Boş vakit mi dediniz o da ne ki?

Vakit öldürmek ne demektir? Bir şahıs vardır 40–50 yıllık ömrüne o kadar çok eser ve güzellikler sığdırmıştır ki sayamazsınız. Bir şahıs da vardır, hayatı tümüyle boşa geçmiştir, ot gibi yaşamış, ot gibi kuruyup toprak olmuş, unutulup gitmiştir. İnsan vardır, 24 saatini dolu dolu değerlendirir, bir aylık bereketli netice alır. Bir insan vardır, hep vakit yokluğundan, yoğunluktan şikâyet eder, tembelliğine zaman yokluğu bahanesini gerekçe gösterir. Biz hangi insan tipindeniz? Hepimiz bunu vicdanımıza ve ortaya koyduğumuz eserlere bakarak cevaplayalım. Güzelim vakti, öldürmeye değil, ihyâ etmeye çalışalım. Boş geçmeye ayrılan ölü vakitleri diriltelim, böylece kendimiz de canlanıp dirilelim.

28-05-2019


Ahmed Kalkan / İslam ve Hayat

Zorlukların yerini kolaylığın alması, yorgunluğun giderilmesi için en güzel yol, bir başka güzel işe geçip o faâliyetle dinlenmek ve Rabbe rağbet etmektir (bkz. 94/İnşirâh, 7-8). Müslüman açısından “boş kalmak, işlevsiz olmak” anlamında “tatil”, sığınak değil; şeytânî bir tuzaktır. Şuurlu bir mü’min, “din”lenmeden dinlenemeyeceğini bilir.

“Boş zaman” kavramı, aynen “tatil” gibi, modern çağın zihnimize ve oradan da tüm organlarımıza bulaştırdığı bir virüstür. İslâm kültüründe “boş vakit” kavramına yer yoktur. Çünkü dinimiz, zamanlarımızı her ânından hesaba çekileceğimiz bilinciyle hep dolu dolu geçirmemizi ister. Hayatımızın her dakikasını planlayan İslâm adlı bir disiplinden vazgeçmenin acılarını her alanda yaşıyoruz. Düğünlerin, programların belirtilen saatte başladığı pek nâdirdir. Zamanında gelenler, uzunca boşa bekletilerek cezalandırılırken, program geciktirilerek gecikenler ödüllendirilir. Randevu saatlerine pek uyulmaz; beş-on dakikalık gecikmenin üzerinde bile durulmaz. Suçlu da bellidir zaten: Trafik ve yoğunluk. Günümüzde roller o kadar değişmiş ki… Batılılar bütün zamanlarını planlarken Doğulu insanların vakitleri hep beklemekle geçer. Batılı bir üniversitede profesörün biri derste Doğu ile Batının farklarını uzun uzun anlatırken, öğrencinin biri soruyor: “Hocam, dünya yuvarlak, kuzeyle güney arasında da bir çizgi yok. Neresi Batıdır, neresi Doğu? Sınır nereden başlar, nerede biter?” Hoca, kısa bir müddet durup düşündükten sonra cevap veriyor: “Doğuya doğru gidin; otogarlarda, istasyonlarda, hava meydanlarında, otobüs duraklarında insanların uzun müddet beklediğini gördüğünüz, kahvehane ve benzeri yerlerde saatlerce boş boş oturulup vakit öldürüldüğüne şahit olduğunuz yerler Doğudur” diyor. Bu, kendini beğenmiş Batılının yanıldığını söylemek isterdik, ama günümüz gerçekliğine bakarak söyleyemiyoruz; inşaallah yarın tam tersini ispatlayacağız; boş vakti hoş vakte çevirerek. Gelecek, zamanlarını programlı ve verimli kullananların olacak. Düzenli çalışan “az”lar, tembel “çok”lara galip gelecek.

Boşvermiş İnsanların Boşluğa Atılıp Boşa Geçirdikleri Kayıp Zaman: Boş Vakit

Vakit öldürmek ne demektir? Bir şahıs vardır 40–50 yıllık ömrüne o kadar çok eser ve güzellikler sığdırmıştır ki sayamazsınız. Bir şahıs da vardır, hayatı tümüyle boşa geçmiştir, ot gibi yaşamış, ot gibi kuruyup toprak olmuş, unutulup gitmiştir. İnsan vardır, 24 saatini dolu dolu değerlendirir, bir aylık bereketli netice alır. Bir insan vardır, hep vakit yokluğundan, yoğunluktan şikâyet eder, tembelliğine zaman yokluğu bahanesini gerekçe gösterir. Biz hangi insan tipindeniz? Hepimiz bunu vicdanımıza ve ortaya koyduğumuz eserlere bakarak cevaplayalım. Güzelim vakti, öldürmeye değil, ihyâ etmeye çalışalım. Boş geçmeye ayrılan ölü vakitleri diriltelim, böylece kendimiz de canlanıp dirilelim.

Helâl işlemler yapmak üzere kurulmuş fâizsiz bir İslâmî Bankadabir hesap sahibi olduğunuzu düşünün, hesabınıza her sabah 86.400 lira para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasınız, ertesi güne transfer edemiyorsunuz. Paranızı kullansanız da kullanmasanız da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsınız? Tabii ki hepsini harcamaya çalışırsınız. Hepimiz “zaman” adlı bu bankanın müşterileriyiz. Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz, her akşam, gün boyunca kullanmadığımız saniyelerimiz kadar zarara girmiş oluyoruz, yarına transfer edemiyoruz. Her sabah hesabımız sonuna kadar eksiksiz dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerimizi “şu ân”ı yaşayarak harcamalıyız. Hayır! Ne harcamalı, ne harcanmalıyız; zamanımızı, zamanın en küçük dilimi olan her ânı, en iyi şekilde değerlendirmeli ve zaman adlı bu zenginlikle değerlenmeliyiz. Zaman denilen nimeti çok iyi bir yatırıma dönüştürebiliriz. İbâdet, sâlih amel, cihad ve Allah’a yaklaşma için! Zaman kaçıyor. Her ân Allah’a kulluğun en güzelini sergilemeliyiz. Her gün işimizin en iyisini yapmalıyız ki mirasyedi savurganlığıyla sarhoş olmayalım, ayık ve uyanık olalım. Sermayesi olmadığını sanan gâfil insan, ne şikâyet edip duruyorsun? Değerlendirilecek zamandan daha büyük sermaye mi olur?

Zaman Denilen Hazine

Bu hazineyle neler alınmaz ki? Sağlık, mutluluk, başarı… Bu varlığın kıymetini bilmeyenler, en büyük nimetin farkında olmayanlardır. Zaman kaçıyor. Zaman bir av, hepimiz de bir avcıyız, dünya da bir avlanma alanı. Biz onu avlamazsak o bizi avlayacak. Ne demişler: “Ava giden avlanır.” Ya avını tutarak veya av sandıklarının avı olarak avlanır. Yani avlanırken özne olmak da mümkün, nesne olmak da. Bir taraftan “vakit nakittir” derken, yani “değerlendirilen zaman paradır, en az para kadar kıymetlidir” demek isterken, diğer taraftan “zaman öldürmek” istiyoruz. Katilliğin (intiharın mı demeli?) bu kadar trajikomiğine gülünmez, olsa olsa ağlanır. Ama Mehmed Âkif’in de dediği gibi, “bırakın gülmeyi, ağlamaya bile vaktimiz yok.” “Felekten bir gün çalmak” da benzer kapıya çıkıyor. Gayrı meşrû eğlenmeye bu ad verilirken, feleğe (daha doğrusu şeytana) gününü çaldırdığını fark etmiyor insan.

Vakit nakittir dense de, zaman nakit değildir. Öyle olsaydı çarşıda, pazarda alınıp satılırdı. Ama nakit zamandır, kazandığımız ve harcadığımız her liranın arkasında, onun uğrunda harcanılan hayatımız vardır. Çarşıdaki her mal ve pazardaki her hizmetin temel ölçüsü, o mal ve hizmet üretilirken harcanan yaşam süreleridir. Nakit/para, o hayat sürelerine biçtiğimiz değerdir. Ve her şey böyle olunca hayat denilen mûcize ne kadar ucuza gider yâ Rabbi! Bir Arap atasözü şöyledir: Yakutlar vakitlerle satın alınabilir, ama vakitler yakutlarla satın alınamaz. Diğer bir Arap atasözüne göre, zaman bir kılıçtır; kendisini kullanmayı bilmeyeni kesen bir kılıç…

Aslında, ahmaklar zamanı nasıl öldüreceğini, akıllılar ise nasıl kazanacağını düşünür. İnsan, zamanı öldürüyorum derken, aslında zaman da onu öldürüyor, ölüme yaklaştırıyor. Basit bir insan zamanını nasıl öldüreceğini, değerli bir insan da nasıl kazanacağını düşünür. Evet, zamanı öldürmekten söz ederiz, ama bizi öldüren zamandır. Onun görevi seni öldürmek diyerek; ondan aceleci davranıp sen de onu öldürme. Çünkü zaman senin katilin olabileceği gibi, seni mânen dirilten de olabilir. Seni ölümsüzleştirecek de, öldükten sonra güzel yaşatacak da zamandır. Yeter ki zamane çocuğu olma, zamanın çocuğu olacağına, zaman adlı ele avuca sığmaz mâcera düşkünü varlığı iyi yönet, onunla güzel geçin.

Zamanı nasıl kullanmalıyız? Hayatımız boyunca başucumuzda, daha doğrusu başımızın içinde duran bir sorumuz olmalı ve davranışımızla vereceğimiz güzel cevabımız. Çünkü her nefes alıp verdiğimizde ömür hazinemizden biraz daha kaybediyoruz. Vaktini en güzel şekilde değerlendiren ashâb-ı kirâmın hayatlarının en zevkli ve anlamlı anları insanlara tevhid mesajını ilettikleri zamanlar idi… Bizim hayatımızın en zevkli anları keyfimiz doğrultusunda oluyorsa, onları örnek alamadığımız ortaya çıkar. Hayatı seviyorsak, zamanımızı boş geçirmemek zorundayız; çünkü zaman, hayatın ta kendisidir. Sabahleyin kaybedeceğimiz bir saatin, hatta bir dakikanın bütün gün zararını çekeriz.

Boş Vakit de Ne Demek?

Müslüman, her dakikasına varıncaya dek zamanını nasıl kullandığının Allah’ın huzurunda hesabı sorulacağının bilinciyle kendisine bir zaman planlaması yapmalıdır. Allah’ın biz Müslümanlardan zaman konusunda istediği nedir? Zaman denilen emaneti bize niçin vermiştir? Bu emanete ihânet nasıl ortaya çıkıyor? Allah için zamanımızı nasıl kullanmalıyız? Zamanımızı boşa harcamanın bu sorularla ne gibi bir ilişkisi vardır? Bunları iyi değerlendirmeliyiz.

“Boş zaman” kavramının açılımını doğru yapmalı, bu ifadeyi kullandığımızda zamana ve dünyaya bakış açımızı göstermiş olduğumuzu hatırdan çıkarmamalıyız. Gerçekten, nedir boş zaman? Ekmek parası için sabahtan akşama kadar uğraşıp akşam evimize geldiğimizde ailemizle dolu dolu geçireceğimiz o güzelim zamanlara mı “boş” denilir? İşten arta kalan zamana “boş” dersek, sadece işi dolu kabul eden, hayatı işten ibaret sayan bir makineden farkımız olur mu? Yoksa, hayata, Allah’a kulluk ve ibadet için geldiğimize göre, ibadetlerimizden arta kalan zamana mı demeli boş zaman diye? İyi de, hayatımızın her ânını ibadet şeklinde geçireceğimize göre, boşa geçen, boş zaman kalır mı dersiniz hayatımızda? Yoksa “boş zaman diye bir şey yoktur, boşa geçirilen zaman vardır” mı demeliyiz? Ya da dünya ve âhirette karşılığını alacağımız bir hayır için, yani Allah için, O’nun rızâsını kazanma amacıyla yaptıklarımızın dışındaki her şey midir boşa geçirilen zaman?

Zamanımızı Boş ve Yararsız Eylemlerden Uzak Tutmalıyız

İçi boş şeyleri yüceltmenin, boş şeyler peşinde koşmanın tipik bir örneğidir futbol. Ve boş şeylerle avutulup boşluk içinde bırakılan boş vermişlerin afyonudur müzik, eğlence ve her tür tembellik. Her biri usta birer illüzyonist olan egemen güçler; futbol, müzik, chat ve benzeri eğlencelerle halkı hipnoz ediyorlar. Gözleri bağlanmış, başka bir şeyi görüp düşünemeyen gençler sürüleşsin, çoban rolündeki kurtları fark edemesin diye. Meşhurdur: İspanya’yı 1935-1975 yıllarında tam 40 yıl yönetmiş olan General Franco; “bu kadar uzun yıllar iktidarda nasıl kaldın?” diyenlere bu işin sırrını şöyle açıklamıştı: “Üç F sayesinde; halkı üç F ile meşgul ettim…” Üç F dediği şeyler: Futbol, Fiesta (eğlence), Femenino (kadın). Evet, çağdaş yönetimler iktidarlarını halkı müzikle, sinema ile, TV., internet, atari, playstation türü eğlencelerle gütmenin dayanılmaz hafifliğini sergiliyor. Bunlara, at yarışları ve başına milli kelimesini bile eklemekten çekinmedikleri piyango diye adlandırdıkları her çeşit kumarı da eklemek gerekiyor. Bir namaz vaktinde bir büyük câmide kaç kişi Allah’a ibâdet için toplanabiliyor, bir de maç zamanında stadyum denilen bir tapınakta kaç kişi bir araya geliyor? Maça gidemeyen yüz binlerin (hayır, milyonların) TV.lerin içine girecekmiş gibi kendini kaptırarak izlemeleri… “Bu nasıl sevgidir, nasıl huşûdur, nasıl gönül verip bağlılık sergilemedir?” gibi soruları “ibâdet/tapınma” kelimeleriyle ancak açıklayabilirsiniz. Modern gençlik, hayatı bir futbol topunun ya da bilgisayar monitörünün içine sığdırmaya çalışmakta… Oyun ve eğlenceyi en önemli, en hayatî şeyleri de oyun saymakta. Bu tabloda, haklarını yemeyelim; düzenin ve medyanın büyük katkısı var, övünebilirler istedikleri kadar. İnsanların acılarını geçici olarak dindirir uyuşturucular; ama kalıcı hasarları varmış, insanın geleceğini harap edermiş kimin umurunda? Câmilerden daha büyük müzikhollerde kalabalıklar şarkılarla, on binlik beşiklerde kitleler futbol ninnisiyle, milyonlar TV. karşısında dizi dizi dizilerle nasıl uyutulmaktadır, uyumayan insan bunu rahatlıkla görür. “Bütün zamanını alıp insanın enerjisini israf ettiren ve boş şeyler uğruna bu kadar paralar harcatan ne varsa gençlerimiz baş tacı edinmiş” dedirtmemeli şuurlu gençler. Delikanlı, delicesine akan kanını, enerjisini kendini ve toplumunu hayra doğru değiştirmeye vermeli. Kendine sahip ve hâkim olamayan genç neye sahip olabilir ki…

Düşünsenize akşam yorgun-argın evinize gelmişsiniz. Evinize, mutluluk yuvanıza… Oğlunuz, her akşam, her gece olduğu gibi yine internetin başında kendisine hiçbir fayda vermeyecek boş bir işle uğraşıyor. Kızınız kulağına aypotunu almış bir köşeye çekilmiş, arada elini oynatarak belini kıvırtarak müzik dinliyor. Eşiniz gün boyunca televizyonun karşısından kalkmamış ve hâlâ izlemeye devam ediyor… Siz de sadece geçimi düşünüyor, başka şeylere önem ver(e)miyorsunuz. Bütün bunları ve buna benzer hususları “boş(a geçirilen) zaman” konusuyla beraber değerlendirin. Ve ülkenin geleceğinin nasıl olacağını tahmin edin…

Hayatın Amacı Kulluk, Kulluğun Aracı Zaman

Zaman nimetini bizlere bahşeden Allah: “Ben insanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım”(51/Zâriyât, 56) diyor. Yaratılış amacına ancak zaman adlı araçla ulaşabileceğimizi unutmayalım. Biraz da zaman adlı büyük nimete dikkat çekmek için olacak; dinimizde hemen tüm ibâdetler zamanla bağlantılı. İslâm’da tüm ibâdetler, gün gibi kısa ve sene gibi uzun zaman dilimlerine göre ayarlanmış. Meselâ; yılda belirli bir ayda tutulan oruca bir-kaç dakika geç başlayıp orucu birkaç dakika erken açmanın bu ibadeti bozacağı bilinir. Bir vaktin zamanı girmeden o vaktin namazının kılınmayacağını ve vakti çıkınca sevabın da kaçıp gideceğini hepimiz biliriz. İbadetlerin zamanla bağlantısının bir amacı da, insanların vakitlerini düzene koymalarını sağlamak olmalıdır. Orucu tam vaktinde açan insan bir dakikanın önemini çok iyi bilir. O yüzden mü’minler boşa geçirdikleri her vakitten, her dakikadan, yani halkın boş vakit dediği şeyden hesaba çekileceklerini bilmek zorundadır: “Onlar ki, lağvdan (boş ve yararsız şeylerden) yüz çevirirler.” (23/Mü’minûn, 3). Kurtuluşa erecek mü’minlerin özelliği olarak böyle buyrulur Kur’an’da. Yine, her dakikamızdan hesap sorulacağını unutmamalıyız: “Kim zerre miktarı hayır işlerse onu (karşılığını) görür, kim zerre kadar şer işlerse onu(n cezasını) görür.” (99/Zilzâl, 7-8). Ölmeden, o büyük hesaba muhâtap olmadan önce kendimizi hesaba çekmek, zamanımızın kıymetini bilmek zorundayız. Zamanımızı ibadetlerimize göre ayarlamamız gerekiyorken, namazlarımızı işten veya eğlenceden boşta kalan kısa sürelere mi sıkıştırıyoruz, yoksa başta namaz olmak üzere tüm ibadetlerimizi her şeyin önüne alarak işlerimizi ona göre mi ayarlıyoruz? Ölmeden, o büyük hesaba muhâtap olmadan önce kendimizi hesaba çekmek, zamanımızın kıymetini bilmek zorundayız. Zamanımızı ibadetlerimize göre ayarlamamız gerekiyorken, namazlarımızı işten veya eğlenceden boşta kalan kısa sürelere mi sıkıştırıyoruz, yoksa başta namaz olmak üzere tüm ibadetlerimizi her şeyin önüne alarak işlerimizi ona göre mi ayarlıyoruz?

Unutmayalım; faydasız şey, aslında zararlı olan şeydir, kayıptır. Hayır için kullanmadığımız zamanlar hayırsızdır, şerle geçmiştir. 63 yıllık ömrüne 63 asırlık iş sığdıran o yüce insan, tek önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet gününde bir insan, şu dört şeyden sorulmadıkça hiçbir yere gidemez. 1- Ömrünü nerede tükettiğinden, 2- Gençliğini nasıl harcadığından, 3- Malını nereden kazanıp nereye sarf ettiğinden, 4- İlmiyle nasıl amel ettiğinden.” (Tirmizî, Kıyâmet 1). Zamana uymayıp zamanını Rabbinin ölçülerine uyduran ve bilgisizlik çağını her saniyesinin insana huzur verdiği mutluluk çağına çeviren Ulu Önderimiz Peygamberimiz, bir başka hadislerinde âdetâ gâfil insanın röntgenini çeker: “İnsanların çoğu iki büyük nimetten gâfildir 1- Sıhhat, 2- Boş vakit.” (Buhâri, Rikak 1; Tirmizî, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15).

Zamanımızı programlamayı, namazlarımıza göre ayarlamalıyız. Namaz, zamanı planlama ve doğru kullanma alışkanlığı kazandırır. Akşam evimize geldiğimizde yemeğimizi ailemizle birlikte yesek, yemekten sonra oturup faydalı konularda sohbet etmeye başlasak, güzel bir kitap açıp okuyarak beraberce tahliller yapsak… Aynen Peygamber Efendimiz’in o dar zamanda Dâru’l-Erkam’da, ashâbını yetiştirdiği gibi, Suffe’de sahabîlerini eğittiği gibi, biz de ehlimizi ateşten koruyacak şekilde yetiştirmeye çalışsak ve kendi canlılığımızı hayat veren mesajla koruyup sürdürsek… Kendimizle, eşimiz ve çocuklarımızla, akrabalarımızla, komşularımızla ilgilensek, dâvâmıza gereği gibi ve gerektiği kadar sahip çıksak, her nefes aldığımızı bizi ölümden kurtaran büyük bir nimet bilerek o oksijeni veren ve bizi ondan yararlandıran Zât’a şükretsek, O’nu tefekkür etsek, O’nun hükmüyle hayat bulsak… Evet, bunlarla vaktimizi değerlendirsek “boş zaman” diye bir boşluk kalır mı hayatımızda?

Günümüz insanı, sanki hiç ölmeyecekmiş ve hesaba çekilmeyecekmiş gibi yaşıyor. Dünyaya imtihan için değil, geçim veya seçim için geldiğini sanıyor. Dünyevîleşmenin daha dünyadayken avans cinsinden cezasını tadıyor. Zamanın bereketini yok edecek şekilde onu bozuk para gibi harcıyor. Teknolojik aygıtlar, hayatı kolaylaştırıp modern insan için bolca boş vakit ayırmayı hedeflediği halde modern insan, boş vakti olmadığından yakınıyor. Temposu çok arttığı ve nice araç-gereç kullandığı halde, insan kendini düşünecek zaman bulamıyor; çevresine, ailesine, çocuklarına zaman ayıramıyor. İbâdete ve okumaya ise zaten hiç vakit bulamayacak hale geliyor. İbâdet/kulluk için yaratılan insan, önem sırasını öylesine altüst etmiş ki, işinden, gücünden, eğlencesinden vs. vakit kalırsa, birkaç dakikasını kulluğa ve ibâdete verebiliyorsa veriyor. Kulluktan çok daha önemli sandığı şeylere öncelik tanıdığı için, Allah’a ayıracak vakitlerini, olmasa da olabilecek şekilde en gerilere bırakıyor. En verimsiz zamanlarını, yorgun-argın şekilde okumaya, sohbete veya ibâdete ayırabiliyor en iyi ihtimalle. Ha bire koşturup duruyor, ekmek parası için. Gerçekten ekmek mi bu kadar pahalı ve cennetten daha kıymetli, yoksa ekmeği bu kadar yücelten insan mı (daha doğrusu onu bu hale mecbur eden düzen mi) esas suçlu, tartışılmıyor bile. Zaman: Tersten okursanız dinin direği “Namaz” oluyor. Öyle ise, zaman namaz zamanıdır, sadece Allah’a kulluk zamanıdır.

Mutluluk başarıya, başarı ise zamanı değerlendirmeye bağlıdır. Bak, minarelerden güzel mi güzel bir ses yükseliyor: Hayye ale’s-salâh, hayye ale’l-felâh; Haydi namaza, haydi kurtuluşa!

Zamanı Değerlendirme

Türkiye’de yaşayan insanların sadece % 4’ü dergi okurken, herhangi bir kitabı halkın sadece % 4,5’u okuyabilirken, % 94’ü televizyon seyrediyor. Yaşadığımız bu topraklarda her akşam ortalama dört saat televizyon karşısında vakit geçiriliyor. İnternet kullananların büyük çoğunluğunun (% 90 civarında) Chat, oyun ve porno programlarıyla meşgul olduğu, ancak % 10 civarında kullanıcının ticarî, bilimsel, fikir-yorum ve dinî içerikli programlarla ilgilendikleri ifade ediliyor. Spor, televizyon, müzik, derken internet insanları kendine tutsak ediyor, bağımlı yapıyor ve uyuşturucu görevi üstleniyor, insanımızın zamanını kemiriyor. İnsanlarımızın günde ortalama dört saati televizyon veya bilgisayar karşısında geçiyor. Bir iş günü sekiz saat olarak kabul edildiğine göre, televizyon karşısında kaybedilen saatlerin toplamı bir kişi için ayda 15 iş günü.

Erdal Demirkıran’ın kitabının ismi: “Sadece Aptallar 8 Saat Uyur”. Evet, günde beş, haydi bilemediniz altı saat uyku yeterken, hatta nice insan 5 saatten daha az uykuya alışabiliyor ve zinde bir hayat sürebiliyorken, sekiz, on saatini uykuyla geçiren insanımız… Günün belki on saatini sigara dumanları içinde maddî ve mânevî hastalıklara dâvetiye çıkaracak şekilde kahvehanelerde pis havaları soluyan Türk halkı, emeklisi, işsizi, iş arayanı, arar gibi yapanı… bir-iki basit yiyecek veya giyecek almak için, hatta alış-veriş ihtiyacı olmadığı halde sırf zevk için mağaza mağaza dolaşmak, pazaryerlerinde, marketlerde gezinen vatandaşlar… Vakit öldürmenin bin bir çeşidini bulmak ve vakti öldürmeyi marifet kabul etmek isteyen zavallılar…

Basit bir hesap yapalım: Günde yalnızca altı saat uyumak bile, altmış yıllık bir ömrün 15 yılını bilinçsiz şekilde uykuda geçirmek demektir. Bulûğ/delikanlılık yaşına kadar 15 seneyi de çocukluk çağı olarak hayatın ne olduğunu anlamadan geçirir insan. Temizlik, giyim, kişisel bakım, ev işi, eğlenme, dinlenme gibi şeylere ayırdığımız zamanlar 60 yıllık ömründe bir insanın ortalama beş yılını alır. Beş yıl da yeme-içmeye ve yiyip içtiğini boşaltmaya ve hastalığa harcanır. Bir de büyük şehirde yaşıyorsa insan günde iki saatten altmış yılda beş sene trafik keşmekeşine ayrılır (Haydi biz, ortalama 3 yıl diyelim). Bir o kadar da haberleşme araçlarında (telefon, internet, mail vs.) tüketilir. Günde 8 saatten, 60 yıllık bir hayatta 12 yılı ancak çalışarak geçirebilir. Yani, 60 senelik ortalama bir ömrün 15 yılı çocuklukta, en az 15 yılı uykuda, 5 yılı giyim-kuşamda ve bakımda, 5 yılı yemekte, en az 3 yılı trafikte, 5 yılı haberleşmede, 12 yılı da geçinmek için yapılan işlerde geçiyor… Bunların toplamı tam tamına 60 yılı buluyor. Geriye yaşamak için, ibâdet için, âhiret için hiç vakit kalmıyor. Sıradan bir insan olursanız, yukarıdaki hesaba göre okumaya, düşünmeye, yaşamaya, gelişmeye, araştırmaya, fikir yürütmeye, Allah’a kulluk ve dâvâ için fedâkârlık yapmaya hiç mi hiç vaktiniz kalmamış olacak, bir ot gibi (ot, Allah’ı zikreder, tesbih eder, insanlara ve hayvanlara hizmet eder; ottan daha aşağı) yaşamış olacaktır insan. Öyleyse, ortalama insan sınıfından çıkmak, yukarıdaki hesabı alt-üst etmek gerekiyor yaşamak; Rabbimize, kendimize ve sevdiklerimize vakit ayırmak için. Modern insan, ortalama vatandaş yukarıdaki hesaptan da anlaşıldığı üzere “bir gün bile” dolu dolu yaşamamış insandır. Şu âyet meallerini hatırlayalım: “(Âhirette Allah onlara:) ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. ‘Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte bilenlere sor’ derler. Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu dünyadayken) bilmiş (ve ona göre davranmış) olsaydınız! Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (23/Mü’minûn, 112-115 ve yine bk. 20/Tâhâ, 102-104) “Ey iman edenler! Hayat veren şeylere sizi dâvet ettikleri zaman, Allah ve Rasûlüne (onların çağrılarına) uyun…” (8/Enfâl, 24). Allah’ın ve Rasûlü’nün dâvetleri insana hayat verir. Allah ve Rasûlünün mesajlarından uzak şuursuz yaşayış, yaşamamak demektir, hayattan uzaklaşmadır, insanın bir gününü bile gerçek anlamda yaşayamaması demektir.

Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulmuş.

Çocuk babasına “Baba 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun?” diye sormuş.

Zaten yorgun gelen adam “bu senin işin değil”diye cevaplamış.

Bunun üzerine çocuk “Babacığım lütfen bilmek istiyorum” diye ısrar etmiş. Adam “İllâki bilmek istiyorsan 20 dolar” diye yanıt vermiş.

Bunun üzerine çocuk “Peki bana 10 dolar borç verir misin?” diye sormuş.

Adam iyice sinirlenip “Benim senin saçma oyuncaklarına ve benzeri şeylerine ayıracak param yok, hadi derhal odana git ve kapını kapat” demiş.

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapısını kapatmış.

Adam sinirli sinirli: “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret ediyor?” diye düşünmüş.

Aradan yarım saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşmiş ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşünmüş, belki de çok lâzımdı.

Yukarıya çocuğun odasına çıkmış ve kapıyı açmış. Yatağında olan çocuğa “Uyuyor musun?” diye sormuş.

Çocuk “Hayır” diye cevaplamış.

“Al bakalım istediğin 10 doları, sana az önce sert davrandığım için üzgünüm, ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim” demiş.

Çocuk sevinçle haykırmış: “Teşekkür ederim babacığım.”

Yastığın altında diğer buruşuk paraları çıkarmış. Babasının yüzüne bakmış ve yavaşça paraları saymış.

Bunu gören adam iyice sinirlenerek “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok” demiş.

Çocuk “Ama, yeterince param yoktu” demiş.

Ve paraları babasına uzatarak “İşte 20 dolar; 1 saatini alabilir miyim?” demiş.

Bu hafta sonu zamanınızın bir kısmını sizin için önemli birilerine ayırın, onları henüz kaybetmeden!

1000 yılın değerini anlamak için sene değerini iki hane olarak programlamış olan bir programcıya sor.

100 yılın değerini anlamak için El değiştirmeye (Handover) tanık olmuş bir Hong Kong vatandaşına sor.

70 yılın değerini anlamak için ölmekte olan bir insana sor.

40 yılın değerini anlamak için çölde yolunu şaşırıp avare kasnak gibi dolaşmış bir Yahûdi’ye sor.

7 yılın değerini anlamak için 7 yıllık iznini (sabbatical leave) alamamış bir profesöre sor.

5 yılın değerini anlamak için bir daha seçilememiş bir milletvekiline sor.

Bir senenin değerini anlamak için, sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.

Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.

Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir editöre sor.

Bir saatin değerini anlamak için kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.

Bir dakikanın değerini anlamak için trenini kaçıran yolcuya sor.

Bir saniyenin değerini anlamak için bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.

Bir milisaniyenin değerini anlamak için şehri karanlığa gömen bir elektrik (power) mühendisine sor.

Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.

Bir mikrosaniyenin değerini anlamak için pentium makine almış olan birine sor.

Bir nanosaniyenin değerini anlamak için yeni terfi etmiş bir dijital devreler tasarımcısına sor.

Bir pikosaniyenin değerini anlamak için birçok patentin sahibi olan analog devreler tasarımcısına sor.

Bir femtosaniyenin değerini anlamak için Nobel Ödülü kazanmış fizikçiye sor.

Her ânını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş, her an gözetlendiğini ve her yaptığının hesabının sorulacağını unutma.

Unutma zaman hiç kimse için durmaz.

Geçmiş zaman tarih, gelecek zaman gizemli, “şu an” ise sana verilen gerçek bir armağandır.

Tarih: Erken uyarma sistemi. Geçmişten şu an aracılığıyla geleceğe doğru bir harekettir.

Zaman, iki hareket arasındaki süredir.

Ahmaklar zamanı nasıl öldüreceğini, akıllılar ise nasıl kazanacağını düşünür.

Suçu zamana atıp, zaman kötü diyemezsin. Ey insan, zaman sensin, sen iyi olursan zaman da iyidir, eğer sen kötü isen zaman da kötüdür.

Hayatınızı seviyorsanız zamanınızı boşa harcamayınız, çünkü zaman hayatın kendisidir. İki kere yıkanamazsın aynı ırmakta; üzerinde akan sular, şimdi yeni sulardır.

İnsanlar, babalarından ziyade zamanlarına benzerler. (Hadis rivâyeti)

Yaptığınız işin en iyisini, bir de zamanında yapın, o vakit dağ başında bile olsanız insanlar sizi bulur.

Zaman aklı, olgunluğu ve hizmeti artırmak için bize verilmiş en değerli sermayedir.

Zaman, birçok örtüleri kaldırabilir.

Zaman, kolay elde edilen ve ucuz olan şeyleri siler.

Zaman, sessiz bir testeredir.

Zamanın azaltamadığı, yumuşatamadığı üzüntü yoktur.

Zamanın kaybolduğunu bilenler, en çok üzüntü duyanlardır.

Zaman büyük bir öğretmendir, yalnız ne yazık ki daima öğrencilerini öldürür.

Zamanın kime dost, kime düşman olacağı bilinmez.

Zamanlarını en kötü şekilde kullananlar, en çok, zamanın kısalığından şikâyet ederler.

Zaman, ondan yararlanılabilecek kadar uzundur.

Zaman hiç kaybolmaz; Kaybolan biziz.

Zaman gerçekleri bulur.

Bir vakt olur ki derler: O da bir zaman imiş.

Aylar, mevsimler, yıllar / Zaman sanki bir rüzgâr.

Zaman, o hırsızların en belâlısı, / Çalmış güzelin nesi var, nesi yoksa.

İnsanın en büyük sanatı zamandır.

Zamanlarını kötü kullananlardan çoğu, kendilerinin aceleci olduğunu bilenlerdir.

Zamanı ancak kullanarak unutabiliriz.

Zamanın özü an’dır. An’ı anlayamadığımız için o hep tekrarlanır.

Zaman her şeyi alır götürür, geçerken hiçbir şeyi unutmaz.

Bir şeye mukavemet edemezsiniz: Zaman’a!..

Kanatsız uçan şey nedir?: Zaman! Zaman!

Zaman kötü şeyleri olduğu kadar, iyi şeyleri de alır götürür.

Zamanın yaraladığı insan, yine zamana sığınır.

Zaman her adama göre bir başka hızla gider. Zaman kimiyle rahvan, kimiyle tırıs, kimiyle dörtnala gider, kimiyle de olduğu yerde durur.

Zaman bir düş gibidir, gelir geçer ve cihan bir uyku gibidir, kişi ölünce duyar.

Ne kadar hakîm olursak olalım, insanı yıpratan kederi zamandan daha çok hafifletemeyiz.

Zaman kendi yasasını birlikte getirir.

Zaman, yaraları sarar.

Zaman, yumuşak eliyle yaranın üzerine merhem sürer.

Zaman, dostlukları unutturmasaydı, düşmanlıklar azalırdı.

Sadece zaman, zamanını kaybetmez.

Zaman, büyük bir hekimdir.

Alelâde bir insan zamanını nasıl sarfedeceğini düşünür, akıllı bir insan nasıl tasarruf edeceğini.

Zaman, en kötü günü de sona erdirir.

Zaman, hangi derde devâ olmaz ki.

Her vakte bir bahane bulur bî-namaz olan (namaz kılmayan).

İnsan zamanla yarış edemez.

Zaman, şifa veren bir ilâçtır.

Zaman, bütün acıları dindirir.

Zaman, her şeyi onarır.

Hatırla ki zaman muhteris bir kumarbazdır. Hilesiz kazanır, bu bir kanun, her koyuşta.

Zaman birçok şeyleri değiştirir, ama eski dostları değiştirmez.

En güzel zamanımız; ya hayâlimizde âtiyi kurduğumuz, ya hâfızamızda mâziye konduğumuz zamandır.

Ah, şu zaman perdesinin arkasında nelerin uyukladığını kim bilebilir ki?

Zaman, birçok örtüleri kaldırabilir.

En sinsi bir ezâ gibidir geçmeyen zaman.

En müşkül zamanda çalışmaktan daha aziz bir dost, en müşkül zamanda mânâsız mânâsız düşünmekten daha hâin bir düşman görmedim.

Her şeyi yutan zaman.

Zaman yaralar, zaman iyileştirir.

Vaktin hiç kurumaz mürekkebi / Hiç durmadan yazar güzel kalemi.

Zamanın, kime dost, kime düşman olacağı bilinmez.

Zaman her şeyi alır götürür, geçerken hiçbir şeyi unutmaz.

İnsan zamanla yarış edemez.

Gençlikte günler çok hızlı, yıllar çok yavaş geçer. İhtiyarlıkta günler yavaş, yıllar çok hızlı geçer.

Gençlik çok çabuk geçer derler, aslında ihtiyarlık da öyle…

Günün her saatini dün olduğundan daha iyi olabilmek için kullanmalısın.

Zaman, bir bakıma geçici hâdiseler ırmağıdır ve akıntısı da pek zorludur.

Bugün dediğimiz şey, sonsuz geçmiş ve gelecek okyanusunda küçücük bir zaman damlasıdır.

Zaman, mülâyim eliyle yaranın üzerine merhem sürer.

Zamanın azaltamadığı, yumuşatamadığı üzüntü yoktur.

Bir safsata yerleşti mi, onu mantıkla yıkmaya çalışmayın, çünkü başaramazsınız. Onu zamana terk edin.

Kim kendi zamanını tam olarak görmek isterse, ona uzaktan bakmalıdır.

Her gözlemci, zamanını kendisiyle birlikte taşır, yani zaman görelidir.

Nerede bir kalp, sevinç ile çarparsa orada zaman iyidir.

Zamanı öldürmekten söz ederiz, ama bizi öldüren zamandır.

Zamanın kaybolduğunu bilenler, en çok üzüntü duyanlardır.

Geçmişi severim, ama geleceği kıskanırım.

Siz zamanı değil, zaman sizi harcar.

Mantıklı adam zamana uyar, olmayan kimseler zamanı kendine uydurmaya çalışırlar. Onun için, uygarlık ve ilerleme onların eseridir.

Gerçek insana, yanlışlık zamana aittir.

Önümüzdeki yıllar bize birçok üstünlükler getirecek, zaman geçtikçe bunların çoğunu beraberinde götürecektir.

Baharda ekilmeyen, yazın olmaz, güzün biçilmez, kışın yenilmez.

Zaman, en çelik dişi bir kemiricidir.

Geçen geçmiştir, geçen saat hiç geri gelmez.

Zamanını iyi kullanmasını bilen, arkadaşlarını da davranışlarını da seçmesini bilecektir.

Hiç bir şey, yıllarımız kadar çabuk geçmez.

Zaman, kolay elde edilen ve ucuz olan şeyleri siler.

Zaman, bazı anıları silerek bazılarını düzelterek bazılarını da belirterek bir sanatçı gibi çalışır.

Vaktinizi çalan adam borcunu tanımaz, üstelik de hiçbir zaman bu borcu ödeyemez.

Kaybolmuş şeylerin hiçbiri bir daha geri gelmeyecek ve yarın, geçmiş zamanın sunduğunu getirmeyecek.

Zaman, ancak biz onu yaşadıktan sonra bizim için kutsallaşır.

Zaman her şeyi değiştirmeye yeteneklidir, ama değişikliğe karşı ilgi duyan iç duyumuzu değiştiremez.

Zamana bağlı kalmak da insanın yolu üzerindeki birçok güzellikten yararlanmasını önler.

Zaman kiminde rahat, kiminde orta, kiminde hızlı gider, kiminde de olduğu yerde kalır.

Zamanla, korktuklarımızdan nefret ederiz.

Zaman acıları unutturur, intikam duygusunu söndürür, öfkeleri yatıştırır, kinleri boğar ve geçmiş, yaşanmamış gibi olur.

Zaman aklı, olgunluğu ve hizmeti artırmak için bize verilmiş en değerli sermayedir.

Mutluluk başarıya, başarı ise zamanı değerlendirmeye bağlıdır.

Dün öldü. Bu gün can veriyor, yarın ise henüz doğmadı. Zamanınızı bu açıdan görün ve yararlı iş yapın.

Hiçbir şey hayat ve onu dolduran dakikalar kadar değerli değildir.

Budalalar geçmişten, akıllılar bugünden, çılgınlar da gelecekten söz eder.

Evvelce yaşadıkları zamanı kötü kullanmaları, insanları geri kalan zamanlarını daha iyi kullanmaya sevk etmez.

Yaptığınız işin en iyisini, bir de zamanında yapın. O zaman dağ başında bile olsanız insanlar sizi bulur.

Şimdiki zaman yoktur; şimdi dediğimiz geçmişle geleceğin bağlantısı, birleşimidir.

Zaman bütün yeni kuvvetleri eskittiği halde, kendisi yepyeni durmaktadır.

Dondurmasını keyifle yemek isteyen, tabağında erimeye bırakmaz.

Geriye bakmayın. Gelecek için de hayal kurmayın. Size ne geçmişi geri verebilirler, ne de gelecek hayallerinizi tatmin edebilirler. Göreviniz, ödülünüz, kaderiniz, burada ve “şimdi”dir.

Dünyanın en zor şeyi, sır tutmak, bir hareketi unutmak ve boş zamanı iyi değerlendirmektir.

Telaş etme, ama hazır bulun. Bugün için hazır değilsen, yarını karşılamakta geç kalmış olursun.

Zamanı kullanmasını bil, elinden kaçmaya bırakma.

Fırsatın güzelliği, harcanmamasındandır.

Solup kuruyuverir derlenmezse ânında, fırsatları andıran böyle çiçekler vardır.

Zaman paraya benzer lüzumsuz yere sarf edilmedikçe daima yeter.

Zaman: Tersten okursanız dinin direği “Namaz”. Öyle ise, zaman namaz zamanıdır, ibâdet zamanıdır. Namaz zamanı planlama ve doğru kullanma alışkanlığı kazandırır.

Mâzi artık geçti. O ancak ibret almak için düşünülebilir. Geleceğe bel bağlanmaz. Çünkü bundan sonra yaşayacağımız belli değildir. O halde, kendisine itibar edilecek olan fırsat zamanı, içinde bulunulan an’dır. Biz ona sahibiz. Ne yapabilirsek, şimdi yapabiliriz. O da geçip gitmektedir. Yani, kaybedilecek zaman yoktur.

Geçmiş zaman, istikbâlin tohumlarının mahzeni ve geleceğin aynası olduğu gibi, istikbâl de mâzinin tarlası ve hallerinin aynasıdır.

Zaman doğru bir çizgi üzerinde hareket etmez ki, başlangıcı ve sonu birbirinden uzaklaşsın. Dünyanın hareketi gibi o da bir daire çizerek dönmektedir. (İnsan hayatında) Zaman bazen yükselme içinde yaz ve bahar mevsimini gösterir, bazen de alçalarak kış ve fırtına mevsimini.

Bazı insana bir an bir sene, bazılarına bir sene bir an gibi gelir.

Zaman bir büyük müfessirdir. İhtiyarlamış âdetlerin ölüm fermanını da imzalar.

ZAM yalan AN hakikidir. Sahte ve gerçek aynı kelimede. Zaman ve mekân ikisi de bilinçte sürdürürler varlıklarını.

Eriten, erimeyen, nefes almayan ve aldırtmayan, koşmayan, durmayan, yavaşlamayan. İlk varlığın bulduğu gibi kalan, aynı ve yaşlanmayan ama yaşlandıran. Huzurda tutulamayan, zorlukta def edilemeyen, göreceli mi göreceli, aslında hep aynı kalan. Tanımlanamamış, anlaşılamamış, sadece olduğu gibi yaşanan. Sanki hiç kimseye aldırmayan, vakur, edepli ve sadece Rabbini tanıyan… Zaman. Sadece kendi işine bakan, hiçbir şeyi dert etmeden yolunda yürüyen hem genç hem yaşlı bir garip meçhul gibidir zaman.

İnsan, zamanı öldürüyorum derken, aslında zaman da onu öldürüyor, ölüme yaklaştırıyor.

En kuvvetli silgi; merhem belki. Nasıl yaşardık, zaman alıp götürmese nice acıları?!

Zamana bırakırsanız, zamanı dolar

Zamana bırakmak: “Bırak o kendi düşer”in hayata uydurulmuş hali.

Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, / zamanla bırakmamaktır.

Şu an gökyüzünde gördüğümüz çoğu yıldızın geçmişini görmekteyiz. Belki de şu an kâinatın genişlemesiyle onlar yerlerinde değiller. Bize en yakın galaksinin 3 milyar yıl önceki halini görmekteyiz.

Nasıl geçtiğini bir türlü anlayamadığımız ve hep güzel bir şekilde geçirmek üzere planlar yaptığımız ve bir türlü uygulayamadığımız ve bitirmek üzere olduğumuz ömrümüz…

Durmuş bir saat bile günde iki kere doğru zamanı gösterir. (Atasözü)

Vakit nakittir dense de, zaman nakit değildir. Öyle olsaydı çarşıda, pazarda alınıp satılırdı. Ama nakit zamandır, kazandığımız ve harcadığımız her liranın arkasında, onun uğrunda harcanılan hayatımız vardır. Çarşıdaki her mal ve pazardaki her hizmetin temel ölçüsü, o mal ve hizmet üretilirken harcanan yaşam süreleridir. Nakit/para, o hayat sürelerine biçtiğimiz değerdir. Ve her şey böyle olunca hayat denilen mûcize ne kadar ucuza gider yâ Rabbi!

Yakutlar vakitlerle satın alınabilir, ama vakitler yakutlarla satın alınamaz. (Bir Arap atasözü)

Bir Arap atasözüne göre, zaman bir kılıçtır, kendisini kullanmayı bilmeyeni kesen bir kılıç…

Zaman korkanlar için uzun, mutsuzlara yavaş, mutlular için çabuk geçtiği söylenir, sevenler içinse (sevilmesi gerekeni gerektiği gibi sevip ona göre yaşayanlar için) zamanın sonsuz olduğu da eklenir.

Zaman akıp gider su gibi, denir. Akıp gitmek tâbiri bütünleşmiş birbirinin parçası olmuş. Akan su yakalanmıyor ama su hâlâ akmakta… Yani hiçbir şey için geç değil. En önemli şeyin parçası olup akmak için. Hayatı değerli kılan en önemli şeyle birlikte anılmak… Hiç namaz kılamayıp da hemen oracıkta iman edip Allah yolunda savaşa giden müslümünları tâkip ederek vuslata ulaşan sahâbi, zamanı iyi değerlendirenlere güzel bir örnek gibi geliyor.

Gördüğümüz, içinde yaşadığımız, fakat ne olduğunu asla bilemediğimiz…

Elimizle dokunacak kadar yakın, ama tutamadığımız…

Bedenimizdeki etkisini hissettiğimiz, ama, göremediğimiz…

Bilemediğimiz, tutamadığımız, göremediğimiz, ama, hissettiğimiz ne olabilir? Tabiî ki; zaman.

Ömrümü kemirmeye devam eden kemirgen. Ne zaman son bulacağını biliyorum. Bu kemirgeni ortadan kaldıracak kahraman Azrail ile son soluğumu da kemirecek ve yok olacak. Artık zaman mefhumuna ihtiyacım kalmayacak…

Vakit bir türlü geçmezken… yıllar hayatlar geçiyor…

Sen bana kıyarsın / ben sana / zaman.

Aldığımız her nefes, bugünün yarına dönüşüdür.

Ânını değerlendiremiyorsan, yarını yitirmedesin!

Kur’ân-ı Kerîm’de ileriye dönük olarak gerçekleşeceği bildirilen pek çok olay, olmuş bitmiş şeyler olarak “geçmiş” zaman ifadesiyle anlatılmıştır. Zirâ, Ezel-Ebed esasen tek bir varlık olması itibariyle, İlâhî bakış boyutunda; ya da eski ifade tarzı ile “İlm-i İlâhî”de, tek bir bakıştır!

Gece, hiç rüya görmemiş bir adama göre; Gece yatıp sabah kalkan yaklaşık 8-10 saat uyuyan bir adama göre, gece 1 saat mi, 5 saat mi, 10 saat mi? Bu husus, meçhuldür. Ancak, şu da bir gerçek ki; Gecenin yarısında dişi ağrıyan, dişi zonklayan bir adama göre 5 dakika süren diş ağrısı, bir asır gibi gelir.

Beynimizin zamanı kullanan kısmı, akıl zekâmız, mantıksal seri düşünmemizin kaynağıdır. Anda kalmamızı sağlayan kısmı ise duygusal zekâmız, ilişkilendirici düşünce kaynağımızdır. Duygusal zekâmızla duygularımızın farkına varırız, Bu da başkalarının duygularını anlamamız, onları fark etmemiz ve onlarla empati kurmamız anlamına gelir.

Zihne takılı kalanlar olayların içinde yaşarlar, acı çekerler, mutsuz olurlar. Olayların dışına çıkabilenler zihni izlemeyenlerdir, olanı görürler, ânı hissederler ve yaşadıklarının farkındadırlar. Peki, siz hangi tarafındasınız hayatın?

 

 

Etiketler : #Boş   #vakit   #mi   #dediniz   #o   #da   #ne   #ki?   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN