eko­nomik önlemlerle ne bu tepki ve ne de bu çözülme önlene­meyeceği gibi, yozlaşan bir kültürle insanın günümüzde­ki serüveni de anlatılamayacaktır.

Çağdaş bilim ve kültür disiplinlerinin, hangi alanda olursa olsun insanhğa kazandırdığı yorum günden güne bütün anlamını yitirmektedir. Genelde, kültür ve sanat hayatı şeklinde tanımlanan hayatın sergilediği çok özel bir bireycilikten, kokuşmuş bir bireycilikten başka bir şey değildir. Modern kültür insanlığın acılarına ve sorunlarına baştanbaşa sünger çekmiş gibidir. Modern kültür egemenlerin ve onlara öykünen kopyacıların kül­türüdür. Bu kültür bir sansasyon ve spekülasyon kültü­rüdür. İnsanlığın dikkati önünde, dünyayı saran ve sar­san gelişme ve değişmeler tüm modernist yaklaşımları bir bir yalanlamakta ve tüm soyut önerileri tersyüz et­mektedir.

 

Maddi ve akli gerçekleri aşan ve fakat bunların imkân ve sınırlarını da en berrak ölçülerle belirleyen bir gerçeğin, mutlak bir gerçeğin varlığını insan, yeniden id­rak noktasındadır. Hep öldüren, yalnızca öldürmeyi öğ­reten bir dünya ortamında, diriliş vakitlerine varmak, her engele karşın aralıksız bu gerçeği yinelemekle müm­kündür. Modern hayatın, sosyal ve siyasal çizgide sınır­larını belirleyen müstekbirler bütün güç ve imkânlarını bu gerçeğin duyurulmaması, yaygınlaşmaması ve bir ha­yat tarzı olarak alınmaması için kullanmaktadırlar.

 

İsim ve kılık değiştirmekle, birlikte, yapısal özellik­lerini koruyarak günümüze kadar ulaşan cahiliye, tüm beşerî düzenlerin mayasını teşkil etmek suretiyle hep hiçliği ve yokluğu söylemektedir. Bireysel ve toplumsal her olgu kıyametten bir kesittir bugün. Bir insanın diğer bir insana, bir toplumun, diğer bir topluma tahammülü kalmamıştır. Ortak bir kültür dairesine giren toplum an­cak saldırganlıktan emin olabilmektedir. Özgün, özgür ve haysiyetti bir kültür çevresine modern disiplinlerin müsamaha nazarıyla baktığı görülmemiştir. Bu çevreler için her durumda karalayıcı yaftalar, aşağılayıcı yafta­lar üretilmektedir.

 

Bir tufandır yaşadığı toplumların.

 

Vahyin evreni ne kutlu bir evrendir.

 

Hakkın adını ve hükmünü yüceltmektir orada aslolan. Sevgi, kardeşlik, dostluk bir ırmaktır orda, barış ve cihad, şefkat ve fedakârlık bir ırmaktır, yürür yürekler­den yüreklere. Selâm bir ırmaktır, infak bir ırmaktır, in­san bir ırmaktır. Akışıyla dirilir yürek, dirilir toprak.

 

Selâm, renkleri ve iklimleri aşarak, umutsuzluğun ve zulmün kucağındaki insana ulaşmak üzere, rahmet halinde nokta nokta bütün bir yeryüzüne düşmektedir. Tevhid kelimesi bir yükselmekte, küfür bin alçalmaktadır. Tevhid kelimesi bir bengisudur. Tevhid kelimesi ça­ğın tüm silahlarını tesirsiz kılan bir silahtır. Tevhid keli­mesini kendilerine vazgeçilmez şiar kabul eden hizbullahi ve inkılabi Müslümanların, kendilerini değiştirerek, toplumlarını değiştirerek bütün bir Müslümanların yü­reklerine kazandırdıkları engin umut ve bu noktada gerçekleştirdikleri yeni toplumsal düzen, bütün dünyada kâfirlerin, müşriklerin, münafıkların fasık ve facirlerin uykularını kaçırmaya, onları tedirgin etmeye yetmiş bu­lunmaktadır. Egemenler modern çağda ilk kez korkulu rüyalar görmektedirler. Müstekbirler İslâm'a ve Müslü­manlara, İslâm İnkılabına kadar yalnızca geçmiş za­manların masallarıyla meşgul olma hak ve imtiyazını ta­nıyorlardı. İslâm inkılabı dostlara da düşmanlara da azim bir ders vermiş bulunmaktadır. Bu dersi herkesin sarsılmaz bir bilinç halinde belleğine nakşetmesi gerek­mektedir. Allah'la ve O'nun kutlu buyruklarıyla alış ve­rişi seçen birey de olsa, toplum da olsa kurtulmuştur. Böylesi bir seçimi yapan bireyler ve toplumlar hangi çağ­da, hangi konumda ve yerde bulunurlarsa bulunsunlar, Allah onların çabalarını doğrulayacaktır.

 

Allahın Rasulünün şerefli varisleri, Allah'ın arzına, Onun kutlu kelâmının kutlu sözcü ve izleyicileri olarak, şanlı bir çağrı halinde, gönülleri ürperten eylemleriyle yürümektedirler. Maddi ve fiziki gücün ve üstünlüğün, baskı, sömürü ve zulüm aracı olduğu bir günde, Müslümanlar eylemleriyle Hak'kın güç ve üstünlüğünü insan­lığın gündemine getirmektedirler.

 

Onlar bugün sahabe ile birliktedirler.

 

Onların dün gerçekleştirdiklerini, bugün onların iz­leyicileri gerçekleştiriyorlar. Onlar gibi davrananlar, on­ların kazandığı sonuçları kazanıyorlar. Orlara selâm ol­sun. Onlar muhacirdirler, bugünün muhacirleri, onlar ensardırlar, bugünün ensarları.

 

Onlar, kendileri için olmaktan çok, başkaları için, bütün Müslümanlar için, insan için, insanlık için bir ba­rış yurdu gerçekleştirmek istiyorlar. Bu yolda ilk ve en güzel örnek olsun istiyorlar. Benlik yolunda değildir kav­gaları, yerel sınırlar için değil, tarihi ve coğrafi sınırları korumak için değil, Allah'ın koyduğu sınırları korumak için kavga veriyorlar, cihad ediyorlar. Varlığını Allah'a ve O'nun hükmüne hasretmiş bir topluma O sabrı ve ta­hammülü öğretiyor. Acılara ve yalnızlıklara katlanmayı öğretiyor. Hizbullahi ve İnkılabi Müslümanlar hemen her yerde yaşanmaya değer bir hayat için kendilerini ve­riyorlar, dünya nimetlerine dönüp bir bakmıyorlar. İsim­leri mücadele ve mübareze ile birlikte anılmaktadır, çile­yi biliyorlar. Köleliğe karşıdır savaşları, kulluğu biliyor­lar. Savaşta bile secdededirler, secdede iken savaşta. Zulme karşıdır savaşları, dünya müstekbirliğine karşı­dır. Hak yalnız onların sözlüğünde gerçek anlamını bu­lur. Hayrı yapıyor ve öğütlüyorlar, serden alıkoyuyorlar. Dosta gerçek dostturlar, hakkını verirler, Hak düşman­larına da, Hakkın izin verdiği ölçüde düşman.

 

Müslüman her davranışıyla insana özlemini ifade etmektedir. Müslüman her davranışıyla bütün bir çevresini uyarıyor. Müslüman insanın ifadesini insanlığın ru­huna yansıtmak için bütün bir vahiy bilgisini önce ahlâka sonra büyük bir aşka dönüştürmek gerekiyor.

 

Ensar ve Muhacirin İslâm toplumu adına her alan­da verdikleri savaşı ve gerçekleştirdikleri sosyal düzeni bir geçmiş bilgisi olarak değil, bütün zamanların vazge­çilmez bilgi ve davranışı olarak yürürlüğe koymak gere­kiyor.

 

Zamanların, yerlerin ve göklerin, ötelerin bilgisi ve yorumu Müslümanların bildirisinde ifadesini bulacak­tır. Geçmiş tanıktır buna, zaman tanık olmaktadır, gele­cek tanık olacaktır. "

 

Kitabımızın yazarı Atasoy Müftüoğlu son bölümlerde siz yeryüzünün varisleri için bakın neler söylüyor;

 

Müminlerin, kendileri için indirilmiş bulunan yü­kümlülükleri gereği gibi yerine getirebilmeleri tevhide özgü çizgi ve alanlarla, şirke özgü çizgi ve alanları hiç bir suretle birbirine karıştırılması mümkün olmayan bir açıklıkla ayırmalarına bağlı bulunmaktadır. Günümüz­de bu çizgiler ve alanlar ustalıkla birbirine karıştırılmış durumdadır. Tevhide bağb açılar ve anlayışlar bir takım perdeler arkasında varlığını sürdürürken, şirkin ifadesi olan açılar ve anlayışlar da yine bir takım perdeler arka­sında varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Müminler, müşriklerin hakaret ve saldırılarından emin olabilmek için değişik kılık ve kıyafetlere bürünmekte, müşrikler de Müslümanlardan meydana gelen bir toplumda olum­suz bir görüntü vermemek için, kendilerine özgü bir din anlayışını seslendirmek suretiyle farklı renklere ve bi­çimlere girebilmektedirler. Müslümanlar, İslâm'ı Al­lah'ın buyurduğu tarzda olmaktan çok, yaşadıkları top­lumlardaki egemen unsurların telakkilerine göre anlamaktadırlar. Hakikat katında birbirine zıt ve düşman olan muvahhid ve müşrik inançlar, resmi dini kurum ve öğretiler aracılığıyla barıştırılmış bulunmaktadır. Cahi­li hayat biçiminin egemen olduğu toplumlarda resmi dini kurum ve öğretiler usulen mevcut bulunmaktadır. Müs­lüman halkın emniyet ve güven duygularını kazanabil­mek için, egemenler usulen de olsa biçimsel olarak da ol sa dini kurumlara, dini okullara izin verebilmektedirler. Bu kurum ve okulların programlarında beliren din veya İslâm anlayışı daha çok ilgili ülkelerdeki resmi ideoloji­nin özelliklerini taşımaktadır. Dini kurumlar, okullar ve dini öğreti biçimi programlanırken bunların resmi ideo­lojiye zarar vermeyecek bir mahiyette programlanmasına özel bir önem verilmektedir.

 

İslâm'ın resmi ideolojilerin insafına terkedilmiş bu­lunduğu ülkelerde ne tevhid inancı asli kimliğiyle ortaya çıkmakta, ne de şirk inancı asli kimliğiyle boy gösterebil­mektedir. Allah'ın dininin kaldırılmış bulunduğu bir dünyada, yine kendisini bu dine nisbet etmekte kimi ya­rarlar uman değişik din anlayışları ortaya çıkarılmıştır. Resmi ideolojilerin buyruğu altında faaliyete konulmuş resmi dini öğretilerin etkinlikleri bir takım özel günlere hasredilmiş bulunmaktadır. Dinin bir yüzü, doğum, ev­lenme ve ölüm merasimlerinde, bir diğer yüzü dini ve ulusal kutlama günlerinde bir kaç dakika süresince görünebilmektedir. Bugün, üzerinde Müslümanların yaşa­makta bulunduğu ülkelerin birçoğunda İslâm tanınamayacak bir şekilde kimlik değiştirmiş bulunmaktadır. Resmi dini öğreti bile bu ülkelerde çok ihtiyatlı bir şekil­de ancak resmi siyasal otoritenin ayak izlerini sürmek suretiyle yürüyebilmektedir. Bu nedenle din denilince kimi zaman ulusal bir tarihin kutsanması, kimi zaman ulusal bir coğrafyanın kutsanması, ya da belli bir kavmin ulusal değerlerinin yüceltilmesi akla gelmektedir. Bugü­nün kılık ve kimlik değiştirmiş dini, çağdaş sosyal haya­tın ve çağdaş sistemlerin karşısına adeta özür dileyen bir tavırla çıkarılmaktadır. Bu tavra bakarak bir hüküm ve­recek olursanız, sanırsınız ki İslâm geçmişlerde bir in­sanlık suçu işlemiştir ve bu nedenle hep böyle bir özr dileyen tavır içerisindedir. Çağdaş sistemlerin ve sosyal hayatın günümüzde İslâm'a ayırdığı yer ve ona uygun gördüğü muamele sonucu, bugün hayatın içinde İslâm mahcup ve sıkılgan, ürkek ve çekingen bir psikoloji ile hayatını devam ettirmektedir. Tevhid bilincini idrak edenler bilirler ki böylesi bir psikoloji İslâm'a yakıştırılamaz ve yamanamaz. Böylesi bir psikoloji benimsenemez ve devam ettirilemez. İslâm, bütün zamanların, bütün kurumların, bütün sistemlerin karşısına yüz akıyla çı­kacak, vakar ve onurla çıkacak tek ve şaşmaz öğretidir.

 

Müsteşrik kültürü ile beslenen yeni bir din anlayışı nice zamandan beri İslâm insanına İslâm'ın kendisiymişçesine sunulabilmektedir. Bu kültür nedeniyledir ki Allah'ın dini ulu orta herkes tarafından kullanılabilecek bir düzeye indirilmiştir. Bir durumda mutlak akılcı bir çehreye büründürülen İslâm, bir başka durumda bu defa mutlak ruhçu bir çehreye, bir başka durumda yalnızca hümanizmden ibaret bir başka çehreye büründürülmektedir. Kimilerine göre İslâm yalnızca bir iman kavgasın­dan ibarettir. Kimilerine göre İslâm yalnızca bilimden, kimilerine göre yalnızca ahlâk'tan, kimilerine göre yal­nızca siyasadan, kimilerine göre yalnızca fıkıhdan iba­rettir. Günümüzde geçerli olan farklı din anlayışlarına, bütün kötülükleri affedebilecek kadar müsamahalı, bü­tün bir zulüm, isyan ve tuğyan karşısında alabildiğince sabırlı bir mahiyet kazandırılmış bulundurulmaktadır. Bütün olumsuz durumları sessizlikle karşılayan bu an­layışlar neredeyse klişe kimi umdeleri tekrarlamaktan ibaret bir faaliyet alanı içine hapsedilmiş durumdadır. Allah'ın aziz olan dininden soyutlanmış bir din olgusu içinde verilen bu soyut umdeler toplumsal alanlarda hiç bir tesir icra edememektedir. İslâm dünyası olarak andığımız muhayyel bir dünyada her gün sevgiden, barıştan ve kardeşlikten bahseden bir dinin, sanki sevgiden, ba­rıştan ve kardeşlikten başka kullanabileceği başka bir şiarı bulunmamaktadır. Şimdilerde bu şiara ek olarak İslâm bir başka alana güç vermek üzere gündeme bir başka yönüyle sokulmak isteniyor. Allah'ın hükmünden razı olamadıklarını koydukları pratik uygulamalarla sergileyenler, İslâm'ı ekonomik ilişki ve yararlar için bir araç olarak kullanmaktadırlar. İslâm'ın bütününden so­yutlanarak verilen sözünü ettiğimiz şiarlar nedeniyledir ki bugün müminlerle müşrikler, hümanist bir barış ve kardeşlik çerçevesi içinde birlikte bulunabilmektedirler. Çoğu ülkelerde bugünkü din olgusu yalnızca ulusal ve resmi mukaddesleri savunmakla görevlendirilmiş bu­lunmaktadır. Dolaysız bir yolla Allah'ın dinine karşı bir tavır alamayanlar, dolaylı yollarla bu tavırlarını ortaya koymaktadırlar.

 

Şirk, yapısı gereği kimi perdeler arkasına gizlenebi­lir, gerektiğinde farklı kimlikleriyle görünebilir. Tevhid ise, yapısı gereği her türlü perdeden ve her türlü farklı kimlikten ve yukarıdan beri saydığımız görüntülerden münezzeh ve müstağnidir. Şirkin gölgesi altında tevhide bir yol bulunmadığı için, tevhidin gölgesi altında da şirke bir yol bulunmamaktadır. Müşrik yapı tabiatı gereği çe­şitli durumlarda çeşitli Ödünler verebilir. Muvahhid bir yapı için hiç bir durumda hiç bir ödün söz konusu olmaya­caktır. Mümin bir dünyayı ancak zihinlerinde ve yürek­lerinde büyütenler bilmelidirler ki, Allah'ın mükerrem olan dini zihinlerde ve yüreklerde saklı tutulmak için in­memiştir. Soyut bir düzlemde imanın ilkelerini işlemek, somut bir düzlemde ise küfrün ilkelerini işlemek İslâm'ın tabiatına bütünüyle aykırıdır. Soyut bir çerçevede Allah'ın dinine bağlı bulunurken, somut davranış­lar halinde yeryüzü güçlerinin dinine katılmak müşrik ve mülhidlere yardımcı olmaktan başka bir anlama gel­meyecektir. Kendileri bütün bir yeryüzüne varis kılınan­lar, hiç bir şartta yeryüzü güçlerinin boyunduruğu altına girmeyecektir. Onlar için her durumda, bütün bir arza Allah'ın indirdiklerini hakim kılma sorumluluğu bulun­maktadır. Beşeri kayıtlarla denetim altına alınmış bir din olgusu hiç bir mümini bağlamayacaktır. Allah'ın mü­minler için takdir etmiş bulunduğu yol hiç bir beşeri mü­eyyide ile kısıtlanamaz. Müminlerin işledikleri kendileri için, müşriklerin işledikleri kendileri içindir.

 

Mutlak anlamda tevhidi çizgiyi seçmek demek, şir­ke ve müşriklere ait her ne varsa bunlardan bütünüyle vazgeçmek demektir. Mümin bir yapı içinde müşrik bir unsur barınamayacağı gibi, müşrik bir yapı içinde de mümin bir unsur barınamaz. Böyle bir yapı içinde barın­mak için bulunan mazeretler, dinin gücünden ve üstün­lüğünden umudunu kesenlerin buldukları mazeretler­dir. Allah'ın aziz olan dini, bizim karşı karşıya bulundu­ğumuz kimi durumları teyide zorlanamaz. İslâm'ı, cahili hayat içinde ortaya çıkan kimi olgular karşısında yarar­larımızı sürdürmek adına cahili birimlerle işbirliğine memur kılamayız. Şirkin istediği kalıplara girmek sure­tiyle, tevhidi bir çizgiyi sürdürmek mümkün değildir. Her mümin kendisine emanet verilmiş bulunan bütün meleke ve hasletleri, yaşayabileceği alanlara açmakla yükümlü bulunmaktadır. Bu yükümlülük bugün bütün bir dünyada, yeni ve aydınlık bir idrak ışığı halinde ışı­makta ve müminler kendilerine özgü alanları açma yo­lunda yarışmaktadırlar. İslâm, nerede bulunursa bulun­sunlar, kendisini seçenleri seçmektedir. Müslümanlar İslâm'a bir yaklaşırken, İslâm onlara bin nimetle cevap vermektedir. Allah'ın dinine yardım edenler üzerine, yeryüzü güçlerinin bütün engellemelerine rağmen yar­dım üzerine yardım inmektedir. Tevhidi bir bakışı seçen­ler, Allah'ın gücü ile, yeryüzü güçlerinin gücünü muka­yese zaafına düşmemelidirler. Tevhide özgü bir yolu se­çenler için, tevhide özgü başarılar ve imkânlar gösterile­cektir. Tevhide özgü bir yolu seçenler için, yeryüzünün bütün imkân ve güçlerini hayretler içinde bırakacak dost ve yardımcılar bulunmaktadır.

 

Müminler kendi konumlarını kâfir ve müşrik güçle­re göre değil, vahyin ve imanın gücüne göre tayin etmek­te  vazifelendirilmişlerdir.  Müşrik ve  mülhidlerin imkânlarına bakarak yol alanlar sürekli olarak gerileye­cek, vahyin ve imanın imkânlarına bakarak yol alanlar sürekli olarak ilerleyeceklerdir. Müşrik ve mülhidlerin güçlerine göre tavır alanlar, hep bir korku içindedirler, imanın güçlerine göre tavır alanlar hep bir umut içinde­dirler. Allah'ın vadettiği engin nimetlere mazhar olma­nın ön şartı Allah'ın dinini, bütün beşeri kayıt ve benzet­melerden soyutlayarak, O'nu kendi sınırları içinde gere­ği gibi kavramakla mümkün olacaktır. Kendi sınırları içinden bakıldığında görülecektir ki Allah'ın dini hiç bir şartta müşrik ve mülhidler tarafından kullanılmaya ve denetim altına alınmaya asla elverişli bulunmamakta­dır. Allah'ın dini belirli dönemlerde, belirli yerlerde ve belirli şartlarda gündeme getirilen bir din olmayıp, bü­tün dönemlerde, bütün yer ve şartlarda kendi özgün özel­likleriyle gündemde tutulacak bir dindir. Allah'ın dini İslâm, hiç bir beşeri öğretiye tabi olamaz, hiç bir beşeri Öğretimin onayına terk edilemez.

 

Yeryüzünün varisi olan muvahhidler, ortak bir bilinç seli halinde dalga dalga bütün bir arza yayılarak açıklayacakları bildiri ve tavırlarıyla din adına ortada duran uydu bütün disiplinleri ortadan kaldıracaklardır.

 

Kitap tanıtımımız burada bitiyor. Sizlere hayırlı okumalar diliyorum.

 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !