Ulusçuluğun Türk’ü, Kürd’ü, Arab’ı, Fars’ı

Ulusçu akımlar, başında Türk, Kürt, Arap, Fars... ne yazarsa yazsın menşei itibariyle aynı yere dayanırlar, birbirlerinin panzehiri değil, yekdiğerinin kopyası, tıpkı-basımıdırlar. Birbirlerinden beslenip, çatışarak var olmaya devam ederler. Varlık sebepleri ötekinin varlığı olduğundan çatışmacıdırlar, düşmansız yapamazlar.

12-02-2010


Ulusçuluğun Türk’ü, Kürd’ü, Arab’ı, Fars’ı: Al birini vur ötekine

 

Şükrü Hüseyinoğlu

 

İlk bakışta Türk ulusçuluğuyla Kürt ulusçuluğu, Fars veya Arap ulusçuluğu, ya da Kürt ulusçuluğuyla Arap veya Fars ulusçuluğu birbirinin aksi kutbu, can düşmanı olarak görülür değil mi? Nitekim birbirlerine bakışları öyledir de.

 

Oysa gerçekte bu ideolojiler birbirlerinin olmazsa olmazı, besleyicisi, varlık sebebidirler. Biri olmazsa öbürü de ayakta duramaz. Türk ulusçuluğunun varlığı Kürt ulusçuluğuna, Arap ulusçuluğunun varlığı Türk veya Fars ulusçuluğuna tehdit oluşturmak bir yana zemin hazırlayıp meşruiyet kazandırmaktadır. Biri olmazsa diğeri de varlık gerekçesini kaybedecektir zira.

 

Ulus kimlik, fıtri bir kimlik olan kavmi kimlikten farklı olarak, yapay/üretilen, toplum mühendisliği ürünü bir kimliktir. Dolayısıyla Demir Küçükaydın'ın dediği gibi ulusların ürettiği ulusçu ideolojilerden değil, ulusçu ideolojilerin ürettiği uluslardan söz edilebilir. Ulus kimlik, seküler, tektipçi ve dolayısıyla dayatmacı bir kimliktir. Batı menşeli bir ideolojik kurgu olan ulus kimliğin bu nitelikleri, onun üzerine bina edilen ulusçu ideolojilerin, tektipçi, inkarcı, dayatmacı ve çatışmacı olmaları sonucunu doğurmuştur. Ulus kimliğin tektipçilik özelliğinden dolayıdır ki, ulusçu ideolojiler inşa ettikleri ya da etmek için mücadele ettikleri ulus-devlet sınırları içinde başka kimliklere hayat hakkı tanımak istemezler. Herkes o ulus kimliği kabullenmeye zorlanır, ulus kimlik, sınırlar dahilindeki tüm insanlara zorla dayatılır. Türkiye'deki herkesin zorla "mutlu Türk" yapılmaya çalışıldığı gibi.

 

Ulusçu ideolojilerin kökeni bilindiği gibi Batı'daki Aydınlanma ve Sanayi Devrimi süreçlerine dayanmakta. Sanayileşmeyle birlikte kentlerde toplanan farklı kökenden insanları ortak bir kültürel potada toplayıp tektip insanlar haline getirmeye dayalı politikalar, bir toplum mühendisliği ürünü olarak ulus kurgusunu beraberinde getirmiştir. 18. yy'da Alman ulusunun inşası çabalarıyla kendini gösteren ulusçuluk (nationalism) ideolojisi, Fransız Burjuva Devrimi'yle zirveye ulaşmıştır. Ulusçuluk akımı kısa zaman içerisinde yaygınlaşarak tüm imparatorluklar üzerinde yıkıcı etkisini göstermiş, Osmanlı’da da Balkanlar’dan başlayan bir ayrılık rüzgarı esmesine yol açmıştır.

 

İlk planda gayri Müslim unsurlar arasında revaç bulan bu akım, giderek, Osmanlı nüfus kayıtlarında “İslam” olarak aynı kategoride yer alan Müslüman halklar arasında da Batıdan etkileşim oranında kendini göstermeye başlamıştır. İslam coğrafyasını bölüp parçalayan ve emperyalizm ve siyonizmin bu coğrafyaya gelip yerleşmesine zemin hazırlayan temel faktör de, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman halklar arasında kendini göstermeye başlayan ulusçu akımlar olmuştur.

 

Ulusçuluğun İslam dünyasına ithalinde Avrupa'da kurulan ve Türk, Arap ve Kürt etnik kimliğiyle ilgili araştırmalar yapan enstitülerin büyük etkisi olmuştur. Bu enstitüler aracılığıyla Müslüman halklara İslam öncesi döneme ait kültür ve efsanelerinin abartılı biçimlerde hatırlatılıp kavmi aidiyetlerinin kışkırtıldığını görmekteyiz. Bu tür antropolojik çalışmalarla Türklerin, Arapların, Kürtlerin ve Farsların İslam öncesi kültürleri ön plana çıkarılmış, Ergenekon, Demirci Kawa gibi efsaneler gündemlerine taşınarak ulusçuluğun altyapısı hazırlanmıştır. Sözgelimi Türkloji araştırmalarında ismi öne çıkanlardan biri Yahudi Leon Cahun'dur ve onun İslam öncesi Türk tarihi ve kültürüyle ilgili yazdığı kitap Jön Türkler üzerinde büyük bir etki yapmıştır.

 

Kısacası, ulusçu akımlar, başında Türk, Kürt, Arap, Fars... ne yazarsa yazsın menşei itibariyle aynı yere dayanırlar, birbirlerinden beslenip, çatışarak var olmaya devam ederler. Varlık sebepleri ötekinin varlığı olduğundan çatışmacıdırlar, düşmansız yapamazlar.

 

Bu gerçeğin en abartılı biçimlerinden birini, Türk ulusçuluğunun teorisyenlerinden Nihal Atsız’ın, oğlu Yağmur Atsız’a, oğlu henüz dört yaşında bir çocukken, 4 mayıs 1941 tarihinde yazdığı vasiyette görürüz:

 

“Oğlum Yağmur, bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetimi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigar olarak bırakıyorum. Öğütlerimi iyi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır.

 

Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlar tarihi düşmanımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizler, Domenler yeni düşmanımızdır. Japonlar, Afganlar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürciler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı. Tanrı yadımcın olsun.”

 

Eminim benzer metinler Arap, Kürt, Fars ve tabii İngiliz, Fransız, Alman, Amerikan… ulusçuları tarafından da kaleme alınmıştır. Çünkü ulusçuluk ideolojileri karşılıklı düşmanlıktan beslenen temel mantaliteleri gereği birbirlerine düşman olan/olması gereken kardeşlerdir aslında. Biri yoksa diğeri taraftar toplayamaz, var olamaz.

 

Ulusçuluk bahsi açmışken, Türk ulusçuluğunun ilk ideologlarından (sonraları Kemalizmin de ideologlarından olmuştu) Tekin Alp takma adlı Yahudi Moiz Kohen’den de söz etmeden geçmek olmaz tabii. Bir taraftan Turancılık propagandası yapacak kadar koyu Türk ulusçusu görüntüsü veren, ama aynı zamanda Dünya Siyonizm Kongresi’ne katılmaktan da geri durmayan, hatta sonraları o kongrede savunulan “Yahudilerin sadece Filistin’e göç etmeleri gerektiği” fikrine karşı çıkıp Anadolu’ya da göç edilmesi gerektiğini savunduğundan Siyonist çevrelerce eleştirildiği için, “Siyonist olduğuna ve olmaya devam edeceğine” dair mektup kaleme alıp kendisini savunan bu karanlık isim hangi maksatla Türk ulusçuluğu kışkırtıcılığı yapmıştır iyi araştırılmalı…

 

Bu yazıyı, geçenlerde Hilal Tv’de Abdurrahman Dilipak’ın yaptığı “Bir Başka Açıdan” adlı programa konuk olan, ismini hatırlayamadığım Iraklı bir Türkmen’in anlattıklarından yola çıkarak yazmaya karar vermiştim aslında ama girizgah yazının büyük bölümünü teşkil etti. Konuşmasının bir bölümünde sözünü ettiğim program konuğu şu ilginç bilgileri vermekteydi:

 

“Şu an Özerk Kürt Yönetimi’nin idaresinde olan Erbil’de, Kürtçe’den başka dil konuştuğunuzda baskı altında kalıyorsunuz, doğan çocuklara Yaşar ve benzeri Türkçe isim veremiyorsunuz…”

 

Bu uygulamalar size hiç yabancı gelmedi öyle değil mi? Çünkü coğrafyalar değişse de mantalite aynı, ideoloji aynı. Biri bunu Türk ulusçuluğu adına yapıyor, biri Kürt ulusçuluğu adına… Biri Türk ulusçuluğu adına Kürtçe’den rahatsız oluyor, diğeri Kürt ulusçuluğu adına Türkçe’den…

 

Sadece bu kadar değil. Türk ulusçuluğu nasıl Allah’ın dini dahil her şeyi Türkleştirme çabası içine girdiyse (Reşit Galip’in “Müslümanlık Türk’ün milli dini” çalışmasını ve bu çalışma çerçevesinde 1932 yılı Ramazanında girişilen Türkçe ezan, Türkçe namaz gibi dayatmaları hatırlayın), Kürt ulusçuluğu da benzer bir dayatmayı Kürtleştirme yönünde yapmakta şimdilerde. Birçok İslami kavram Kürtçe’den atılıp yerine “öz Kürtçe” tabirler yerleştirilmeye çalışılmakta.

 

Kısacası ulusçu ideolojiler birbirlerinin panzehiri değil, yekdiğerinin kopyası, tıpkı-basımıdırlar. Kürt, Türk, Arap ya da Fars ulusçuluğu birbirinin rakibi, aksi kutbu filan değil, birbirinin olmazsa olmazı, besleyip büyütenidir. Hepsi de Batıdan ithaldir ve emperyalizmin böl-parçala-yönet politikalarının İslam dünyasındaki truva atlarıdır. Rabbimize hamdolsun ki, Kur’an’ın ilkeleri ışığında bizler topuna birden “lâ” diyoruz.     

Etiketler : #Ulusçuluğun   #Türk’ü   #   #Kürd’ü   #   #Arab’ı   #   #Fars’ı   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN