Kur’an ve sünnete dayalı sahih İslam anlayışını, her şartta taviz vermeden sürdürmek imanî sorumluluktur

Yüzyıllara yayılan yozlaşma serüveninde ve günümüz dönüşüm sürecinde gerçekleşen bozulma ve değişim, zaman içinde verilen tavizlerle ya da pragmatik “maslahat” hesapları ve “çıkar” amaçlı ilkesiz davranışlarla adım adım yaşanmıştır. Her seferinde bir önceki taviz ya da ilkesiz davranış kanıksanarak daha fazlası yapılmış ve bir süre sonra da artık yaşandığı gibi inanılmaya başlanmıştır. İşte bugün “müslümanım” diyenlerle müslüman olmayanlar arasındaki temel farklılıkların yok olduğu benzeşme böyle bir dönüşüm süreci sonucunda gerçekleşmiştir.

04-11-2018


Bismillahirrahmanirrahim

Yüzyıllara yayılan yozlaşma serüveninde ve günümüz dönüşüm sürecinde gerçekleşen bozulma ve değişim, zaman içinde verilen tavizlerle ya da pragmatik “maslahat” hesapları ve “çıkar” amaçlı ilkesiz davranışlarla adım adım yaşanmıştır. Her seferinde bir önceki taviz ya da ilkesiz davranış kanıksanarak daha fazlası yapılmış ve bir süre sonra da artık yaşandığı gibi inanılmaya başlanmıştır. İşte bugün “müslümanım” diyenlerle müslüman olmayanlar arasındaki temel farklılıkların yok olduğu benzeşme böyle bir dönüşüm süreci sonucunda gerçekleşmiştir.

Kur’an ve Sünnete Dayalı Sahih İslam’dan Verilen Her Taviz Yeni Tavizlere ve Sonuçta da Bâtıla Benzemeye Yol Açar

Mekke müşriklerinin, Rasûlullah’a (s) yaptıkları uzlaşma teklifleri şu anlama geliyordu; “Egemenlerden bir egemen olarak, tanrılardan bir tanrı olarak Allah’a da kulluk edelim. Hayatımızın bazı alanlarında O’nun isteklerini de yerine getirelim. Ama hayatımızın öteki alanlarında öteki tanrılarımızı da dinlemek, onları da razı etmek zorundayız. Yâni biraz sen bize taviz ver biraz da biz sana taviz verelim.” İsra Suresi 73-75. âyetlerin nüzul sebepleri arasında sayılan bu tür tekliflerden bazıları da şunlardı: “Sen bizim ve atalarımızın bağlı bulundukları ilahları eleştirme, biz de senin ilahına kulluk yapalım.” “Allah nasıl Kâbe’yi kutsal saymışsa, sen de bizim yurdumuzu kutsal sayarsan sana uyarız.”

Suyûtî olaya karışanları zikredip olayı daha müşahhas hale getirir ve İbn Abbâs’tan rivayetle şöyle anlatır: “Ümeyye ibn Halef, Ebu Cehl ibn Hişâm ve Kureyş’ten diğer bazıları Rasûlullah (sa)’a gelerek:’Ey Muhammed, gel, bizim tanrılarımızı bir kerecik meshediver (saygı göster, tazimde bulun) ki biz de seninle birlikte senin dinine girelim.’ dediler. Hz. Peygamber (s), kavminin İslâm’a girmelerini çok istiyordu. Onların İslâmına sebep olacağı için neredeyse bu isteklerine meyletmek üzereydi ki Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi.”(Suyûtî, Lübâbu’n-Nukm, 1,232.) İbn Abbâs’tan rivayetle Atâ der ki: “Bu ayetler Sakîflilerden gelen heyet hakkında nazil oldu. Bu heyet haddi aşan isteklerde bulundular ve: ‘Bir sene Lât’a tapınmamıza izin ver. Mekke’yi haram kıldığın gibi bizim vadimizi de ağacıyla, kuşuyla vahşi hayvanlarıyla haram kıl.’dediler. Rasûlullah (s), onlara, istediklerini vermeye niyetlenmişti ki Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.” (el-vâhidî, Esbâbu’n-Nüzûl, Beyrut 1985, sh. 204) (Esbab-ı Nüzul, Bedreddin Çetiner, Çağrı Yayınları).

Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre Mekke müşrikleri, Hz. Peygamber’e gelip ilâhî vahyin dışında onu değiştirecek nitelikte din adına görüş beyan edip insanlara söylemesini veya kendi ilahlarına da tazimde bulunmasını istemiş, o takdirde uzlaşıp kendisini dost edineceklerini söylemişlerdi. Rabbimiz İsra Suresi 73-75. âyetlerde bu konuyu haber vermekte ve Rasûlulah üzerinden tüm kullarına uyarıda bulunmaktadır: “Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayatında kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.”

Nüzul sebebiyle ilgili rivayetlerle birlikte ayetleri okuduğumuzda Rasûlullah’ın (s), kavminin İslam’ı kabul etmesini sağlamak “maslahatı”nı temin amacıyla ya da Sakif gibi binlerce kişilik silahlı gücü olan büyük bir kabilenin müslümanların safında yer alabilmesini önemseyerek yahut da bugünkülerin ifadesiyle bu gelişmelerin İslam ve müslümanlar için önemli bir “kazanım” olacağını düşünerek, istenen bazı tavizleri vermeye biraz da olsa meylettiği anlaşılıyor. Ancak Allah’ın (c), onu sağlamlaştırıp bu eğilimden koruduğu ve ondan sonra da eğer bunu yapsaydın “Bu durumda, biz sana, hayatında kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.” diyerek böyle bir tavizi verecek bütün ümmeti Rasûlün üzerinden çok ağır bir hitapla tehdit etiğini anlıyoruz.

Müşriklerin bu tür teklifleri nasıl yaptıklarını ve nasıl ifade ettiklerini Yûnus Suresi 15. âyetteki haber açıklamaktadır: “Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman, bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu değiştir! dediler.” Müşrikleri Kur’ân’ın en çok ra­hatsız eden ilkesi, onların putlarını itibarsızlaştırarak bir kenara atıp tevhid inancını getir­miş olmasıdır. Yukarıda nakledilenlerle birlikte İbn Abbâs’ın naklettiği bir habere göre; “Hz. Peygamber’ den, Lât, Menât ve Uzzâ gibi tanrılarına tapınmaları için müsaade etmesini ve bu doğrultuda görüş beyan edip halka ilan etmesini” istiyorlardı. Kur’ân’da olmayanı, Allah’ın vahyinin dışında bir fetvayı verip ya da vahye aykırı bir söylem ve uygulama gerçekleştirip Allah’ın muradının da bu olduğunu, bu bâtıl söz ya da uygulamanın İslam’a uygun olduğunu söylemek Allah’a iftiradır. İşte Yüce Allah konunun önemini Hz. Peygamber’i örnek vererek anlatmakta ve ne kadar kötü bir şey olduğuna dikkat çekmektedir. Müşrikler, Kur’ân’dan olmayanı söyletip Allah’a iftira ettirince, Hz. Peygamber’i dost edineceklerini söylüyorlardı. Bu durum günümüz­de de çok daha ileri boyutuyla devam etmektedir. Peki, Yüce Allah’ın koruması, Rasûlullah’ın hangi sözleriyle belli oldu veya Yüce Allah ondan ne demesini istedi? Sorunun cevabını vere­bilmek için yine Yûnus Suresi 15. âyete bakmamız gerekiyor:“De ki: Onu kendili­ğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabb’ime isyan edersem, el­bette büyük günün azabından korkarım.” Yüce Allah, Hz. Peygamber’e bunu söyleterek, onu sağlam tut­muş, onu korumuştur. Buradan hareketle şunun altını çizmeliyiz ki, bütün âlimler ve din hakkında konuşup yazanlar ve topluma önderlik yapan herkes, Allah’ın vahyine uymak zorunda olduklarını, aksi takdirde Allah’a isyan etmiş olacaklarını bilmelidirler. Bilinmelidir ki, dinde olmayanı dindenmiş ya da dine uygunmuş gibi göstermek hem Allah’a iftira hem de O’na isyandır. (İzzet Derveze Tefsiri).

Nitekim böyle davrananlara yönelik olarak, Hakka Suresi 44-46. âyetlerde Allah’ın (c), Rasûlullah (s) üzerinden çok ağır bir tehdidi söz konusudur: “Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle (kıskıvrak) yakalar (güç ve kuvvetini alır)dık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.” Ancak maalesef, bu ağır tehditlere rağmen günümüzde şeyhler, hocalar, ilahiyatçılar, cemaat ve siyaset önderleri, yazarlar, aydınlar ve âlimlerden birçokları, İslam’dan olmayanı İslami gibi gösterebilmekte, bâtılı Hak diye takdim edebilmekte, Hak ile bâtılı kolayca karıştırıp Hak olarak sunabilmektedirler.

Etiketler : #Kur’an   #ve   #sünnete   #dayalı   #sahih   #İslam   #anlayışını   #   #her   #şartta   #taviz   #vermeden   #sürdürmek   #imanî   #sorumluluktur   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN