Mehmed DURMUŞ

05 Ekim 2023

MÜSLÜMAN İKTİSADI

İslam iktisadı dediğimiz zaman müstakil bir şeyden değil, İslam’ın ekonomik boyutundan bahsetmiş oluyoruz. İslam iktisadı bir bütün olan İslam’ın, insan hayatına dönük cüzüdür. İktisat bir insan davranışı olarak, insanın malla, servetle ve pazarla kurduğu ilişkiden başka bir şey değildir. İktisat ‘orta yol’dur, aşırılıklardan kaçınmayı çağrıştırır.

İslam iktisadı İslam’ın tevhid akidesiyle birebir alakalıdır. Gayri İslamî ideolojilerin ekonomik anlayışı, Allah’ın değil, tanrı edindikleri beşerî kaynakların indî görüşlerine istinat ederler. İslam’ın ekonomik sistemi ise tamamen, insanın yegâne rabbi ve ilahı olan Allah’a dayanır.

Mülk Allah’a aittir ve İslam’ın ekonomik sistemi tamamen bu temel ilkeden neşet eder, oradan çıkıp dallanıp budaklanır. Mülkün Allah’a ait oluşunu yadsıyan her ekonomik hareket ve eylem kendini hemen belli eder, her Müslüman o hareketin İslam dışı olduğunu kolayca ayırt eder.

İslam iktisadının hududunu çizen en önemli unsurlardan biri de yaratılış amacıdır. İnsan Allah’ın halifesidir, yeryüzünde yerleşik hayat sürüyor olması buna dayanmaktadır. Yeryüzü, yer üstü ve yer altı kaynaklarıyla bütünüyle insanın hizmetine sunulmuştur. Kendisinden Allah’a boyun eğmesi istenen insana, bütün yeryüzü musahhar kılınmıştır. Dünyanın bütün nimetlerinden yararlanmak insanın hakkıdır ama yeryüzünü Allah’ın, paha biçilmez bir emaneti olarak bilmek, yeryüzüne, kana susamış Moğol orduları gibi saldırmamak, onu kahretmemek, tahrip etmemek de aynı insanın görevidir. İnsan yeryüzüne en az, ana-babasına, eşine ve çocuklarına, ‘büyük’ bildiği diğer insanlara gösterdiği hürmet ve ihtiramı göstermelidir. Yeryüzü, insanın saygı duyduğu ve sevdiği bu insanlardan daha değersiz değildir. Bir koyundan süt sağmamızla, bir tarladan tahıl yetiştirmemizin her ikisine de, anamıza duyduğumuz minneti duymalıyız.

İslam’a beşer hayatından el çektirildiği günlerden itibaren insana iliştirilen yabanıl etiketlerden biri de ‘tüketici’ olmuştur. İnsan, Allah’ın terbiyesinden teziktiği zaman, hangi sıfatların onu tavsif edeceği kestirilemez. Kadim zamanlarda insana alıcı-satıcı denirdi, şimdilerde ise bütün insanlık ‘tüketici’ oldu. Bu rozet cebren, kahren ve hile ile yapıştırıldı insanın yakasına. Arapçada tüketim anlamında ‘istihlak’ denmektedir yani helak kökünden bir kelime yakıştırılmıştır. Acaba insanlığın tabiatı tükettiği mi anlatılmak istenmektedir yoksa helak ettiği mi? Tüketici kelimesi, doymak bilmeyen nefisleri çağrıştırmaktadır. Ama biz yine de marketten çay-şeker alan şahsa tüketici, Bill Gates gibi dünyanın yarısını yutanlara da ‘helak edici’ diyelim de geçelim.

İslam insana, meşru-mubah olan her şeyi ibadet bilinciyle yapmasını ister. Allah’a iman etmiş salih bir kulun namazı ile çarşıdan aile efradının ihtiyaçlarını temin etmesi arasında bir ayrım yapılamaz. Her ikisi de eş oranda ibadettir. İnançları ‘kocakarı imanı’ diye yüceltilen babaannelerimiz, bir tek buğday tanesini bile bulaşık suyuna dökmeyi israf ve nankörlük sayarlardı. Çünkü tarlada tahılı ibadet şuuruyla yetiştirmişlerdi ve bir tek buğday tanesine nankörlük etmekle bir çuvalına nankörlük etmek arasında fark gözetmezlerdi.

İnsan, yeryüzünün bütün kaynaklarından yararlanacak, rızkını topraktan, sudan, bitkilerden, hayvanlardan ormandan ve dağlardan temin edecektir. Fakat insan yeryüzünü kendi kısa ömrü içerisinde yiyip-bitirmek niyetindeymiş gibi hareket etmeyecektir. Yeryüzü sadece bir insana, belirli bir insan zümresine ya da belirli ırka mahsus değildir. Bir nimetler sofrası olarak yeryüzü ve kâinat bütün insanlığa aittir. Yağmur herkes içindir, toprak herkese anadır, orman herkesin ormanıdır, güneş herkes için doğmakta, rüzgâr herkes için esmekte, kuşlar herkes için kanat çırpmaktadır. Hayvanlar bütün insanlık için yaratılmıştır. Dolayısıyla insan, bütün bu yaratılmışların sadece kendi şahsı, kabilesi, ırkı ve ülkesi için olmadığını bilir. Ancak zalim, gaddar, bencil, kısacası heva ve hevesini ilah edinmiş insan/lar yeryüzünün kendisi ya da kendi ulusu etrafında döndüğünü varsayabilir.

Dünya hayatının geçici, insan ömrünün kısa olduğunu aklından çıkarmayan kişiler yeryüzünün bütün servetini bu şekilde nimet olarak bilince, onlardan ihtiyaçları kadar yararlanırlar, azla yetinmesini bilirler, kısacık ömürleri için hiç ölmeyecekmiş gibi mal ve servet biriktirmezler. Cehenneme, “doldun mu?” diye sorulduğunda, “daha yok mu?” (Kâf, 30) diye karşılık vereceğinin bildirilmesi, “doydun mu?” sorusuna, “daha yok mu?” diye cevap verecek tıynetteki insanları hatırlatmaktadır.

İslam iktisadı ‘alan’dan ziyade, ‘veren’ insan tipi üzerine bina edilmiştir. İslam’ın zekât kurumunun başka hiçbir sosyal ve siyasi sistemde muadili yoktur. Gücü yetenin gücü yettiklerini sömürmesi esasına dayanan kapitalist kan emiciliği bozarsa zekât bozar, zehrine panzehir olur. Mülk Allah’a aittir ve mülkün hiçbir parçası kula ait değildir. Kulun, “bir süreliğine oyalanması” için kendisine tevdi edilmiş olan mülkü muhtaçlarla paylaşması mülkün asıl Sahibinin emridir. Zekâta zekât denmesi, fakirin karnını doyurmak gibi bir anlama gelmeyip de, ‘arınma’ anlamına gelmesi ne kadar ilgi çekicidir. Çünkü İslam’ın zekât emri, alana değil, verene odaklanmaktadır. Malından veren arınmakta ve temizlenmektedir.

İslam özel mülkiyete izin veren bir dindir fakat dünya hayatını insanların bir oyun, eğlence, ziynet, aralarında bir övünme, malda ve evlatta çokluk yarışı olarak bilmelerini isteyen de bu dindir. Dünya hayatı bir de yağmur gibidir: Yağmurla, çiftçinin hoşuna giden bitkiler yetişir. Bir süre sonra göz dolduran o bitkiler kurur, sararır da çerçöp haline gelir. Ahirette ise hem şiddetli bir azap hem de Allah’ın bağışlaması ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid, 20). Şimdi haddimiz olarak, bütün kapitalist dünyanın bir aldanış içinde olduğunu, bütün kapitalistlerin dolu dizgin, can yakan cehennem azabına doğru yarıştıklarını söylememiz gerekmekte değil midir?

Allah müminlere zekâtı emretmiştir. Zekât bir cümleyle özetlenecek olursa, kullardan hiçbir kulun toplumda tekelleşmesine izin verilmemesidir. Allah, fethedilen beldelerden Rasûlüne verdiği ganimeti Allah’a, Rasûlüne, akrabalara, yetimlere, fakirlere ve gurbet ellerde zorda kalmış insanlara tahsis etmiştir. Bunun da en büyük sebebi, malın, içimizden yalnızca zenginler arasında dolaşan bir ‘devlet’ olmamasıdır. (Haşr, 59). “Rasûl size neyi verdiyse alın, sizi neden nehyettiyse ondan da uzak durun. Allah’tan korkun çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir” diye biten bir buyruğa iman etmeyen bir dünyanın, “mal aranızda dolaşan bir devlet olmasın” emrini anlaması beklenebilir mi?

İşte zekât ibadeti de içimizde kapitalist tekellerin oluşmasını engelleyen büyük bir iktisat eylemidir. İsmail Raci Faruki’nin (ö.1986) altını çizdiği üzere, her sene düzenli olarak (%2.5 oranında) zekatını veren bir Müslümanın serveti -başka bir ilave olmadığı sürece- 35-40 sene zarfında tükenecektir. (Faruki, Tevhid: 2017, 225). Şimdi, malı bu şekilde ferdin elinde tutmasına izin vermeyip, halka paylaştıran, Allah’a ait olan mülkü Allah’ın kullarına dağıtan bir din mi adildir yoksa bütün dünyayı adeta -hayvan besler gibi- üç beş tane ensesi kalın, göbeği şişkin aç gözlü için besleyen siyasi sistemler mi adildir? Böyle eşsiz bir adaletin sahibi Allah’a değil de, O’nun yarattığı kullara rab ve ilah diyenlere Din’in ‘kâfir’ demesi hakkın ta kendisi değil midir?

İslam “ihtiyaç fazlası”nı infak etmeyi emretmekle (Bakara, 219) israfın ve savurganlığın önüne geçmektedir. Müslüman istifçi olmadığı gibi, gösteriş budalası ve israfçı da değildir. İsraf sadece nimeti çarçur etmede haddi aşan değildir, aynı zamanda her konuda aşırı giden, sınırı aşandır. Fakat İslam’ın, insanların müsrifliğine, saçıp savurmalarına hiç tahammülü yoktur. Müslüman akrabaya, fakire ve gurbetteki muhtaçlara hakkını vermeli, saçıp savurmamalıdır. Saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. (İsrâ, 26-27). İslam’ın müminleri birbirlerine (Hucurât, 10), nimeti har vurup harman savuranları da şeytanlara kardeş yapması adaletin ta kendisidir.

Günümüz kapitalist toplumlarında hayat Allah’ın değil, bütünüyle şeytanın ilham ettiği öğretilere göre şekillendirilmiştir. İnsan insanın kardeşi değil, kurdu olarak kodlanmaktadır. Bizim, canından başka alacak hiçbir şeyi yok sandığımız, karnı sırtına yapışmış en mazlum insanlardan bile kapitalist, alacak bir şeyler bulmaktadır. Bu insanlara hiçbir şey satamasa bile cep telefonu pazarlamaktadır. Dünya düzeni gerçek bir sömürü, aşağılama, yalan ve talan hikayesidir. Merhamet, saygı, diğerkamlık, paylaşma, bölüşme sadece Allah’ın dinindedir. O yüzden İslam bütün dünya toplumları için Nuh’un gemisi mesabesindedir.

Dünya çapındaki sömürü, istismar, fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapma yarışına dur demenin anahtarları da sadece Müslümanlardadır. Büyük holdingler, küresel ölçekteki reklam ajansları, iletişim ve eğlence araçları, en fakirine varıncaya kadar kimin hangi ‘yastık’ altında ne biriktirdiğini, birikimin sahiplerinden daha iyi bilmekte, dolayısıyla ellerini oraya uzatmaktadırlar. Sadece İslam’dır ki, insanları böyle zalimce, sağılacak bir inek ya da bir kıl kopartılması bile kâr sayılan domuz olarak görmekten münezzehtir. İslam insanlara merhamet etmekte, insana izzetli olmasını hatırlatmakta, iblisin hizbinin oyuncağı olmaktan sakındırmaktadır. İslam en başta fertlere merhamet etmekte, izzetli, değerli, haysiyetli olmayı insanlığı zillete çağıran para babalarının hayvani arzularına yem olmaktan sakındırmakta, izzetli, değerli ve haysiyetli olmak için Allah’ın, Rasûlünün ve müminlerin yanında olmayı öğütlemektedir. (Münafkûn, 8).

Kendilerine saygısı olan müminler Allah’ın emri gereği sade bir hayat yaşamalıdırlar. Bilinmelidir ki kapitalizmin beşer tanrıları asla insanların hayrı, sulhü ve selameti için değil, sadece daha çok kazanmak için üretmektedirler. Aynı gerekçe ile tüketimi kamçılamakta, insanları tüketim kölesi ya da tüketim manyağı yapmaktadırlar. Tüketim köleleri, fiziken ‘doğu’da olsalar da her türlü ekonomik ve sınaî etkinliklerini batıyla kıyaslamakta, batıya kıyasla en büyük marketi, en büyük alış-veriş merkezini, en büyük eğlence mekanını açmakla övünmektedirler.

Hepimiz biliyoruz ki bugün yaşadığımız hayat İslam’ın emrettiği ve nasıllığını detaylıca açıkladığı Müslüman hayatı değildir. Dilimizle tevhidi terennüm ediyoruz ama organlarımızla kapitalist dünyaya uyuyoruz. Ağzımız Fatiha suresini tilavet ediyor, ellerimiz ve ayaklarımız ise bizi tüketim tapınağına sürüklüyor. Evler, arabalar, telefonlar, elbiseler, alış-veriş yaptığımız marketler ihtiyaçlarımızı gideren araç-gereçler olmak yerine, prestij devşirdiğimiz, bize değer kazandırdığına inandığımız fetişler olmaktadır. Oysa en fazla biz Müslümanlar kapitalizmin tekerine çomak sokabiliriz. Altın yumurtlayan tavuklar yerine konmamıza bizden başka kim ket vurabilir? Tek yapmamız gereken, derin uykumuzdan uyanıp, Mekke’de ve Medine’de insanlığın göz bebeği bir İslam ümmeti oluşturan gücü, Allah Rasûlünün tebliğ ettiği o muhteşem İslam’ı keşfetmektir. Felahımız, salahımız ve nefs-i mutmainne olmamız sadece ve sadece buna bağlıdır.

Allah’ı razı edecek müminler, dünyayı küçük küresel bir köye dönüştürmüş olan kapitalist şirketlerin her türlü ekonomik icraatına şüpheyle bakmalıdırlar. Kapitalist dünyanın bize uzattığı banka kartları, abonelikler, “bugün al üç ay sonra öde” hikayeleri, hiçbir ihtiyaç olmadığı halde gönüllü olarak taksitli alış-verişe özendirip şartlandırmalar bizden uzak olmalıdır.

Medyen halkı, babalarının taptığı putlara tapmakta ya da mallarını diledikleri gibi harcamakta sınırlandıran şeyin Şuayb’ın namazı olduğunu fark etmişlerdi. (Hûd, 87). Namaz varsa, ataların putlarına tapmak yoktu, namaz varsa, “benim malım değil mi, istediğimi yaparım” denemezdi. İşte namaz o namazdır, bilinç de o bilinçtir. Şuayb (as) kâfir kavmiyle tek başına ve namazla başa çıkmıştı. Biz ise, milyarlara varan sayımızla, kendi paramıza bile sahip çıkamamaktayız. Demek ki ahlaksız dünyaya söyleyecek sözümüzün olması için namazımızın Şuayb’ın namazı olması gerekmektedir.

(İktibas Dergisi, Eylül 2023)