Megüşoğlu, Kur'an şairi Akif'i anlattı

Metin Önal Mengüşoğlu, İktibas Dergisi Kayseri Şubesi’nde “Kur’an Şairi Akif’in, Kur’an’a ve Ümmete bakışı”nı anlattı.

31-12-2012


İktibas Dergisi Kayseri Şubesi’nde "Kur’an Şairi Akif’in, Kur’an’a ve Ümmete Bakışı" konusunu anlatan Metin Önal Mengüşoğlu, Akif dönemine kadar İslam’ı kabul eden Karahanlı, Selçuklu ve Osmanlılar’da hayata tesiri ve yapılan yanlışlıkları anlatırken, ilk doğru hamlenin ve bakış açısının Akif ile başladığını belirtti.

Mengüşoğlu, hayatında ehemmiyet verdiği en önemli şeyin Allah’tan başka kimsenin önünde eğilmemeye çalışmak olduğunu söyleyerek, “Zorla başımı eğdilerse o benim elimde değildi. Ama bunun dışında, düşünce, sanat ve mektep hayatım boyunca eğilmediğim için ortaokul ve liseyi 11 senede, fakülteyi 10 senede zoraki bir şekilde babamın ve toplumumun esiri olduğum için bitirmek zorunda kaldım. Ondan sonra o kâğıdı uzattım. Bak aldım dedim sonra da yırttım attım. Daha sonra ticaretle geçindim bugüne kadar geldim” dedi. Bizim Osmanlı imparatorluğu olarak bir evveliyatımızın varlığından bahseden Mengüşoğlu, Köksüz olmadığımızı ve ister istemez bir ceddimizin var olduğunu belirterek konuşmasına şöyle devam etti; “Dedelerimiz atalarımız var. İster Arnavut ister gürcü olalım, ister Kürt ister Laz olalım hepimizin Anadolu coğrafyasında bir geçmişi var. İsterseniz bunları inkâr edelim, buna rağmen geçmişin izleri bizim üzerimizde devam eder. Bütünüyle bundan kurtulmamızın imkânı yoktur. Birilerinin oğluyuz, birilerinin torunuyuz. Bundan kurtulamayız. Üzerlerine çarpı çekmekle kurtulmamız mümkün değildir. Kurtulmanın bir tek yolu olur analiz etmek. Babamız, dedemiz, geçmişimiz, ceddimizde olsa masaya yatırıp tahlil etmek. Güzelliklerini doğrularını almak, eğrilerini de eleştirmek reddetmek görevimizdir. Ve elimizde bir ölçü vardır. Eğer ilahi vahiyi kabul etmişseniz, buna uyanları benimsersiniz ve bundan da mutlu olursunuz. Dersiniz ki bende ceddim gibi düşünüyorum. Ama yanlış ve eğrilerini de atarsınız. Bundan başka çare yoktur.”

Medreseler yetersiz kaldı

“Yeryüzünde köksüz insan yok. Bütün insanların kökü var. Özellikle son 200 yılda bu Protestanlığın gelmesiyle bir takım şeyler başladı. Kendini hiçbir yere ait hissetmeyen insanlar çıktı. Ama onlarında bir kökü olduğunu görüyorsunuz.” Açıklamasında bulunan Mengüşoğlu, bizim kendi kökümüze bakmamız gerektiğini kaydederek; “Yani Lazların, Kürtlerin, Gürcülerin Anadolu coğrafyasında yaşayan Müslüman nüfusun kökü Osmanlıya dayanırdı. Osmanlı nasıl bir hayat yaşadı? Nasıl bir kültürel ve dini bir hayat yaşadı biraz ona bakalım” dedi. Ardından Mengüşoğlu, Anadolu coğrafyasına yerleşilmeden önce orta Asya’dayken Karahanlılar döneminde eğer rivayetler doğruysa ilk kez Müslümanlıkla tanıştıklarını ifade etti. Mengüşoğlu, Arap tüccarlar Arabistan’dan Hindistan’a giderken aşağı Mezopotamya’dan, yani İpek Yolu’ndan geçerken orada bulunan kavimlere Müslümanlığı tanıttıklarını ve ilk kez oradaki Zerdüşt veya Budist toplumların Müslümanlığı tanıdıklarını ve böylelikle Müslümanlık yayıldığını belirtti. Peygamberimizden sonra doğu, Ortadoğu ve Avrupa’ya Müslümanlığın hızla yayılarak orada çok büyük bir medeniyet kurulduğunu aktaran Mengüşaoğlu, daha sonraki aşamaları şu şekilde aktardı; “Bu arada Karahanlılar döneminde, Karahanlıların komutanı güya peygamber efendimizi rüyasında gördükten sonra Müslüman olacağız diyor. Nasıl Müslüman oluyorlar: ‘Olduk’ diyerek oluyorlar. Bunların Müslümanlığı kitabi bir Müslümanlık değil. Müslüman tüccarlardan işittikleri bilgilerle yaşadıkları bir Müslümanlık. Fakat önceden bildikleri, yaşadıkları töreler, örfler alışkanlıklar devam ediyor. Yani heterodoks bir Müslümanlık yaşıyorlar. Tıpkı bugün Dersim coğrafyasında yaşayıp sıkıştıkları zaman bizde Müslüman’ız diyen fakat İslam’la uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan adına bugün alevi dediğimiz çeşitli kollara ayrılmış ekol gibi. Bugün onlarda bu toprağın insanı. Onlarla da hısımlığımız, akrabalığımız, komşuluğumuz var. Ama niye onlar öyle de biz böyleyiz. Sebebi şu; onlar dağlarda, köyler de her şeyin dışında kalmışlar. Onlar işte bu coğrafyada yaşayan Müslümanların ilk modelidir. Bu tip bir Müslümanlık yaşandı. Sonra Selçuklular yani Melikşah döneminde Anadolu coğrafyasının muhtelif bölgelerine kurulan Nizamiye Medreseleri sonrasında bu coğrafyanın halkları medrese, Arapça ve Kur’an ile tanıştılar. Böylece kur’anın tevhit ettiği Müslümanlığı bazıları anladı.  Ama o da yetersiz kaldı. Bu yetersizliği halka yayılmasında da görüyoruz. Medreseler yetersiz kaldı. Halka yayılmayı da çok fazla istemediler.”

Ferdi bir Müslümanlık aşısı yapıldı

Müslüman ahalisinin Selçukluların ve Osmanlıların neferi olarak görüldüğünü ve bütün bu devletlerin Müslüman ahaliyi kendisinin sadık yurttaşı olarak görüp her birini fetihlerde kullanılacak asker nefer olarak konumlandırdığını bunun dışında ki bütün münasebetlerden kopardıklarını açıklayarak bunun Osmanlı’nın son dönemlerine kadar yaşanan olumsuz bir durumu nasıl ortaya çıktığını anlattı; “ Ahaliye sadece asker olacaksınız dediler. Bu sebepledir ki Anadolu coğrafyasında ziraat, ticaret, zanaat, sanat gibi işler Müslüman unsuru gibi kişilerin dışındakilere kaldı. Öve öve bitiremedikleri Süleymaniye ve Selimiye Camii, Şehzade Paşa Camii inşa eden kişi bir devşirme hemşerimizdir. Yani Sinan bir devşirme çocuğudur. Bu topraklarda En iyi üzümü yetiştiren ziraatçiler Ermenilerdir. En iyi ticareti yapanlar Rumlar ya da Yahudilerdir. İşte bunlarla meşgul olmayan Müslüman nüfus sadece asker oldu. At sırtında fetihlere koştu. Öyle zaman geldi ki yine Osmanlı İmparatorluğu devşirme çocuklarından askerler yetiştirdi. Bir ocak kurdu; Yeniçeri ocağı, bunları güya Müslüman terbiyesiyle yetiştirdi. 45 yaşına kadar evlenmelerini yasak etti. Bu nedenle bir takım ihtiyaçlarını karşılamak için ahlak dışı münasebetlere girdiler, öyle ki toplumun başına bela oldular. Bir türlü toplum bundan kurtulamadı. 3. Selim döneminde ortadan kaldırdılar ama toplum etkisinden kurtulamadı. Bütün sebep şu: bir yandan saray ve çevresinden müderrisler medrese de biraz Arapça ve Kur’an okuyan yetişirken bu halka yayılmaksızın zavallı halkı da fetihlerin dışında kurulmuş bulunan tekkelere terk ettiler. Anadolu coğrafyasından Kırım’a kadar birçok yere yayıldı. Anadolu coğrafyasının Müslüman askerleri Avrupa’ya kadar gittiler ama götürdükleri Müslümanlık tekke Müslümanlığıydı.” Kırım’da Kosova da tekkeler kurulduğunu ve aynı anlayışın devam ettiğin söyleyen Mengüşoğlu, Kalenderiye’de bir tekkeyi ziyareti sırasında şahit olduğu hadiseyi şöyle aktardı; “Tekke ziyaretimiz sırasında tekkenin şeyhini aradık bulamadık. Şeyhin yardımcısı vardı. İki tane kubbeli yapı gördük. Kubbenin bir tanesinin altı mescit bir tanesinin altıda tekke. İkisi arasında bir kapı var. Mescitte namaz kılınıyor sonra mescide geçiliyor. Ve bir takım postlar koymuşlar. Şeyhin postuna kimseyi oturtmadılar. Ne yapıyorsunuz diye sorduk. Perşembe akşamları hu çekiyoruz dediler. Tabii övüne övüne bitiremediler anlatırken. Biz kominizim zamanında bile kapatılmadık dedi. Yürekleri yetmedi bizi kapatmaya diyor yani. Dedim ki siz komünistlerin işine geldiniz de o yüzden sizi kapatmadılar. Çünkü siz tek tip toplum oluşturuyordunuz ve kominizminde istediği toplumda tam manasıyla aynı toplum yapısıydı.” Osmanlı’nın gittiği yerlere götürdüğü Müslümanlığın öyle bir Müslümanlık olduğunu vurgulayan Mengüşoğlu; “Okuryazar olmayan Müslüman halkı Arapçayla Kur’anla tanıştırmayıp tekkelerle tanıştırıyorlar. Gayrimüslim halk kendini yetiştiriyor. Kayseri’de bağlardaki en iyi üzümü kimler yetiştirmiş bir bakın. Şarap yetiştirmek için. O dönemdeki Rumlar ve Ermeniler kayseri’de ticareti geliştirdi. O dönemki Müslümanlar da askerlikten başka meslek yasaktı. Sen sadece fetihlere katılacaksın. Namazını kılıyorsan kıl. Ferdi bir Müslümanlık aşısı yapılıyordu. Zaten teklerde de namaz, oruç, hac ve zekâtın dışında bir şey yoktu. Bir de bir şeyhe bağlı olacaksın, onun çorbasını içeceksin, ondan hikmet göreceksin, Allah ile senin aranda aracılık yapacak kendini kurtaracaksın. Halk tekkelere terk edildi. Böyle olunca bu yeni nesillerin Osmanlı’dan kültürel ve İslami anlamda alacağı tevhidi bir espri yoktu. Onlardan bize intikal eden Türkçe, gürcüce, Lazca ve Kürtçe mütekâmil anlamda Kur’an’ı kerim meali yoktur. 600 yıl Osmanlı. Ondan önce 300 yıl öncekileri de say 900 yıl boyunca mütekabil anlamda insanların anlayabileceği bir dilde Allah’ın kelamını anlatan bir metin yok. Bu büyük bir felakettir. Sen İslam imparatorluğusun ilahi Kelimetullah için Viyana kapılarına dayanıyorsun ve birçok insanı Müslüman ettim diyorsun. Ama Şeklen Müslüman olmuşlar. İbadetler ferdi anlamda yaygınlaşmış. Camilere ve tekkelere gidip ‘Allah ya Hu’ diyip kendilerini tatmin ediyorlar. Âlimler’den Ebu Suud Efendi Türkçe konuşamıyor. Tefsirini Arapça yazıyor. Araplar istifade ediyor. Sen bu halkın insanısın. Bu halkın diliyle tefsirini yap ki senin halkın anlasın. Ebu Suud Efendinin bir takım fetvaları çok önemli. Ama kimse istifade edemiyor” dedi.

Kur’an merkezli düşünce Akif’le başladı

İlk defa Anadolu coğrafyasında ki Müslüman nüfusunun arasında farklı farklı fikirlerin son dönemlerde doğduğuna işaret eden Mengüşoğlu; “Islahat fermanı, Tanzimat, birinci meşrutiyet ve ikinci meşrutiyet sonrasında Avrupa’da Fransız İhtilali sonrası aydınlanmayla temasa geçen Müslüman unsurun münevverleri Anadolu’ya dönüyorlar ve yeni fikirler üretiyorlar. Böylece Türkçülük ve Batıcılık doğuyor. Yenilenmiş bir Osmanlı doğuyor. İlk defa bu coğrafyada birbirinden başka başka düşünen insanlar eserler vermeye, şiirler yazmaya, fikirler üretmeye ve tartışmaya başlıyor. Çünkü kısmi bir hürriyet ortamı doğdu ve toplum birden bire içindekini dışına yansıtmaya başladı. Abdullah Cevdet diye ateist bir adamın kökünün komünist, Rus olduğunu düşünürsünüz? Ancak hayır, bu coğrafyanın insanı. Müslüman toplumdan adam ben Allah’a inanmıyorum diye çıkıyor. Hiç görülmemiş, duyulmamış bir şey. Ben Allah’a inanmıyorum Türkçüyüm diyor. Bütün dünya dilleri Türk dilinden türemiştir ve ben öyle Adem’den gelmedim, atalarım bozkurttan geldi diyor. Biri bunu çıkıp söylüyor ve bunu dinleyenler var. Bir başkası çıkıyor dünyanın en başarılı toplumu batı toplumudur diyor. En başarılı sistem de batı sistemidir. Ben batıcıyım batıya entegre olursak kurtulur bu toplum onun dışında kurtulamaz diyor. Bir başkası da İslam’ı bırakalım Hıristiyan olalım diyor. Böyle teklifler ve fikirler çeşitli mecmualarda yayınlanmaya başlıyor.” İfadelerine yer verirken İçlerinden bir kısmının da terakkiye mani olanın İslam olmadığını yani; “ilerlemeye gelişmeye mani olan İslam değil. Halkın yaşadığı Müslümanlık ile hakiki İslam arasında uçurum var. Halka yaşatılan İslam ataların dinidir. Asıl Allah’ın dini Allah’ın kelamı olan kitabındadır.” İşte bu tavrı ortaya koyanların başında da Mehmet Akif’in geldiğini bilgisini verdi ve Bu toplumda ilk defa şuurlu anlamda kur an merkezli düşünce hareketinin onunla başladığını söyledi.

Akif’in ilhamı Kur’an’dı

Bütün Anadolu coğrafyasında bizim geçmişimizin tek güzel şeyi inşa ettikleri evler ve şehirler olduğuna değine Mengüşoğlu; “Bunun dışında da alt yapısı yoktu. İşte bu arada Mehmet Akif doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı asrın idrakine söyletmeliydi. Neo Osmanlılar diyor ki Akif bununla batı hayranlığı yapıyor. Batının teknolojisini alalım ama ahlakını almayalım demekle batı hayranı olarak gösteriyorlar. Akılsızlar Akif’in öteki şiirlerine baksanıza. Öteki şiirlerinde diyor ki 700 yıllık içtihatlarla bu dinin hala kabil ve ihtiyacatını telafi asla. O halde Akif diyor ki: yaşadığımız her dönemin ve zamanın fıkhını ve içtihadını bugün yapalım. Bundan 700 yıl önce yapılan içtihatlarla bugünkü toplumun ihtiyacını karşılamak mümkün değildir. Müslüman dünyada tasavvufun adını vererek tenkit eden birinci adam oldu. İkinci adamda Ercüment Özkan’dı zaten. Çünkü tekkelerde ve zaviyeler de halk uyuşturulmuştu. Dolayısıyla tam çöküntü zamanında bizim gibi düşünen şu anda bize önderlik eden insanlar yetişti. Bunun başında da M. Akif gelmektedir. M. Akif in profesyonel anlamda yayınladığı ilk şiir kitabının adı Kur’an’a hitap tır. Bir ömür boyu Kur’an ile haşir neşir olmuş ilk adamdır. Geriye döndüğümüzde bu kocaman coğrafyadaki edebiyata yani şiirlerine bakın. Fuzuli, Nedim, baki gibi isimler hep oğlan, kız, bülbül, gül, aşktan ve meşkten başka hiçbir şey anlatmaz. Bunlar divan edebiyatı. Bir de okuma yazma bilmeyenlerin edebiyatı var. Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal’ın şiirlerine bakın orada da göreceğiniz şey aşk ve meşkten başka bir şey değildir. Dünyayı değiştirecek bir soluğa sahip değildir. Bizim edebiyatımızda ilk defa M. Akif ilhamı doğrudan doğruya Kur’andan alıp aktaran adamdır. Bu bakımdan çok önemli ve değerlidir” dedi 

“Halk pilav yedi ve Mesnevi okudu”

“Bu toplumun Cumhuriyet’in ilk yıllarında yetiştirdiği büyük elçilik yapmış çok itibar gören bir şairi var: Yahya kemal. Ondan önce batılı bir filozof olan Albert Camus, Kendi dönemi içerisinde Paris’te yaşayan kadınların yüzde 60’ı vesikalı: O kadar ahlak dışı bir toplum. O dönemde ayrıca dünyada gazete fenomeninin yaygınlaştığı bir dönem. İlk defa insanlar gazeteyle tanışıyorlar ve gazete okuyorlar. İlk Türkçe gazeteyi de Kırım’da Gaspıralı İsmail çıkarmış: Tercüman gazetesi. Bu gazete Türklerin ve Müslümanların davasını savunurken ilginçtir ilk tepki verenler Müslümanlar olmuşlar. Bunun nedenini ise İslam’da gazete olmadığı içim demiler. Uzun süre onların davasını anlatmasına rağmen adam kendini kabul ettirememiş. O dönem için gazete kültürü gazete haberleri çok önemliydi. Yahya kemal ise bizim Anadolu toprağına bakarak şunu diyor; bizim halkımız pilav yedi ve mesnevi okudu. Yahya kemal Müslüman bir adam değil. Ama tespiti son derece doğru. Şeyhine niçin diyen iflah olmaz. Halkta dinledi ve şeyhine teslim oldu. Böyle olunca da halkın büyük bir kısmı gerizekalı hale geldi” açıklamasında bulunan Mengüşoğlu, Bütün bunları gördüğü için Mehmet Akif’in çırpındığını aktardı. Müslüman toplumun hurafelere inandığını ve bunun atalar dinin tesiri altında olmamızla açıklayan Mengüşoğlu, bu durumu ve bu durumu gören Akif’in mücadelesini şu sözleriyle açıkladı; “Mesela yukarıda Allah var diyoruz. Öyle bir şey yok aslında. Sen bu işi yaptın başın göğe mi erdi deriz. Bu Şaman dininde en yüce tanrı göklerdedir. Onlarla temasa geçtin de ondan haber mi geldi sana? Buna benzer şeyler hala devam etmektedir. Çünkü üzerinde düşünülmedi. Bu alışkanlık bugün bile devam etmektedir. Bunu fark ettiği için M. Akif ömrü boyunca ve bütün Safahat kitabı boyunca hurafelerle uğraşmıştır. Halkın amentüsünde neler vardır. Kadere iman vardır. Kur’an’da da öyledir. Size gelen hayır Allah’tan size gelen şer kendinizdendir. Tabiatta şer yoktur. Kir pas şer sonradan fıtratını bozan insanlar tarafından üretilir. Bunun üzerine kader alın yazısı diyen insanlara şöyle demiş. Kader ha, belanı istedin Allah da verdi demiş. Bana hitap eden böle söyleyen ilk kişi Mehmet Akif’tir. Herkes bir şeyler teklif ediyor. Kimisi Hıristiyan olalım veya başka bir dine girelim gibi. Mesela Necip Fazıl, Türkün ruh köküne inelim diyor. Bir de şöyle bir Müslümanlık anlayışı var; Çöle İnen Nur burada Hz. Peygamberin hayatını anlatıyor.  Ben o zatın adını ağzıma almaktan haya ederim diyor. Çünkü Allah kur’an’da habibim diyor. Oysa Kur’an’da Peygamber Efendimizin ismi vardır. Necip fazılı aldatan ne? Bütün ayetlerin başında habibim diye bir başlangıç vardır. Bunların eline teslim olmuş bu ahali ama M. Akif böyle demiyor. ‘Ey Müslümanlar ezilip yok olmak istemiyorsanız sabrı İslam’a dönün.’ Düşünce dünyamızda bunu teklif eden ikinci bir adam bulamazsınız. Örneğin nazardan korunmak için nazar boncuğu, at nalı veya kaplumbağa kabuğu gibi hurafelere inanmış zavallı halk. İlmi imkânlar olmayınca gayri ilmi bu imkanlarla idare etmiş.”

Bu din Şamanizm’in etkisinde

Akif’in safahat’ında iki ayeti sıkça kullandığını söyleyen Mengüşoğlu; “Birincisi bir toplum kendinde olanı değiştirmediyse Allah’da onu değiştirmez. Rad suresi 11. Ayet. Gerçekten yarabbi yukardan bir kurtarıcı gönder İsa’yı gönder demekle hiçbir toplum kurtulmaz. Bir toplumun kurtuluşunun çaresi kendi elindedir. Bunu yapabilmesi içinde şunu bilmesi lazım; İnsanoğlu davranışlarını kendi yaratıyor. Allah bizi hür bırakmış. Allah bizi tabiata dahil etmemiş. Su akar, ateş yakar, dağlar sabittir, aslan heybetlidir, ıhlamur ağacı vişne üretmez… niye çünkü onların alın yazısı vardır. Onların ürettiği sanat eserlerinin asıl sahibi de Cenab-ı Allah’tır. Ama insan bir tabiata dahil değildir. İnsanın bir tabiatı yoktur. Kur’an’da insan için fıtrat kelimesi kullanılır. İnsanın yaratılışı açık bırakılmıştır. İnsan hürdür. İnsan davranışları tabiatla değil, ahlakla ilişkilendirilmiştir. Bu sebepten Akif şöyle diyor ‘talep nasılsa tabi netice öyle çıkar. Meşiyetin sana zulmetme ihtimali mi var. Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun. Onun hesabına binlerce hurafe uydurdun. Birde tevekkül soktun araya zavallı dini kemirdin.’ Onun için Akif az önce okuduğum şiiri söyler. Akif asla yalan söylemez. Sözünde durur her zaman. İkinci ayet çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun onun hesabına binlerce hurafe uydurdun. Niye çalışmadı çünkü mani olundu. Askerlikten başka bir şey yapılmayacak denildi” dedi.

Mengüşoğlu konuşmasına son verirken Akif’in asıl hedefini şu sözlerle özetledi; “bütün mücadelesi atalar dini ile Allah’ın dinini birbirinden ayırmaktı. Çünkü bütün toplum ataların dini üzerine yaşıyor. Bu dinde hala Şamanizm’in etkisi var. İlla bir İslam ilkeleri ararsanız tevhit adalet üzerine bakın. İlahi kelam bundan ibarettir.”

Etiketler : #Megüşoğlu   #   #Kur'an   #şairi   #Akif'i   #anlattı   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN