Ramazan ve Kur'an Paneli'nden özel notlar

Belki de yıllardır özlemini çektiğim kardeşlik ortamlarının hasreti ile 14 Ağustos’ta güzel bir İstanbul sabahında, Ramazansız onlarca yolcuyla beraber, yüzde 99 Müslüman olduğu söylenen, ancak çok azının iman eden ve salih amel işleyenlerden olduğu memleketin başkentine doğru, İLKAV’ın düzenlemiş olduğu Ramazan ve Kur’an Paneline katılmak üzere yola çıktım.

15-08-2011


Belki de yıllardır özlemini çektiğim kardeşlik ortamlarının hasreti ile 14 Ağustos’ta güzel bir İstanbul sabahında, Ramazansız onlarca yolcuyla beraber, yüzde 99 Müslüman olduğu söylenen, ancak çok azının iman eden ve salih amel işleyenlerden olduğu memleketin başkentine doğru, İLKAV’ın düzenlemiş olduğu Ramazan ve Kur’an Paneline katılmak üzere yola çıktım. Ankara’yı pek fazla bilmiyorum ancak panelin yapıldığı Altınpark görülmeye değer bir yer olarak izlenim bıraktı bende.

Ramazan ve Kur'an Paneli ilan edildiği gibi, saat 14.00’te, bir sinevizyon gösterimi ile başladı. Sinevizyonun ilk bölümü, beni hüzünlendiren ve kendisine o an defalarca dua ettiğim Uğur Süleyman Söylemez’in kısa yaşam öyküsüne tahsis edilmişti. Peşinden İLKAV vakfının kısa bir tanıtımı ve faaliyetlerinin özeti geldi perdeye.

Devamında Emrullah Ayan Bey Bakara suresinin 185 ve 186. ayetlerini tilavet etti, anlamını okudu. “…Kullarım beni sana soracak olurlarsa, işte ben onlara pek yakınım.” Beni derinden sarsan, aynı zamanda bana güven hissi veren ve aynı zamanda Hz. Yusuf’un, “Senden başka kim bana yardım edebilir”ini hatırlatan bir ayet…

seyho-duman.jpg

Ardından Şeyho Duman Hoca, panelin ‘beş dakikalık’ açış konuşmasını yapmak üzere kürsüye geldi. Şeyho Hoca’nın, “Bu panel din kardeşliğimizi tazeleyen bir toplantıdır ve biz bir hayat yolculuğundayız, gönderilen mesajın gölgesinde yol almamız gerekir, bu yol hem bu dünyada hem de öbür dünyada hayatımızı mutlu edecektir” sözleri herhalde en çok da benim için anlamlıydı. “Kardeşliği tazeleyen toplantı” ne güzel bir cümleydi. Devamında “vahiyden uzak bir yaşamın karanlık bir yaşam olup, Allah tarafından Hz. Muhammed’e (s.a) verilen görevin bu karanlık yaşamı aydınlatmak olduğu”na değindi. Hoca’nın son cümleleri, hepimizi ve özellikle de gelenekçi, tarikatçı, v.b. kimseleri derinden etkilemeliydi: “Biz öbür dünyada Kitap’tan sorumlu olacağız, birilerinin sözlerinden değil.”

ahmed-kalkan-mehmed-pamak.jpg

Bundan sonra panele geçildi. İlk konuşmacı Ahmed Kalkan hocaydı. Ahmet Hoca, her konuşmacıya tanınan yirmi beş dakikalık süre içinde “Kur'an’da Ahiret ve kulluk Eksenli Hayat Tasavvuru ve Dünyevileşme”yi anlatacaktı. “Biz bu dünyaya ne seçim için ne de geçim için geldik biz bir imtihan dünyasındayız” sözleri, bence hepimiz, salondaki herkes için derin anlamlar ifade ediyordu. O an aklıma, Abdurrahman Dilipak’ın da itiraf ettiği ‘yeni yeşil burjuva’ takımı geldi. Bu söz acaba onlarda bir tesir yapabilir miydi? Kalkan Hoca, Laik zihniyetin parçaladığı Dünya ve Ahiret hayatının bir bütün olduğunu, bununla beraber, dünyevileşmenin alternatifinin uhrevileşmek olmadığını; ‘uhrevileşme’ tezlerinin de İslam’ı protestanlaştırmaya yaradığını ve sahabenin yaşadığı ‘altın nesil’ Müslümanlığının Kur’an gölgesinde tekrar inşa edilebilir olduğunu söyledi. İman-amel bütünlüğünü vurgulayan Hoca, Kur’an’ın hiçbir ayetinde, “iman edenlerin cennete gideceğini” bildiren bir ayetin olmadığını, ancak “iman edip salih ameller işleyenlerin cenneti hak edeceğinin bildirildiğini ileri sürdü. (Soru-cevap bölümünde bir dinleyicinin, bu sözün ehli sünnet inancına aykırı olduğu itirazı çok manidardı!). Kur’an’ın tarihsel bir kitap olmadığını vurguladı. Bu vurgular, İslam’ı batı medeniyetinin kavramlarıyla yeniden inşa etmemiz gerektiğini savunan modernist bakış açısının bir eleştirisi gibiydi. Kalkan Hoca, cehennemde ateşin olmadığı, insanların ateşi bu dünyadan götürdüğü şeklindeki yaygın sözün altındaki yalın hakikate dikkat çekti. İnsan ahirete inanmıyorsa, onu bu dünyada ne veya kim frenleyebilir? Ahmet Hoca, günümüzde ‘lâ’sız bir İslam inşa etmek isteyenlerin varlığına değindi ve hayatımızın merkezine neyi koymuşsak, onun bizim ilahımız/putumuz olduğu uyarısıyla konuşmasını bitirdi.

abdullah-unalan.jpg

Panelin ikinci konuşmacısı, 100. Yıl Ü. İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Abdullah Ünalan idi. Konusu, “Mekke’de Toplumsal Dönüşüme Vesile Olma Çabaları; Cahiliye Toplumundan Bağımsız İslamî Yapının İnşası”ydı. Abdullah Ünalan konuşmasına, şeytanın Müslümanla mücadelesinin ilk günden beri kesintisiz devam ettiği; hem de asıl önemli olanın, insan kılığındaki şeytanlardan korunmamız olduğu tespitleriyle başladı. Hoca şunları söyledi: İnsan kılığındaki şeytanlar -sureta- bizim gibidirler, bizden biri gibi görünürler. (Gerçek münafıklar). Biz bunların asıl şeytanlar olduğunu anladığımız an çoğu sorunlarımız çözülecektir. Hak ve batılı birbirinden ayıracağız. Cahiliye dönemi aslında bir ideolojidir ve bu ideoloji şu an yaşadığımız toplumda halen varlığını sürdürmektedir. Hz Muhammed (s.a) bu ideolojiyi yıkmak için görevlendirilmiştir. İslam hükümlerinin uygulanmadığı bütün sistemler, -halkı Müslüman dahi olsalar- cahili sistemlerdir.

Abdullah Bey’in konuşmasında bana göre en çarpıcı olan, “Sahabe toplumunun inşası Hz Muhammed’in en büyük mucizesidir. Kimilerinin dediği gibi en büyük mucizesi Kur’an değildir. Kur’an Allah’ın kelamıdır, Hz Muhammed’in (s.a) değil” iddiasıydı. Hakikaten de sahabe gibi bir toplumu inşa etmek herhalde hiçbir peygambere nasip olmamıştır. Bununla birlikte, Hz. Muhammed’in en büyük mucizesinin Kur'an mı olduğu, sahabe mi olduğu konusu, ilgililerin tartışması gereken ilmi bir meseledir. Abdullah Ünalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Hz Muhammed İslam toplumunu oluştururken ilk etapta sağlam bir birey inşa etti. Sahabenin, cahiliye devrindeki şirk düşüncesinin içine şüphe yerleştirdi. Onları düşünmeye sevk etti. (Bu arada aklıma merhum Ercümend Özkan’ın bir sözü geldi, şöyle diyordu: “Düşünenin yanlışları, düşünmeyenin doğrularından daha efdaldir!” Bu sözün değerini şimdi daha iyi anladığımı söyleyebilirim). İslam toplumuna geçiş aşamasında “bireylerin beyni temizlenip güvenceye alındıktan sonra, İslam toplumunu oluşturacak şahsiyetlere tevhidi aşılayabilirdi. (Gerçekten muhteşem bir metod).

mehmed-durmus.jpg

Üçüncü konuşmacı, Mehmed Durmuş’tu. Mehmed Hocam, Mekke’de İlk Kur'an Nesli Örnekliğinde Sistem İçi İlişkiler: Ayrışma, Uyuşmazlık ve İtaatsizlik” konusunu anlatacaktı. Sözlerine şöyle başladı: İlk vahyin Hira mağarasında yankılandığı günden itibaren her şey değişti; isimler değişti (Hatice, ‘sahabiye’ Hatice oldu), şahıslar değişti. Muhammed eski Muhammed değildi, Mekke eski Mekke değildi. Durmuş, tarihte sahabe neslinin benzerinin pek görülmediğini ama böyle bir neslin bir daha tekerrür etmeyeceğini düşünmenin büyük bir yanılgı olacağını belirtti ve sözlerini şöyle sürdürdü: Şayet öyle düşünürsek, -farkında olmadan- Allah'a da iftira atmış oluruz, Kur'an’a iftira atmış oluruz. Çünkü başka bir Kur'an ve başka bir Peygamber gelmeyecek ve arzu ettiğimiz bütün güzel nesiller bu Kur’an’a inşa edilecektir. Allah ise bizden, olmayacak bir şeyi istemez. İnsanın dimağı algılamakta zorlanıyor; hiçbir okul okumamış, doktora yapmamış, hiçbir alanda ‘uzmanlık’ eğitimi almamış bu nesil nasıl da böyle, çağı değiştiren, zamana ve mekâna yön/şekil veren bir nesil oldu? Aslında bu nesli yetiştiren kaynağı düşünürsek, buna şaşırmamamız gerektiğini idrak ederiz. O ilk nesli yetiştiren bir tek kaynak vardı o da Kur'an’dı. Fakat ikinci bir unsur da elbette, onların önderi, imamı, muallimi Muhammed (sav)’di. Demek ki Muhammed (a.s) ahlakında yeni öncüler, sahabe gibi yeni ümmet oluşturabilmemiz sadece Kur’an’la, Rasulullah’ın o yürüyen Kur'an örnekliğiyle mümkün olacaktır.

İbni Hişam diyor ki, Peygamber, vahyi duyurmaya başlar başlamaz toplumunun tepkisini çekmedi! Ne zaman ki cahili toplumun ilahlarını (egemen sistemin amentüsü) hedef tahtasına oturttu, o zaman en büyük tepkileri çekti, ayrışma başladı. İlahlara dil uzatmadan Muhammed (sav), demek ki kavminin düzeni için bir tehlike arz etmiyordu. Bugün de böyledir. İslam toplumunun / sahabe neslinin inşasında en önemli faktör, Hz Muhammed’in insan Peygamber oluşudur. Muhammed (a.s) insan peygamberdir ama bir de kendisinin bunun farkında olması söz konusudur! O, bunun gerçek anlamda farkındaydı. Nasıl farkındaydı? Kendisine doğrudan başvurarak, cahiliye değerlerine dil uzatmamasını isteyen ve bunun için bazen tehdit eden, bazen de birtakım olağanüstü taleplerde bulunan kavmine Peygamber şöyle diyordu: Allah'ı tenzih ederim. Ben sadece beşer bir elçiyim! Bu sizin istediklerinizin hiçbiri benimle ilgili değildir! Ben sadece bir beşîr ve nezîrim. Sizin istedikleriniz tamamen Allah'a ait işlerdir. İşte bu hakikati anladığımız gün, biz Müslümanlar da İslam toplumu inşası için doğru bir noktada bulunuyoruz anlamına gelecektir.

Mehmed Durmuş, aynı zamanda tebliğin gizli yapılmadığını, gayet aleni olduğunu, bununla beraber bir tedricilikten bahsedilmesi gerektiğini sözlerine ekledi. Kur’an’dan, Peygamberi ayrışmaya, uzlaşmamaya, itaat etmemeye davet eden örnekler verdi. Kevser suresindeki “ve’nhar!” emrinin “Rabbin için kurban kes” değil, “dik duruşunu devam ettir, kafirlerden etkilenme, üzülme, yılma, etkilenme” anlamına geldiği yorumu, bana gerçekçi göründü. Ardından Kafirûn suresinin yüzde yüz bir ayrışmayı getirdiğine, kafirlere, “cehenneme kadar yolunuz var” mesajını verdiğine değindi.

panel.20110815222644.jpg

Panelin dördüncü ve son konuşmacısı Mehmed Pamak ağabeydi. Onun konusu “Günümüz Cahiliyesinde sistem İçi İlişkiler: Siyasete Eklemlenmede Liberal, Sol ve Demokratik Sapmalar”dı. Mehmet Pamak ağabey özetle şunları anlattı: Müslümanlar sistem içi ilişkiler bağlamında günümüzde tamamen yozlaşmış bir vaziyettedirler. Bizim sistem içi ilişkiler bağlamında çıtamız “yaratmak da, emretmek de tamamen ve sadece Allah'a mahsustur” olması gerekir. Bir Müslüman, her an her şeyi bırakıp (Allah için, Allah yolunda) gidecek bir anlayışın sahibi olabilmelidir. Maalesef Müslümanlar arasında bu anlayış kalmamıştır. Sistem içi araçlar kullanılacaksa, hiçbir taviz vermeden kullanılmalıdır. Ben, Pamak Bey’in bu cümlesinden, işte bir Müslüman, tam da taviz verme noktasına geldiği o noktada, her şeyi bırakıp gitmeyi göze alabilmelidir anlamını çıkarttım. Müslümanların zihinleri maalesef işgal altında ve dolayısıyla modern paradigmanın argümanlarıyla düşünüyorlar. İslam’ın Protestanlaştırılması, AKP ve Gülen ortaklığıyla zirve noktasına ulaştırmıştır.

Mehmet Pamak ağabey, AKP’nin ve ılımlı İslam denilen anlayış sahiplerinin verdiği zararlardan uzunca bahsetti. AKP eleştirisinin kimi dinleyenlerde belli ölçüde rahatsızlık uyandırdığı fark edildi.

Ben, Panelin tüm konuşmacılarına dua ederek İstanbul’a döndüm. Yol boyunca panelin kasetini hafızamda yeni baştan gösterime koyarak yeniden izledim, kalp huzurum ve sevincim arttı ve bu satırları yazmayı tasarladım içimden. Ben de yazımı bitirirken, İLKAV’a bu güzel organizasyondan dolayı teşekkür ve tebriklerimi iletiyorum. Allah’ın rahmet ve bereketi, iman edip salih amel işleyenlerin ve işleme arzusu ve niyetinde olanların üzerine olsun. 

(Haber-İzlenim: Ahmed Babur / İktibas Dergisi.com)

Etiketler : #Ramazan   #ve   #Kur'an   #Paneli'nden   #özel   #notlar   
YORUMLAR
  • harun köybaşı   16-08-2011 10:15

    bu konferans ve katılımcılar bana 90'lı yılların sonu ve 200'li yılların başını hatırlattı. Maziyi anımsamak ümmet olarak her ne kadar da bize bişey katmasada güzellikler genede unutulmuyor. İlkav yönetimi ve üyeleri her zaman iyiyliklere ve güzelliklere imza atmıştır Allah razı olsun. dua ile...

  • O.DURGUN   16-08-2011 09:13

    selamun aleykum ALLAH razı olsun gidipte faydalanan haber yapıp bizleride bilgilendirenden,emek verip böyle bir panel hazırlayanlardan....tekrarının istanbulda olması ümidiyle

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN