Şükrü HÜSEYİNOĞLU

06 Ocak 2024

KİTAB’IN ORTASINDAN KONUŞANLARA KULAK VERMEK

Ercümend Özkan’ı Türkiye’deki İslami uyanış süreci açısından özel ve özgün kılan çeşitli özellikleri söz konusuydu. Bu özelliklerden biri de, hem modern cahiliyeye hem de geleneksel cahiliyeye tutarlı ve net bir tavır içinde oluşuydu. Tabi burada kullandığımız “geleneksel cahiliye” terkibine dikkat etmek gerekir. Zira şimdilerde sahih gelenek - muharref gelenek ayrımı yapmadan bütün bir geleneği hâşâ hurafe olarak damgalama ölçüsüzlüğüne tanıklık etmekteyiz. Oysa Özkan ve onun gibi, Kur’ani uyanış sürecinin asli temsilcileri, sahih geleneği muharref geleneğin tortularından arındırma mücadelesi vermişlerdir, vermektedirler ve bizim kullandığımızı söz konusu terkip de muharref gelenek karşılığındadır. 

Modern cahiliye ve geleneksel cahiliyeye bütüncül itiraz, aslında Nebevi bir tutum, Nebevi bir gelenektir, tevhid dâvâsının önderleri tüm Nebilerin (a.s.) dâvetlerinin esasını teşkil etmedir.

Değil mi ki Rabbimiz, biz kullarından “dini kendisine has/hâlis kılmamızı” istemektedir. Rabbimizin bu beyanının, hem muharref geleneğin hurafelerinden, hem de baştan sona bir hurafeler bütünü olan modern cahiliyeden beri olarak, dini inzal edilmiş saf/katışıksız haliyle doğru anlamayı, hem de egemenliği/hükmü âlemlerin Rabbi’ne has kılmayı kapsadığını kavrayanlar ne yazık ki hep az olagelmiştir.

Modern cahiliyeden kastımız, Allah’ın yol göstericilik ve ahkâmına tâbi olmak yerine, insan hevasına dayalı olarak ihdas edilen dünya görüşleri, ideolojiler ve egemenlik biçimleridir. Dolayısıyla bu durum, sadece son birkaç asrın meselesi değildir. Mekke’de mesela, hem arrafların, kâhinlerin temsil ettiği geleneksel cahiliye vardı, hem de Ebu Cehillerin, As b. Vaillerin temsil ettiği modern cahiliye. Rasulullah (a.s.) ve güzide arkadaşları her iki cahiliyeye karşı mücadele veriyorlardı.

Günümüz modern cahiliyesi, ürettiği birtakım kavramlar üzerinden işletilmekte ve toplumlara benimsetilmeye çalışılmaktadır. Bu kavramların en önemli ve etkili olanlarından biri demokrasidir. Müslümanların coğrafyası yakın tarihte Irak ve Afganistan’a “demokrasi getirilmesi”yle bu kavramın ne menem bir şey olduğunu fiilen tecrübe etmiş olsa da, bazı aklı evveller, aslında küresel emperyalizmin egemenlik ve vesayet düzeneği olan bu mefhuma kendilerince anlam ve işlev yükleyerek onu meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.

Bu noktada Ercümend Özkan’ın, modern cahiliyenin kavramları karşısındaki net duruşu öne çıkmaktadır. Mesela demokrasiyi “Hevaya uyma rejimi” olarak tanımlamıştır ki, bu tanıma 12’den vurmak desek yeridir.

Evet, demokrasi, meselelere yüzeysel bakmakla malul olanların zannettiği gibi bir yönetici seçme tekniği değil, hevaya tâbi olma esasına dayalı bir dünya görüşü, bir egemenlik biçimidir.

Nitekim bugünlerde üç ayı doldurmakta olan bir meşum süreçte “demokrasi”nin ne olduğunu, demokrat ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve onların İslam coğrafyasındaki işgal aparatı durumundaki siyonist işgal rejimi bir kez daha tüm insanlığa açık şekilde tefsir etmektedirler.

Batılıların sürekli olarak “Ortadoğu’daki tek demokrasi rejimi” olarak nitelediği siyonist işgal rejimi, Gazze’ye sürekli demokrasi yağdırmaktadır, yağan demokrasi bomba ve füzelerini de bilabedel ABD ve müttefikleri temin etmektedir.

Siyonist işgal şefleri de, Gazze’ye yönelik soykırımlarını “Batılı değerler için savaş” olarak tanımlamaktadır. Evet, “Batılı değerleri”, “demokrasi”yi, “insan hakları”nı tanımak, kavramak isteyenler Gazze’ye bakabilirler.

Oysa Batıyı, “Batılı değerleri”, “demokrasi”yi, “insan hakları” söylemini kavramak, tanımak için illaki soykırımlara tanık olmaya gerek yoktu. Ercümend Özkan gibi, Kitab’ın ortasından konuşan müminlere kulak vermek yeterli olurdu.