

HEVAYA UYMA İDEOLOJİSİ DEMOKRASİYE CAN VERENLER -BEŞİR ATALAY OKUMASI-
Mehmed DURMUŞ
03-07-2025 10:29
Beşir Atalay ‘Sadece yaşayıp yazdıklarım’ diye şerh düştüğü ‘Dünden Bugüne Anılar’ını yayınladı. (Kapı yay. 2025). Hatırat sevenler için göz ardı edilemeyecek bir kitap. Atalay, coğrafi açıdan olduğu gibi kültürel bakımdan da Türkiye ortalaması şartların insanı. Keskin’in Armutlu köyünden. Çocukluk yılları, Anadolu insanının çok aşina olduğu şartlarda geçmiş. Baba hayattan çekilince yokluklar, sıkıntılı günler birbirini kovalar. İlkokulu, ortaokulu kendi diyarında, liseyi Kırıkkale’de, üniversiteyi Ankara Hukuk’ta tamamlamış. Derken hayatının en önemli dönemeci olan Erzurum yılları onu İktisatçı yapmış.
Ardından gelen Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) günlerini Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü takip etmiş. 28 Şubat darbe süreci Rektör Atalay’a, kendi isteğiyle istifa etmesini emri vaki yapmışsa da söz geçirememiş. Kışlanın kıskacındaki YÖK de onu açığa almış. YÖK’ün bu kararı Atalay’ı elli yaşında iken emeklilikle tanıştırmış.
Ankara’da, kurucuları arasında Yusuf Ziya Kavakçı, Fehmi Koru, Abdullah Gül, Haşim Kılıç, Atilla Koç gibi isimlerin de yer aldığı Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi (ANAR)’ı kurmuş. Doksanlı yıllar çabuk geçmemiş tabi ki ve derken önce Fazilet Partisi içinden uç veren Yenilikçi Hareket’in, sonra da Ak Parti’nin kuruluş safahatında kelimenin tam anlamıyla mutfağın baş aşçısı olmuş. Siyasi sürecin cilvesi onu -çok istememesine rağmen- ilkin milletvekili, ileriki zamanda da İçişleri Bakanı yapmış. Çok ilginç ama gerçek: Çok değer verdiği Cumhurbaşkanı A. N. Sezer, önüne konulan bakanlar listesinde Beşir Atalay ismini Milli Eğitim Bakanı olarak çizerken, İçişleri Bakanı olmasını tasdik etmiştir.
Doğrusu Atalay’ın anıları, 375 sayfalık kitabın istiap haddini aşacak kadar çok ve çeşitli. Kitapta 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat post-modern darbesiyle ilgili uzun tahliller yer almaktadır. Yazar Ak Parti dönemini ayrı bir kitap olarak yayınlayacağını da duyurmuş bulunmaktadır.
1947 doğumlu Beşir Atalay’ın hatıraları Türkiye’nin 45-50 yıllık yakın tarihinin özeti mahiyetindedir. Onun fikrî ve siyasî yaşamını genel bir ifade olarak ‘ılımlı Anadolu Müslümanlığına eklemlenmiş ‘muhafazakâr demokrat çizgi’ olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Bu zaviyeden bakınca önce rektörlük, bilahare Millî Eğitim Bakanlığı için sakıncalı görülmesinin gerekçesini, o dönemlere vaziyet eden devletlilerin az gelişmişliğiyle izah etmek kaçınılmaz olmaktadır. Hatırlayacak olursak, Beşir Atalay’ın ebeveyn işlevi gördüğü Ak Parti’yi ABD-AB mahreçli bazı yayınlar ‘Siyasal İslamcı Parti’ olarak nitelendirmişlerdi. Ak Parti’nin siyasal İslam’la iltisakı nasıl sıfırsa, Atalay’ın rektörlük ve Millî Eğitim Bakanlığı’ndan tard edilmesi de o nispette bir vehmin neticesi olmalıydı.
Beşir Atalay, en iyi bildiği konulardan olarak, bir partinin ideolojisini Parti Programı ve tüzüğü belirler demektedir. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i hukuk adamı, özgürlükçü ve demokrat, ihtiyaç duyulan adaletin tesisinde umut verici, çok adaletli ve dürüst olarak tavsif eden, Cumhurbaşkanı seçilmesini canı gönülden destekleyen, Anayasa Mahkemesindeki odasında ziyaret edip tebrik eden bir akademisyen ve siyaset adamını ‘siyasal İslamcı’ diye yaftalamak, en hafifiyle şahsa yapılan bir saygısızlıktır.
Beşir Atalay’ın anıları kendisinin, Türkiye’de bilhassa 90’lı yıllardan itibaren ivme kazanan, 2000’li yıllarda tırıs giden ‘sivil demokratik İslam’ diye özetlenebilecek değişim sürecinde en çok emeği geçmiş, kilit isimlerden biri olduğunu ortaya koymaktadır. Kitapta en fazla göze çarpan hususlardan biri demokrasi vurgusudur. İslam söylemi demokrasinin yanında oldukça sönük kalmaktadır. Bir başka ifadeyle, demokrasi ile İslam kelimelerinin bağlamları tamamen farklıdır. Bu yazıda amacımız hatıratın geneli üzerinde durmak değildir. Özellikle Atalay’ın demokrasi algısı ve ona yüklediği anlama ilişkin bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Beşir Atalay’ın demokrasi anlayışına geçmeden önce Ak Parti’nin neşvünema bulmasındaki katkısına kısaca değinmek yerinde olacaktır. Hatırattan takip edebildiğimiz kadarıyla, Beşir Atalay ismi Ak Parti’nin kuruluşu ve gelişip ilerlemesinde ilk etapta zikredilmesi gereken -diğer ikisi R. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül- üç isimden biridir. Atalay’ın Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Salih Kapusuz, Hayati Yazıcı gibi çekirdek kadronun lazım-ı gayri mufarıkı, öte yandan Fehmi Koru’nun da hatırı sayılır bir kurucu unsur olduğunu ben yeni öğrendim. Partinin kuruluşu, ideolojik kıblesinin tespit ve tayini, seçime hazırlanması, hükümetin kurulması, ilk Acil Eylem Planı’nın yapılıp kamuoyuna duyurulması, bakanlıklara yönelik tadilatlar ve ilk bakanlar listesinin oluşturulması gibi faaliyetlerde ANAR’ın mekânı ve Atalay’ın evi çok yönlü ve çok mahrem bir atölye işlevi görmüştür. Atalay’a kelimenin tam anlamıyla Ak Parti’nin fikir babası demek yanlış olmayacaktır. Özellikle bir düşünce kuruluşu ve araştırma merkezi olarak ANAR, Partinin demokratik siyasete bütün varlığıyla dahil olmasında en büyük pay sahibi olmuştur. Atalay’ın “Ak Parti hükümetleri dönemiyle ilgili olarak sanırım en iyi notlar Tayyip Bey’den sonra bende vardır” demesi boşuna değildir.
Beşir Atalay’ın siyasi düşüncesi ‘Nasıl Bir Siyaset’ sorusuna verdiği cevapta merkezileşmektedir. Şöyle cevaplıyor soruyu:
“Müslüman kimlik sahipleri olarak, demokrasiyi bir ideoloji değil, bir yöntem, bir yönetim modeli olarak görmek ve uygulamak gerekiyordu; kamu yönetiminde katılımı, şeffaflığı, toplumsal denetimi sağlayan bir yönetim modeli. Neticede, bu açıdan şu anda geliştirilen ve uygulanan iyi bir teori ve model olarak kabul ediliyor. Toplumun ve insanın katılımını artıran, şeffaflığı sağlayan, insanın doyumlu ve özgür yaşamasını hedefleyen, hukuku ve kuralları hayatın merkezine koyan, otoriter eğilimlere yer vermeyen, keyfilikleri azaltan bir yöntem olarak görmek gerekiyor. Demokratik dünyada bunun iyi ve eksik, hatta kötü uygulama örneklerini de bulmak zor değil.”
Prof. Atalay buna karşın ‘İslam dünyası’ diye andığımız ülkelere bakınca, kendi ifadesiyle dağınık manzara ile karşılaşıyor. Bir tarafta krallık ve emirliklerden oluşan otoriter rejimler, diğer yanda İran gibi ‘İslam Cumhuriyeti’ isim ve iddiasında olan ulusalcı ve otoriter yapılar; Afganistan gibi, İslam algısına zarar veren yapılar. Müslüman ülkeler, insanın değerinin en yüksek (eşref-i mahlukat) olduğu ülkeler olması gerekirken, en az olduğu ülkeler haline gelmişlerdir. Atalay İslam diyarındaki ‘krallıklara’ öfkelenmekte ama onları da uyduran, batıdaki kraliyetlere ses çıkarmamaktadır.
Atalay, kendilerinin düşündükleri yeni siyaset tarzının ana çizgilerini şu şekilde ifade etmektedir:
Bütün boyutlarıyla dürüstlük, ortak aklı öne alma, ahlak ve adalet üzerine kurulu bir siyaset, insana büyük değer verme, insan haklarını dokunulmaz sayma, insanın hayat standardını ve refahını yükseltme, adaletsizliğe meydan okuma, yolsuzluğun zerresine müsamaha göstermeme, toplumsal ve bireysel yasakları hemen kaldırma, bütün toplumu kucaklama ve bütünleştirme, toplumda özgürlük ve iyilik rüzgarı estirme, demokratik dünya ile daha yakın ilişki, İslam dünyası ile bütünleşme, şeffaflık vd.
Beşir Atalay demokrasiye ve demokrasi-İslam ilişkisine böyle bakmaktadır. Bakışı, kitabına ad olduğu üzere, “yaşayıp ve yazdıkları[na]” uygun ancak hakikate de uygun mu acaba, asıl ona bakmak gerekmektedir. Atalay’ın sözleri nereden bakılsa çelişik, neresinden tutulsa elde kalmaktadır. Beşir Atalay bir akademi hocasıdır, siyaset adamıdır, toplum araştırmacısıdır vd. Dolayısıyla ne dediğini en iyi bilecek insanlardan biridir. Demokrasinin bir yöntem ve yönetim modeli olup, ideoloji olmadığı tezine karşı bazı sorularımız olabilmektedir.
Şayet demokrasi bir ideoloji değilse batılı ve batılılaşmış siyasetçi ve entelektüeller, fikir adamları ‘Müslüman’ ülkeleri ve bilhassa Türkiye’yi neden her fırsatta çağdaşlık ve ilerleme için demokrasiye davet etmektedirler? Bütün bu çağrılar sırf bir ‘yöntem’ için midir, yoksa bir millete, Müslüman kalarak çağdaş bir ulus olmasının imkansızlığı hatırlatılarak benliğini oluşturan bütün özgün/sahih değerlerini söküp atması mı dayatılmaktadır? Bir yöntem ve yönetim modeli uğuna mı demokrasiyi reddeden Müslümanlara ordular sevk edilmekte, cehennem azabı yaşatılmakta, ölümlerden ölüm beğendirilmektedir? Müslümanlar demokrasiyi reddetmekle neden modern dünyanın tanrılarını, peygamberlerini, (kutsal olmayan) ‘kitaplarını’, kısacası her şeyi inkâr eden, iflah olmaz (ama mutlaka ‘adam’ edilmesi gereken) gerici, çağdışı muannitler muamelesi görmektedirler? Dünyada, varlığı ve kabulü bu kadar dayatılan ikinci bir ‘yöntem’ var mıdır?
Demokrasi bir ideoloji değil de bir yöntem ve yönetim modeli ise, mesela Beşir Atalay’ın kurucusu olduğu Ak Parti’nin ideolojisi nedir? Parti, bunca icraatını sırf bir yöntem olarak mı yapmaktadır? Demokrasi adı verilen yöntemin ve yönetim modelinin içini ne ile doldurmaktasınız? Demokrasinin insan anlayışı, kadına bakışı, hukuk ve adalet, ekonomi, kalkınma, tüketim gibi konulara dair İslam, Hristiyanlık, Yahudilik, Mecusilik, Komünizm, liberalizm gibi esas aldığı, bağlayıcı bulduğu herhangi bir başvuru kaynağı (din, ideoloji) var mıdır?
Dünyadaki bütün çabalar ve çağrılar demokrasinin bir yöntem ve yönetim modelinden öte, bir ideoloji olduğunu açıkça ortaya koymakta değil midir? Eğer demokrasi sırf bir yöntem olsaydı, 1979 Şubatına kadar küresel düzenle geçimi çok iyi olan ve Türkiye gibi ABD’ne göbekten bağımlı İran’ın ‘İslam Devrimi’ ile birlikte dünyanın en kötü rejimi ilan edilmesinin sebebi hikmeti neydi acaba? Türkiye, laik-demokratik-Kemalist kıblesinden hiç taviz vermediği halde, küresel düzenin babalarının keyfine uymayan herhangi bir siyasi icraatında neden eksen kaymasıyla, radikalleşmekle, siyasal İslam tehlikesiyle korkutulup tehdit edilmektedir?
Demokraside bir Allah, nübüvvet ve ahiret inancı aranmaz çünkü yoktur ama demokrasi Allah, nübüvvet ve ahiret inancı olan toplumlara da ateist toplumlara da uygulanabilmektedir. Demokrasi 85 milyonluk muhafazakâr bir ülkenin yönetim modeli olabilmektedir. Bu şu anlama gelmektedir: Demokrat olanlar Allah inançlarını, nübüvvet, vahiy ve ahiret inançlarını, namaz, oruç gibi ibadetlerini kendilerine ‘saklamaktadırlar’. Bunlar demokratların ‘özeli’dirler. İnanç “kişi ile Allah arasındadır” diyerek etkisizleştirilmiş, insanın Allah’la bağı çoktan koparılmıştır. İnancı ve tezahürlerini bayramda-seyranda, cenazede, umre seyahatinde vb. ‘göstermek’ yeterlidir. Din siyasetin temel başvuru kaynağı, şekil ve yön vericisi yapılmadığı sürece demokrasi Allah’a inanmanızı, namaz kılmanızı, hatta kadınların çarşaf giymesini sorun etmemektedir. Çünkü demokrasi neticeye bakmakta, Allah varmış gibi inansanız da yokmuş gibi yaşamanızı sevmektedir. Gerçekte demokrasi Allah’ı siyasete karıştırmama, Peygamberi tek doğru yaşam biçimi modeli, Kur’an’ı hayatın yegâne yol göstericisi, namazı yaşamın direği, açılıp-saçılmayı fahşa ve münker saymama ideolojisidir. Demokrasi katında Allah’ın buyrukları merdut, günah, küfür ve şirk saydıkları makbuldür.
Sahi, bir insanın düşünce sistemine ve günlük yaşamına demokrasi girince Allah’a yer kalmakta mıdır? Demokrasiyi, insanlığın bulduğu ve geri dönülmesi söz konusu olmayan en iyi yöntem ve yönetim modeli olarak kabul eden bir insan hala Allah’la bağının olduğunu ileri sürebilir mi? Demokrasiyi yöntem ve yönetim biçimi olarak yücelten bir düşünce sisteminde İslam’a nasıl bir yer tayin edilmiştir acaba?
Demokrasi nasıl bir yöntemdir ki size yeni ve apayrı bir ‘kadın’ öğretisi sunmakta, adeta kadını baştan yaratmaktadır! Demokrasi adı verilen yöntem ve yönetim biçimine itaat edeceğinize söz vermiş, teslim olmuşsanız, ‘kadına Müslümanca bakış’ınızı yine örtmeniz gerekmekte değil midir? Yanlış anlaşılmasın, kadını örtmekten değil, kadın anlayışınızı örtmekten bahsediyoruz.
Beşir Atalay ‘sadece bir yöntem’ dediği demokrasiye bütün boyutlarıyla dürüstlük, ortak akıl, ahlak ve adalet üzerine kurulu bir siyaset, insana büyük değer verme, insan haklarını dokunulmaz sayma, insanın hayat standardını ve refahını yükseltme, adaletsizliğe meydan okuma, yolsuzluğun zerresine müsamaha göstermeme, toplumsal ve bireysel yasakları hemen kaldırma, bütün toplumu kucaklama ve bütünleştirme, toplumda özgürlük ve iyilik rüzgarı estirme, demokratik dünya ile daha yakın ilişki, İslam dünyası ile bütünleşme gibi değerler atfetmektedir. Bütün bu ideolojik değerlerin kendisine yakıştırıldığı bir sistemin ideoloji olmadığını söylemek gerçekten de akıl ve izan işi değildir.
Demokrasi ile dürüstlüğün bir arada zikredilmesine şaşırmamak elde değildir. Demokraside Tanrı’dan boşaltılan yere halk oturtulmuştur. Halkı razı etme gayreti tabi ki Hakkı önemsememeyi gerektirecektir. Asıl olan halkın memnuniyetidir. Hepsi de demokrat olduğu halde sizin partinize oy verenler ‘iyi halk’, ötekiler ‘kötü halk’tırlar.
Eğer ‘ortak akıl’ diye bir şey varsa, bunun adresinin İslam olması gerekmez mi? ‘Ortak akıl’ adı altında demokrasiye biat etmek İslam’dan vazgeçmenin en açık ifadesidir.
Demokraside adalet aramak kadar hüzün verici bir mizah örneği yoktur. Adalet bir İslam terimidir. Demokrasi İslam’ın adalet terimini çalmakta, onun da içine zulüm doldurmaktadır. Kim adaleti tanımlama yetkisine sahiptir? Sadece İslam adalet, onun dışında bütün ideolojiler, bütün yöntem ve yönetim biçimleri zulümdür. Bu durumda ‘ortak kelime’ ne olmaktadır? İslam şirki en büyük zulüm (adaletsizlik) sayarken burada aslında demokrasinin kastedildiğini kim itiraf etmiyorsa, muhafazakâr demokrat odur.
Atalay, demokrasiyi insana değer verme ve insan haklarını dokunulmaz sayma diye tanımlamaktadır. Biz Müslümanlar Kitabımıza baktığımızda insanın, ‘dokunulmaz haklara sahip olan’ diye değil, Allah’a kul diye tanımlandığını görmekteyiz. İnsan kuldur, Allah da onun Rabbidir. Hayata anlam veren bu cümledir.
İslam insanın hayat standardını ve refahını değil, ahlakını, imanını, tevazusunu yükseltmeyi, tüketim çılgınlığını ve tağutlaşma arzusunu törpülemeyi öncelemektedir. Dikkat edersek demokrasi bir kere daha ‘yöntem’ olmaktan çıkmakta, ideoloji olduğu gizlenememektedir.
Beşir Atalay hiç muhasebe yapmış mıdır bilemiyorum ama kendi elleriyle kurdukları ve 23 senedir ‘ortak bir demokrasi kelimesi’ ihdas eden muhafazakâr demokrat parti sayesinde -iyilik demeyelim ama- özgürlük rüzgarları estirilmektedir. Öyle özgürlük rüzgarları ki, o sayede, her karışının şehit kanıyla sulandığını herkesin söylediği bu topraklar artık Lut kavmi artıklarının istilasına uğramakla yüz yüze gelmiş bulunmaktadır.
Ne esef verici bir durumdur ki, Atasoy Müftüoğlu ağabeyin “Maruz bırakıldıkları kötürümleşme sebebiyle Müslüman aydınlar, akademik entelektüeller, ilahiyatçılar aziz İslam’ın en güvenilebilir, en ikna edici, en kapsayıcı siyasal sistem olduğunu söylemeye, konuşmaya, açıklamaya cesaret edemiyor.” dediği bir sefilleşmeyi yaşamaktayız. Demokrasi denilen derme-çatma düzenin düşmanımız tarafından boynumuza geçirilen bir tasma olduğunu ne zaman fark edeceğiz? Oysa İslam’a olan teslimiyetimiz başta demokrasi olmak üzere, İslam’a rağmen boynumuza geçirilen her tasmayı kesin bir kararlılıkla reddediyoruz dedirtmelidir.
Mehmed Durmuş / İktibas Dergisi Haziran Sayısı
-
Ş. Hüseyinoğlu 04-07-2025 06:04
Allah razı olsun abi. Bu gibi insanlar kendilerini İslam’a nisbet etmekle birlikte, ballar balı ortada dururken illaki sahte bal arayışına giriyor ve sahte balı da çeşitli aromalarla tatlandırarak insanlara hakiki bal diye pazarlamaya çalışıyorlar. Neymiş, demokrasiyi ideoloji boyutuyla değil bir yönetim tekniği olarak almak gerekiyormuş! Bu insanlar asgari olarak norm-form (esas-usul) ayrışmazlığı gerçeğini bile bilmeden nasıl prof. vs oluyorlar. Demek ki prof. olmanın şartı bu. Bir şeyin normunu kabullendiğinizde formunu, formunu kabullendiğinizde de normunu kabullenmiş olursunuz, birbirinden ayırt edemezsiniz. Bu arada, bizim sitelerimizdeki makalelere kardeşlerimizin yorum yazmaktan bile imtina ediyor oluşunu ciddi bir sorun olarak gördüğümü belirtmek ve sitemimi dile getirmek istiyorum. Makaleleri okuyup iki cümleyle destek veya eleştiri ile katkı yapmak çok mu zor arkadaşlar? Bu duyarsızlık niçin?
- 03-07-2025 HEVAYA UYMA İDEOLOJİSİ DEMOKRASİYE CAN VERENLER -BEŞİR ATALAY OKUMASI-
- 30-05-2025 "MAKUL OLMAK" KAZANDIRIR
- 26-03-2025 KUR'AN ALGIMIZ
- 25-02-2025 GAZZE'NİN HEYBESİNDEN FIŞKIRAN HAYATLAR
- 31-12-2024 SUUDİLER KÂBE'YE SAYGISIZLIK YAPMIŞLAR!
- 24-08-2024 DİKEN VE KARANFİL
- 12-04-2024 MEHDİ KUDÜS'E İNDİ Mİ?
- 13-03-2024 MABEDE HAPSEDİLMİŞ BİR İSLAM
- 21-02-2024 ÎNÂS'LA DİRİLMEK
- 22-01-2024 GAZZELİ MÜSLÜMANLARIN ŞEFAATİ
- 22-11-2023 GAZZE FURKAN GÜNÜ
- 05-10-2023 MÜSLÜMAN İKTİSADI
- 06-09-2023 İSLAM'IN GÜCÜ
- 21-06-2023 ŞİMDİ İSLAM ZAMANI
- 07-05-2023 MUHAFAZAKÂR DEMOKRATLARDA İTTİFAK AHLAKI
- 09-04-2023 VE DEPREMLER RAHMET OLDUĞUNDA
- 19-03-2023 İBLİSİN CÜBBELİSİ
- 18-02-2023 MUCİZEYİ ÖĞRENDİK
- 22-12-2022 GÜNÜMÜZ RİDDE OLAYLARI
- 06-12-2022 CHP GENEL BAŞKANININ ASIRLIK VİZYONU!
- 04-10-2022 NEBEVÎ İSLAM İNKILABINDA SAHABENİN YERİ
- 05-09-2022 İBRET ALIN EY BASİRET SAHİPLERİ!
- 15-08-2022 İSLAMÎ DAYANIŞMA "OYUNLARI"
- 20-07-2022 İSLAM, FITRATI GEREĞİ SİYASÎDİR
- 12-07-2022 ALLAH'IN İNDİRDİKLERİYLE HÜKMETMEYENLER
- 14-06-2022 KUR'AN'A TEKME ATILDIĞINDA ORADA MIYDINIZ?
- 03-06-2022 BU FÜCUR HEPİMİZİ YUTAR
- 24-03-2022 MEHMET KANTAR AĞABEYİN YOLCULUĞU
- 02-03-2022 DOĞRU YA DA YANLIŞ EKİNLERİZ
- 06-02-2022 EY İNSAN
- 15-12-2021 GÜZEL SÖZ
- 29-10-2021 TOPLUMSAL ÇÜRÜME
- 19-10-2021 AHMED KALKAN HOCA ALLAH'A EMANET
Makaleler
Hava Durumu