İslam Düşüncesinde Bid'at ve Hurafe

Şu halde tereddütsüz diyebiliriz ki, «bid'at» sözcüğü, Kur'an ve Sünnet ölçülerini koruyan bağışıklık sistemine musallat olabilecek her mikrobun genel adıdır. İslâm, hangi türden olursa olsun, bu mikrobu derhal teşhis ve elimine eden öyle güçlü bir ayıklama sistemine sahiptir ki bu güne kadar üretilmiş bin bir çeşit bid'attan hiç biri İslam'a organik biçimde mal edilememiştir.

05-02-2010


İslam Düşüncesinde, Bid'at ve Hurafe

Bid'at ve hurâfe kelimelerinin, ikisi de Arapça'dır. Özellikle rûhânî yaşamda sapmaları açıklamak için kullanılan bu iki sözcük, çoğu kez birlikte söylenir. Oysa her birinin anlamı ayrıdır. Fakat İslâmî değerleri çarpıtma ve dejenere etme çabaları bu her iki kelimeyi birden çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla, anlatımlarda ikisinin genel olarak birlikte kullanılıyor olması buradan kaynaklanmaktadır.

Bid'at sözcüğü, Arapça «Bedea» kök-fiilinin mastarıdır. İslâm'da önemli bir terim olan bu kelime, «dinde yeri olmayan yeni eylem» demektir. İslâm'a ait olmamasına rağmen onun bir parçasıymış gibi hayata geçirilen her sapkın eylem bu isimle damgalanır.

Bilindiği üzere, rûhânî ya da seküler olsun her orijinal düzen ve her özgün kurum, ilk yapılanmadan hemen sonra çeşitli yorumlara ve farklı revizyonlara konu olur. Bu olay, hemen her felsefenin, her ideolojinin ve her dinin başına gelmiştir. İnsanlar yeni buldukları her şey üzerinde çeşitli nedenlerle tasarrufta bulunmak isterler. Bazen, zevk ve ihtiyaçlarına göre onu yorumlar, yeniden düzenlemeye çalışırlar. Fakat aralarında bunu kötü niyetle yapanlar da bulunur. Nitekim Allah Teâlâ'nın elçi vasıtasıyla indirdiği vahiyler üzerinde bile göz kırpmadan bunu yapanlar olmuştur.

***
İslâm, insanın gerek seküler, gerekse rûhânî yaşamını hiçbir boşluğa ve hiçbir ihtiyaca yer bırakmayacak şekilde evrensel disiplinlere bağladığı için ona yeni bir şey eklemek, ya da onun ilke ve unsurlarından birini yok saymak mümkün değildir. Olabilecek bu tür girişimlere karşı gerek Kur'an-ı Kerim'de gerekse Hz. Peygamber (s)'in sünnetinde güçlü önlemler alınmıştır. Bu nedenle İslâm, yetkili ve ehil kişilerin ve kurumların içtihatlarına daima açık, fakat bütün bid'at biçimlerine tamamen kapalıdır.

İşte «bid'at» sözcüğü İslâm din terminolojisine bu nedenle girmiştir. İslâm'ın özgün değerlerini çarpıtmak ve dini dejenere etmek isteyebilecek art niyetli kimselerin yenilik adına girişebilecekleri her yıkıcı harekete karşı bizzat Hz. Peygamber (s), bu sözcüğü kullanmış, onu, yıkıcı her eylemin sembolü olarak tescil etmiştir.

İşte bu sembolün ışığında ve bu sayededir ki İslâm'ın akademik kurumları ve âlimleri, bin beş yüz yıldır yanlış, geçersiz ve yıkıcı her girişimi ayıklayabilmiş, onları dışlamış ve ümmeti bu tür eylemlere karşı uyarmayı başarabilmişlerdir. Yine bu sayededir ki günümüzde büyük İslâm vatanının her bölgesinde (hatta, lâik-antropomorfist Türkiye'de bile) cenaze alkışlamanın, ölülerden medet ummanın, heykellere, türbelere ve anıt mezarlara karşı saygı duruşunda bulunmanın şirk türünden bid'at olduğu, İslam âlimleri tarafından yüksek sesle söylenebilmektedir.

Şu halde tereddütsüz diyebiliriz ki, «bid'at» sözcüğü, Kur'an ve Sünnet ölçülerini koruyan bağışıklık sistemine musallat olabilecek her mikrobun genel adıdır. İslâm, hangi türden olursa olsun, bu mikrobu derhal teşhis ve elimine eden öyle güçlü bir ayıklama sistemine sahiptir ki bu güne kadar üretilmiş bin bir çeşit bid'attan hiç biri İslam'a organik biçimde mal edilememiştir. Nitekim İslâm'ın tamamen savunmasız olduğu, bu yüzden de onu yıkmak için her gün yeni bid'atların üretildiği Türkiye gibi bir ülkede bile bunların hiç biri -İslâm'ın gerçek mensupları olan- mü'minler arasında şimdiye kadar kabul görmemiş, İslâm âlimleri tarafından onaylanmamıştır. Onun için kim bir bid'at üretmişse bu mikrobun neden olduğu hastalığa şimdiye kadar sadece kendisi ve aldatabildiği kadar (onurdan yoksun, hasta ruhlu, eğitimsiz ve basit) kimseler ancak yakalanmışlardır.

Bid'at üretme isteği, çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilir. Bu tehlikeli mikroba karşı imanını ve amelini koruma duyarlılığına sahip her mü'min bunları öğrenmek durumundadır. Bid'at üretme eğilimi, genelde iki faktörün sonuçları olarak ortaya çıkar. Bunlardan biri, İslâm'daki ibadet şekillerinin azımsanmasıdır. Bu eğilimin temelinde, kötü niyetten çok bilgisizlik vardır. İkinci faktör ise İslâm'ı çarpıtarak onu devre dışı bırakma amacıdır. Hiç kuşku yok ki böyle bir amaç, ancak art niyetin ürünü olabilir.

Bid'at hangi niyetle üretilmiş olursa olsun ve hangi türden olursa olsun, İslâm'ı hedef alan en büyük tehlikelerden sayılmıştır. Bütün İslâm bilginleri bu konuda görüş birliği içindedirler. Çünkü İslâm düşmanları bu yüce kâinât dinini yıkmak için her çağda ve her fırsatta, önce bid'at üreterek amaçlarına ulaşmak istemişlerdir. Evet İslâm düşmanlarının en önemli stratejilerinden biri budur. Çünkü bid'at, Evrensel Dine karşı kullanılabilecek tüm silahların en sinsi ve en yanıltıcı türüdür. Her şeyden önce mistik niteliğe sahiptir. Çoğu dua, yakarış, zikir, adak, saygı duruşu, «Ölü tanrı»'ya dilekçe yazma ve çelenk sunma gibi tapınma şekilleriyle icra edilir. Hepsi de münferit ve kişisel eylemlerdir. Dolayısıyla da masum görüntüler içinde göze çarparlar. Bu bakımdan oldukça yanıltıcıdırlar. Bid'atın hemen hiçbir siyasi yönü de yoktur. Bu nedenle önünde hemen hiçbir engel bulunmaz. Özellikle cahil ve stresli insanları çok rahatlatıcıdır. Bid'atın, İslâm'a karşı en büyük tehlike oluşu, işte bu özelliklerden kaynaklanmaktadır.

Bu ilgiyle vurgulamak gerekir ki Yahudiler, İslâm dünyasında kargaşa yaratmak ve bu yüce dinin özgün yapısını hırpalayarak onu yıpratmak için kimliklerini bile değiştirerek daima bid'at üretmeye çalışmışlardır. Özellikle son otuz yıldır bu konudaki faaliyetlerine büyük bir hız vermişlerdir. Günümüzde bid'at üretme komploları için özel örgütler ve mekanizmalar kurulmuş, başta Türkiye, Afganistan ve Irak gibi sosyolojik bakımdan daha müsait olan ülkelerde bid'at ve hurafe sektörleri oluşturulmuştur. Nitekim, İstanbul'da müslümanlara ait olduğu ileri sürülen bir sosyete mezarlığında toprağa verilmek üzere, yine sosyete semtlerinde bulunan iki camide -sözde namazları kılındıktan sonra(!)- alkışlar arasında kaldırılan birçok cenazenin, kimlik değiştirmiş Yahudilere ait olduğu artık bilinmektedir. Bu cenazeleri kaldıran kalabalıklar da aynı kökene ve aynı dine mensup oldukları için aralarında alkış bid'atına karşı çıkan bir tek kişiye bile şimdiye kadar rastlanmamıştır. Oysa bu insanlar kendi havralarından kaldırdıkları hiçbir cenazeyi alkışlamazlar. Sanatçı Cem Karaca'nın alkışa karşı itirazlarını ve vasiyetini örnek göstererek mevcut gerçeği çürütmeye kalkışan kimseler şunu hatırlamalıdırlar: bu şahsın annesi Hıristiyan, babası ise Bektaşi idi. Cem Karaca'nın bilindiği kadarıyla, Yahudilikle herhangi bir alâkası yoktur.

***
Bid'atın özellikle mistik, kişisel ve siyaset dışı olması eğitimsiz sürüler arasında ona büyük bir yayılma hızı ve fırsatı vermektedir. Bu ise İslâm'ın özellikle rûhânî cephesine karşı büyük risk oluşturmaktadır.

Dinin özgün yapısı üzerinde keyfi tasarrufta bulunmayı göze alanlar tarafından -özellikle Türkiye gibi İslâm'ın tamamen savunmasız olduğu ülkelerde- sergilenen eylemler, bu riski daha çok büyütmektedir. Onun için müslüman toplumun diri kesimini oluşturan tevhidî çizgideki mü'min azınlığın bu ülkede bid'atlara karşı son derece uyanık olması gerekmektedir.

Son yıllarda genel olarak İslâm vatanının hemen her köşesinde, özellikle Türkiye'de, bir yandan yaşanan terör, anarşi ve ekonomik krizler yüzünden, öbür yandan medya aracılığıyla içeriye taşınan yabancılara ait müzik, moda ve çeşitli yıkıcı anlayışların etkisi ve baskısı altında bid'at ve hurâfe üretimi büyük bir hız kazanmıştır. Judeo-Chretien güçler tarafından yönlendirilen rejimin ve medyanın beyin yıkayıcı propaganda bombardımanı altında, toplumun inançları sarsılmış, kutsal değerleri aşınmıştır. Bu yüzden bunalıma giren halktan birçok kimse, biraz teselli bulabilmek için medyumlara, büyücülere, üfürükçülere, falcılara ve sahte peygamberlere sığınmıştır.

***
daha çok Akaid, Fıkıh ve Hadis branşlarında çalışmalar yapan Araştırmacıların tespit ettiği bid'atlar çoktur. Bunların hemen tamamının ortak bir noktası vardır. O da tapınma amaçlı olmalarıdır. Bunun anlamı ise şudur:

Bid'atçı insan, işlediği bid'at sırasında bir faniyi, genellikle bilinçsizce Allah'a ortak koşar; yani şirk fiilini işler. Meselenin ilginç yanı, en yetkili kişi ve otoriteler tarafından uyarılsa bile aldırış etmez. Bu da bid'atçı kimsenin, -kendisini yanıltan kişi ya da kişiler tarafından- şartlandırıldığı olasılığını güçlendirmektedir. Bu tespit, bid'atçıların, büyük çoğunluğunun, akıllarını ve iradelerini ilim, Kur'an ve sünnet doğrultusunda kullanmadıklarını kanıtlamaktadır.

Bid'atın işlenişi sırasında bid'atçı insan, Allah'a inanıyor olmakla birlikte İslâm'ın kesinlikle yasakladığı ve en büyük suç saydığı şu davranışlardan birini veya birkaçını birlikte gösterir.

Allah Teâlâ'ya gösterilmesi gereken saygının aynısını, herhangi bir cansız ya da ölmüş insan için de gösterir. Bunu, «Esas duruş» diye adlandırılan ayakta, kımıldamadan durum almak ve susarak bir süre öylece dikilmek suretiyle yapar. Vurgulamak gerekir ki bu, İslâm'da çok özel bir figürdür. Bu duruş Allah (cc)'dan başka hiç kimse için canlandırılamaz! Yine vurgulamak gerekir ki «Milli Türk Dini»'ni tasarımlayanlar, özellikle komplo amaçlı olarak bu figürü, söz konusu dinin ayinleri için seçmişlerdir

Bu tarz içinde saygı gösterdiği cansızdan veya ölmüş insandan, -Ancak Allah (cc)'dan istenebilecek -yardımı diler.

Saygı gösterdiği cansızın veya ölmüş insanın kutsal ve doğa üstü güçlere sahip bir varlık olduğuna inanır.

Bu şekilde inandığı ve derin saygı duyduğu ölmüş insana ait türbe, anıt mezar, mozole, katafalk, heykel, sanduka, elbise ve eşyayı da kutsal sayar. Onlara saygı gösterir.

Oysa İslâm'ın ölçülerine göre, insan peygamber bile olsa ona ait mezar, elbise ve eşya böyle bir saygıyı hak etmez. Ne var ki hemen hemen bütün bid'atçılarda bu ortak özellikler bulunmaktadır.

Hurafeye gelince, Arapça'dan alınan bu kelime; saçma sapan, akla ve mantığa aykırı söz ve düşünce anlamına gelir. Mitolojiler, evliya menkıbeleri ve masallar, hurafelere birer örnektirler. Bunlara inanmak, İslâm'ın önem verdiği akla ve dinin kaynağı olan Kur'an'a ve Sünnete aykırıdır. Bu nedenle hurafeye inanmak da İslâm'da ağır günahlardan sayılmıştır. Bid'at ve hurafeler, eskiden beri özellikle eğitimsiz kalabalıklar arasında yaygındır.

Hz. Peygamber (s) Cabir bin Abdillâh'dan rivayet edilen bir hadiste bid'at hakkında şunu söylemektedir:

«Sözün en hayırlısı Allah (cc)'ın kitabıdır; yolların en doğrusu da Muhammed'in gösterdiği yoldur; en kötü eylem ise (dinin özünden imiş gibi) sonradan uydurulan şeylerdir ve her bid'at sapıklıktır...»1 Başka bir rivayette, bu hadisin sonunda ayrıca «her sapıklığın yeri ise ateştir» şeklinde ek bir ifade mevcuttur.

Başka bir hadis de şöyledir: «Allah bid'at işleyen kişiden ne bir oruç, ne bir namaz, ne bir sadaka, ne bir hacc, ne bir umre, ne bir cihad, ne bir farz, ne de bir sünnet kabul eder; bid'at işleyen kişi, hamurdan sıyrılıp çıkan kıl gibi İslam'dan sıyrılıp çıkar»2

Hz Peygamber (s)'in bu uyarıları bid'atın ne kadar ürkütücü bir sonuca neden olacağını açıkça göstermektedir. Onun için Allah Teâlâ'ya, Onun Rasulüne ve Kur'an-ı Kerim olarak indirmiş bulunduğu vahye inanan her mü'min bu korkunç akıbetten daima sakınmalıdır.

Dipnotlar:

1- Müslim, Hadis no. 1435; Cuma Kitabı, Namazın ve hutbenin kısa tutulması Hk.

2- İbn Mace, Hadis no. 48. Mukaddime, Bid'attan ve tartışmadan sakınma babı.

(Ferid AYDIN / Vuslat Dergisi)

 

Etiketler : #İslam   #Düşüncesinde   #Bid'at   #ve   #Hurafe   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN