
Bir Erdal Bayraktar geçti bu dünyadan
Erdal dostumuz hayatla barışıktı, kendisiyle barışıktı, ailesiyle ve dostlarıyla barışıktı. Çünkü Erdal Allah’la barışıktı. Allah’a imanı tamdı. Hastalıklarından çektiği ızdırap yüzüne aksetse de onu asık suratlı olarak hiç görmedik. Tebessümünü dostlarından hiç esirgemedi. Tekerlekli sandalyeye mecbur bir hayat onun psikolojisini bozmadı. Nice sağlam insanları demokratik uçurumlara atan ‘şartlar’ onu savuramadı, istikametini bozmadı. Sözün özü, Allah’ın Erdal Bayraktar kulu sahih bir akide, temiz bir yaşam ve nebevî çizgiye uygun bir duruşla Rabbinin katına gitti. Kendisine zaman zaman “sen bizim Şeyh Ahmet Yasin’imizsin” derdim. Narin bedeni toprağa verilirken dua eden hocanın aynı sözleri tekrar etmesini, aklın yolu birdir sözünün tecellisi olarak anladım.
22-09-2025

Mehmed Durmuş / Venhar
Biz insanların saraylar kadar geniş evlere sığdıramadığımız bir hayatı, bir tekerlekli sandalyeye sığdırmıştı Erdal Bayraktar, hem de onlarca yıl müddetince. Bu onlarca yıl içerisinde gece var, gündüz var. Yatıp uyumak var, oturup yazmak, okumak var. Yemek var, içmek var. Defi hacet gibi ihtiyaçlar var.
Dünya her ne kadar ‘arzullahi’l-vâsia’ ise de Erdal kardeşimizin dünyası tekerlekli sandalye ile sınırlandırılmıştı. Ama gerçekte hiçbir insanın önünde hayat, mutlak bir özgürlük biçiminde uzanmış değildir. Erdal Bayraktar’ın sandalyesi aslında ona dünyayı karanlık değil, tam tersine aydınlık yapıyordu.
Erdal’ın daima yardımcıya ihtiyacı vardı. Faraza, tekerlekli sandalyesinden düşecek olsa, kendi çabasıyla doğrulması, hele de tekerlekli dünyasına tekrar oturması mümkün olmuyordu. Ama Allah yardımını gönderiyordu.
Allah’ın türlü imtihanları vardır. İmtihan sırrına akıl erdirmek, hele de bir beşerin bu sırrın künhüne vakıf olması mümkün değildir. ‘İmtihan sırrı’ söz konusu olunca, Erdal Bayraktar ve benzer kişilerin, sırf kendilerinin bir denemeye tabi tutuldukları için öyle olduklarını sanmak hikmetsiz bir bakış olur. Erdal Bayraktar gibi insanların belki de en çok, tüm insanlığın imtihanı olduklarını düşünmemiz doğru olur.
Geniş bir Müslüman çevrenin yakından tanıdığı, daha doğrusu kendisini yakından tanıtmış olan Erdal Bayraktar’ı bir sabır timsali olarak tanımlamak abartı değildir. Oturma ve okuma odası, çalışma ve yemek masası, mescidi hep aynı tekerlekli sandalye olmasına rağmen, onu yakından tanıyan dostları olarak, hayatından şikayetçi olduğunu duymadık, görmedik, şahit olmadık. Erdal dâr-ı ukbâya yolcu edilirken, tabutun içine yerleştirildiğinde dizleri bükülüydü. Mezara da o haliyle konuldu. Dik duran dizleri, veda gününde bütün dostlarına adeta, yaşadığı hayatın hikayesini özetliyor gibiydi.
Bana sorulsa herhalde Erdal’ın hayatını ‘çileli’ diye tanımlardım. Fakat ondan böyle bir sözcüğü hiç duymadım. Çile yerine o hep hamd kelimesini kullandı. Bizim ‘çileli’ dediğimiz hayat onun kulluğuna hiç engel olmadı, onu sınırlamadı. Evet, bedeni yürümekten, oturmaktan, uzanıp yatmaktan engelliydi ama kalbi imandan, zihni tefekkürden, lisanı güzel sözlerden, eli güzel yazmaktan engelli değildi. Bir ayeti kerimeyi, Rasûlullah’ın hayatından bir sahneyi okuduğunda ya da okuduğu kitapta güzel bir cümleye rastladığında “aklıma sen geldin” diyerek, dostlarıyla paylaşması ‘engelsiz’ bir kişiliğin ürünüydü. Erdal’ın birden çok halka çalışması vardı. Kitap müzakereleri yapmayı çok severdi. Evindeki kütüphanesi, gerçek ‘engellilerin’ ‘kitaba rağmen’ yaşayan hüdayi nabitler olduğunu gösteren en bariz bir delildi.
Erdal dostumuz hayatla barışıktı, kendisiyle barışıktı, ailesiyle ve dostlarıyla barışıktı. Çünkü Erdal Allah’la barışıktı. Allah’a imanı tamdı. Hastalıklarından çektiği ızdırap yüzüne aksetse de onu asık suratlı olarak hiç görmedik. Tebessümünü dostlarından hiç esirgemedi. Tekerlekli sandalyeye mecbur bir hayat onun psikolojisini bozmadı. Nice sağlam insanları demokratik uçurumlara atan ‘şartlar’ onu savuramadı, istikametini bozmadı. Sözün özü, Allah’ın Erdal Bayraktar kulu sahih bir akide, temiz bir yaşam ve nebevî çizgiye uygun bir duruşla Rabbinin katına gitti. Kendisine zaman zaman “sen bizim Şeyh Ahmet Yasin’imizsin” derdim. Narin bedeni toprağa verilirken dua eden hocanın aynı sözleri tekrar etmesini, aklın yolu birdir sözünün tecellisi olarak anladım.
Erdal Bayraktar da tıpkı Şeyh Ahmet Yasin gibi, Gazzeli kardeşleriyle hemhal olmuştu ve o da Ümmetin suskunluğunu Allah’a şikâyet ediyordu.
Erdal’ın ardından, güzel insanların beyaz atlara binip gittiği içerikli sözler de söylendi. Güzel (‘beyaz’) insanların güzelce gittiklerinde hiç şüphe yoktur. Ama belki bu vesileyle önemli bir hususa işaret etmek gerekmektedir. Erdal gibi ümmetin yüz akı insanlar hep olmuştur ve olacaktır. İslam ümmetinin ‘güzel insanlar’ kadrosu hiçbir zaman boş kalmamaktadır, kıyamete kadar da boş kalmayacaktır Allah’ın izniyle. Bizim bu husustaki sıkıntımızı Kur’an bize bidayette hatırlatmıştır. Bu aynı zamanda, İslam ümmetinin en büyük meselesidir: Kafirler birbirlerinin velisidirler. Eğer müminler velayet ilişkisini kendi aralarında kurmazlarsa, tüm yeryüzünü bir fitne ve büyük bir bozgun/çürüme beklemektedir. (Enfal, 73). Yani bütün güzel insanları da bir araya toplayacak velayet bağımızı oluşturmamız gerekmektedir. Bu işe girişmemiz için bugünden tezi yoktur.
Sırâtı mustakîmde oluşuna şahitlik ettiğimiz güzel bir Müslümanın ahirete irtihalinden sonra hayırla anmamız hamasi nutuklara bir yenisini eklemek maksatlı değildir. Amacımız, bu güzel insanların sabırlarından, duruşlarından, iman ve amellerinden, davaya adanmışlıklarından vd. öğüt alınmasıdır. Bizim de gideceğimiz yere gitmiş olan Erdal Bayraktar kardeşimize Allah’tan rahmet, mağfiret ve bağışlanma diliyoruz. Allah akıbetini pür hayır eylesin.Biz insanların saraylar kadar geniş evlere sığdıramadığımız bir hayatı, bir tekerlekli sandalyeye sığdırmıştı Erdal Bayraktar, hem de onlarca yıl müddetince. Bu onlarca yıl içerisinde gece var, gündüz var. Yatıp uyumak var, oturup yazmak, okumak var. Yemek var, içmek var. Defi hacet gibi ihtiyaçlar var.
Dünya her ne kadar ‘arzullahi’l-vâsia’ ise de Erdal kardeşimizin dünyası tekerlekli sandalye ile sınırlandırılmıştı. Ama gerçekte hiçbir insanın önünde hayat, mutlak bir özgürlük biçiminde uzanmış değildir. Erdal Bayraktar’ın sandalyesi aslında ona dünyayı karanlık değil, tam tersine aydınlık yapıyordu.
Erdal’ın daima yardımcıya ihtiyacı vardı. Faraza, tekerlekli sandalyesinden düşecek olsa, kendi çabasıyla doğrulması, hele de tekerlekli dünyasına tekrar oturması mümkün olmuyordu. Ama Allah yardımını gönderiyordu.
Allah’ın türlü imtihanları vardır. İmtihan sırrına akıl erdirmek, hele de bir beşerin bu sırrın künhüne vakıf olması mümkün değildir. ‘İmtihan sırrı’ söz konusu olunca, Erdal Bayraktar ve benzer kişilerin, sırf kendilerinin bir denemeye tabi tutuldukları için öyle olduklarını sanmak hikmetsiz bir bakış olur. Erdal Bayraktar gibi insanların belki de en çok, tüm insanlığın imtihanı olduklarını düşünmemiz doğru olur.
Geniş bir Müslüman çevrenin yakından tanıdığı, daha doğrusu kendisini yakından tanıtmış olan Erdal Bayraktar’ı bir sabır timsali olarak tanımlamak abartı değildir. Oturma ve okuma odası, çalışma ve yemek masası, mescidi hep aynı tekerlekli sandalye olmasına rağmen, onu yakından tanıyan dostları olarak, hayatından şikayetçi olduğunu duymadık, görmedik, şahit olmadık. Erdal dâr-ı ukbâya yolcu edilirken, tabutun içine yerleştirildiğinde dizleri bükülüydü. Mezara da o haliyle konuldu. Dik duran dizleri, veda gününde bütün dostlarına adeta, yaşadığı hayatın hikayesini özetliyor gibiydi.
Bana sorulsa herhalde Erdal’ın hayatını ‘çileli’ diye tanımlardım. Fakat ondan böyle bir sözcüğü hiç duymadım. Çile yerine o hep hamd kelimesini kullandı. Bizim ‘çileli’ dediğimiz hayat onun kulluğuna hiç engel olmadı, onu sınırlamadı. Evet, bedeni yürümekten, oturmaktan, uzanıp yatmaktan engelliydi ama kalbi imandan, zihni tefekkürden, lisanı güzel sözlerden, eli güzel yazmaktan engelli değildi. Bir ayeti kerimeyi, Rasûlullah’ın hayatından bir sahneyi okuduğunda ya da okuduğu kitapta güzel bir cümleye rastladığında “aklıma sen geldin” diyerek, dostlarıyla paylaşması ‘engelsiz’ bir kişiliğin ürünüydü. Erdal’ın birden çok halka çalışması vardı. Kitap müzakereleri yapmayı çok severdi. Evindeki kütüphanesi, gerçek ‘engellilerin’ ‘kitaba rağmen’ yaşayan hüdayi nabitler olduğunu gösteren en bariz bir delildi.
Erdal dostumuz hayatla barışıktı, kendisiyle barışıktı, ailesiyle ve dostlarıyla barışıktı. Çünkü Erdal Allah’la barışıktı. Allah’a imanı tamdı. Hastalıklarından çektiği ızdırap yüzüne aksetse de onu asık suratlı olarak hiç görmedik. Tebessümünü dostlarından hiç esirgemedi. Tekerlekli sandalyeye mecbur bir hayat onun psikolojisini bozmadı. Nice sağlam insanları demokratik uçurumlara atan ‘şartlar’ onu savuramadı, istikametini bozmadı. Sözün özü, Allah’ın Erdal Bayraktar kulu sahih bir akide, temiz bir yaşam ve nebevî çizgiye uygun bir duruşla Rabbinin katına gitti. Kendisine zaman zaman “sen bizim Şeyh Ahmet Yasin’imizsin” derdim. Narin bedeni toprağa verilirken dua eden hocanın aynı sözleri tekrar etmesini, aklın yolu birdir sözünün tecellisi olarak anladım.
Erdal Bayraktar da tıpkı Şeyh Ahmet Yasin gibi, Gazzeli kardeşleriyle hemhal olmuştu ve o da Ümmetin suskunluğunu Allah’a şikâyet ediyordu.
Erdal’ın ardından, güzel insanların beyaz atlara binip gittiği içerikli sözler de söylendi. Güzel (‘beyaz’) insanların güzelce gittiklerinde hiç şüphe yoktur. Ama belki bu vesileyle önemli bir hususa işaret etmek gerekmektedir. Erdal gibi ümmetin yüz akı insanlar hep olmuştur ve olacaktır. İslam ümmetinin ‘güzel insanlar’ kadrosu hiçbir zaman boş kalmamaktadır, kıyamete kadar da boş kalmayacaktır Allah’ın izniyle. Bizim bu husustaki sıkıntımızı Kur’an bize bidayette hatırlatmıştır. Bu aynı zamanda, İslam ümmetinin en büyük meselesidir: Kafirler birbirlerinin velisidirler. Eğer müminler velayet ilişkisini kendi aralarında kurmazlarsa, tüm yeryüzünü bir fitne ve büyük bir bozgun/çürüme beklemektedir. (Enfal, 73). Yani bütün güzel insanları da bir araya toplayacak velayet bağımızı oluşturmamız gerekmektedir. Bu işe girişmemiz için bugünden tezi yoktur.
Sırâtı mustakîmde oluşuna şahitlik ettiğimiz güzel bir Müslümanın ahirete irtihalinden sonra hayırla anmamız hamasi nutuklara bir yenisini eklemek maksatlı değildir. Amacımız, bu güzel insanların sabırlarından, duruşlarından, iman ve amellerinden, davaya adanmışlıklarından vd. öğüt alınmasıdır. Bizim de gideceğimiz yere gitmiş olan Erdal Bayraktar kardeşimize Allah’tan rahmet, mağfiret ve bağışlanma diliyoruz. Allah akıbetini pür hayır eylesin.
Bir Erdal Bayraktar geçti bu dünyadan
Siyonazi vahşeti Gazze'de 65 bin 208 can aldı
Ersin Çelik, Sumud Filosu'ndaki son gelişmeleri aktardı: İnsanlık yelken açtı
Büyük Gazze İstişare Toplantısı Sonuç Değerlendirmesi yayınlandı
Malatya'da NATO üsleri kapatılsın çağrısı
"İslam İşbirliği Teşkilatı" demek doğru mu?
Küresel Sumud Filosu: Sivil, vicdani ve küresel bir yapılanma
RASULULLAH'IN DOĞUMU NE ZAMAN?
Makaleler
Hava Durumu