BUGÜNÜN KUFELİLERİ OLMAK VEYA OLMAMAK

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

08-08-2025 15:36


Tarihte yaşanmış öyle hadiseler, ortaya konulmuş öyle tutumlar vardır ki, zamanla tarihsel olmanın ötesinde evrensel ve zamanlar üstü bir mahiyet kazanmış, bir yönelimin, yaklaşım ve tutumun sembolü olmuşlardır.

Muaviye’nin, kendisinden sonra riyaseti Ümeyyeoğullarına hasretmek yerine Ümmete devretme konusunda Hasan (r.a.) ile yaptığı akdi bozarak veliaht tayin ettiği ve kendisine kılıç zoruyla biat toplamak için yapmadık zulüm bırakmadığı fâsık oğlu Yezid’in kanlı ordusunun, ona biat etmeyi reddeden Hüseyin (r.a.) ve beraberindeki az sayıdaki mü’mini hunharca katlettiği ve bir kısmını da esir aldığı Kerbela hadisesi ve Kerbela’yla bağlantılı kimi topluluklar ve onların tutumları bu niteliktedir.

Artık ne Hasan (r.a.) ile yaptığı akdi bozarak Ümmete ihanet eden Muaviye tarihsel bir figürden ibarettir, ne direniş yerine basiretsiz bir uzlaşmayı tercih eden Hasan (r.a.), ne Muaviye’nin fâsık oğlu Yezid, ne zalime ve fâsık yöneticiye boyun eğmek yerine direnişi, cihad ve şehadeti tercih eden Hüseyin (r.a.) ve beraberindeki 70 kişi civarındaki mü’min topluluk, ne Hüseyin (r.a.) ve yârenini Yezid fâsığının gayr-i meşru yönetimi uğruna katledecek kadar alçalan askeri birliğin komutanı olan Ömer b. Sad (Sad b. Ebi Vakkas (r.a.)’ın oğlu), ne de Hüseyin’i Irak’a dâvet edip ardından da Kerbela’da zalim Yezid ordusu karşısında yalnızlığa terk eden Kufeliler...

Bu aktörlerin her biri, her asırda yaşamaya devam etmekte, kendi iradeleriyle tercih ettikleri hak veya bâtıl rollerini oynamakta ve mutlak adalet günü olan Hesap Günü bu tercih ve rol alışlarının neticesiyle yüzleşmek üzere son nefeslerini verip hayat imtihanlarını neticelendirmektedirler.

Mesele, bugünün Muaviyelerini, Yezidlerini, Ubeydullah b. Ziyadlarını, Ömer b. Sadlarını ve onların zulme dayalı emirlerine itaat eden askerlerini, Kufelilerini ve diğer yanda Hüseyinlerini ve ona yârenlik eden sâdık mü’minleri tesbit edebilmek, her çağda, her an ve mekânda tekrarlanan bu sahnede doğru tarafta yer alabilmektir.

Kimdir bugünün Muaviyeleri, Yezidleri, Ömer b. Sad ve Kufelileri? Kimdir bu çağın Hüseyinleri ve yârenleri?

Biz bu tekrarlanan Kerbela sahnesinde hangi taraftayız? Belli bir bilinç üzere olan mü’minler olarak tabii ki alçak Yezid, katil Ubeydullah b. Ziyad, mücrim Ömer b. Sad ve onların kanlı ordusunun tarafında olma ihtimalimiz yok, dolayısıyla bir muhasebe yapacaksak -ki mutlaka ve sürekli yapmalıyız-, sahnenin olumsuz yönü itibariyle Kufeliler yönüyle kendimizi murakebe etmeliyiz.

Bizler, bugünün Kerbela sahnesinde Hüseyin ve yârenleri tarafında mıyız, yoksa bugünün Kufelileri miyiz, bunu çok ciddi bir şekilde sorgulamalıyız.

Unutmamalıyız ki Kufeliler, kalpleri o gün için Emevilerin temsil ettiği bâtıla karşı haktan yana olan insanlardı. Zaten o sebeple Hüseyin (r.a.)’ı Kufe’ye dâvet etmişler, onun riyasetinde bâtıl Emevi otoritesine karşı kıyam etmeyi düşünmüşlerdi.

Lakin kılıçları ondan yana olamadı. Evet, Yezid’den yana da olmadı kılıçları. Fakat bâtıla karşı olmak ve ona destek vermemek yeterli değildi. Haktan yana olmak ve fiilen hakkın yanında yer almak gerekiyordu. İşte Kufeliler, bizzat kendilerinin dâvet edip kıyam üzere ahidleştikleri Hüseyin (r.a.)’ı Kerbela’da yalnızlığa terk ederek hakkın yanında fiilen yer almaktan imtina ettiler. Bunun temel sebebi de, Allah’tan çok Emevi otoritesinden korkmalarıydı.

Son raddede eşleri, aşları, evlatları, ev-barkları, bağ-bahçeleri, çok değer verdikleri binekleri vs kendilerine Allah yolunda can feda etmekten daha sevimli geldi, iş fiilen taraf olmaya geldiğinde geçici dünyayı kalıcı âhirete tercih ettiler.

İşte Kufelilik budur ve Kufelilik, başta da belirttiğimz gibi artık tarihsel bir tutum değil, kıyamete kadar tekrarlanacak ve bugün el’an tekrarlanmakta olan bir tutumun adıdır.

Bir “Kerbela Bilinci” İnşa Edilmeli

Kerbela konusunda mevcut durumda İslam dünyasındaki dört yaygın yönelimin yaklaşımlarını şu şekilde özetlemek mümkün:

Şia, Kerbela’yı olması gerektiği gibi güncel tutmak ve gümdemleştirmekle kalmıyor, maalesef ötesine geçerek bu hadiseyi fetişleştiriyor, anma merasimleri, anlamaya yönelik faaliyetlerden öte insanların kendilerine fiziki zarar da verebildikleri mâtem ritüelleriyle ve muharref inanç ve söylemlerle öne çıkıyor.

Sünnilik’te ise maalesef Kerbela diye bir gündem söz konusu değil. Bu durum Sünni yaklaşımın Hüseyin (r.a.) ve direnişine yönelik bir tavrı değil tabii ki. Sünnilik tarihsel olarak Kerbela’da hakkın, haklı olanın yanında olmuştur, Muaviye ve Yezid’i ismen dahi silip atmıştır. Bu yönüyle hakkını teslim etmek gerekir.

Lakin Sünniliğin klasik yaklaşım biçimi olarak fiili tavır almaktan uzak durma, zulmün yanında yer almamakla birlikte, zulme karşı kıyam konusunda da aşırı temkini esas alan tutumu bu alanda da kendisini göstermekte ve Sünni dünyada bir “Kerbela bilinci” oluşmasına izin vermemektedir. Dolayısıyla Kerbela, tarihsel bir hadise olarak dillerde anılıp geçilmekte.

Tarihsel olarak Sünnilik çatısı altında kabul edilen, lakin birçok konudaki yaklaşımıyla klasik Sünnilik’ten büyük oranda ayrışan Selefilik’te ise durum maalesef vahim diyebileceğimiz boyutta. “Kerbela bilinci”ni bir tarafa bırakalım, çeşitli Selefi çevrelerin Muaviye’yi ve hatta kimilerinin daha da ileri giderek Yezid’i tezkiye ve tazim etmek gibi anlaşılmaz bir tutum içine girdiği gözlemleniyor. 

Şia, Sünnilik ve Selefilik üstü, doğrudan Kur’an ve ona dayalı Nebevi örneklik (Sünnet) temelinde İslam’ı anlama ve yaşama çabası içerisindeki vasat Kur’ani çizgi ise, Kerbela konusunda Sünni çizgiyle aynı karede buluşuyor diyebiliriz. Maalesef Kur’ani çizginin geneli için de Kerbela, 7. asırda olmuş-bitmiş tarihsel bir hadise durumunda.

Şahsen bu dört tutumun dışında, Kerbela’nın hakkını verecek bir tutum inşa etmemiz, Kur’ani/Nebevi çizgide bir “Kerbela bilinci” oluşturup bunu diri tutmamız gerektiği kanısındayım.

Şunu bilmek gerekir ki Kerbela çok büyük bir kırılma noktasıdır. Tarihte yaşanmış hadiselerden bir hadise değildir. Hakla bâtılın müşahhaslaştığı, tıpkı Bedir günü gibi bir furkan günüdür. Rasulullah (a.s.) ve güzide ashabının (r.a.) nice meşakkatlerle 22 yılda inşa ettiği İslami toplumsal ve siyasal yapının, bir kabile asabiyeti uğruna türlü hile, desise ve zulümlerle ortadan kaldırılıp fısk-fücura dayalı bir saltanatın dayatılmasına karşı tevhidi itiraz ve isyanın sembolüdür.

Dolayısıyla İslami kesimlerin Kerbela gibi bir gündemi olmaması ciddi bir zaaftır, yanlıştır. Kerbela gibi insanlık tarihinde hakla bâtılın çok açık şekilde müşahhaslaştığı hadiseleri bile tarihin müzesine kaldıracak isek, biz neyi önemseyecek, tarihsel hafızamızı ne üzerine bina edeceğiz?

Kerbela’ya Giden Yol ve Tarihsel Kırılma Anı

Bilindiği üzere Rasulullah (a.s.)’dan sonra imamete/hilafete ilk olarak Ebubekir (r.a.) seçilmiş, ardından Ömer (r.a.) ve onun ardından da Osman (r.a.) bu görevi üstlenmişlerdir. Yine bilindiği üzere bu dönemde söz konusu yöneticilere “Halife” değil “Emri’ul Mü’minun” denilmekteydi. Yöneticiler için Halife tabir ve tanımı daha sonraları kullanılmaya başlanmıştır.

Osman (r.a.)’ın, tayin ettiği kimi valilerin kendilerine zulmettiği, sarhoş şekilde namaz kıldırdığı gibi gerekçelerle görevden alınmaları talebiyle Mısır, Basra, Kufe gibi vilayetlerden Medine’ye gelen topluluklar ve onlara katılan kimi Medinelilerce birkaç ay muhasara altında tutulup neticede katledilmesinin ardından, Ali (r.a.) ısrarlı talepler sonucu dördüncü emir/halife olarak göreve başlamıştı (H. 35 / M. 656).

Ne var ki birkaç ay sonra, Aişe (r.a.) ile Talha ve Zübeyr (r.a.)’ın öncülük ettiği bir grup Müslüman, Ali (r.a.)’ın imametini/hilafetini kabul etmeyerek bir ordu hazırlamış ve Ali (r.a.)’ın ordusuyla Basra yakınlarında karşı karşıya gelmişlerdir (H. 36 / M. 656). “Cemel Vakası” olarak tarihe geçen bu savaşta Ali (r.a.)’ın ordusu galip gelmiş, savaşın ardından Ali (r.a.), Osman (r.a.)’ın kanını talep gerekçesini öne sürerek biat etmemekte direnen ve Ali (r.a.)’ın Suriye valisi olarak atadığı Sehl b. Huneyf’in Suriye’ye girişini engelleyen Şam valisi Muaviye’ye biat dâvetini yinelemiş, lakin yine olumlu cevap alamamıştır.

Bunun üzerine Emir’ul Mu’minin Ali (r.a.) meseleyi askeri olarak çözne kararı almış ve bâği Muaviye güçlerinin üzerine yürümüştür. İki ordu, H. 36 / M. 657’de Suriye’nin Rakka ilinin doğusundaki Sıffin mevkiinde karşı karşıya gelmiş, Muaviye ordusu bozguna uğrayacağı sırada Amr b. El-As’ın hile dolu teklifi sonucu Muaviye’nin askerleri Kur’an sayfalarını mızraklara geçirip havaya kaldırarak “Kur’an’ın hakemliği” talebini dile getirmişlerdir.

Ali (r.a.) bu hamlenin bir hile olduğunu görmüş ve isyanın bastırılmasına kadar savaşma iradesini ortaya koymuş, lakin ordusundaki kimi bedevi unsurlar “Kur’an’ın hakemliği” talebinin cevapsız bırakılmasının kabul edilemez olduğunu belirterek tahkim talebine olumlu cevap verilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Böylece Ali (r.a.)’ın ordusunda bir ikilik meydana gelmiş, ortaya çıkan fitnenin büyümesini önlemek maksadıyla da Ali (r.a.) tahkim talebini kabul etmiştir.

Yapılan ön anlaşmaya göre her iki taraftan bir hakem seçilecek ve hakemler ilk olarak Ali (r.a.) ve Muaviye’yi azledip daha sonra her iki tarafın da kabul edeceği bir emir üzerinde uzlaşacaktı. Anlaşma gereği Ali (r.a.) tarafının hakemi Ebu Musa el-Eşari, Ali (r.a.)’ın azlini açıklamış, buna karşın diğer tarafın hakemi Amr b. El-As ise Muaviye’nin meşru emir olduğu açıklamış ve böylece tahkimi çıkmaza sürüklemiştir.

Zaten bir hile olarak tasarladıkları tahkimi, Ali (r.a.)’ı imametten/hilafetten azledip Muaviye’yi meşru emir olarak ilan etmenin aracı haline getiren Muaviye tarafı, tahkim hilesiyle amaçladıkları gayeye ulaşmış, yenilmekte oldukları bir savaştan kurtuldukları gibi Ali (r.a.) ordusunda ikilik çıkmasını da temin etmişlerdi. Daha sonraları “Hâriciyye/Hâriciler” olarak vasıflandırılan ve nihayetinde Ali (r.a.)’ı katledecek olan fırka, tahkim hilesinin en acı meyvelerinden biri olmuştur.

Sıffin savaşı ve ardından tahkimin meseleyi çözmek yerine derinleştirdiği bir ortamda Hâricilerin yeni bir aktör olarak sahneye çıkıp Ali (r.a.)’ın meşru yönetimine karşı yeni bir cephe açmaları, o gün için İslam toplumunun geri dönülmez şekilde parçalanması anlamına geliyordu. Nitekim Ali (r.a.), bir savaş da Hâricilerle yapmak durumunda kalmış, Nehrevan’da (H. 38 / M. 658) mağlup edilen Hâriciler, bu yenilginin intikamını Ali (r.a.)’ı katlederek (H. 40 / M. 661) alma yolunu seçmişlerdi.

Ali (r.a.)’ın katlinin ardından, taraftarları oğlu Hasan (r.a.)’a biat ettiler (H. 40 / M. 661). Hasan (r.a.), Muaviye’yle yaptığı yazışmalarda bir uzlaşmaya varamayınca savaş maksadıyla ordusuyla birlikte Kufe’den ayrılıp Medain’e doğru hareket etti, bir öncü kuvveti de Musul civarına gönderdi. Muaviye ordusu da iki kol halinde Musul ve Medain’e hareket edip konuşlandı.

Ordusunda savaş konusunda isteksizlik olduğunu gören Hasan (r.a.), kardeşi Hüseyin (r.a.), Hucr b. Adî ve Kays b. Sa’d gibi isimlerin “dalâlet üzere olan bir kişiye (Muaviye’ye) biat edilemeyeceği” yönündeki muhalefetlerine rağmen belli şartlarla emirliği Muaviye’ye devretme kararı aldı (H. 41 / M. 661) ve Kufe’ye döndü.

Şartlardan biri de, Muaviye’nin kendisinden sonra yerine veliaht seçmeyip, yeni emirin Müslümanların şurasıyla belirlenmesiydi. Lakin Muaviye kısa zaman içerisinde anlaşmadaki bu şartı ihlal ederek, içkiye düşkünlüğüyle tanınan fâsık oğlu Yezid’i veliaht ilan etti (H. 53 / M. 673) ve ona biat toplamak için şehirlere temsilciler göndermeye başladı.

Hüseyin (r.a.), Abdullah b. Zübeyr (r.a.), Abdullah b. Ömer (r.a.) ve Abdurrahman b. Ebubekir (r.a.) gibi bazı sahabîler bu biat dayatmasına açıktan muhalefet ettiler ve tabi Muaviye yönetimiyle karşı karşıya geldiler. Muaviye’nin Medine valisi Mervan b. Hakem’in, Yezid’e biat talebini Mescid-i Nebevi’de okumasıyla birlikte, Allah’a itaat etmeyene itaat edilemeyeceği, fâsık bir kimseye biat edilemeyeceği, yönetimin babadan oğula geçtiği Bizans sisteminin kabul edilemeyeceği yönünde itirazlar dile getirildi.

Bu “biat toplanma” sürecinde Muaviye’nin temsilcilerinin başta Medine halkı olmak üzere Müslümanlara yaptığı zulümler, Sünni tarih ve tabakat kaynaklarında ayrıntılı şekilde anlatılmaktadır.

Muaviye’nin ölümünden (H. 60 / M. 680) sonra başa geçen oğlu Yezid, yeni Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebu Süfyan’dan, biat etmemekte direnenlere karşı harekete geçmesini ve üzerlerindeki baskıyı artırarak biatlarını temin etmesini istedi. Vali Velid tarafından biat için görüşmeye çağırılan Hüseyin (r.a.), yapılan biat dayatmasını “halk önünde biat etmenin daha uygun olacağı” gerekçesiyle ertesi güne erteleme taktiğiyle savuşturup, yanına aile fertlerini alarak Mekke’ye hareket etti.

Bu durumu haber alan bazı Kufe ileri gelenleri, Hüseyin (r.a.)’a mektuplar yazarak ve sonrasında bir heyet göndererek kendisine biat etmek istediklerini bildirdiler ve onu Kufe’ye dâvet ettiler. Bu dâvet üzerine önce amca oğlu Müslim b. Akil’i Kufe’ye durumu incelemesi ve biat toplaması için gönderen Hüseyin (r.a.), Kufe halkının, Muaviye tarafından yeni vali olarak atanan Ubeydullah b. Ziyad’ın baskısı altında biatlarından vazgeçmesi ve Müslim’in de vali tarafından katledilmesinden habersiz olarak, 8 Zilhicce 60 günü, umresini tamamlayıp haccı beklemeden aile fertleri ve taraftarlarıyla birlikte Mekke’den Kufe’ye doğru hareket etti.

Hareket halinde iken Kufe’deki olumsuz gelişmeleri haber almasına, Kufelilerin vali Ziyad’ın tehdit ve baskılarıyla biatlarından vazgeçip kendisine desteklerini geri çektiklerini öğrenmesine rağmen yoluna devam etti.

Yezid ordusundan bin kişilik bir birlik, Hüseyin (r.a.), aile fertleri ve yaklaşık 70 kişilik birliğini adım adım takip etmekteydi. Nihayet Ubeydullah b. Ziyad, Ömer b. Sad’a, Kufe’ye 75 km mesafedeki Kerbela mevkiinde Hüseyin (r.a.) ve beraberindekileri durdurma ve kuşatma altına alma emri verdi (2 Muharrem 61 / 2 Ekim 680).

Hüseyin (r.a.) ve taraftarları, Kerbela’da Ömer b. Sad komutasındaki Yezid b. Muaviye birliği tarafından kuşatıldı. İki taraf arasında çatışma olmadan bir çözüme ulaşılması amacıyla çeşitli görüşmeler yapıldı, lakin Hüseyin (r.a.)’ın beraberindekiler birlikte Medine’ye dönme teklifi, Ömer b. Sad tarafından olumlu karşılansa da durumun kendisine iletildiği Kufe valisi Ubeydullah b. Ziyad, Yezid’e biat şartında direndi ve çatışma kaçınılmaz hale geldi.

Bunun üzerine kuşatma derinleştirildi ve Hüseyin (r.a.) ve yârenlerinin suya ulaşımı da engellendi. Nihayetinde de Yezid birliği saldırıya geçerek Hüseyin (r.a.) ve kıomutasındaki az sayıdaki askerleriyle (23 süvari ve 40 piyade) çarpışmaya başladı. Çatışma, Hüseyin (r.a.) ve askerlerinin şehid edilmesi ve başta kız kardeşi Zeyneb (r.a.) ve oğlu Ali Zeynelabidin olmak üzere aile fertleri ve bazı taraftarlarının esir alınmasıyla neticelendi (10 Muharrem 61 / 10 Ekim 680). Esirler, Hüseyin (r.a.)’ın kesik başıyla birlikte önce Kufe’ye Ubeydullah b. Ziyad’ın yanına, ardından da Şam’a Yezid b. Muaviye’nin yanına götürüldüler.

Böylece Hüseyin (r.a.) ve yâreni, bir bâğiye, bir fâsığa biat etmemenin, Rasulullah (a.s.) ve güzide ashabının nice meşakkatlerle vücuda getirdiği İslami toplumsal ve siyasal yapının tulekadan (Mekke’nin fethinde affedilenlerden) olan Ümeyyeoğullarının kabile asabiyeti uğruna ortadan kaldırılıp yerine kabile saltanatının kurulması sapmasına direnmenin bedelini canlarıyla ödediler.

Değil mi ki Hüseyin (r.a.), “Heyhat minezzille / Zillet bizden uzaktır” yaklaşımını temsil ediyordu. Zulme, ilhada, fıska, tuğyana boyun eğip zillet içinde yaşamaktansa, beraberindekilerle birlikte cihadı ve şehadeti tercih etti ve kıyamete kadar insanlığa örneklik teşkil edecek bir kıyamın öncüsü oldu.

Kerbela, yukarıda da belirttiğimiz gibi tıpkı Bedir günü misali bir Furkan günü oldu. Hüseyin (r.a.) ve beraberindekiler geçici dünya hayatı yerine kalıcı yurt olan âhireti, zillet yerine izzeti, güce rağbet yerine hakka rağbeti tercih ettiler.

Ömer b. Sad ve benzeri, aslında kapleri Hüseyin (r.a.)’tan yana olan, lakin dünyevi çıkar, beklenti ve endişeleri sebebiyle kılıçları Yezid’den yana olanlar ile, kalpleri Hüseyin (r.a.) sevgisiyle dolu ve İslam’ın egemenliğinden yana olduğu halde Ubeyddullah b. Ziyad’ın baskılarına boyun eğen ve Allah’tan çok tağutlardan korkma zilletine düçar olarak, şehirlerine dâvet ettikleri Hüseyin (r.a.) ve beraberindekileri zalimlerle başbaşa bırakan Kufeliler ise, âhiret yerine geçici dünya hayatını, izzet yerine zilleti, hakka rağbet yerine güce rağbeti tercih ettiler.

Böylece belki fiziken belli bir süre daha yaşama imkânı buldular, lakin o meş’um tercihleriyle manen o anda ölmüş, çetin Hesap Günü tercihlerinin neticesiyle karşılaşmak üzere tarihin çöp sepetine atılmış oldular. Gerçi dünyada dahi gün yüzü gördükleri söylenemez. Yezid b. Muaviye’nin, Ubeydullah b. Ziyad’ın ve Ömer b. Sad’ın ibretlik akıbetleri bu gerçeğin müşahhas ifadesidir.

Güncel Kufelilik

Bugün, 22 aya yaklaşan bir zaman dilimi içinde yeni bir Kerbela hadisesiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Evet, Gazze bugünün Kerbelası’dır. Hakla bâtılın, Firavunizmle Musa (a.s.) tavrının, Darun Nedve tuğyanizmiyle Muhammed (a.s.) duruşunun, Yezid’le Hüseyin (r.a.) karşılaşmasının bir kez daha müşahhaslaştığı bir Furkan sahasıdır Gazze.

Ve bugün küresel bir mücadele ve ayrışma sahası haline gelen Gazze sahasında Hüseyin (r.a.) ve sâdık yârenleri de sahadadır, Muaviye b. Süfyanlar, Yezid b. Muaviyeler, Ubeydullah b. Ziyadlar da sahadadır, Ömer b. Sadlar da, Kufeliler de…

En çok göze batanlar da, kalpleriyle izzet timsali Gazze halkı ve direnişinin yanında, lakin kılıçlarıyla Amerikan emperyalizmi ve onun bölgemizdeki, arz-ı mukaddesteki işgal aparatı siyonizmden yana olanlar ile, kalpleri ve dilleri Gazzelilerden yana olmakla birlikte, fiiliyatta dünyevi endişe, korku ve beklentiler sebebiyle onları çağın Firavunlarıyla, Yezidleriyle başbaşa bırakan Kufelilerdir.

Gece gündüz Gazze halkı ve mücahidlerinin örnek direnişinden sitayişle söz eden, lakin Gazze için bir basın açıklaması dâvetine icabet etmekten dahi, fişlenmek, işini kaybetmek ve benzeri gerekçelerle imtina edenler mesela, bugünün Kufeliler tayfası içinde zikredilmeyi hak edenlerdendir.

Dilleri ve muhtemelen kapleri Gazzelilerden yana olup da, fiiliyatta Kürecik’le, Bakü-Ceyhan petrol boru hattıyla, limanlardan devam eden kanlı lojistik işleyişle insanlık düşmanı siyonistlerden yana konum belirleyen bugünün Ömer b. Sadları gibi, bugünün “Kufelileri” de Gazze imtihanının kaybedenler safında yerini almış durumdadırlar.

Bugün fert ve toplumlar, fiiliyatta çağın Firavunu ABD ve bölgemizdeki işgal aparatı siyonist işgal rejimine hısım olup, izzet timsali Gazze halkı ve direnişine hasım olanlarla, ABD ve siyonist işgal rejimine hasım, Gazze halkı ve direnişine hısım olanlar şeklinde ikiye ayrılmış bulunmaktadır.

Aziz komutan Ebu Ubeyde ve aziz Gazze halkına hasım olmak ne büyük ziyan, hısım olmak ise ne büyük şereftir. Rabbim bizleri bu şerefle müşerref kılsın.

(Not: Bu makale, İktibas Dergisi'nin Ağustos 2025 sayısında yayınlanmıştır.) 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN