KADİM CAHİLİYE’DE VE GÜNCEL CAHİLİYE’DE “GARANTÖRLÜK”

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

12-12-2025 00:22


Mevcut siyer anlatısı, çeşitli yönleriyle tashihe muhtaçtır. Klişeleşmiş ve genel-geçer bilgi olarak aktarılagelen kimi hususlar, üzerine ilmi bir projektör tutulduğunda mevcut anlatıdan çok farklı bir nitelikle karşımıza çıkabilmektedir.

Birkaç yıl önce Kur’an Yurdu İslami İlimler Derneği’nde vermiş olduğum “Siyerde Klişeler ve Gerçekler” başlıklı konferansta bu duruma değinmeye çalışmış ve kimi misallerle konuyu müşahhaslaştırmaya çalışmıştım. Dileyen okuyucular o sohbetin videosunu internetten dinleyebilir.

Mevcut anlatıda oluşturulan algı biçimlerinden biri, İslam öncesi dönem (cahiliye dönemi) Mekke’sinin tamamen barbarlığın hüküm sürdüğü, kural kaidesi olmayan bir işleyişe sahip olduğu yönündedir.

Oysa tarihsel gerçekler, cahili bir işleyişe sahip olmakla ve dolayısıyla adaletin değil zulmün egemenliği hüküm sürmekle birlikte o günün Mekke’sinde belli bir “hukuk” düzeninin işlerlikte olduğunu bize ifade etmektedir.

O günün Mekke cahiliyesi (kadim cahiliye) ile bugünün küresel cahiliyesi ve onun bölgesel ve yerel uzantılarını karşılaştıracak olsak, bugünün cahiliyesinin o güne nisbeten daha barbar, daha hak-hukuk tanımaz bir işleyişe sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Cahiliye Mekkesi’nde Rasulullah (a.s.) ve beraberindeki mü’minlerin ve destekçilerinin, Darun Nedve düzeni tarafından risaletin 6 ile 9. yılları arasında iki buçuk yıl maruz bırakıldığı ölümcül ambargo ile Gazze’nin 2005 yılından bugüne ABD-siyonazi çetesi tarafından maruz bırakıldığı ambargoyu ve yanı sıra o günün Mekke’sindeki eman uygulaması ile bugünün dün yasındaki garantörlük uygulaması arasında yapılacak bir mukayese, yukarıda dile getirdiğimiz yargının ne kadar haklı ve yerinde olduğunu ifade etmeye yeterli olacaktır.

Fısk u fücur, münker, fahşa ve hak-hukuk yerine gücün tasallutu, faiz, kumar ve türlü zulümat açısından ele aldığımızda, bugünün cahiliyesinden bakılıp o kadim cahiliye zemmediliyor olsa da aslında bu tüm bu hususlarda aralarında fark bulunmadığı, bilakis bugünün cahiliyesinin daha kurumsal ve sofistike yapısıyla daha şedit ve etkili olduğunu söylemiz gerekir.

Evet Mekke’de Darun Nedve’de bir araya gelmiş olan bir oligarşik “elitler” topluluğunun tahakküm ve zulmü söz konusuydu. Siyasi, içtimai ve iktisadi çarkları kendi çıkarlarını temin ve tesis üzere kurmuşlar, dini algıları da bu çarkın enstrümanı haline getirmişlerdi.

Bugün modern, post-modern cahili işleyişlerde bu işler çok mu farklı? Bilakis daha koyu bir zulüm, vesayet ve tahakküm söz konusu.

Evet, Mekke’de faiz ve faizciler vardı ve insanların emeklerini sömürüyor, faiz geliriyle semirdikçe semiriyorlardı, borçlandırdıkları insanların varına-yoğuna çöküyorlardı.

Ya şimdi, çok mu farklı? Bilakis bu iş son derece sofistike olarak, kurumsal olarak resmi ve özel bankalar eliyle yapılıyor, bizzat devletler faizci, tefeci olmuş toplumları, yoksulları sömürüyor.

Üstelik, cahiliye Mekke’sinde faiz işler durumda olsa da müşrik Mekkeliler faiz gelirinin “hayır işlerinde” kullanılamayacağı kadarıyla bile olsa görece bir duyarlılık sahibiydiler. Bilindiği üzere Kâbe’nin yeniden inşası sürecinde Mekke eşrafından Ebû Vehb bir konuşma yapar ve şunları söyler: “Ey Kureyş topluluğu, oranın inşasına tayyib, temiz olmadıkça kazancınızdan bir şey sokmayınız. Ne zina gelirinden ne de faiz gelirinden ve ne de insanlardan birinin zulmen alınmış hakkından.”[1] Günümüzde maalesef bu tür hassasiyetler de çok kalmış değil.

Evet, Mekke’de türlü kumar çeşitleri vardı. Günümüzde çok mu farklı? Bilakis daha sofistike, daha kurumsal, resmisi, özeli, dijitaliyle bugünün dünyasını bir “kumar cahiliyesi” (mediniyeti değil, zira kadim veya modern cahiliyeye hiçbir anlamıyla “medeniyet” sıfatı verilemez ve medeniyet kelimesi, bâtıl batının civilization kavramı karşılığında kullanılamaz) olarak nitelemek mümkündür.

Evet, bazı Mekkeliler kız çocuklarını diri diri toprağa gömme cürmünü işliyorlardı.

Ya bugün? Kürtaj masalarında türlü kesici aletlerle anne rahminde kesilip biçilen milyonlarca bebeğin varlığı, bugünün cahiliyesinin kadim cahiliyeden kat kat vahşi olduğunun kanlı tanığı durumundadır. Üstelik Mekkeli bir müşrik o cürmü işlerken, kız çocuğunun faizci zalimlerin eline rehin düşmesi gibi endişelerle bunu yapıyordu. Bugün ise tamamen kişisel konfor adına işleniyor bu son derece modern cinayetler.

Cahiliye Mekke’si İle Bugünün Cahili İşleyişleri Karşılaştırması

İslam öncesi dönemde Mekke’deki durum ve işleyiş, İslam tarafından “cahiliye” olarak vasfedilmişti. O dönemin, İslami ıstılahtaki adı “cahiliye dönemi”dir. Başat karakterinin adı da bizzat Rasulullah (a.s.)’ın isimlendirmesiyle “Ebu Cehil”dir. Oysa aynı kişinin (Amr b. Hişam) Mekke’deki künyesi “Ebul Hakem”di, yani “hikmetin babası”.

Bu iki isimlendirme arasındaki mânâ farkı, İslami ıstılahta cahiliye kavramının neye tekabül ettiğini kavramamıza yardımcı olmaktadır.

Ebu Cehil’in müşrik işleyişteki ünvanının “Ebul Hakem” olması bile tek başına, bize Mekke cahiliyesi hakkında fikir vermektedir. Mekke tarihi kitapları ve siyerden edindiğimiz bilgiler, İslam öncesi Mekke’de bilgisizliğin ve kanun-kuralsızlığın hüküm sürdüğünü değil, İbrahim (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.)’ın risaletlerinden kalma hak bilgilerle, hurafe ve bâtıl yönelimlerin birbirine bulandığı bir şirk anlayışının ve bu şirk akidesi üzerine kurulmuş bir siyasi, içtimai ve iktisadi yapının varlığını ifade etmektedir.

Bilgisizlik değil, vahye dayanmayan dolayısıyla hurafelerle malul bâtıl bir bilgi sistemi… Kanun-kuralsızlık değil, vahye dayanmayan, insan hevasına dayalı kanun-kurallar bütünü…

Aslında modern ve tabi post-modern cahiliyenin de temel nitelikleri tam olarak bunlar. Aralarındaki fark, modern/post-modern cahiliyenin daha barbar, daha vahşi oluşu.

Yukarıda belirttiğimiz gibi;

1- Mekke’de Rasulullah (a.s.) ve beraberindeki ilk mü’minlere yönelik ölümcül ambargo zulmü ve bu zulmün sona erme sürecinde yaşananlar ile 2005’ten bu yana Gazze’ye yönelik ölümcül ambargo sürecinin karşılaştırılması,

2- Yine Mekke’de Rasulullah (a.s.) ve beraberindeki mü’minlere yönelik Darun Nedve çetesi zulmüne karşı, kimi müşrik Mekkeliler veya civar kabile liderlerince devreye konulan eman güvencesi (garantörlük) ile günümüzde Bosna’da yaşanan ve Gazze’de yaşanmakta olan soykırım süreçlerinde bugünün küresel ve bölgesel egemen güçlerince ortaya konan garantörlük güvencesinin (!) karşılaştırılması, sözünü ettiğimiz farkı yeterince izhar edecektir.

Bilindiği üzere Gazze’de iki yıl boyunca insanlık tarihinin gördüğü en vahşi soykırımlardan biri yaşandı. İngiliz ve Amerikan emperyalizminim bölgemizdeki vekil gücü, işgal aparatı olan siyonist işgal rejimi, bir asrı aşan fiili ve 78 yılı bulan resmi işgale karşı en fıtri haklarını savunmak gayesiyle ve Rabbimizin arz-ı mukaddes olarak nitelediği[2] Filistin’in işgalden kurtarılması dâvâsının gereği olarak 7 Ekim 2023’te büyük bir direniş operasyonu gerçekleştiren Gazze direnişi karşısındaki acziyetinin hıncını almak üzere tüm Gazze halkını hedef alan bir soykırım süreci başlatmıştı.

Soykırım mefhumunu ifade etmek üzere literatürde kullanılan iki kavram olan genocide (bir topluluğu toptan yok etmeye çalışmak) ve holocaust (yakarak yok etmek) kavramlarının her ikisini içine alacak şekilde, iki yılık boyunca Gazze halkı dünya tarihinin en ağır bombardımanlarıyla paramparça edilerek, çadırlarında diri diri yakılarak yok edilmeye çalışıldı.

Resmi rakamlar çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 70 bin maktul rakamı veriyor olsa da, yapılan çalışmalar en az 112 bin maktule işaret ediyor.

Bu iki yıllık soykırım devam ederken 10 Ekim 2025 günü birçok ülkenin bizzat devlet başkanının katılımıyla Mısır’ın Şarm eş-Şeyh şehrinde bir barış (!) zirvesi toplantı ve Gazze’de ateşkes kararı alındı.

Peki sonra ne oldu? 10 Ekim’deki ateşkesten (!) bugüne Amerikan himayesindeki siyonazi çetesi en az 492 ihlal gerçekleştirdi ve en az 342 Gazzeliyi katletti, ki maktullerin çoğu yine kadın ve çocuklardan oluşuyor. Bu ihlallerden özellikle üçü, ağır katliamlar şeklinde gerçekleşti bilindiği gibi. İlki 19 Ekim gecesi yapılan ve çoğu çocuk ve kadın 100 civarında Gazzelinin katledildiği katliam olmak üzere, ardından 29 Ekim ve son olarak 19 Kasım gecesi yapılan büyük katliamlar.

Söz konusu barış (!) zirvesinde garantör olan ülkeler ne yaptı bu dururumda? Soykırım imparatorluğu ABD, Gazze soykırımının da doğrudan hâmisi ve fiili ortağı olarak “İsrail’in kendini savunma hakkından” söz ederek katliamları destekleyen açıklamalar yaptı, Türkiye, Mısır ve Katar ise önce kınama mesajları yayınlayıp attıkları imzaların doğurduğu sorumluluğunu üstlenmekten ise kaçınırken, 19 Kasım gecesi yapılan ve 17’si çocuk 28 Gazzelinin hunharca katledildiği katliam karşısında kınama mesajı yayınlamaya bile tenezzül etmediler. Sadece Katar kınama mesajı yayınladı.

Evet, iki yıllık soykırım sürecinde zaten tüm asgari insani/ahlaki değerler tüketilmişti. Bu 50 günlük ateşkes (!) sürecinde de son kalan değerler de tüketilmiş oldu. Artık barış, ateşkes, garantörlük gibi kavramların da bir anlamı, karşılığı kalmadı. Tüm bunlar, soykırımın yeni örtüsü haline getirildiler. Kısacası birer soykırım kavramına dönüştürüldüler. Sözün, sözleşmenin, ahitleşmenin hiçbir anlamının, karşılığının kalmadığı bir dünya çıktı ortaya.

Modern cahiliyenin insanlığı ve asgari olanları dahil insani değerleri getirdiği bu hale tanık olduğumuzda, aklımıza, modern cahiliye tarafından ilkellikle, barbarlıkla nitelenen kadim cahiliyenin durumu geliyor. Kadim cahiliyede nasıldı bu işler peki? Orada da söz, ahit bu kadar anlamsız ve karşılıksız mıydı?

Mekke cahiliyesindeki işleyişe bakarak bu soruların cevabını verebiliriz. Cahiliye Mekke’sinde örneğin, bir hukuki uygulama olarak eman müessesesi vardı, bugünün garantörlük uygulamasıyla kıyaslanabilecek nitelikte.

Bir kimse veya kabile, başka bir kişi veya kabileye eman verip himayesi altına aldığını ilan ettiğinde (ona/onlara garantör olduğunda) artık hiçbir kimse veya kabile eman güvencesi altına alınan kişi veya kabilenin kılına dokunamazdı. Sözün, ahdin bir karşılığı vardı.

Rasulullah (a.s.), Zeyd b. Harise (r.a.) ile birlikte İslam dâvetine bir karargâh, bir egemenlik yurdu arayışıyla Taif’e gittiği ve fakat hasmaniyetle karşılaşıp taşlanarak Taif’ten kovulduğunda, Darun Nedve oligarşisinin tehdidi sebebiyle Mekke’ye geri dönme imkânından mahrumdu. Hira mağarasına çıkıp beklemeye başladı. Ne zamanki Mekke eşrafından Mutim b. Adiy, kendisi ve beraberindeki Zeyd b. Harise’ye eman verinceye kadar.

Mutim b. Adiy, müşrik olmakla birlikte insani/vicdani yönden değer sahibi bir kimseydi. Nitekim Müslümanlara ve destekçilerine karşı Darun Nedve oligarşisinin/çetesinin başlatmış olduğu ve iki yıldan fazla devam eden ölümcül ambargonun ortadan kaldırılmasında da birkaç arkadaşıyla birlikte onun insani girişimi etkili olmuştu.[3]

Mutim b. Adiy’in eman vermesi ve bunu ilan etmesiyle (hukuki bir durum haline dönüştürmesiyle) birlikte Rasulullah (a.s.) ve Zeyd b. Harise (r.a.) güvenli bir şekilde Mekke’ye girdiler ve dâvet çalışmalarını sürdürdüler. Darun Nedve çetesi bu durumdan çok rahatsız olmasına rağmen bir şey yapamadı.

Zira bir cahiliye işleyişi olmakla birlikte Mekke’de bir hukuk vardı, sözün, ahdin bir karşılığı vardı. “Garantör” Mutim b. Adiy, sözünün, ahdinin, “imzasının” arkasında duruyordu.

İhsan Süreyya Sırma’dan okuyalım: “Mekke’nin câri kanunlarına göre, Mutim ve ailesinin bütün fertleri silahlarını yanlarına alarak Harem’e, yani Kâbe’nin yanına gidip Hz. Muhammed (s.a.s.)’e Mekke’ye girmesi için haber yolladılar. O da Hira’dan Mescid’e gelip namaz kıldı, sonra Kâbe’yi tavaf ederek evine gitti.”[4]

Görüldüğü üzere cahiliye Mekke’sinde sözün ve ahdin bir anlam ve karşılığı vardı ve sözü ile taahhüt altına giren insanlar, gerektiğinde silah kuşanarak garantörü oldukları insanların haklarını koruyordu.

Bir de bugünün modern cahiliyesine bakalım. Ne sözün, ahdin bir anlamı, değeri, karşılığı var, ne de atılan imzaların. Tüm insani, ahlaki değerlerin tüketildiği bir dünyadan söz ediyoruz.

Bu duruma itiraz etmesi, buna karşı mücadele etmesi gereken “İslam ülkeleri” yönetimlerinin ise, söz konusu ateşkes (!) ve garantörlük (!) konularındaki tutumlarıyla, bu ahlaki tükenişin, bu değer soykırımının bir parçası olduklarını gözlemliyoruz.

Türkiye, Mısır ve Katar yönetimlerine buradan açıkça şunu ifade etmek istiyorum: Allah’tan korkmuyorsanız, hiç değilse şu müşrik Mutim b. Adiy’den utanın! Söz vermenin, ahitleşmenin ne demek olduğunu, garantörlüğün nasıl bir sorumluluk gerektirdiğini hiç değilse ona bakıp öğrenin.

Evet, dile getirmeye çalıştığımız şu birkaç misal, zannedilenin, propaganda edilenin aksine, modern cahiliyenin kadim cahiliyeden daha vahşi ve barbar olduğunu bize çok net olarak göstermektedir. Kadim cahiliyede kırıntı kabilinden olsa da insani, ahlaki değerler yaşatılmaya çalışılıyordu, modern cahiliyede ise tüm değerler yok edildi, yok ediliyor.

(Bot: Bu makale, İktibas Dergisi’nin Aralık 2025 sayısında yayınlanmıştır.)


[1] Siret-i İbn-i Hişam, C. I, Sh. 257-258, Kahraman Yayınları (Not: Kitaptan bu alıntıyı yaparken günümüz Türkçesine göre sadeleştirme yaptım. –Ş.H.-)

[2] Bkz: Maide, 5/21

[3] Müslümanların Tarihi, Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, C. 2, Sh. 114

[4] A.g.e, C. 2, Sh. 134

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN