Cumhuriyet

Sonuçta cumhuriyetin nötr bir şey olmadığını, laiklik ve demokrasi ilkeleri ile birlikte dünya hayatını kendine has biçimde yönetmeye talip olduğunu, emretme yetkisinin kendinde olması iddiası ile vatandaşından bağlılık ve sadakat istediğini ortaya koymaktadır. Hayatı kendi değerleri ölçeğinde planlarken özellikle dine karşı olmayı ve durmayı da kendi varlığı ve bekası için vazgeçilmez saymaktadır. Bir anlamda birinin varlığı diğerinin yok olmasına bağlıdır.

29-10-2011


Cumhuriyet

Arapça olan terim; toplu durumda bulunan kavmi anlatırken, aynı zamanda halk anlamına da gelen cumhurdan türemiştir. Cumhura ilişkin olanı, yani toplu durumdaki kavim halini belirten durumu ise cumhuri kelimesi karşılar. Latincede benzer durumu ifade eden respublica terimi de kamuya, halka ait olgu, şey demektir. Siyasi literatürde doğru anlamı ifade etmek üzere ayırıcı niteliği belirtilmiştir; devletin kamu malı olmasına, karşılık, en yüksek emir verme yetkisinin de halka ait olmasıdır. Kısaca devlet şeklinde ve yönetiminde, egemenliğin halka ait olması durumudur. Bunun tersi durum, devletin ve egemenliğin belli bir sınıfa ya da bir kişiye ait olması demektir ki, buna da aristokratik cumhuriyet veya krallık, monarşi denmektedir.

Egemenliğin halka ait olması tanımlaması ve ilkesi, aynı zamanda demokrasinin de varoluş gerekçelerindendir. Ancak ikisi arasında önemli bir fark vardır; cumhuriyet ilk elde bir forma ait durumu, dolayısı ile devletin şeklini ifade ederken, demokrasi içeriğe, öze ait tanımlamayı da kapsar özelliktedir. Bu nedenle, cumhuriyetin içeriği veya nitelikleri anayasalarda hep tariflenmiş ve sıralanmışlardır. Örnek olarak Türkiye Cumhuriyeti anayasasında devletin şeklinin bir cumhuriyet olduğu belirtildikten sonra; cumhuriyetin niteliğinin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilerek, içerik de açıklanmış olmaktadır.

Cumhuriyet terimi asıl anlamını ve içeriğini siyasi literatürden; dolayısı ile toplumların tarihi sürecindeki sosyal gelişmelerinden alır. Genel olarak cumhuriyet toplumsal bir düzeni, siyasi bir modeli açıklamak için kullanılan özellikli bir kavramdır. Asıl anlamda ise, devlet yönetiminde kamu ya da halk hizmetlerinin nasıl görüldüğünü belirlemek ile alakalı olarak kullanılan yönetimsel, teknik bir terimdir.

Siyaseten kastedildiğinde, devlet yönetimlerinde egemenliğin, yönetimin, erkin kimde, kimin elinde olduğu ile alakalı bir durumu izah eder. Teknik olarak ve dar açıdan bakıldığı zaman; devlet reisinin bizzat halk tarafından seçilmesidir. Bunun pratik uygulaması ve yaygın olanı; halk seçimler yolu ile temsilcilerini seçerler, onlar da devlet iktidarını temsil eden hükümeti seçerler. Hükümetler de, tayinler yolu ile atadıkları diğer yöneticileri ile kamu hizmetlerini yürütürler. Bütün bu seçimler ve atamalar, kayd-ı hayat şartı ile değil, belirli bir süre ile sınırlıdır.

Cumhuriyeti daha iyi kavramanın yolu, onu bir önceki devlet-iktidar yapısı ile kıyaslamaktır. Dünyada aydınlanma süreci ile başlayan, aristokrat-krallık rejimini yıkarak yerine sivilizasyonu ve burjuva kapitalizmini kuran süreç, imparatorluk düzeninin yerine de ulus devletleri inşa etti. Yeni duruma eski düzen ve yapı zaten uymazdı. Böylece yeni duruma uygun devlet yapısı ya da siyasal rejim olarak cumhuriyet-demokrasi kuruldu...

Cumhuriyet öncesinde devlet bir kişi, bir aile ya da bir sınıf tarafından temsil edilirdi. Egemenlik, iktidar ve güç de onlardaydı. İktidarın devri genel olarak veraset usulü yani miras yolu ile babadan oğla geçen bir sistemle işlerdi. Muktedirlerin süresi sınırlı olmayıp kayd-ı hayat şartıyladır. Devletle halk arasındaki ilişkilerde, insanların statüsü hükümdarın kulu ya da tebası olarak bağımlılıktır... Cumhuriyette ise; egemenlik topluluğun bütününe aittir. En azından kâğıt üzerinde böyledir. İktidar, süreli olarak ve halkın seçmesi ile belirlenir. Demokrasinin de katkısı ile iktidar aslında, bir takım güçler arasında paylaştırılmıştır. Devlet hizmetleri bir kişi, bir aile ya da bir sınıfın yararına değil, kamu yararına göre çalışır. Halk artık kanunlarla sınırlanmış devlet iktidarı karşısında yine kanunlarla belirlenmiş kendi hakları da olan bir yurttaştır.

Cumhuriyetin kazanımları olarak da nam salmış gelişmeleri kısaca hatırlarsak şunları söyleyebiliriz: Vatandaş olma, herkes için seçme ve seçilme hakkı, kanunlar önünde eşit muamele görme, kadınların eskisine kıyasla daha fazla haklara sahip olması, eğitim-öğretimde fırsat eşitliği, dini buyrukların baskısından kurtulmak... Vatandaş olmak aynı zamanda hak ve ödevlerin bilinmesi de demektir. "Özgür yaşamak", "eşit yurttaş olmak" (aynı halktan bazılarının "sözde" vatandaş olmamaları) , "insan hakları" gibi önemli hakları kullanabilmek için bilgilenmesi, örgütlenmesi ve yurttaşın üzerine düşen yükümlülükleri de, yasalara uymak kaydıyla yerine getirebilmesidir...

Cumhuriyet, bazen bir rejimin adı olarak, bazen de devletin bir şekli olarak tartışıla gelmiştir. Devlet olarak algılandığında krallıkla idare edilmeyen, bir kralı da olmayan bir ülke anlamındadır. Devletin bir ideolojiden soyutlanmış nötr olarak adı, şekli cumhuriyettir.

Ama bir rejim, bir yönetim tekniği olarak algılanırsa, bu takdirde bir takım özellikleri, değer yüklü fonksiyonları taşıması zorunludur. Ya da çok yaygın olarak kullanılan bu tarz cumhuriyet, asıl anlamını bulacağı nitelikleri ile anılmaktadır. Burada öncelikle anlaşılması gereken temel husus; demokrasi ve laiklik ilkelerinin cumhuriyetin temel özelliklerinden olmasıdır. Bu nitelikler, kavramlar ve değerler olmadan cumhuriyetin hiçbir anlamı yoktur. Özellikle laiklik şartı, cumhuriyetin olmazsa olmazıdır. Oysa demokrasi şartı, cumhuriyetle birlikte olabilir de olmayabilir de...

Bu anlamda cumhuriyet tek başına, bağımsız bir değer olmadığı gibi, bir ikon da değildir. İşte cumhuriyeti cumhuriyet kılan temel değeri onun laiklik ilkesi ile birlikte bir şey olmasıdır. Mesela bir cumhuriyet devletinde demokrasi yok ama laiklik varsa, burada dini dışlayan bir diktatörlükten bahsedilir ama bir cumhuriyetten değil. Eski Sovyetlerde olduğu gibi... Tersine laiklik yok demokrasi varsa, bu sefer de dini bir diktatörlükten bahsedilir. Literal anlam, tanım ve tarifleme böyledir. Bu durumda dini diktatörlükler olarak tanımlananlar kendilerini ya cumhuriyetle ifade etmeyecekler ya da doğru tanımlamayı kendileri üreteceklerdir.

Türkiye cumhuriyeti devleti; altı asır süren saltanatın yani Osmanlı hanedanının yıkılarak yerine milli egemenlike dayalı yeni bir devletin kuruluşudur, onun da adıdır. Artık devleti hanedanlık, aileden birisi, kayd-ı hayat şartı ile yönetmeyecek ama onun yerine halk kendi kendini, seçtikleri temsilciler aracılığı ile yönetecektir. Üstelik seçilen bu yöneticiler, belli süreler sonunda değiştirilebilecektir. Çünkü egemenlik artık bir kişinin hayatına ve iradesine bağlı olmaktan çıkartılmış, yerine halkın iradesi geçerli olmuştur...

Zaten ikisinin, iki egemenin bir arada yaşaması, ikili bir iktidar yapısı demektir ki, bu durum muhal olacaktı. Sembolik olarak yaşatılan monarşiler ise, bu anlamda dekoratif görüntüden gayri bir hükme sahip değildirler.

Yeni devlet, saltanatı kaldırmış, cumhuri idareye geçmiş ama henüz hilafeti kaldırmamıştı. Yani, devlete yeni bir ideoloji seçilmemişti. Bu nedenledir ki, ilk anayasada kayıtlı, devletin bir dini vardır ve adı da İslamdır. Yani, devlet genel olarak hala şeri kanunlara bağlı cumhuri bir rejime sahiptir.

Derken Türkiye Cumhuriyeti, yine Osmanlı döneminde dört asırdır süren hilafeti, yani dine dayalı bir yönetimi, şeri nizamı yıkarak laiklik ilkesini getirecektir. Bu kez de din ile laikliğin bir arada olması muhaldi ve bu nedenle devlet dinli olmaktan çıktı. Hem terimsel, hem tarihsel süreç hem de çıkış şartlarına bakıldığında, aslında da laiklik dine karşı konumlanmış, onun yerine geçmiş bir anlayıştır, bir modeldir, bir sistemdir. Bu nedenle olan bitenler cumhuriyetçiler açısından normaldir.

Zaten iki zıt modelin, iki farklı ilkenin muktedir olmak bakımından bir arada olması, diyalog yolu ile de olsa dünyevi planda bir iktidar alanını paylaşması mümkün olmayacaktı ve reel durum da bu nedenle ona uygun hale dönüştürüldü...

Böylece Osmanlı Devleti sonrası Türk Milleti veya onun adına iradesini kullanan kurucu bir kadro, kendilerine ait bir yurtta, sınırları çizili bir toprak parçasına razı geldiği vatanında, kendi bayrakları altında, bağımsız ve egemen yeni bir devlet kurdular. Bu yeni devlette gayet tabii olarak kendisine yeni bir millet/ulus yaratmaya kalkışacaktır. (Onuncu yıl marşında geçen on binlerce yeni genç yaratmak, ümmetten millet yaratmak ifadelerini hatırlayalım...) Bu yeni devletin adına da, rejimin niteliklerini belirtir biçimde cumhuriyet dendi...

Yukarıdaki açıklamalar, teknik ve içerik olarak hatırlanması gerekeni, biraz tarihi süreci hatırlatır çerçevede ama çokça literal anlamı ortaya koyar tarzda yapılmıştır. Dolayısıyla Cumhuriyeti devlet veya rejim olarak yüceltmek yahut tarihsel ardılını alçaltmak gibi bir kast güdülmemiştir. Doğal olarak konuyu önce doğru olarak ve kendi bağlamında ortaya koymak sonra da görüş beyanında bulunmak niyeti güdülmüştür.

Türkiyedeki ortalama insanımız özellikle de Müslüman ahalimiz cumhuriyete, özellikle nitelikleri bakımından olsun içeriğine çok da meraklı değildir. Sıradan yurttaşlık bilgisi olarak ezberlediği/ezberlettirildiği kavramsal çerçeve kadarı ile yetiniyor ve tarafını tutuyor; ya kara sevdalı âşıktır ya da karşıtı. Ne sevdalısı sevgisinin nereye aktığının farkında, ne de karşıtı, neye karşı durduğunun. Dindar yazar-çizerlerin birçoğu; cumhurun idaresi, cumhurun iradesi, cumhurun egemenliği, cumhurun reisi gibi eklemelerle kendini avuturken, mevcut sistemin işleyişine güya eleştiri getirdiğini sanmakta ve bu arada cumhuriyet savunmasına soyunmaktadır. Bu gibiler aslında iyice sığlaşıyor ve tam da karşı kaleye ofsayttan gol atmaya çabalayan kurnaz futbolcuya dönüşüyor...

Egemenliğin kayıtsız şartsız cumhurda olması, cumhurun iradesinin diğer tüm iradelerden üstün olduğunun tescillenmesi, devlete karşı vatandaş olarak haklara ve özgürlüklere sahip birey statüsünün verilmesi, özgürlüklerin kullanılmasının önünde hiçbir engelin kalmaması gibi cazip ama daha çok slogan olarak dolaşan ağdalı ifadeler günümüzde çokça itibar görmektedir. Aslında içeriğin gözden kaçırılması, cumhuriyetin niteliklerinin temel olarak neye tekabül ettiğinin fark edilmemesi, ben Müslümanlardanım diyenler için iddia sahibi olmaktan vazgeçilmesi ile eş değerdedir.

Cumhuriyetin temel niteliği olan laiklik ilkesi, dinin dünyevi alandan soyutlanması, dünyaya dair kendine has bir yaşama biçimi iddiasından vazgeçirilmesi, iradesinin yok sayılmasıdır da. Dinin talep, örgütlenme ve işleyiş olarak devlet işlerinden ayrı bir alana kaydırılması, devlet işlerine ve kamusal alana dinin müdahale ettirilmemesi demektir. Laikliğin ister dayatmacı ve dine karşı olan kıta Avrupasındaki sert versiyonu, isterse Anglo-Sakson ama dinle barışık yumuşak versiyonu olsun, esası itibarı ile dünya-devlet işlerinde dinin referans alınmaması, bu alanda dini öğretinin reddedilmesi ve dine yer verilmemesi temel esastır. Laikliği laiklik yapan özelliği de burasıdır.

Bu noktada konuşlanmayı kabul eden ve uzlaşmaya razı gelen dini telakki, sahih hakikatlere ve münzel olana dayanan bir dini değil, duruma göre yeniden tanımlanan ve seküler nitelikler taşıyan bir dine dönüşmektedir. Bu da en büyük zülüm olan şirkin ta kendisidir.

Cumhuriyet temel niteliklerini de içeren yönetim biçimi ve kendine has örgütlenmiş devlet yapılanması ile aslında ve temelde iki şeye karşı olarak vardır; birincisi monarşinin yerine halkı koyarak egemenliğin kaynağını değiştirmiş, ikinci vazgeçilmez ilkesi olan laiklik ile de dini günlük hayattan çıkartmıştır. Bu noktada cumhuriyet savunucu ve kurucularının neye taraf oldukları, neye de karşı durdukları bellidir.

Problem, terimin nötr anlamı ve tek başına hiçbir değer ifade etmeyen tanımı çerçevesinde kendini ifade eden zavallı muhaliflerindedir.

Bu bağlamda Cumhuriyeti eleştirmek, monarşiyi yeniden getirmek olarak asla algılanmamalıdır. Ülkemizde bu durum Osmanlı hanedanlığını yeniden kurmak ve bu uğurda çalışmak olarak da görülmemelidir. Zaten bugünün dünyasında, akıldan muaf böylesi iddia taşıyıcıları da kalmamıştır... O halde asıl problem, işin başka yanındadır ve orası da muhaliflerinin kendilerini nasıl ifade ettikleri ve işin neresine karşı olduklarını belirtmelerinde yatmaktadır.

Sonuçta cumhuriyetin nötr bir şey olmadığını, laiklik ve demokrasi ilkeleri ile birlikte dünya hayatını kendine has biçimde yönetmeye talip olduğunu, emretme yetkisinin kendinde olması iddiası ile vatandaşından bağlılık ve sadakat istediğini ortaya koymaktadır. Hayatı kendi değerleri ölçeğinde planlarken özellikle dine karşı olmayı ve durmayı da kendi varlığı ve bekası için vazgeçilmez saymaktadır. Bir anlamda birinin varlığı diğerinin yok olmasına bağlıdır. Çünkü o dinin yerine göz dikmiştir. Böyle bakınca aslında sorun cumhuriyetin veya cumhuriyetçilerin değil, sekülerleşen dindarların olmalıdır. İşin teorik ve itikadi boyutuna buradan başlayabiliriz...

Cumhuriyet konusunu işlerken meselenin bir diğer önemli boyutuna da temas edebiliriz. Cumhuriyet idaresi ve ideolojik dayatması altında yaşamak, belirli bir süreliğine de olsa hayatını idame ettirmek zorunda kalmak konusu zorlu bir şey olsa gerek. Muhtemelen problemlerin esası da burada yatmaktadır. Bu tıpkı peygamberin Mekke de, müşriklerle birlikte, aynı düzen çerçevesinde ama bir süreliğine yaşamak durumunda olduğu fakat kendi işine de başlaması gibi bir durumu çağrıştırmaktadır. Şayet bu noktayı doğru kavrayabilirsek, formülü bulmuş, problemi çözmeye başlamış oluruz.

Hayatını Allaha göre dizayn etme kastı ile yaşadığı sistematik çerçeveden sahih bir çıkış yolculuğu düşleyenlere, bu amaçla da birbirini gözetenlere, hadi bakalım kolay gelsin...

(Hüseyin Alan / İktibas Dergisi Ekim 2007)

Etiketler : #Cumhuriyet   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN