EY "MÜSLÜMAN"LAR! GELİN "MÜSLİM" OLALIM

Mehmet PAMAK

25-08-2018 08:57


"Müslüman" olduğunu söyleyen çoğunluk, Kur’an’ı hakkıyla okumadığı ve Rasûlün şahidliğini dikkate almadığı için Allah yolunda gerektiği gibi cehd ve gayret göstermekten uzak düşmüştür. Kur'an'ı ve Rasûlün güzel örnekliğini, mücadele sünnetini anlamayı ve rehber edinmeyi ihmal edince, nasıl ve neler yapması gerektiğinin, nefsine ve içinde yaşadığı topluma karşı sorumluluklarının bilincine varamamıştır. Kur'an'ın şartlarını belirlediği ölçülerde "Müslim" olup gerçek anlamda Allah'a teslim olunsaydı, bu tevhidî İslami kimlikle gerçekleştirilecek bütün ibadetlerimiz ve amellerimiz bizi Allah'a yakınlaştırmanın, arındırıp inşa etmenin vesilesi olacaktı. Ancak Kur'anî ölçülerde Müslim olmaktan ve Rasûlün sünnetinden uzaklaşarak takva yitirilip ibadetler ve ameller anlam ve eksen kaybına uğrayınca, ubudiyet bütünlüğünden kopuk parça ibadetler içi boş formlara indirgenmiştir. Böyle ibadetler ve ameller ise, Allah'a yakınlaştıracak yerde Allah'tan uzaklaştıracak bir işlev görmeye başlamıştır.

                                                                                          

Sonuçta da, Kur'an'ın tanımladığı ve şartlarını bildirdiği Müslim kimliğinden uzaklaştığı hâlde kendisini "Müslüman" olarak niteleyen geniş kitleler, Kitabî olmayan geleneksel bir "atalar dini"ni yaşamaya başlamıştır. Böylece dünyevileşme, sekülerleşme anlamında tam bir yozlaşma ve çürüme "Müslüman"ım diyen kitleleri kuşatmıştır. Özellikle son 15 yıl Müslümanlara laiklik propagandasının en fazla yapıldığı dönem olmuştur. Üstelik bu dönem, laiklik ve demokrasinin İslam ile bağdaştığının en tepeden iddia ve iftira edilip toplumun İslam algısının tahrif edildiği bir süreç olmuştur. Bu sebeple, 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre, "dindarım ve beş vakit namaz kılıyorum" diyenlerin arasında "laiklikle bir sorunum yok" diyerek laikliğe olumlu bakanların oranı %67'ye ulaşmış bulunuyor. "Müslümanım" diyenler içinde, Kur'an'ı anlamadan (ölülere ya da hatim indirme amaçlı) okumanın oranı bile %20'ler civarındadır. Kitaba imanın ön şartı olan "anlamak, öğüt almak ve yaşamak amacıyla okuma"nın oranı ise %1'lere bile ulaşamamaktadır. Bu yüzden, yaşanan yozlaşma giderek daha yaygın hâle gelmektedir. Özal ile başlayan gönüllü sekülerleşme (Dünyevileşme; Allah'ın ve dininin karışmadığı, hevaya göre yaşanan hayat alanları oluşturma), kapitalistleşme AKP ile zirveye ulaşmış bulunuyor. Ölçüsüz kazanma ve azgın bir tüketimi esas alan, lüks ve israf eksenli kapitalist kültürün "Müslüman"ları giderek daha fazla kuşatması olgusu yaşanıyor.

 

"Müslüman" kelimesi "Müslim"in Farsçadaki karşılığı olup Türkçeleşmiş bir kelimedir. Kur'anî ölçülere uygun biçimde içi doldurulmak kaydıyla "Müslim" kavramının Türkçe karşılığı gibi kullanılmasında bir mahzur olmayacağı kanaatindeyim. Ancak maalesef pratikteki "Müslüman" kavramının içeriği Kur'an'daki Müslim kavramıyla asla uyumlu değildir. Ülke halklarının Kur'an eksenli olmaktan ziyade bir kültürel aidiyet ifade eden Müslümanlaşma sürecinde kitleler, iyi niyetle kendilerini "Müslüman" olarak nitelemelerine rağmen, Kur'an'da zikredilen ölçülerde Müslim olmanın ne olduğundan bile habersiz bir hâli yaşamaktadırlar. Böyle olunca, Kitabî olmayan ve geleneksel ya da modern bid'at ve hurafelere dayalı "Müslümanlık" Kur'an'daki "Müslimlikle" örtüşememiştir. Özellikle son on yılda, söz konusu yozlaşma, zihinsel karmaşa, istikamet ve kimlik krizi tevhidî uyanış süreci bakıyesi kesimleri bile kuşatmış bulunmaktadır.

 

Bu sebeplerle, Allah'ın rahmeti ve yardımı Müslim/mü'min olduğunu iddia eden kesimlere ulaşmamaktadır.

 

Hâlbuki Allah (c) Rum Suresi 47. Ayette "Mü'minlere yardım etmek üzerimizde bir haktır" beyanıyla mü'min/müslim kullarına yardım etmesinin onların kendi üzerindeki hakları olduğunu bildirmiştir. Bu ifade biçimi, mü'minleri/müslimleri onurlandıran bir içerik taşımaktadır. Ancak bu şerefe ve yardıma müstahak olabilmek, Kur'an'ın şartlarını belirlediği ölçülerde müslim/mümin olmayı gerekli kılmaktadır. Ayrıca Rabbimiz, Muhammed Suresi 7. Ayette bir daha zikrettiği bu yardım vaadini şarta bağlamıştır: "Ey İman edenler, eğer siz Allah'a yardım ederseniz, (Allah'ın emirlerine uyar, O'nun Dininin uygulayıcıları ve yardımcıları olursanız) O da size yardım edecek ve ayaklarınızı sabit kılacaktır." Ama maalesef, Müslüman olduğunu iddia edenler, hem Kur'an'da zikredilen mü'min/müslim olma vasfını kazanamadıkları için, hem de Allah'ın dininin yardımcıları, uygulayıcıları olamamaları sebebiyle Allah'ın vaadettiği ilâhi yardımı hak etmediklerinden dolayı bugün yaşanan yaygın mağlubiyet hâli, zillet ve zulüm kaçınılmaz bir sonuç olmuştur.

 

Oysa Rabbimiz Al-i İmran Suresi 160. Ayette, eğer yardım ederse, bize galip gelecek hiçbir gücün olamayacağının güvencesini vermektedir: "Allah size yardım ederse, artık size üstün (galip) gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi (yardımsız) bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar."

 

Eğer Kur'an'ın emrettiği gibi takvayı hakkıyla kuşanıp Rabbimizin istediği gibi Müslimler ve Allah yoluna adanmış fedakâr mü'minler olmayı başararak, O'nun dininin yardımcıları olabilseydik, şüphesiz ki Rabbimiz vaadinde duracaktı. Biz müstahak olsaydık, Rabbimiz, hidayeti, rahmeti ve yardımıyla bize izzet ve şeref kazandıracak ve üzerimize çullanan zalimlere, emperyalistlere karşı bize galibiyeti nasip edecekti. Ancak tersi yaşandığı ve "Müslümanım" diyenler Kur'an'a göre "Müslimler" olmayı başaramadıkları için bu ilahi yardım hak edilmedi ve bugünkü derin ve yaygın zillete sürüklenildi.

 

Kur'an'da ısrarla vurgulanan husus ise, Kitabın hükümlerine uyarak takvayı hakkıyla kuşanmak suretiyle "Müslim" olmamız ve "Müslim olarak ölmeye" çalışmamızdır:

 

Rabbimiz Al-i İmran Suresi 102 ve 103. ayetlerde şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun sakının (O'nun emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilincini/takvayı kuşanın) ve ancak müslimler olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…".  


İman edenlerden istenen, Allah'ın emir ve yasaklarına uymak üzere takvayı hakkıyla kuşanmak ve böyle bir hâl üzere, yani Müslim olarak ölmektir. Ama maalesef yüzyıllara sâri tarihsel süreçte takva terk edildi ve Müslim kimliği yozlaştı. Allah'ın inzal ettiği ipi olan Kur'an'a hep birlikte sarılmak yerine her grup bu tarihsel süreçte ürettikleri kendi iplerine sarıldılar ve diğer insanları da bu üretilmiş iplere tutunmaya çağırdılar. Bu sebeple Hakk dinin izzeti yerine Hak-bâtıl karışımından oluşan şirke bulaşmış din anlayışlarının zilletine sürüklenilmiş ve parçalanma, dağılma kaçınılmaz olmuştur. Kur'an'dan uzaklaşıp geleneksel cahiliyeyi İslam zanneden kitleler ise, Kur'an'da Rabbimizin beyan ettiği nitelikte Müslimler olamamışlardır. Allah'a teslim olmak ve vahyin emrettiği takvayı kuşanmak yerine, Allah'tan uzaklaştıracak yanlış ve üretilmiş din anlayışlarına sürüklenmişlerdir. Sonuçta da akıdelerini, takip etmeleri istenen yollarını, yöntemlerini kaybetmişler ve zulümat içinde, karanlıklarda kaybolmuşlardır. Nasıl Müslim olacaklarını da, bunun için ne yapmaları, nasıl yapmaları gerektiğini de bilemez hale gelmişlerdir.

 

Hâlbuki, Kur’an’da açıkça ortaya konulan mücadele yönteminde, "iman, salih amel, rükû, secde, ibadet, cihad, hayırlı işler işlemek, takvayı hakkıyla kuşanmak, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, yardımlaşarak zulme karşı mücadele etmek" gibi hayatı kuşatan ilke, emir ve kavramlarla, iman ettikten sonra neler yapmamız gerektiği anlaşılır bir biçimde ifade edilmiş ve Rasûlüllah'ın (s) güzel örnekliğinde de uygulamaya konmuştur.

 

Rabbimiz, Nahl Suresi 81. Ayette, lütfettiği nimetleri sıralayıp Müslim olma sorumluluğumuzu hatırlatıyor: "Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı ve dağlarda da sizin için barınaklar var etti. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar verdi. Böylece Allah, müslim olasınız diye üzerinizde olan nimetini tamamlıyor".

 

İşte tüm bu nîmetlerin ve lütufların sahibi olan Rabbimizin biz kullarından istediği tek şey vardır. O da; O'nun emirlerine teslim olan Müslimlerden olmamızdır. Bu nîmetlerin sahibini bilmek ve tüm bu nîmetleri, onları verenin yolunda kullanmaktır. Tüm bu nîmetlerle sadece O'na kulluğa tahsis edilmiş bir hayatı yaşamaktır. Özetle Rabbimizin bizden istediği; tüm hayatımızı, o hayatın sahibinin istediği gibi yaşamaktır. Hayatın ve ölümün sahibi olan Allah’a boyun eğerek, Onun arzularına teslim olmak, O'nun koyduğu hüküm ve ölçülere teslim olarak gerçek anlamda "Müslim" olmaktır.

 

Rabbimiz, Enbiya Suresi 108. Âyette, tek bir ilâh olarak yalnız kendisine kulluk yapma sorumluluğumuzu hatırlatarak Müslim olmaya çağırıyor: "De ki: 'Bana ancak, ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık müslim oluyor musunuz?"

 

Râsule (s) şöyle bir daveti yapması emrediliyor: "Rabbim bana kendi bilgisinden vahiy göndermektedir. Onunla hayatımızı düzenleyelim diye bana kitap gönderiyor. Rabbim bana vahy ediyor ve bildiriyor ki, kendisinden başka İlâh yoktur. Kulluk edilmeye lâyık tek İlâh O’dur. O’ndan başkalarını İlâh bilmeyin. O’ndan başkalarına kulluk ve ibadet yapmayın. O’ndan başkalarına sığınmayın ve dua etmeyin. O’ndan başkalarının koyduğu kanunlara ve kurallara itaat etmeyin. Hayatınızın bütün alanlarını düzenlerken sadece Allah'ın hükümlerini esas alın ve O'dan başka ilahlara itaat etmeyin. Artık teslim olmayacak mısınız? Artık müslim/müslüman olmayacak mısınız? "

 

Rabbimiz, Neml Suresi 80-81. Âyetlerde de vahyin mesajının kimlere ulaştırılabileceğini ve kimlerin Müslim olacaklarını açıklıyor: “Sen, ölülere şüphesiz ki işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte müslim olanlar bunlardır."

 

Bu ayette de şu söylenmiş oluyor: "Sen bu kurtarıcı İslam mesajını, Rabbin vahyine kulaklarını tıkamış ölülere işittiremezsin. Arkasını dönüp giden sağırlara da duyuramazsın. Hidayet yoluna gözlerini kapatmış olan körleri de sen bu sapıklıktan kurtarıp hidayete erdiremezsin. Onların Hakk'ı görmeleri ve Müslim olmaları konusunda hiçbir zaman senin etkin ve yetkin yoktur. Sen ancak âyetlerimize iman eden kimselere işittirebilirsin. Ancak Allah'a teslim olup mesaja kulak verenler bu kitabı işitirler, anlarlar, dinlerler ve Müslim/mü'min olurlar ve hayatlarını bu hükümlere göre düzene koyarlar."

 

Bakara Suresi 128. Ayette; Hz. İbrahim'in (as) şu duası bize örnek olmak üzere bildirilir: "Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (müslimler) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (müslim) bir ümmet (getir)…"

 

İbrahim ve İsmail (as), "Rabbimiz, bizim zürriyetimizden de her şeyiyle sana teslim olmuş, sadece sana iman edip sadece sana itaat eden ve senin istediğin hayat tarzından başka hayat tarzlarına razı olmayan, sana kulluktan başka kimseye kulluk yapmayan bir ümmet çıkar" diyorlar.

 

Âl-i İmran Suresi 67. Âyette Rabbimiz, Hz. İbrahim'in (as) Hristiyan veya Yahudi olduğunu iddia edenlere karşı onun Müslim olduğuna şahidlik etmektedir: "İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir Müslimdi. Allah'a ortak koşanlardan da değildi". 

 

Allah (c) İbrahim'in (as) Fıtratı bozulmamış, Allah’a kulluk ve teslimiyet yolunun, İslam yolunun dışındaki tüm yolları, tüm şirkleri terk edip İslâm’ı seçmiş bir müslim olduğunu bildirmektedir. Allah’tan başka hiçbir şeye ibâdet ve itaat etmeyen fıtratı tertemiz bir müslim olduğunu ve asla müşriklerden de olmadığını beyan etmektedir.

 

Ayrıca daha birçok ayette diğer bütün Peygamberlerin de İslam Peygamberi oldukları, kendilerinin de, onların davetine icabet edenlerin de "Müslimler" olduğu ifade edilmektedir:

 

Rabbimiz Bakara Suresi 132. Ayette; Aslında bütün Rasullerin Allah katında makbul tek din olan İslam'a davet ettiklerini ve aynı duayı yaparak "Müslimler" olarak ölmeye çağırdıklarını haber vermektedir. "Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da, 'Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece müslimler olarak ölünüz.' (dediler)."

 

Âl-i İmran Suresi 52. Ayette: "İsa, onların inkârlarını sezince, 'Allah yolunda yardımcılarım kim?" dedi. Havariler, "Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah'a iman ettik. Şahit ol, biz müslimleriz/(müslümanlarız)' dediler.

 

Yunus Suresi 72. Ayette ise, Hz. Nuh'un (as) kavmine şöyle seslendiği bildiriliyor: "Eğer yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak Allah'a aittir. Bana müslimlerden olmam emredildi."

 

Görüldüğü üzere bütün Nebiler, Rasûller aynı dine, İslam'a çağırmışlar ve onlar ve onların davetine icabet edenler (Allah'a boyun eğip teslim olan anlamında) Müslim adını almışlardır. Bu sebeple, kendimizi, bizzat Allah tarafından verilmiş ve bütün Rasûllerin davetine icabet edenlerin de ortak ismi olan Müslim dışındaki başka isimlere nispet etmekten ısrarla kaçınmalıyız. İnzal edilmiş "Müslim" yerine ikame edilmek üzere üretilmiş "İslamcılık" da dâhil farklı isimlerle kendimizi isimlendirmekten uzak durmalıyız. Aksi takdirde kıyamete kadarki sürede gelecek diğer İslam dini müntesipleriyle aramızdaki bu ortak isim bağımızın sürekliliğine zarar verilebilecektir. O hâlde ey "Müslümanlar"! Gelin Allah'a teslim olalım ve Kur'an'a göre "Müslimler" olalım.

 

Fussilet Suresi 33. Âyette: "Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve 'Kuşkusuz ben müslimlerdenim' diyenden daha güzel sözlü kimdir?" Bu ayette de ifade edildiği üzere, en güzel sözlü Müslimlerden olabilmek için, hâl ve kâl ile Allah'a davet eden ve sâlih ameller işleyerek hayatı ibadet kılan bir imanî pratiği ortaya koymak gerekmektedir.

 

Zuhruf Suresi 68 ve 69. Ayetlerde ise, Rabbimizin, kıyamet gününde, tevhidî anlamda iman edip Müslim olmayı başarmış kullarını "kullarım" hitabıyla sahiplenerek, onlara şu müjdeli haberi vereceği bildirilmektedir: "Ey âyetlerimize iman eden ve müslim olan kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de."

 

Rabbimiz hepimize, Kur'anî ölçüye uygun biçimde Müslimlerden (müslümanlardan) olmayı ve kendisine teslim olarak, yukarıdaki ayette zikredilen lütufkâr ilâhi hitaba muhatap olmayı nasip etsin. Sadece kendisine kulluğa tahsis edilmiş bir hayatı yaşayıp rızasını kazanmak suretiyle mü'min/müslim olarak ölmeyi lütfetsin inşaAllah.

 

 

Not: Bundan sonraki yazımızda, Müslim olmanın şartlarını ortaya koyan bazı ayetleri açıklamaya çalışcağız inşaAllah.

YORUMLAR
  • Muradi   27-08-2018 18:02

    Ali Rıza bey hatırlatma için teşekkür ederim.Yazıyı hızlı okumaktan kaynaklanan bir yanlış anlama oldu herhalde.İlkin Müslüman isminin kullanılmasının yanlış olduğuna dair bir izlenim uyandığı için öyle bir yorum yaptım. Ancak yazıyı tekrar okuyunca yaptığım yorumun makaleye göre isabetli olmadığını anladım.Sizden ve Mehmet Pamak abiden özür diliyorum.

  • Ali Rıza Akdemir   26-08-2018 22:34

    Muradi Bey, Yazıyı iyi okuduysanız, yazar da Farsçadan gelip Türkçeleşmiş bir kelime olduğunu belirttiği Müslüman kelimesini, Müslim kelimesinin Türkçe karşılığı olarak kullanmakta bir mahzur yok diyor ve şunu ekliyor "yeterki altını vahye uygun biçimde dolduralım". Ayrıca bu ifadeden sonra bazı cümlelerde Müslim yazdığında parantez içinde "Müslüman" da yazmış bulunuyor. Bu sebeple sizin yorumunuzun yeni bir şey söylediğini zannetmiyorum. Yorumlar; ya yeni bir şey söylemek ya bir yanlışı düzeltmek ya bir katkıda bulunmak ya da yazılanlara desteğini ifade etmek amaçlı olmalı değil mi? Sizinkinin amacını anlayamadım.

  • Muradi   26-08-2018 17:34

    Ana dili Arapça olmayan bir toplumda bu şekilde farklı ifadelendirmelerin olması normaldir. Önemli olan bu şekildeki ifade biçimlerinden ne kastedildiğini vahye bağlı olarak anlatabilmektir. Namaz, Oruç ve Abdest kelimeleri de Farsçadır. Fakat bunların neyi anlattığı bellidir. Müslim kelimesi de asıl olandır. Ancak Müslüman ismini kullananlar da farklı bir anlamı ifade etmiş olmuyorlar. Mesele sadece Arapça ise, o zaman Müslimler demek de doğru olmaz. Bunun Arapçadaki çoğul karşılığını kullanmak gerekir!

Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN