Siyonist rejim "cellat" seçiminde

İşgal rejiminde 5.3 milyon seçmen, 'en çok Filistinliyi öldürme sözü' veren partiyi iktidara getirmek için sandığa gitti.

10-02-2009


İşgal rejiminde 5.3 milyon seçmen, ‘en çok Filistinliyi öldürme sözü’ veren partiyi iktidara getirmek için sandığa gitti. Yapılan son kamuoyu araştırmaları seçimin çekişmeli geceğini ancak her halükarda siyonist rejimin biraz daha sağa kayacağını gösteriyor.

Siyonist işgal rejiminde ana muhalefetteki Likud Partisi’nin lideri Benjamin Netanyahu, haftasonu Hayfa’daki mitinginde İsrail halkının değişim hatta devrim istediğini söyledi. Siyonist rejimin eski başbakan Netanyahu, İsrail’in bundan sonraki başbakanı olmaya en yakın isim olarak görülüyor. Ancak son kamuoyu araştırmaları, Gazze soykırımının elebaşılarından Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’nin lideri olduğu merkezde yer alan Kadima Partisi’nin, Likud’la farkı kapattığını ortaya koyuyor.

Bu arada, gözlemcilere göre seçimden belki de en çok kazançlı çıkacak siyasi hareket İsrail Bizim Evimiz adlı aşırı sağcı parti olabilir. Bu partinin Likud ve Kadima’nın ardından, İşçi Partisi’nin önünde üçüncü sırada yer alabileceği ifade ediliyor. Partinin lideri Avigdor Lieberman, İsrail’in Batı Yaka’daki yerleşim birimlerini resmen topraklarına katmasını öneriyor.

ABD ve Batı beslemesi soykırımcı-işgal devleti İsrail’de seçmenler, bugün erken genel seçimler için sandık başına gidiyor. Son yapılan kamuoyu yoklamalarında, İsrail seçmeninin, en çok Filistinli öldürme ve Hamas’ı ortadan kaldırma sözü veren partilere oy vereceği gözlendi.

5 milyon 279 bin kayıtlı seçmenin bulunduğu ülkede, yeni iktidarı belirlemek üzere, bugün sabah 07.00’den itibaren oy kullanılacak. Sandıklar, akşam saat 22.00’de kapanacak. Ancak, nüfusu 350’den az olan küçük Yahudi yerleşimlerinde oy verme işlemi bir saat geç başlayıp, 20.00’de sona erecek. Hastaneler ve cezaevleri dahil, 9 bin 300’e yakın sandıkta oy kullanılacak.

SEÇİME NASIL GELİNDİ
2010 yılında yapılması gereken seçimlerin bir yıl öne alınması süreci, eli kanlı İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in, hakkındaki yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları nedeniyle Başbakanlıktan istifa etmesi ve partisi Kadima’nın başkanlığına da aday olmayacağını açıklamasıyla başladı. Olmert’in yerine Kadima başkanlığına seçilen Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, Cumhurbaşkanı Şimon Peres tarafından verilen hükümeti kurma görevinde başarısız olunca, Peres erken seçim çağrısında bulundu ve parlamento, oylama için 10 Şubat tarihini belirledi.

İsrail yasalarına göre seçimler dört yılda bir, nispi temsil esasına göre yapılıyor. 18 yaşını tamamlamış her vatandaşın seçme hakkına sahip olduğu ülkede, İsrailli Arapların da içinde bulunduğu tüm etnik gruplar da dahil olmak üzere, tüm vatandaşlar seçime katılabiliyor. 21 yaşını doldurmuş, sabıka kaydı bulunmayan her İsrailli, seçilme hakkına sahip. 120 sandalyeli Knesset’te, bir partinin temsil edilebilmesi için, oyların asgari yüzde 2’sini toplaması gerekiyor.

SEÇİMLERE 34 PARTİ KATILIYOR
Bu seçimlere 34 parti katılacak. Bunlar arasında Kadima, Likud-Ahi, İşçi partisi (Ha’Avoda) Yisrael Beiteinu, Şas, Meretz ve Yeni Hareket, Birleşik Tevrat Yahudiliği, Ulusal Birlik, Habayit Hayehudi, Arap partilerinden Balad, Hadaş, Birleşik Arap Listesi (Ra’am) - Ta’al yer alıyor. Yeni partiler arasında “Koah Lehaşpia (Etkinin Gücü), engelliler için kurulan tek parti olan Tzabar, İsraelim gibi partiler var. Seçimlere katılacaklar arasında soykırım kurbanlarının çıkarlarını savunma, marihuana için serbesti sağlama, boşanmış erkeklerin hakları için mücadele verme amacıyla kurulan partiler de var. Son seçimde, bu tür küçük partiler için oy kullananların sayısı 180 bini buldu. Ancak, bu partiler yüzde 2 oy barajını aşamadığı için hiçbiri meclise temsilci sokamadı. Halen Knesset’te üyeleri bulunan 12 partinin de, bu seçimlerde parlamentodaki varlıklarını sürdürecekleri tahmin ediliyor. Seçimlerle oluşacak yeni parlamento, ilk toplantısını 2 Mart’ta yapacak. Kurulacak hükümetin güvenoyu alabilmesi için, 120 üyeli parlamentoda 61 üyenin desteğini sağlaması gerekiyor.

SEÇİM KAMPANYALARINDAN
Seçim kampanyalarına 27 Aralık’ta Gazze Şeridi’ne düzenlenen 3 hafta süreli operasyondan önce başlanan İsrail’de, söz konusu süre içinde seçim adeta unutuldu, hatta ara ara seçimin ertelenmesi çağrıları yapıldı. Ancak, 18 Ocak’ta önce İsrail’in ardından Hamas’ın tek taraflı ateşkes kararı almalarıyla, ülke seçim ortamına hızlı bir dönüş yaptı.

Seçim kampanyaları döneminde ırkçı sağ kanat liderlerinden Avidor Lieberman’ın Yisrael Beiteniu partisi, “Sadık olmadan vatandaş olamazsınız” sloganı ve aşırı sağ söylemi ile tartışmaların odağına oturdu. Partisi ve Lieberman’ın kendisi özellikle genç seçmenlerden büyük destek görüyor ve partisi, İşçi Partisi’ni de geride bırakıp Likud ve Kadima’nın ardından Meclis’te en fazla sandalyeye sahip üçüncü parti olacak gibi gözüküyor. Siyasi yorumcular, 2009 seçiminin “hikayesini” Avigdor Lieberman’ın yazacağını söylüyorlar. Lieberman (50), eski Sovyetler Birliği göçmeni. Moldova’da doğan Lieberman, 1978 yılında İsrail’e göç etti. Aşırı sağda yer alan bir çok liderin aksine, Filistinlilerle iki devletli çözüme destek veriyor. Buna karşılık İsrail’de Arapların yoğun yaşadığı yerlerle, Batı Yaka’daki Yahudi yerleşimleri için karşılıklı toprak takası istiyor. Böylece, İsrail nüfusundaki Yahudi oranını artırmayı amaçlıyor. Bu arada, aşırı dindar kesimin yoğun olarak yaşadığı Kudüs’te, Kadima’nın çoğu posterlerinde, parti başkanı ve Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’nin yüzü kazındı veya boyalarla kapatıldı. Geçmiş dönemlerde ve belediye seçimlerinde de aşırı dinci toplumdan bazı gruplar, kadın resimlerinin afişlerde yer almasına tepki göstermişler, belediye otobüslerine kadın adayların resimlerinin asılmasına izin verilmemişti. Likud, seçim posterlerinde, Kadima lideri Tzipi Livni’nin başı ellerinin arasında düşünen bir resmini de kullandı ve resmin altındaki yazılarda, Livni’nin güvenlik sorununun üstesinden gelemeyeceğine atıf yapılan “Güvenlik, ona bir beden bol gelir” sloganları kullanıldı.

ŞEYTAN’A DESTEK
Aşırı Yahudileri temsil eden partilerinden Şaş’ın ruhani lideri Haham Ovadya Yosef ise Lieberman’a ve partisine adeta savaş açtı; Lieberman’ı “Şeytan” olarak tanımladı. Yosef, partisinden bu partiye seçmen kaçışını önlemek için, Avigdor Lieberman’ın partisine kim oy verirse asla affedilmeyecek bir şekilde günaha girmiş olacağı uyarısını yaptı.

Haham, açıklamalarında, İsrail Evimiz için “Kim ki asimilasyonu savunan, domuz eti satışından yana olan bir partiye oy vermeyi düşünüyorsa bilsin ki, altından kalkamayacağı bir günaha girecektir ve bu günah asla affedilmeyecektir” deyip, bu partiye destek verenlerin aslında “Şeytan’a destek vermiş olacağını” ifade etti. Şas’ın Lieberman’a yönelik asıl eleştirilerinden biri de Lieberman’ın medeni nikah yapılmasına verdiği destek. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana İsrailli Yahudilerin tüm evlilik ve boşanmaları hahamlıkların yetkisinde.

(İslam ve Hayat / Vakit)

Etiketler : #Siyonist   #rejim   #cellat   #seçiminde   
YORUMLAR
  • HUSEYIN SASMAZ   10-02-2009 14:00

    Ahiret Merkezli ve İslami Hayat Ancak Raşidi Hilafet Devleti'nde Olur (1) Allah-u teala şöyle buyurmuştur: - (وَمَنْ أَرَادَ الْآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا), 'Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.'(İsra/19) - (وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلَا تَعْقِلُونَ), 'Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?'. (Enam/32) - (الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ....أُولَئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ), 'Dünya hayatını ahirete tercih edenler,...işte onlar uzak bir sapıklık içindedirler.'(İbrahim/3) - (اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ...وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ), 'Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir...Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.'(Hadid/20) - (وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ), 'Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!'(Ankebut/64) Hayat nizamı olan İslam'ın güncel yaşam ortamından kaldırılışının ehemmiyeti fark edildiği günden beri bu güne kadar nübüvvet metodu ışığında verilen sahih mücadelenin amacı ve yapılan çalışmaların hedefi Raşidi Hilafet Devleti'nin tekrar nasıl kurulacağı, ahiret merkezli ve İslami hayatın yeniden başlatılması için yapılması gerekenlerle ilgilidir. Bunun ters sonucu da, İslam ümmetinin uyanıp el ele çalışarak İslami bir hayatın başlatılması için yarım asırdan beri bu yüksek ve nihai hedefe ulaşılamayarak hala İslami hayat hakim olmamasıdır! Bu ise son derece üzücüdür. Anlaşılan İslam ümmetinde olması gereken hareketin görülmemesinin ve bu yüksek hedefe ulaşılmamanın ciddi sebebleri ve engelleri vardır. Nitekim tekrar İslami bir hayatın başlatılması için ortada güneş gibi aşikar ve billur gibi net ve ciddi bir çalışmanın bulunduğu halde ümmetin hala gösterdiği ilginin ve hareketinin zayıf veya gerektiği şekilde olmamasının anlaşılması mümkün değildir! İslam ümmetinin çoktan aşması gereken bu engeller üzerinde ciddi şekilde durmak çok yararlı olacaktır. Asıl sorun önemli bir kamuoyu oluşup İslam ümmetinin, ahiret merkezli ve İslami hayatı temenni ettiği halde engelleri hala aşamamasıdır. Böylesi bir durumda sadece kamuoayunun oluşmasının veya İslam ümmetinin temenni etmesinin hiçbir faidesi yoktur. İslam ümmetinin vücudunda bulunan bu ciddi engelleyici viruslar bertaraf edilerek antivirus fikirler verilmediği sürece hayat ile ilgili sağlıklı fikirleri ve mefhumları vermenin hiçbir faidesi olmayacaktır. Ayrıca var olan islami uyanışta hiçbir ilerleme de kayd edilmeyecek ve Allah-u teala nusretini ve yardımını vermeyecektir. İslam ümmetinin bu viruslara karşı direniş kabiliyyeti son derece zayıf olduğu için ne yazık ki bu viruslar islam ümmetinin vücudunda yerleşik bir hal almış ve hayat ile ilgili sağlıklı fikirleri ve mefhumları kabul etme noktasında zayıf kalmıştır. Bu durum ise; köklü hastalığa yakalanmış bütün vücutlarda görülmektedir. Evet, her ne kadar ahiret eksenli ve İslami hayatı yeniden başlatmak üzere nübüvvet metodunu izlemekte olan çalışanlar İslam ümmetinden ayrı olmayıp, İslam ümmetinin bu vahiy merkezli metoda sarılıp çalışanlara kenetlenerk onlarla bir olması gerekirken, bu durum daha net ve daha kuvvetli bir şekilde görülmemektedir. Bunun içindir ki, İslam ümmetinin şahsiyetinde giderilmesi gereken bu viruslar ve ciddi engeller hakkında Allah Rasulü meşhur bir hadiste şöyle buyurmaktadır: 'Obur insanın yemek kabına saldırdığı gibi milletlerin de size saldırması yakındır'. Denildi ki: 'Sayımızın azlığından dolayı mı?' Buyurdu ki: 'Bilakis o gün çok olacaksınız fakat suyun üzerindeki çerçöp gibi kıymetiniz az olacaktır. Allah heybetinizi düşmanlarınızın kalbinden söküp alacaktır. Kalbinize de vehn atacaktır'. Ya Rasülallah vehn nedir? Buyurdu ki: 'Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmek'.(Ebu Davud). Bu hadisi şerif konumuzla alakalı olarak üzerinde durmamız gereken ve İslam ümmetinin ölüm-kalım meselesi Raşidi Hilafet Devleti'nin tekrar ikame edilmesinin önünü tıkayan, yine İslam ümmetinin vücudunda bulunan virusları/ciddi engelleri şunlardır: İslam ümmetinin; 1) Allah'a tevekkül etmeyi hayatından unutması: Allah-u teala'ya tevekkül etmek demek; insan, hayat ve kainatı yoktan var eden bir mutlak yaratıcının var olması demektir. Bir başka deyişle gaybi ve akide olan tevekkül; insan, hayat ve kainat ötesinde bulunan, bunların hepsine hükm eden ve müminlere yardım eden olağanüstü bir gücün var olması demektir. O da Allah-u tealadır. buna mutlak sürette iman etmek gerekir. Dolayısıyla müslüman bir kimse, hayrın elde edilmesinde ve zararın defedilmesinde mutlak anlamda Allah'a güvenmesi ve tevekkül etmesi gerekir. Tevekkülün bu vasıf ile kalbî amellerdendir. Şayet müslüman kimse bunu, kalbi ile tasdik etmeksizin sadece diliyle kuru olarak telaffuz ederse bu tevekkülün amellerde hiçbir itibarı ve tesiri yoktur. Allah'ü Te'âla şöyle buyurmuştur: (وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ) "Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan." (Furkan 58) (وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ) "Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." (Tevbe 51) (وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ)"Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter." (Talak 3) (الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَانًا وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ)"Bir kısım insanlar, müminlere; "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler." (Âli İmran 173) Sebeblere tutunmak ise; itikadi konu olan tevekkülden tamaman farklıdır. Bunların her ikisi farklı konular ve delilleri de farklıdır. Rasûlullâh hem tevekkül ediyor, hem de sebeblere tutunuyordu. Sahabelere tutunmakta, ya bir âyetle, ya da bir hadisle böyle yapmalarını emrediyordu. Rasûlullâh gücü nisbetince kuvvet hazırlayarak; - Bedir kuyularına baskın yapması, - Hendek kazması, - Hayber'in suyunu kesmesi, - Mekke'yi fethetmek istediği vakit Kureyş'e bir takım haberleri gizlemesi, - Ashabına Habeşistan'a hiçret etme izni vermesi, - Amcası Ebû Talib'in himayesini kabul etmesi, - Ambargo boyunca bir vadide ikame etmesi, - Hicret gecesi Ali'ye yatağında uyuma emri vermesi, - Üç gün mağarada yatıp Beni Dâil'den bir adamı yol rehberi olarak kiralaması. Bütün bunlar, sebeblere tutunmak ile alakalıdır ki, bu tevvekküle aykırı değildir. Her iki mesele birbirinden çok farklı meselelerdir. Bu iki mesele arasını karıştırmak, tevekkülü hayatta hiçbir eseri olmayan şekli ve donuk bir konuma dönüştürür. 2) Rızık akidesinden hala kuşku duyması: Rızık da gaybi ve itikadi bir konudur. Yani müslüman kimse, rızkı takdir edip veren mutlak anlamda Allah-u teala olduğuna iman etmesi gerekir. Bu konu ile ilgili olarak Allahu teala ayetlerde şöyle buyurmaktadır:(ان الله يرزق من يشاء)"Allah dilediğini rızıklandırır."(Ali imran/37), (الله يبسط الرزق لمن يشاء ويقدر) 'Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da.'(Rad/26). bu nedenle müslüman'ın üzerine düşen görev rızkın insanlardan değil Allah'tan olduğu gerçeğine teslim olmaktır. Eğer Allah-u teala bir insana veya bir varlığa bir rızık takdir etmişse onu hiçbir güç elinden alamaz. Zira herkes kendi rızkını yer başkasının değildir. Ancak mülk edinme konusu ameli olup rızıktan farklıdır. İslam, rızkın elde edildiği hallerden müslüman için caiz olanları ve olmayanları yüzlerce şeri hükümlerde beyan etmiştir. Bunun ölçüsü ise helal-haram'dır. Bu anlayışa sahip bir müslüman ahiret merkezli ve İslami hayat başlatmak üzere İslam davasını taşıdığı zaman ailesinin ve çocuklarının rızkının kesileceğinin kaygısını asla taşımaz. Böylesi rızık anlayışına sahip bir müslüman hak sözü de söyler, zalimleri de muhasebe eder, ahiret merkezli ve İslami hayat yeniden başlatmak için ciddi olarak çalışır. Dolayısıyla bu rızık anlayışı hayatta bir engel değil aksine üretgen ve doğru çalışmaya itici bir faktördür. 3) Ölümün yegane sebebi olan eceli kavramaması: Akide olan ölümün tek sebebi vardır. Bu sebeb ise; Allah'ın takdir ettiği ecelin sona ermesidir. Öldüren yanlızca Allah-u teala'dır. Ölümü gerşekleştiren doğrudan doğruya Allah-u teala'dır. (وَاللَّهُ يُحْيِي وَيُمِيتُ), (Halbuki dirilten de öldüren de Allah-u teala'dır)(Ali imran/156). Müslüman kimse, ister Raşidi Hilafet Devletinin kurulması için çalışsın veya çalışmasın Allah'ın takdir ettiği ecel geldiği vakit mutlaka ölecektir. İslam davasını taşımamak insanın ömrünü uzatmaz ve bu davayı taşımak da kişinin ömrünü kısaltmaz. Ölüm; ancak Allah'ın gaybi olarak takdir ettiği ve onun yegane sebebi olan ecel geldiği vakit tezahür eder. Bu da tamaman akide işidir. Müslüman kimse buna mutlak anlamda kalbiyle iman etmesi gerekir. Gerçekte öldüren ve dirilten Allah-u tealadır. Eğer Allah henüz takdir etmemişse ipe asılsa bile ölmez insanoğlu. İslam davasını taşımayıp tabi afetlerde, uçak ve trafik kazalarda ölen insanlar gibidir. Allah Rasulü şöyle buyurmuştur:عن عبدالله بن عباس رضي الله عنه قال: كنت خلف النبي صلى الله عليه وسلم يوماً فقال: "يا غلام، إني أعلمك كلمات؛ احفظ الله يحفظك، احفظ الله تجده تجاهك، إذا سألت فاسأل الله وإذا استعنت فاستعن بالله، واعلم أن الأمة لو اجتمعت على أن ينفعوك بشيء لم ينفعوك إلا بشيء قد كتبه الله لك، وإن اجتمعوا على أن يضروك بشيء لم يضروك إلا بشيء قد كتبه الله عليك ، رفعت الأقلام وجفت الصحف" رواه الترمذي. 'Abdullah ibni Abbas şöyle anlatır: Bir gün Allah Rasulünün arkasında idim. Bana dedi ki: Evlat, sana birkaç söz öğreteyim; Allah'ın emir ve yasaklarına uy ki Allah seni korur. Allah'ın emir ve yasaklarına uy ki Allah sana yardım edercesine karşında olur. Eğer bir şey talep edeceksen onu Allah'tan dile, yardımı ve nusreti de ancak ondan iste. Şunu bil ki; sana faide vermek üzere bütün insanlar bir araya gelseler de onlar sadece Allah'ın takdir ettiği faideyi verebilirler. Sana zarar vermek üzere bütün insanlar bir araya gelseler de onlar sadece Allah'ın takdir ettiği zararı verebilirler. Kalemler kaldırılmış ve kitaplar kurumuştur. (Bu hadisteki son ifade; Allah'ın takdir ettiği şeylerin önüne hiçbir şey geçemez manasını taşımaktadır).'(Tirmizi). Yukarıda saydığımız akide olan tevekkül, rızık ve ölüm ile ilgili üç meselede meydana gelen gevşeklik yüzünden hayat sekteye uğramıştır. İslam ümmetinin bu gevşeklikten kurtulmadığı sürece korkmaya ve korkak olmaya devam edecektir. Şüphesiz ki insanın 'korku' duygusuna sahip olması onun fıtri yapısı ve beka içgüdüsünün tabi belirtisidir. Ancak korkunun gerekli olduğu durumlar ve gerekli olmadığı durumlar da vardır. Örneğin; Allah-u teala'dan korkmak, onun emir ve yasaklarını çiğnemekten sakınmak ve korkmak, onun gazabinden ve elim azabından ciddi olarak korkmak, Allah'ın belirlediği sınırları aşmaktan sakınmak v.b her müslümanda ve her zamanda olması gerekir. Zira müslümanın; Allah'ın haram kıldığı hususları çiğnemesini frenleyen bu korkudur. Buradaki korkunun manası; Allah'ın emr ettiği fiilleri seve seve yapmak ve nehy ettiği fiilleri yapmamak demektir. Zira bu takvanın ta kendisidir. (وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبِينًا), (Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, mümin bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.) (Ahzab/36). Bu korku türü gerekli ve faidalıdır. Hatta Allah-u teala Kur'an-ı kerim'de bu korkuyu mü'minlerin ana sıfatlarından saymıştır. Allah-u teala şöyle buyurmuştur: - (إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ), (Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.)(Enfal/2) - (وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ), (Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar.)(Mü'minün/60) - (فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ) , (Şu halde insanlardan korkmayın, benden korkun.)(Maide/44), - (وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ), (Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.)(Rahman/46). Ayrıca şehitlerin efendisi Hz. Hamza ile ebedi olarak aynı cennette bulunmak isteyen müslüman; kendisi gibi aciz ve güçsüz diğer insanlardan değil sadece ve sadece Allah'tan korkması gerekir. Allah'tan korkmak bunu gerektirir. Bu korku ise salih amel gerektirir. Yani haksızlığı ve zulmü kabul etmeyip ahiret eksenli ve İslami hayat için çalışmayı ve bu bağlamda azami gayret sarf etmeyi gerektirir. Aleyhisselatu vesselam şöyle buyurmuştur: (سيد الشهداء حمزة ورجل قام إلى إمام جائر، أمره ونهاه، فقتله). (Şehitlerin efendisi Abdulmuttalib'in oğlu Hamzadır. Bir da zalim yöneticiye karşı hakkı söylediğinden dolayı öldürülen kimsedir.)(Elhakim fil-müstedrek) Ancak gereksiz ve zararlı korkunun görüntüleri ise; büyük bir haksızlık ve zulüm görüp de, kendisinden korkulmaması gerektiği halde sırf insanların kınamalarından veya öldürülmekten yahut kendisi değiştirmeye ve güç sahibi olduğu halde Allah'ın indirdiğiyle hükm etmeyen zalim bir yöneticiye karşı değiştirmeyip başa bir musibetin gelmesinden korktuğu için bu durum karşısında sessiz kalan veya tereddütlü davranan korkak müslüman misali gibidir. Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: (إذا رأيت أمتي تهاب فلا تقول للظالم يا ظالم فقد تُوُدِّعَ منهم) [الإمام أحمد، المسند 2/190] 'Eğer ümmetim korkak olduğunu görürsen ve zalime 'sen zalimsin' demezse, artık Allah'ın ona yardımı ve nusreti asla gelmez'.(Müsned İmam Ahmed 2/190). (كلا والله لتأمرن بالمعروف ولتنهون عن المنكر ولتأخذن على يد الظالم ولتأطرنه على الحق أطرا), (Hayır, Allah'a yemin olsun marufu emr edeceksiniz, münkeri men edeceksiniz, zalime karşı durup muhasabe edeceksiniz ve hakka uyuncaya kadar onu zorlayacaksınız.)(Ebu Davud, Tirmizi ve İbni Mace). Gereksiz ve zararlı korkunun olduğu durumlarda genelde insanın Allah korkusunu düşünmeksizin beyninde canlandırdığı bir takım kuruntular ve asılsız şeylerin doğal ürünüdür. Korkaklık ise takvanın tam zıddıdır. Allah Rasulü şöyle dua ediyordu: (اعوذ بالله من العجز والكسل ومن الجبن والبخل ومن الهم والحزن ومن غلبة الدَّين وقهر الرجال), "Acziyetten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, kederden, hüzünden, borcun galip gelmesinden ve aciz erkekler olmaktan Allah'a sığınırım". Gereksiz korku ve korkaklık; gecenin ay ışığında yürürken gördüğü gölgenin bir canavara ait olduğunu zann ettiğinden dolayı korkan fakat daha sonra bu gölgenin tahtadan yapılmış bir hayalete ait olduğunu anlayan bir insan misali. Şu bilinmelidir ki; ameli yani helal-haram konularda sonuçlara bakılmaz ve bu konuda düşünülmesi gereken tek husus Allah'ın emir ve yasaklarına uymaktır. Sonuç ne olursa olsun düşünülmemelidir. Sonuçları düşünen kimse Allah'ın emir ve yasaklarına uymaz. Tevekkül, rızık ve ölüm üçgeni ile ilgili hastalık ve öldürücü viruslar ne yazık ki İslam ümmetinin vucüdüne sızarak sirayet etmiş ve bu gevşeklik durumu aşağıdaki şaşırtıcı hallere sebep olmuştur: A- Müslümanların ruvaybida, sefih, ehilsiz yöneticiler tarafından yönetilmeleri! B- Saray (sözde) alimlerin; büyük hainlik edip kafirlerle ve yöneticilerle işbirliği yaparak, onların her türlü gayrı meşru işlerini şeytani fetvalarla ile meşrulaştırmaları, İslam'a ve müslümanlara karşı cephe almaları! C- Müslümanların susmayı tercih edip dünyada birbirleriyle yarışarak zalimlere karşı korkak davranmaları! D- Müslümanların tek bir halife nasb etmek üzere ahiret merkezli ve İslami hayat için Raşidi Hilafet Devleti'ni yeniden ikame etmeyi terk etmeleri! E- Güç sahibi oldukları halde Mısır, Pakistan, Türkiye, Suriye, gibi müslüman ordularda yer alan, devlette ve toplumda tesir sahibi subay ve generallerin Allah'tan değil insanların kınamalarından korkmaları! F- Müslümanların birbirleri üzerine casusluk yapmaları! H- Müslümanın müslüman kardeşine karşı kafirlerle beraber savaşması! 4) Var olan ve değiştirilmesi gereken sistemin oyun kurallarını kabul edip içine girerek demokratik modellere hala ümid bağlaması ve amellerde şeri hükümlere güvenliği yitirmesi: Burada konumuz demokrasinin şeran İslam'a uyup uymadığını izah etmek değildir. Burada temas etmek istediğimiz husus; küfür olan ve islami söylemlerle süslenerek verilen demokrasi insan/heva ve heves merkezli bir kültür ve yaşayış tarzı, Batılı ülkeler başta olmak üzere, Cezayir, Filistin (Hamas misali), Türkiye, Irak (Abu Greyb misali) gibi bir çok ülkelerde hayali ve başarısız bir teori olduğu halde ümmetin içinde bir kesim hala onu savunmasıdır!!! Demokrat modelleri savunmak ve benimsemek; küfür sistemini benimsemek, onun gerektirdiği şeyleri yapmak demektir. Demokrat yolunu seçen müslüman büyük bir günah işleyip Allah'ın gazabına uğrar. İslami ve vahiy metoduna uymak Allah'ın istediğini yapmak demektir. Bu da Allah'a kulluğun ta kendisidir. Laikçe ve demokrat olarak düşünen bir müslüman; Allah'ın vaad ettiği ecri veya günahı değil Allah'ın rızasını hesaba katmaksızın sadece faideyi veya zararı düşünür. Rasulüllah'ın metoduna uyanları ise; hem büyük bir ecir kazanır hem de Allah onları muvaffak kılar. Bu ise takvanın ta kendisidir. (وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ), "Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a tevekkül edip güvenirse Allah, ona yeter."(Talak/2-3). İlahi metoda aykırı davranmak her zaman felaketler ve feci sonuçlar getirmiştir. (فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ), (Peygamber'in emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.) (Nur/63) Şeri hükümlere bağlanmak ise Allah sonunda nusret ve yer yüzünde iktidar vermiştir. Allah-u teala şöyle buyurmuştur: (وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ), 'Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere,......,onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını vadetmiştir.'(Nur/55). Demokrat yol ise salih bir amel değildir. Allah murdar ve salih olmayan yolu izleyenleri muvaffak kılmaz. Şüphesiz muvaffakiyyet haram yollarda değil sadece Allah'ın emirlerine uyulduğu takdirde olur. Yanlış yolda verilen mücadelenin tek sonucu; zamanı kayıp etmek ve ümmeti oyalamaktan başka bir şey değildir. Bu konuda elde edilen tecrübelere bakıldığında net olarak görülecektir. Bu hususta demokrat yolunu izlemekte ısrarlı olan müslümanlar; aklı başına alıp her şeyi tekrar gözden geçirmeleri kendileri için salih bir amel olacaktır. Bu noktada asıl sorun şudur: İslam ümmetinin; demokrasiye içtenlikle inandığından değil, asıl ölçü ve imanın gereği olan şeri hükümlere bağlandığı takdirde Allah'ın yardımının ve nusretinin gelmesinin inancını kayıp etmesidir. (إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ), (Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım umarız.)(Fatiha/5) Batı kültürünün ve fikirlerinin doğal tesiri; İslam ümmetinin şeri hükümlere olan güvenini kayıp etmesine neden olmuştur. İslami fikirler ve mefhumlar ümmetin hayatında tatbik edilerek canlı şekilde bulunmadığı için ümmet laiklik ve demokrat gibi var olan bozuk fikirlere mahküm olmuştur. İslam ümmeti; İslami hükümlerin her yerde ve her zamanda hayatın bütün sorunlarına ilişkin çözmeye muktadir olduğuna inanıp top yekün ahiret merkezli ve İslami hayat yeniden başlatmak üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için Rasulüllah'ın mübarek metodunu izlemediği müddetçe küfür nizamı ve zalim idarecilerin tahakkümlerinden kurtulmayacak, izzetin tadını ve Raşidi Hilafet Devletinin nurundan ebedi olarak mahrum kalacaktır. 5) Kadercilikten tam olarak kurtulmaması: Allah-u teala insan, hayat ve kainatı sabit bir norm/nizam üzere yaratmıştır. (فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ), (Allah insanları belli bir fıtrat üzere yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur)(Rum/30). Bu sabit nizam ise tabiat kanunu veya sünnatullah'tır. İnsan, hayat ve kainatın bu nizamın dışına çıkmaları mümkün değildir. Ahiret merkezli ve İslami hayat ise tabiat kanunu olan bu nizama uygun olarak kurulmuş, günümüzde de bu şekilde tekrar kurulacaktır. Ancak ahiret merkezli ve İslami hayatın tekrar gelebilmesi için bir takım gerekli amellerin yapılması gerekir. Bu gerekli ameller olmaksızın ahiret merkezli ve İslami hayatın tekrar kurulması mümkün değildir. Çünkü bu mucize işi değildir. Allah'ın üzerimize büyük bir farz olarak kıldığı salih bir ameldir. Bu gerekli amelleri emr eden Allah-u tealadır. Amelleri yapacak olanlar da müslümanlardır. Bu gerekli ameller ise; Rasulüllah'ın ilahi metodundan geçer. Müslüman kimse kadere teslim olup sadece dua etmek, Kuran okumak, namaz kılmakla ahiret merkezli ve İslami hayat kurulmaz. Kadercilik hayatı felce uğratır. Allah-u teala bizden böyle bir iman tarzı istememiştir. Böyle olsaydı Rasulüllah da kaderine mahküm olup Allah'ın nusretini ve yardımını oturarak bekleyebilirdi. Herşeyi olurluğuna bırakmak demek olan kadercilik sebeplere tutunmanın taban tabana zıddıdır. Büyük alim Hasan El-Basri şöyle der: 'Her kim cennetin oturularak kazanılacağını zann ederse günah işlemiş olur.' 6) Raşidi Hilafet Devletinin bu devirde hayal olduğunu düşünenler olması: Allah'ın indirdiğiyle hükm eden bir devlet ve otorite çatısında yaşamak hayal değildir. Allah-u teala olmayan ve hayal şeylerden asla bahs etmez. (يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ), (Allah'ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.)(Tevbe/32).( وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ), (Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.) (Nur/55). İslam devleti; devrim teorisi ve demokrasi gibi hayal değildir. Hayal olduğunu diyen kişi Rasulüllah'ın siretini hiç okumadığını gösterir. Rasulüllah bizzat İslam devletini Medine'de kurarak islami hükümleri tatbik etmiştir. O hem peygamber hem de devlet başkanı idi. Bu İslam devleti; hain M.Kemal Atatürk İstanbul'da 03.Mart.1924'de ilga edinceye kadar devam etmiştir. Bu derin ve apaçık tarihi olayı görmezlikten gelmek insafa sığmaz. Acaba İslam aleminde halkın çoğunluğu müslüman olmasına rağmen halkın inandığı İslam akidesine ters düşen ve 83 seneden beri tatbik edilen küfür bir sistem neden hayal olmuyor da Allah'ın emr ettiği, ahiret merkezli ve İslami hayat olan Raşidi Hilafet Devleti olunca hayal oluyor!!! 21.inci y.y.da bütün siyasi arenada tartışılan avrupa birliğinin ön gördüğü tek anayasa ve siyasi birlik hayal olmuyor da, fakat aynı akideyi taşıyan, aynı kıbleye yönelen ve aynı Kur'an'a iman eden İslam ümmetini tek bir devlette birleştirmek isteyince hayal oluyor!!! Bu istem hem İslam akidesinin hem de İslam ümmetinin özünde yatmaktadır. Müslümanların farklı fıkhi medreselere mensup olmaları, farklı diller konuşmaları ve farklı ırklardan gelmeleri bir engel değildir. Çünkü müslümanlar; insan, hayat ve kainatı yokten var eden, mutlak yaratıcı bir olan Allah-u teala'ya iman ettikleri için tek bir ümmettirler. Rabbları, akidesi, kıblesi, nizamı bir olan ümmetin devleti de bir olması gerekir. Filistin ve Irak gibi memleketlerde bazı gruplar arasında cereyan eden etnik çatışması İslam ümmetinin birleşmesini hayal kılan bir engel de değildir. Çünkü bu gruplar bir takım çıkar için çatışımaktadırlar. Bu gavga ya vadancılık, ya kavmiyetçilik, yada politik bir kazanç elde etmek içindir. Ayrıca çatışmayı sürdüren etnik grupların perde arkasında kışkırtan ve sebebiyet veren asıl güçler saklanmaktadır. Irak örneğinde de olduğu gibi sünni-şi'i çatışmasını alevlendiren asıl ve saklı güçler CIA ve ingiliz istihbaratıdır. 'Etnik çatışması'nın içinde sömürgeci kafir devletlerin parmağı vardır. Müslümanların davranışlarına ve güncel hayatlarına islami mefhumlar egemen ve hakim olmadığı için 'Etnik çatışması'na çok çabuk düşmektedirler. (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كافِرينْ), "Ey müminler, kendilerine kitap verilenlerin bir grubuna uyarsanız, bunlar sizi iman ettikten sonra döndürüp kâfir yaparlar."(Ali imran/100). Zira bu ayet Evs ve Hazrec hakkında nazil olmuştur. Sahabeler olan ensarlar bir yahudinin tahrikine kapılarak cahiliyyede birbirlerine karşı işledikleri kan davasını hatırlamaları yüzünden az kalsın 'Etnik çatışması'na düşeceklerdi. İşte bu (6) ana noktada özetlediğimiz Batı kültürünün zehirli fikirler ve viruslar İslam ümmetinin vücuduna İslam aleminde hüküm sürdüren zalim sistemler tarafından enjekte edilmiş, bu vücud hareketsiz ve aktivitiyetini kayp etmiş bir hala gelmiştir. İslam ümmetinin Hilafet'in yıkılışından dolayı kayb ettikleri: 1) Allahın kitabı ve Rasulüllahın sünneti hayatından kaldırıldılar. 2) İslam ümmeti; hayr olan İslam'a davet eden, iyiliği emr eden ve kötülükten men eden bir ümmet iken, şer olan laikliğe, demokrasiye, vatancılığa davet eden, kötülüğü emr eden ve iyiliği men eden bir ümmet haline geldi. Ne garip durum!! 3) Müslümanlar elli küsür devletçiklere bölündüler. 4) Müslümanların kendi itibarlarını ve saygınlıklarını yitirdiler. 5) Büyük günahlar ve korkunç cinayetler yayıldı. 6) İslam risaletinin yayılmasını sağlayan İslamın zirvesi cihad durduruldu. 7) bereket yerine bereketsizlik, haya yerine hayasızlık ve ahlaksızlık, eman yerine güvensizlik ve anarşizm geçti. 8) Kafirler müslümanların servetlerine musallat oldular... Dualarımızın sonu Alemlerin rabbı olan Allah'a hamd olsun. Allah bizi kendi rızasını kazanmak için ahiret merkezli ve İslami hayatı hakim kılmak için samimi olarak çalışanlardan eylesin. (2) İslam ümmetinin dönüm noktası olan 28 Recep 1342 H Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki; İslam ümmetinin belinin büküldüğü gün olan Hilafet'in yıkılışının yıl dönümünü hatırlatmanın amacı ağıt yakmak değil, bilakis Müslümanların gayretini arttırmak ve Allah'ın nuru olan Raşidi Hilafet Devleti'ni tekrar ikame etmek için hareket ederek çalışmalarını sağlamaktır. Hilafet Devleti ufak ve cüzi amellerle ikame edilmez. O, ancak ilahi metoda uyularak büyük fedakarlıklarla ikame edilir. İslam ümmetinin 14 asır boyunca maruz kaldığı belki en büyük saldırılardan ve felaketlerden biri de hayat nizamı olan İslam'ın yaptırım gücü İslam devletinin 28 Recep 1342H (3 Mart 1924M) tarihinde yıkılarak hayat ortamından tamamen kaldırılmasıdır. O tarihte ümmet fiili olarak ölüme mahkum olmuştur. İslam ümmetin koruyucusu ve kalkanı İslam devleti yıkıldıktan sonra yıkılış işlemlerinin ikinci aşaması başlatılarak itikadi, fikri ve kültürel saldırılar teker teker uygulamaya geçildi. 1.inci seride ifade ettiğimiz gibi bu tarihten sonra daha sistematik olarak laiklik, liberalizm, sosyalizm, bağımsızlık, kapitalizm, serbest piyasa, ırkçılık, demokrasi gibi gayrı İslami, fikirler ve zehirli ve yıkıcı virüsler enjekte edilerek İslam ümmetinin fikri yapısı ve İslami şahsiyeti darmadağın edildi. Hilafet devleti'ni yıkan Batı dünyası; İslam ümmetinin birliğini ve beraberliğini sağlayacak yegane siyasi proje olan İslam devletini tekrar ikame etme çalışmasının önünde; vatancılık, bölgecilik, milli duygu, milli sınırlar, kiralık ve satılmış yazarlar takımı, kukla, haysiyetsiz ve ajan yöneticiler aracılığıyla bir takım fikri ve maddi engeller koymuştur. Bunlardan tek amac İslam ümmetinin tekrar Hilafet çatısının altında birleşmesini engellemektir. İslam ümmetinin 20.nci y.y'da yıkılan Hilafet Devletinin hemen ardından girdiği ızdıraplı, karanlık ve sıkıntılı dönem beraberinde iki süreç getirmişti: Birincisi; 3. Mart. 1924'de başlayıp 1953'de sona eren süreçtir. İkincisi ise; 1953'de başlayıp bu güne kadar devam etmekte olan süreç. Birinci süreç: 3. Mart. 1924'de başlayıp 1953'de sona eren süreç: Hilafet merkezli bir çalışmanın bulunmadığı bilinen bu süreç içerisinde sömürgeci kafir devletlerinin İslam alemine yönelik ve Hilafet projesinin tekrar ihya edilmemesi için uyguladığı politikaların ve koyduğu engellerin ana hatları şunlardır: 1) İslam tarihini tahrif etmek suretiyle İslam'ın ön gördüğü yönetim şekli olan Hilafet'i; diktatörlüğe, krallığa, imparatorluğa, karanlık çağlara ve gericiliğe eş anlamlı tutarak karalamak. 2) Hilafet'in tekrar ikame edilmesine giden bütün yolları; İslam aleminde tayin ettiği gaddar ve hain yöneticilerin (vefalı bekçilerin) aracılığıyla ve onlara kurdurduğu polisi rejimlerle tıkamak. 3) Bazı memleketlerde Batı tarzlı İslam-demokrat sentezi partiler ve liderler vasıtasıyla İslam ümmetinin zihnine ve düşünme tarzına demokrasi gibi Batı fikirler egemen olmak. 4) Halk arasında entelektüel ve münevver diye bilinen satılmış yazarlar ve kiralık kalemler aracılığıyla siyaset, Cihad, yönetim ve kitlesel çalışma ile alakalı İslam'ın can alıcı ve açık hükümlerine saldırtmak ve müslümanların bu hayati meselelere olan ilgisini yitirtmek, hatta tiksinmelerini bile sağlatmak. 5) İslam'ın mutlak anlamda ölüm-kalım meselesi olan ve filii olarak 13 asırdan fazla tatbik edilmiş olan Hilafet Devletinin yıkıldıktan sonra tekrar ihya edilmesi ve ikame edilmesi fikrinin bir hayal olduğunu kabul ettirmek. 6) İslam ümmetinin dikkatini ve ilgisini asıl mesele olan Hilafet'ten alıp milliyetçilik, vatancılık, bölgecilik, ılımlı ve bölgesel İslam gibi hususlara çekip Raşidi Hilafet Devleti'nin gerçekte kurulmasını engellemek ve geciktirmek. Nitekim zaman aşımından dolayı Hilafet meselesi tamamen unutulmuş oldu. Hatta onu İslam ümmetinin kültürüne yabancı bir fikir olarak görmek. 7) Eğitim bakanlıkların ve medya aracılığıyla İslam; hayatın sorunlarına ve problemlerine çözüm getiren bir hayat nizamı değil, Hıristiyanlık gibi sadece ruhani(*) daha çok sembolik bir din olduğunu inandırmak. 8) Son olarak da İslam alemini; içinden çıkılmayacak bir kaosa sürüklemek, çözümler noktasında da sürekli Batı'ya ve Batı'nın/kapitalizmin ürettiği çözümlere bağlamak veya mahkum etmek. Bütünlük arz eden bu Batı çıkışlı fikir zincirlemesinin, geniş çaplı ve sistematik çalışmasının bulunmasıyla İslam ümmetinin köklü ve parlak tarihi, izzetli ve şerefli geçmişi ile ilgili bütün fikri ve manevi bağları koparılarak büyük darbe almıştır. Bu süreçte İslam ümmeti açısından geriye kalan tek şey; var olan ortama boyun bükmek, ona rıza göstermek, alışmak ve adepte olmak, hatta bu ortamda çağın sorunları İslam'a göre uyması gerekirken 'Sorun olan İslam'ın çağa uyması gerekir' felsefesi gelişmek, dahası sömürgeci kafir devletlerinin İslam alemine kazandırdığı yeni şeklini kabul etmek ve ortamı değiştirmek için geçmişi tamamen unutup düşünmemek. Her ne kadar bu süreç içerisinde gelişen bu olaylar; acıları çeken ve derin bir yara alan bazı samimi müslümanların düşünüp harekete geçmesine sebep olsa da, fakat bu tür samimi hareketler ne yazık ki cılız ve sonuçsuz kalarak İslam ümmetinin tekrar Hilafet Devleti'nde birleşmesini sağlayamamıştır. İşte Hilafet Devleti'nin yıkılmasından dolayı İslam aleminin çalkantısı; bu süreçte hayatın bütün alanlarını feci bir şekilde etkileyerek yıllarca sürüp geçti. Kısacası bu süreç; fikri olarak yenik düşen İslam ümmetinin kendiliğinden ve dış faktör olmaksızın kalkınması mümkün olmayan bir sonuçla kapandı. İkinci süreç: 1953'de başlayıp bu güne kadar devam etmekte olan süreç: 20.nci y.y'ın ortalarına gelindiğinde derin acılar ve sömürgeci kafirler devletlerinin İslam aleminde kurdurduğu kukla ve kumandalı rejimlerin zulmü ve haksızlığı devam ederken, İslam ümmetinin küfrün tahakkümünden kurtulup yeryüzünde Allah'ın nuru olan Raşidi Hilafet Devlet'ine kavuşması açısından kayde değer, sistematik ve ciddi bir çalışma doğmuştur. Zaten Hilafet yıkıldıktan sonra İslam ümetinin içine gömülmek istenilen bu ızdıraplı dönem; ahiret merkezli ve İslami hayatın tekrar ikame edilmesine neden olan bu ciddi çalışmanın doğması için yeterli bir süre idi. İslam ümetinin derinliklerinde iz bırakan ve şahsiyetinde büyük hasar meydana getiren Batı kültürü; toparlama sürecinde önemli ölçüde ve hızlı şekilde gerilemeye başlamıştır. İslam ümmetinin ümit kaynağı olan bu samimi ve ciddi çalışma; karmakarışık, olağanüstü ve ağır şartlar altında bulunarak varlığını ortaya koymuştur. Bütün imkansızlıklara rağmen Allah'ın inayetiyle sonra ciddi çalışanların çabasıyla oluşan bu hareket; bir sürecin kapanmasına ve yeni bir sürecin açılmasına neden olmuştur. Hilafet merkezli bu çalışma; yok olmaya mahküm olacak kadar tehlikeli sarsıntılara ve şiddetli saldırılara karşı maruz kalmasına rağmen, kar topu gibi yuvarlandıkça büyüyen ve hız kazanan bir hareket olarak bu güne gelmiştir. 20.nci y.y'ın altmışlı veya yetmişli yıllarında bulunmuş olsaydık belki bunu yazamayacaktık. Çünkü o dönemlerde Hilafet çalışması hariç bütün çalışmaların revaç gördüğü ve hızla ilerlediği bir dönem idi. Bu süreçte yapılan işlerin İslam ümmetinin fikri yapılanması ile alakalı olduğu için bütün dünyanın kanaati; Hilafet merkezli çalışmanın doğmadan öleceği yönünde idi. Ancak İslam ümmetinin fikri yapılanmasını yeniden ele alıp üstün başarıları elde eden bu samimi çalışma; hakkında verilen kanaatin tamaman yanlış olduğu gün ışığında kanıtlanmıştır. Kafirlerin itirafiyle isbatlanan bu üstün başarıların tek sırrı; 1) Allah-u teala'nın muvaffak kılması. 2) Bu uzun ve çetin yolda yürüyen samimi çalışmanın; Raşidi Hilafet Devletinin ikame edilmesi için ön görülen ve ilahi yol olan Resulüllah'ın metoduna uyması ve bütün probaganda ve karalama kampanyalarına rağmen sebatlık gösterip, sabr etmesi ve hiç bir taviz vermemesi. 3) Bu samimi çalışmanın davet ettiği projenin ve hedefin gerçekleşmesi için gerekli olan bütün işlemlere ve sebeplere tutunması. Şunu unutmayalım ki yardım ve muvaffakiyet ancak Allah'tandır. (وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ), (Şüphesiz yardım yalnız Allah tarafındandır.)(Enfal/10). Allah-u teala'dan tek dileğimiz bu süreç; ahiret merkezli ve İslami hayatı sağlayacak olan Raşidi Hilafet Devleti'nin ikame edilmesiyle sonuçlanarak kapansın. İslam ümmeti ve dünya için tek çözüm Hilafet devleti: Bu gün dünya müslümanlarının ve insanlığın en büyük kaybı; ahiret merkezli ve İslami hayat olan Hilafet Devletinin olmamasıdır. Raşidi Hilafet Devleti; Kelime-i tevhid taşıyan, izzet, mutluluk, eman ve güven veren, kafir devletlerin tahakkümünden kurtaran, sosyal ve ekonomi istikrarlılığı sağlayan, ırzları, malları ve canları koruyan, temiz ve şahsiyetli nesil yetiştiren, adaletli kanun anlayışı içeren, haksızlara yer vermeyip güçsüzlerden yana olan, Allah'ın rızasını kazandıran ve Allah'ın kendisinden razı olduğu devlettir. Allah-u teala bizi böyle bir hayata davet ederken icabet etmemiz gerekmez mi? (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ), (Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulûne uyun.)(Enfal/24). Şüphesiz insanı, hayatı ve kainatı yaratıp düzen veren Allah-u teala'nın gönderdiği hayat nizamı bütün bunları geçmişte sağladığı gibi bu gün de tekrar sağlayacaktır. Beşeri sistem olan sosyalizm başarısız olduğu gibi bu gün de kapitalizmin insanlığa doğru çözüm sunmakta başarısızlığı; dünyanın 7 milyar insanına feci bir şekilde acı çektirmektedir. Güçlülerin ve haksızların güçsüzleri ezdiği bu günkü yeryüzü kapitalizmin acı faturasını feci şekilde ödemektedir. Düzenli cinayetler, savaşlar, sömürmeler, sosyal hastalıklar, servetleri çalmalar, hiç duyulmadık hastalıklar, topluca öldürmeler....gibi hususlar kapitalizmin belirgin ve herkesın hissettiği bozuklukları. Yeryüzü gerçekte fesatçılıkla ve bozgunculukla doldu. Sözde sorunun çözüm kaynağı kapitalizmin kendisi asıl sorundur. Amerikan siyasetinin büyük isimlerinden olan eski Amerikan başkanı Jimmy Carter döneminde Milli Güvenlik müsteşarlığı görevinde bulunmuş ve şu anda Washington Ulusal Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanlığını sürdüren Zbigniew Brezeinski, genel anlamda batı toplumlarını özelde ise ABD'yi kuşatan çeşitli problemlerden bahsederken tehlike çanlarını çalarak şunları söylüyor: "Sosyal ve siyasi sorunlara ilişkin açıklamasını yaparken, sağlık alanında son derece aşırı harcamalar yapılmasına rağmen milyonlarca Amerikan vatandaşı gerekli sağlık hizmetlerden faydalanamamaktadır". "Giderek derinleşen ırk ve yoksulluk sorunu; istatistiklerin gösterdiğine göre 35.7 milyon Amerikalı, içlerinde milyonlarca evsiz insan da olmak üzere -Brezenski'nin deyimi ile- "dünyanın emsalsiz gücüne sahip" bir ülkenin şartlarına yakışmaz bir biçimde yaşamaktadır". Sözü tekrar Brezeinski'ye bırakıyoruz: "Cinselliğin yaygınlaşması ‘Baskın hayat biçimi' haline geldiği ve toplumun temel oluşumlarından olan aile binasını tehdit ettiği için tek ebeveynli aile sayısını artırmakta ve bunun sonucu olarak da toplumsal bütünleşmeyi azaltmaktadır. Cinsel yaygınlaşmanın yan ürünü olan AIDS hastalığının yaygınlaşmasına da ayrıca değinmek gerekir." Yine yakındığı konulardan birisi de, "Görsel medyanın kitlesel propagandası sonucu ahlaki çürüme, eğlendirme maskesi arkasına saklanarak seyirci oranını artırmak amacı ile cinsellik ve şiddeti sergileyip izleyicilerde gereksinimlerini anında karşılama duygularını körüklüyor." Bir başka şikayet konusu da; "Yaygın suç ve şiddet; bunun nedeni, kısmen var olan eşitsizliklerde öldürücü silahların son derece kolay elde edilebilmesi, sivil kişilerde, hatta suç işleyen kişilerde dünyanın bir çok ordusundan fazla öldürücü silah bulunması; şiddet olaylarını gündelik hale getiren televizyon ve film kültürü ve bunun sonucu uygar ülkeler içinde en fazla cinayet oranına ulaşılması." Brezenski "uyuşturucu alışkanlığının kitleleşmesini" unutmuyor. "Özellikle etnik insanların yaşadığı gecekondularda görülür. Ve kısmen psikolojik kaçışı kamçılayarak, kısmen de çabuk zengin olma hayallerini körükleyerek gelişiyor." "Uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelirin yılda 100 milyar Doları bulduğuna" işaret ediyor. "Yasal platformda gerçek anlamda parazitlerin varlığı; dünyada benzersiz bir şekilde yalnız Amerika'da vardır. Dünyadaki bütün avukatların üçte biri bu ülkede ve yalnız haksız fiil davalarında ödenen ücretler Amerikan gayri safi milli hasılasının yüzde üçünü tutmaktadır" sözü, toplumun bireyleri arasındaki diyaloğun ne derece bozuk olduğunu göstermesi açısından çarpıcı bir delildir. İtalya Ticaret Barosunun 1993 senesinde yaptığı bir istatistiğe göre, lokanta, mağaza ve dükkanların %60'ı mafyaya muntazaman haraç ödemektedir. Ülke çapında işletme sahiplerinin ödediği haraçlar 25 milyar Dolar tutarındadır. Özellikle bazı şehirlerde %100 oranında iş merkezleri düzenli olarak haraç vermektedirler. İngiltere'de bir resmi istatistik "Boşanan erkeklerin %34'ü bayanlarında %22'si evlilik dışı ilişki yaşıyor. Ve bu anormal ilişkiden doğan çocuklar İngiltere'de doğan çocukların %27.7'sini oluşturuyor. 1990 senesinde 200.000 çocuk evlilik dışı ilişkiden doğmuştur." (Kaynak: Sağlıklı kalkınma esasları). Dünyanın bütün sorunlarına doğru çözüm sunan İslam'dan başka bir alternatif kalmamıştır. İslam'ın Raşidi Hilafet Devletinin var olmasıyla sunduğu çözümlerin yegane ve doğru olduğunun nedeni Allah'tan gelmesidir. İslam'ın ön gördüğü yönetim şekli olan Raşidi Hilafet Devletinin ikame edilmesiyle hayatın problemlerine yönelik doğru çözümler hemen uygulamaya konulacaktır. İslam devleti olmadan bu doğru çözümlerin uygulanması mümkün değildir. İşte burada Raşidi Hilafet Devletinin gerekliliği ve ehemmiyeti ortaya çıkıyor. - Siyasi problemi: Sömürgeci kafir devletler Hilafeti yıktıktan sonra İslam ümmetini elli küsür devletçiklere ayırmıştır. Müslümanlar sadece ırkına ve diline göre devletçiklere ayrılmadılar, her bir devlette yaşayan ayrı ırklar arasında yaşanan etkin grup çatışmasından dolayı bu devlet daha da bölünmektedir. Müslümanların bölünmüşlüğünün ve tekrar birleşmemesinin arkasında sömürgeci kafir devletler durmaktadır. Zaten müslümanların başına gelen bütün felaketler; İslam aleminde bulunan sömürgeci kafir devletlerinin hegemonyasındandır. Bu durum devam ettiği sürece siyasi istikrarlılıktan bahsetmek mümkün değildir. Bunun böyle olması gayet doğaldır. Çünkü halkı müslüman memleketlerde uygulanan siyasi sistem ya federal ya da milliyetçiliğe dayanmaktadır. bu da müslümanların vahdeti değil dağılmışlığını pekiştirir. İslam bu durumu şiddetle haram kılmıştır. Çünkü müslümanlar tek bir devlette yaşamaları gerekir. Müslümanların tek ümmet oluşu bütünlük arz eder. Bu devlet ise Raşidi Hilafet Devletidir. Bu devlet ikame edilince yapay sınırlar da kalkacaktır. - Ekonomik problemi: Raşidi Hilafet Devletinin uygulayacağı para sistemi altın ve gümüş nedeniyle; şuanda işsizlik, enflasyon, dış güçlere borçlanma, malın sadece kapital ve sermayedarlar arasında dolaşımı, sömürme amaçlı yabancı yatırımcılar, kamu mülkiyet olan petrolü çalan dış kaynaklı firmalar ve borsalar gibi kapitalizmin ürettiği bütün problemler son bulacaktır. Her şeyden önce İslam'ın ön gördüğü ekonomik siyaset; Raşidi Hilafet Devletinin egemenliği altında yaşayan bütün tebaaların/vatandaşların (iş, eş, mesken gibi) temel ihtiyaçlarını adaletli bir şekilde karşılamaya dayanmaktadır. Doğru olan çözüm ise; Raşidi Hilafet Devletinin benimsediği altın ve gümüş sistemine dayalı ve sabit bir para birimi olacaktır. Raşidi Hilafet Devletinin ekonomisi tamamen bağımsızdır. O; sömürgeci kafir devletlerin gücünü temsil eden dolara, euroya dayalı değildir. Bu nedenle işçilerin ücretleri, malların ve hizmetlerin fiyatları sabit olan para birimine göre belirlenecek. Kamu mülkiyet olan petrol gibi ümmetin servetleri adaletli bir şekilde dağıtılacak. dış güçlere muhtaç olmamak için ilk günden itibaren ağır sanayi kurulacak. Bu ağır sanayi; fabrika, uçak, tank, elektrik ve elektronik eşya kısacası iğneden füzeye kadar her şeyi kapsayacak. Böylelikle Raşidi Hilafet Devleti malları dışardan ithal etmeyip bizzat kendisi üretecek. Tarımsal sorun da ölü arazileri yeniden canlandırarak su ve traktör gibi gerekli ihtiyaçlar bütün çifçilere süratla temin edilecek. Bu arada dışarıda bulunan ümmetin evlatları ve beyin takımı uzmanlardan istifade edilecek. Ekonomik nizam ile ilgili İslam'ın yüzlerce şeri hükümleri bulunmaktadır. Bu şeri hükümler doğru çözümün ta kendisidir. Fakat bu hükümleri görüp hissetmek İslam devletinin uygulamasına bağlıdır. İktisadi olarak kuşkusuz İslâm tarihi bizlere tarihin adaletine çok nadir şahit olduğu yaşam standartlarından bahsediyor. Tarihi serüven içerisinde gerçek anlamda ciddi hiçbir iktisadi bunalımı yaşatmayacak derecede servetin dengeli dağılımını İslâm iktisat sistemi en güzel bir şekilde gerçekleştirmiştir. Bu noktada İslâm'ın temel unsurlarından ve toplumda büyük ölçüde dengeyi sağlamayı garanti eden bir unsuru zikretmemiz yeterli olacaktır. Kuşkusuz o zekattır. Yüce Allah (cc) Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: (وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ), "Onların aralarında isteyen ve mahrum için bir hak vardır." (Zariyat/19). Bunun dışında da çokça olan diğer sadaka ve bağışlar.. İşte bu, toplumun her bir bireyinin bütünüyle temel ihtiyaçlarını, daha sonra da lüks ihtiyaçlarını mümkün olduğu ölçüde karşılamayı garanti altına alan İslâm iktisat siyasetinden kaynaklanmaktadır. Örneğin; sağlık hizmetleri, herkes için karşılıksız bir şekilde sunuluyordu. Batılı yazar Dourant şöyle der: "İslâm tümüyle insanlığa ihtiyaçlarını karşılayacak ve donanımlı hastaneler vadetmektedir. Bunun örneği Nurettin'in 1160 yılında Şam'da açtığı ve tam üç asır hastaları bedava tedavi eden ve onların ilaçlarını ücretsiz gideren Baymâristan Hastanesi'ni inşa etmesidir. Tarihçiler bu hastanenin hiç sönmeden tam 267 yıl etrafını aydınlattığını söylüyorlar." Kuşkusuz bu adalet; köleyle efendileri ayırmıştır. Peygamber (sav) köleye iyi muamele yapılmasını emretmiştir. Bundan dolayı Dourant'ın da tanıklık ettiği gibi efendi; "Normal olarak köleye öylesine davranıyordu ki onların koşulları 19. yüzyıl Avrupasının fabrikalarında çalışan işçilerin koşullarından kötü değildi. Aksine belki de onun durumu fabrika işçisinin durumundan çok kere daha iyi idi. Çünkü o, işçiden daha çok yaşamını güvence altında hissediyordu." İslâm beldeleri, döneminin hiçbir devletinin gerçekleştirmeyi bırakın hayal bile edemeyeceği iktisadi büyümeye/gelişmeye şahit olmuştur. Buna bir örnek olarak Dourant'ın Endülüs ekonomisine ait ortaya koyduklarından bir parça zikretmemiz yeterli olacaktır. "III. Abdurrahman döneminde bütçe gelirleri 12 milyon 45 bin (altın) Dinar'a ulaşmıştı. Bu rakam büyük bir tahminle latin Hıristiyan memleketlerindeki hükümetlerin toplam gelirlerini aşıyordu. Bu da doğru politikaların neticelerinden bir netice olarak ziraata, sanayi ve ticarete olan ilginin gelişmesi ölçüsünde sağlanmıştır. Yoksa söz konusu gelirlerin kaynağı yüksek derecedeki vergiler değildi." (Kaynak: Sağlıklı kalkınma esasları). - Eğitim problemi: Raşidi Hilafet Devletinde eğitim İslami yani İslam akidesine dayalı olacaktır. İslami eğitimde en önemli husus; katışıksız İslam akidesi ve İslam kültürü verilmesidir. İslami eğitim ancak bunların ikisinden alınır. Bundan amaç ise İslam şahsiyetli bir nesil yetiştirmektir. Şeri ve ilmi fikirler yaş grubuna verilecek ve araç-gereç olarak (bilgisayar, laboratuar gibi) gerekl

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN