Atasoy Müftüoğlu: İslam’ın söz hakkına sahip olmadığı bir zamanda, bir dünyada ve toplumda yaşıyoruz (HABER-VİDEO)

İktibas Dergisi Youtube kanalına konuk olan Atasoy Müftüoğlu, “İslam’ın ve Müslümanların söz hakkına sahip olmadıkları bir dünya. Bu cümlenin İslami manada bir açıklaması yok, çünkü biz bütün bir yeryüzü ve insanlıkla konuşmak üzere Allah’ın arzına gönderildik.” dedi.

26-02-2021


İslami camianın önde gelen isimlerinden ve dergimiz yazarlarından, mütefekkir Atasoy Müftüoğlu, 23 Şubat Salı günü İktibas’ın canlı yayın programına konuk oldu. “Sömürgeci Mutlakıyetler” başlığı altında yaklaşık bir saatlik bir konferans veren Müftüoğlu, gerek İslam dünyası olarak gerekse Türkiye müslümanları olarak zaafiyet yaşadığımız ve üzerinde durulup düşünülmesi ve çözülmesi gereken sorunlara ısrarla dikkat çekti.

Mustafa Bozacıoğlu’nun kısa bir takdim ve selamlama konuşmasının ardından mikrofona gelen Atasoy Müftüoğlu, İslam toplumlarının içeriden ve dışarıdan yaşadığı, yaşatıldığı başlıca sorunları tek tek ele aldı, geleceğe ilişkin yorumlarını paylaştı.

Atasoy Müftüoğlu’nun konuşmasının tam metni:

 

SÖMÜRGECİ MUTLAKIYETLER

Bismillahirrahmanirrahim.

Değerli kardeşlerim; hepinizi bin can ile selamlıyorum. Allah Tebarek ve Teala Hazretleri sizleri, dostluklarınızı, niyetlerinizi, çabalarınızı, hassasiyetlerinizi, sorumluluklarınızı, dayanışmalarınızı, kaygılarınızı, yürüyüşünüzü aziz kılsın ve çabalarınızı bereketlendirsin. Yolunuz, gönlünüz, ufkunuz açık olsun.

Bizler bugün Müslümanlar olarak İslam’ın söz hakkına sahip olmadığı bir zamanda, bir dünyada ve toplumda yaşıyoruz. İslam’ın söz hakkına sahip olmadığı bir dünyadan söz ediyoruz. İslam’ın ve Müslümanların söz hakkına sahip olmadıkları bir dünya. Bu cümlenin İslami manada bir açıklaması yok, çünkü biz bütün bir yeryüzü ve insanlıkla konuşmak üzere Allah’ın arzına gönderildik. Bütün bu sorumluluğun nasıl dışında kaldık, bu tarihsel sorumluluğun nasıl dışında kaldık sorusu hayati önem arz eden bir konudur.

İslam’ın hiçbir alanda söz hakkına sahip olmadığı, bundan alıkonulduğu bir gerçek. Bir taraftan İslam’ın “söz hakkına sahip olmaktan alıkonulduğu” bir dünya var, bir taraftan da “küresel ölçekte söz sahibi olma yeteneğine sahip olmamak” gibi bir durum da var. Yani, hem dışarıdan dayatılan bir dayatma söz konusu hem içeriyle alakalı bir zaaf söz konusu. Yani sonuç itibariyle İslam’ın söz sahibi olmadığı bir dünyada, bir zamanda yaşıyoruz. Ve ne yazık ki hiçbir alanda maalesef ağırlığımız yok. Acaba şu ya da bu konuda Müslümanlar ne düşünüyor, nasıl düşünüyor diye merak ederek bize başvuran birileri yok.

‘Bütün arkadaşlarımızın bu sorular etrafında yoğunlaşmaları gerekiyor’

Bugün içinde bulunduğumuz dönemde küresel kamusal alanda insanlık sorunlarıyla ilgili çözümlemeler yapan bir Müslüman düşünür yok, bir Müslüman filozof yok. Küresel kamusal alanda insanlık sorunlarıyla ilgili olarak çözümlemeler yapan, önerilerde bulunan, içerik üreten bir kadroya sahip bulunmuyoruz. Bütün arkadaşlarımızın, şu anda birlikte olduğumuz bütün arkadaşların, bu sorular etrafında yoğunlaşmaları gerekiyor. Bunun pek çok nedeni var, bütün bu nedenleri bir araya getirmek mümkün ama genel anlamda şöyle bir tespitte bulunulabilir: Bugün İslam dünyası toplumları dikkate alındığında, İslami düşünce hayatı, kültür hayatı, ilahiyat hayatı, politik hayat dikkate alındığında İslami bütünün ve bütünlüğün gündemi üzerinde çalışan bir topluluk yok. Biz daha çok parçaların gündemine, yüzeylerin gündemine, kabileciliklerin gündemine, mezhepçiliklerin gündemine, hizipçiliklerin gündemine hapsolmuş bir topluluğuz. Burada asıl sorun, İslami bütünün ve bütünlüğün gündemi nasıl yeniden yapılandırılabilir? Çünkü o bütünlüğün gündemini konuşmaya başlayıncaya kadar biz bu parçalarda hep oyalanmış olacağız şimdiye kadar olduğu gibi, hep oyalandık, oyalanmaya devam ediyor olacağız.

Dolayısıyla asıl sorun, İslami bütünün ve bütünlüğün gündeminin nasıl akamete uğradığı, ne zaman akamete uğradığı, bu konuda ne yapmak gerekiyor sorusunun hayati önemi var. Hele bu içinde bulunduğumuz dönem, yani dördüncü sanayi devriminin başladığı bir dönem, ve bu dönem bütün insanlığın teknolojiye daha çok, daha doğrusu teknolojinin müdahalesine, teknolojik dayatmalara daha çok maruz kalacağı bir dönem olarak tebarüz ediyor. Çünkü bu dördüncü sanayi devrimi yeni bir dönüşüm başlatıyor. Özellikle robot bilim, yapay zeka, nanoteknoloji, biyoteknoloji gibi alanlarda son derece altüst edici çalışmalar yapılıyor. Biz bütün bu yeni gerçekliklerle ilgili neler yapabileceğimize ilişkin çözümlemeler yapmak yerine, yerli ve milli sınırlarına hapsedilmiş, popülist, popüler ve otoriter bir gündemin maalesef mağdurları olarak şu anda hayatımızı sürdürüyoruz.

Bugün İslam’ın neden söz sahibi olmadığı sorusuna cevap vermek için, herhangi bir gözlemci dışarıdan bize baktığında, Türkiye’nin yalnızca bir gününe baktığında, örneğin 23 Şubat 2021 Türkiye’sinin gündemine baktığında, bu sözünü ettiğim sorunların cevabını bulabilir. Çünkü bütün bir toplumun, güncel politik bağlama kapatılmasından daha vahim bir gelişme tasavvur edilemez. Çünkü bu güncel politik bağlama bir toplumun hapsedilmesi demek, düşünce hayatının, kültür hayatının, edebiyat hayatının, felsefe hayatının ila-ahir bütünüyle entelektüel hayatın yok sayılması anlamına gelir, geliyor.

‘Biz bütün İslam dünyası toplumlarının sorunlarıyla da yakından ilgilenmek durumundayız’

Bir toplumun sömürgeci dünya görüşüne, sömürgeci dünya görüşünün hayat tarzının, sömürgeci dilin, söylemin ve yorumun iktidarına maruz kalması hangi ölçüde çok yıkıcı tahripkâr sonuçlar doğuruyorsa, bir toplumun hamaset gündemine, propaganda gündemine, menkıbe gündemine, geleneğin gündemine kapatılması da bir o kadar yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Dolayısıyla hem içinde yaşadığımız toplum, hem İslam dünyası toplumları, biz bütün bu İslam dünyası toplumlarının sorunlarıyla da yakından ilgilenmek gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Dolayısıyla İslam toplumlarını bir bütün olarak görmek gibi bir idrakin sahipleri olmak mevkiindeyiz.

Dolayısıyla biz iki bağlamda sıkıştırılıyoruz. Bir; sömürgeci dünya görüşünün gündemi, bir yerli ve milli popülist, popüler, otoriter gündemin neden olduğu sorunlara ve hamaset dilinin, menkıbe dilinin, propaganda dilinin işgal ve istilasına maruz kalmak gibi bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu noktadan bakıldığında sanki bir çıkış yolu görünmüyor izlenimi doğabilir. Ama yeni tarihsel süreçler, karşı karşıya bulunduğumuz süreçler hepimizin yapısal çözümlemeler yapmak suretiyle nitelikli yeni başlangıçlara cesaret etmesi gerekiyor. Biz, bu sözünü ettiğim dışarıdan ve içeriden bize dayatılan bu sahte gerçekliklerle yüzleşmek ve hesaplaşmak yerine, bu gerçeklikleri şu anda içselleştirmiş gibi görünüyoruz. Çünkü hem dışarıdan dayatılanla ilgili, hem içeriden dayatılanla ilgili bugün herhangi bir rahatsızlık söz konusu değil. Çünkü toplumlarımız büyük ölçüde konformist bir karakter arz ediyor.

Konformist bir bünyenin varlığı, o toplumun, ilgili toplumun bilince yabancılaşmış olduğu anlamına gelir. Bilince yabancılaşan toplumlar, yani İslam dünyası toplumları bugün büyük ölçüde bilinç dışının hakimiyeti altına girmişlerdir. Bilinç dışının belirleyici hâle gelmiş olması demek, kitlelerin büyük ölçüde, hamaset gibi, menkıbe gibi, propaganda gibi daha çok niceliksel etkinliklerle ilgili bir çerçeve içerisine hapsedilmeleri sonucunu doğuruyor. Bugün, biz hepimiz, büyük ölçüde bilinç dışına maruz kalmış bulunuyoruz. Bilinç her durumda, hayatın her alanında, düşünsel alanda, kültürel alanda, felsefi alanda hepimizin sürekli olarak, yoğun bir şekilde bir teyakkuz halinde bulunmasını gerektirir. Bilinç, sürekli bir teyakkuz durumunun adıdır, eleştirel bir dikkatin adıdır. Eleştirel bir nüfuz yeteneğine sahip olmanın adıdır. Bilinç dışı ise, kitlelere böyle bir sorumluluk yüklemez. Bilinç dışı, büyük ölçüde duygusallıklarla kendisini sürdürür, duygusallıklarla kendisini ifade eder. Bilinç dışında, gerçeğe nüfuz etmek diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü gerçeğe nüfuz etmek, bütün boyutlarıyla gerçeğe nüfuz etmek, çok büyük çabalar ister. Bütün bir dünyanın ve tarihin nabzını tutmayı gerektiren bir çaba ister. Ama bilinç dışına maruz kalan toplumlar, büyük ölçüde, bugün içinde yaşadığımız toplumda da görülebileceği üzere, hamaset diliyle, hamaset söylemiyle ve hamaset siyasetiyle kontrol altına alınabilir.

‘Muhafazakar kesimler konformizmi tahkim etmişlerdir’

Bilincin bir teyakkuz durumuna işaret ettiğini söylemiştim. Dikkat edilecek olursa, toplumlarımız büyük ölçüde kendilerini ikili karşıtlıklara göre konumlandırıyor. Daha önce seküler putperestlikten rahatsız olan muhafazakâr kesimler –tırnak içinde muhafazakar kesimler- ya da dindar kesimler bugün bu seküler putperestlikten rahatsız oldukları için yerine muhafazakâr bir putperestlik icat etmek suretiyle konformizmi tahkim etmişlerdir. Halbuki yeryüzünde bulunuyor oluşumuzun başlıca nedenlerinden bir tanesi nedir? Büyük ölçüde bütün putperestliklere karşı hem eleştirel bir mesafe içinde olmak, hem bütün putperestlikleri sorgulayarak, bütün putperestlikleri aşan bir iklim, bir ortam, bir hareket alanı oluşturmaktır.

Özellikle bugün, hepimizin öncelikle sorgulaması gereken şey, içerisine hapsedildiğimiz bu bilinç dışı konformist düşünce, kültür ve siyaset alanıdır. Buraya nasıl geldiğimize ilişkin çözümlemeler yapmamız gerekiyor. Çünkü her topluluk, büyük ölçüde, kendisini kendi gündemiyle sınırlandırmak suretiyle dünyada ne olup bittiğine ilişkin bir araştırma-soruşturma şeyini yerine getiremiyor. Müslüman olmak, bütün bir yeryüzünün ve insanlığın nabzını tutma liyakatine sahip olduğumuz anda başlar. Bilinç dışına kendisini kapatan bir Müslüman ya da dindar ya da muhafazakâr, her kim olursa olsun o zaten bu tercihiyle kendisini tarihin, dünyanın ve hayatın dışına atar. Hayatın ve tarihin içinde olmak için, bilinçli olmak hayati bir zorunluluğun adıdır.

Sömürgeci mutlakıyetçiliğin iktidarı

Şimdi konumuz sömürgeci mutlakıyetçiliğin iktidarı. Bugün elan bütün İslam dünyası toplumları sömürgeci mutlakıyetçiliğin, sömürgeci dilin, söylemin ve yorumun evrenselleştirilmek suretiyle, buradaki tabii evrensellik dayatılan bir evrenselliktir, hiçbir zaman insani bir boyutu olmamıştır, ırkçı bir evrenselliktir, propaganda klişesinden ibaret bir evrenselliktir. Ve fakat sömürgecilik, sömürgeci politikalar yoluyla Avrupa merkezci, daha doğrusu özellikle aydınlanma dönemiyle birlikte başlayan bu sahte mutlaklarla ilgili, ideolojik bir büyücülük yoluyla, bütün kitleleri ve bütün insanlığı teshir ederek büyülemeyi başarmıştır. Dolayısıyla bu ideolojik büyücülük tarafından oluşturulan putlarla, İslami düşünce hayatı gereği kadar hesaplaşabilmiş değildir.

Bugün bu sözünü ettiğimiz sömürgeci mutlakıyetçiliğin halen devam eden yorumu, hayatın her alanında kendisini hissettiriyor. İslami düşünce hayatı bu yorumun iktidarını istikrarsızlaştıramıyor. Bu yorumun iktidarını aşmak ve istikrarsızlaştırmak üzere sistematik anlamda bir kadro çalışması yapılmıyor. Çünkü bu yorumun mutlaklaştırılan iktidarını istikrarsızlaştırabilecek Müslüman kadrolara sahip bulunmuyor. Çünkü, üzerinde önemle durulması gereken bizimle ilgili bir gerçeklik var. Bu yorumun göreli hâle getirilmesini sağlamak ya da bu yorumu tartışılabilir hâle getirmek için İslami anlamda meydan okuyan bir kadroya sahip olmadığımız bir vakadır. Çünkü, meydan okumak bir yana, bu sömürgeci mutlakıyetçilik, rencide edici meydan okumalarla bizi tarihin dışına sürgün etmiştir. Biz bugün tarihin taşrasında yaşıyoruz. Çünkü ötekileştirilenler, yani ötekileştirilen her unsur, değersizleştirilmek üzere, değersizleştirilmek, mülksüzleştirilmek, yersiz-yurtsuzlaştırılmak üzere ötekileştirilir. Öteki, değersiz olan demektir, bir anlam taşımayan demektir. İçerik üretme liyakatine sahip olmayan demektir. Ötekileştirilen herkes, maruz kalmaya mahkum olan demektir, maruz kalmaya mahkum olan demektir.

Şunu hepimiz üzerinde hassasiyetle durarak kabul etmeliyiz ki, entelektüel Haçlı seferleri karşısında İslami entelektüel hayat büyük bir bozgun yaşıyor. Bu bozgundan hareketle bizim yeni çözümlemeler yapmamız gerekir. Çünkü biz bu ideolojik büyücülük yoluyla dokunulmaz kılınan kavram ve kurumlarla hesaplaşmayı başaramadık. Halbuki bu, sömürgeci mutlakıyetçilik tarafından kutsanan, takdis edilen, tebcil edilen, yüceltilen, dokunulmaz kılınan ne kadar kavram ve kurum varsa bunlar bugün çok büyük ve çok derin bir tükeniş içindedir. Böyle olmasına rağmen, bu dokunulmaz kılınan kavram ve kurumların putlaştırılıyor olmalarına rağmen, aynı zamanda derin bir tükeniş içinde olmalarına rağmen, İslami entelektüel hayatın, bu entelektüel Haçlı seferleri karşısında yaşadığı bozgunla ilgili çözümlemeler yapması gerekiyor. Fakat statükocu bir kültür, konformist bir kültür, bilinç dışını hayat tarzı haline getiren, bilinç dışını düşünce tarzı haline getiren, bilinç dışını siyaset tarzı haline getiren bir kültürün ve toplumun, bu entelektüel haçlı seferleri karşısında bir varlık ve hayatiyet kazanması asla ve kata mümkün olamaz. Kendisini geçmişe hapseden bir kültürün, gelecekle ilgili herhangi bir iddiada bulunması söz konusu olamaz. Daha doğrusu, kendisini büyük ölçüde geçmişe hapseden bir kültür, gelecekten vazgeçmiş demektir. Bugün sözünü ettiğimiz üzere, dördüncü sanayi devriminin olumsuz etkilerinin tartışıldığı bir dönemde, eğer toplumlarımız hala bilinç dışı dil, söylem ve siyaset tarzı üzerinde ısrar ediyorlarsa, böyle bir toplum için bir gelecek tasavvuru mümkün olamaz.

Bugün bizler, bu sözünü ettiğim mutlakıyetçilik sebebiyle, İslam’ın bütün varoluşsal referanslarının ellerinden alındığını fark etmeyecek bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Bütün referanslarımız elimizden alınmıştır ve Müslüman zihnine, bir taraftan bu sömürgeci irade, diğer taraftan bilinç dışı irade tarafından el konulmuştur. Yani, hem dışarıdan hem içeriden maruz kaldığımız olumsuz etkilerle, İslami bilince el konulmuştur. Biz bütün bunlara rağmen, sanki hiçbir şey yokmuşçasına, sanki bir İslami hayat tarzını sürdürüyormuşçasına hayatlarımızı maalesef sürdürebilmekteyiz.

‘İcat edilen gelenekler bugün İslam’ın yerine ikame edilmiş bulunuyor’

Bugün kabul edilmesi gereken bir şey var: İcat edilen gelenekler bugün İslam’ın yerine ikame edilmiş bulunuyor. İcat edilmiş geleneklerin, hem dokunulmazlıkları var, hem icat edilmiş geleneklerin toplumsal iktidarı söz konusu. Bir taraftan sömürgeci mutlakıyetçiliğin iktidarı, diğer taraftan icat edilmiş geleneklerin iktidarı söz konusu.

Bu arada, İslami varoluş tarzı ve İslami bilgi tarzı, gündemimizden tamamen çıkmıştır. Biz bugün İslami mevcudiyeti ya da İslami meşruiyeti, İslami mevcudiyeti ve İslami otoriteyi sadece ve sadece folklorik bağlamda temsil etmeye çalışıyoruz. Bir bütünlük içinde temsil etmek yerine folklorik bağlamda, sembolik bağlamda temsil etmeye çalışıyoruz. İslami bütünlüğün kamusal alanda temsili ile ilgili, herhangi bir şekilde herhangi bir çalışma maalesef yürütmüyoruz. İslam’ın kamusal mevcudiyeti, kamusal temsili, kamusal tecrübesi, yani hukuki anlamda, siyasal anlamda, ekonomik anlamda ila-ahir bütün boyutlarıyla temsili ve tecrübesiyle ilgili herhangi bir çözümleme yapmıyoruz, herhangi bir içerik üretmiyoruz. Çünkü içerik üretme yeteneğimiz bir şekilde dumura uğratılmıştır, eskilerin diliyle dumura uğratılmıştır. Bugün İslam’ın teorik düzleme kapatıldığı bir dönemde yaşıyoruz. İslam teorikleştirilmiştir. İslam’ın pratik gerçekliği nasıl mümkün olabilir konusuyla ilgili herhangi bir çalışma yapılmadığını biliyorsunuz. Biz teorik tartışmalarla günü kurtarmaya çalışıyoruz. Kendimizi İslam’a nispet ediyoruz ama seküler hayatlar yaşıyoruz. İslam’ın folklorik temsilini yeterli görüyoruz. Bunun için varoluşsal sorular sormamız gerekiyor.

Biz varoluşsal sorular sormuyoruz, varoluşsal cevaplar da üretmiyoruz. Zamanın ve mekanın dışında, zaman ve mekanda yankısı olmayacak bir dil kullanıyoruz. Bu dille evrensel bir etki uyandırmak, daha doğrusu evrensel yankısı olabilecek bir dil kurmak bu zaman ve mekan dışı ilgilerle mümkün görünmüyor. İçine hapsedildiğimiz ulusal sınırları aşma iradesi gösteremediğimiz için, daha çok yerli ve milli propaganda klişeleriyle, yine arz ettiğim gibi, günü kurtarmaya çalışıyoruz.

‘Kissinger’ın cümlesi çok hazin bir gerçekliğin ifadesidir’

Bundan bir süre önce bir vesileyle bir uluslararası toplantıda eski Amerikan Dışişleri bakanlarından, ‘Diplomasi’ kitabının aynı zamanda yazarı Kissinger diyor ki; “İslam dünyasıyla konuşmak istediğimizde hangi telefon numarasını çevirmemiz gerekiyor?”

Bu, çok hazin bir gerçekliğin ifadesidir, çok hazin bir gerçekliğin ifadesidir. Çünkü evvela, böyle bir dünya yok. Böyle bir dünya olmadığı gibi, biz böyle bir dünyanın nasıl tasavvur ve tahayyül edilebileceğine ilişkin bir çerçeveye de sahip bulunmuyoruz. İslami bir dünyanın 21. yüzyılda nasıl tasavvur ve tahayyül edilebileceğine ilişkin bir çerçeveye sahip bulunmuyoruz. Bu, sadece ve sadece duygusal planda ifadesini bulan bir şey. Bugün, ümmet gerçek olmaktan çıkmıştır, çıkmış ya da çıkarılmıştır. Çünkü İslam, hem seküler bir saldırıyla karşı karşıya, hem ulus devlet idealizmleri yoluyla bir saldırıyla karşı karşıya. Her ikisiyle hesaplaşabilecek kamusal düşünürlere sahip olmamız gerekiyor. Bugün bir tane bile eleştirel kamusal düşünürümüz yok ama troll müfrezelerimiz var! Düşünmeyen, akletmeyen, fehmetmeyen, araştırmayan, soruşturmayan, sorgulamayan, merak etmeyen troll müfrezeleri var. Toplum bu bilinç dışı yoluyla lümpenleşiyor. Lümpenleşme toplumsallaşıyor ve kitleselleşiyor. Lümpenleşmeye karşı, niteliksizleşmeye karşı, bilinç dışı bir kültürün yapabileceği hiçbir şey yoktur. Bilinç dışının, bir dilin, bir siyasetin lümpenleşmeye karşı yapabileceği, niteliksizleşmeye karşı yapabileceği bir şey yoktur. Popülist siyasetlerin büyük sayılara ihtiyacı var, büyük niteliklere ihtiyacı yok. Eğer büyük niteliklere ihtiyacımız olsaydı, bu tür bayağılıklara maruz kalmayacaktık, toplum lümpenleşmeyecekti. Toplumlarımız lümpenleşmeyecek, lümpenleşme kitleselleşmeyecekti. Çünkü otoriter siyasetlerin, popülist siyasetlerin, arz ettiğim gibi, sadece ve sadece büyük sayıların desteğine ihtiyacı var. Büyük niteliklerin olduğu toplumlar ancak, kullandıkları eleştirel dil yoluyla bu bayağılaşmalara müdahale edebilirler.

İslam imparatorlukları döneminde, hem ulema hem entelektüel hayat, biliyorsunuz her dönemde belki değil ama genel olarak bu söz konusu, hem de devlet idaresi bünyesinde çalışan tarihçiler, ‘Nasihatnameler’ yazarlardı iktidar sahiplerine yönelik olarak, önerilerde bulunurlardı, tavsiyelerde bulunurlardı, eleştirilerde bulunurlardı. Bugün bütün iktidar sahipleri, eleştiriden müstağni ve münezzeh olduklarını iddia edebiliyor çünkü gerçeğin bilgisine kendilerinin sahip olduğuna inanılıyor. Toplum lümpenleşince, kolaylıkla lümpenleşen bir toplum üzerinde egemenlik kurulabiliyor. Dolayısıyla, bugün İslam dünyası toplumlarında, toplumların niteliksizleşmeleri, bizatihi iktidarlar tarafından bir şekilde tahkim ediliyor, destekleniyor. En ufak bir eleştirel okul, eleştirel bir akım, bir iklim ortaya çıkmasın için bu çalışmalar pekâla yapılabiliyor.

‘İslami yorum bugün sadece tahfif unsuru haline getirilmiştir’

Bugün İslami düşünce hayatı bir taraftan modernitenin, bir diğer taraftan da icat edilmiş geleneklerin baskısı altında bulunduğu için özgün, bağımsız tercihlerde bulunamıyor. Ne kadar Müslüman olacağımıza, hangi gün Müslüman olacağımıza, nerede Müslüman olacağımıza, bu sözünü ettiğimiz sömürgeci mutlakıyetçiliğin yorumu karar veriyor. Çünkü bu yorum mutlaklaştırıldığı için, İslami yorum göreli hale getirilmiş, değersizleştirilmiştir. İslami yorumun bugün hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. İslami yorum bugün sadece tahfif unsuru haline getirilmiştir. Tahfif yani hafife alınmak, aşağılanmak üzere. Her İslami yorum tebessümle karşılanıyor, istihza ile karşılanıyor. Neden? Çünkü bu sömürgeci yorumun dokunulmazlığı ve iktidarı, İslami yorumun iktidarına ya da geçerliliğine geçit vermiyor.

Bu duruma nasıl geldiğimize ilişkin çözümlemeler yapmıyoruz. Çünkü bugün toplumlarımızda bir tarih felsefesi okulu yoktur. Tarihsel çözümlemeler yapmak yerine, tüm toplumlar şanlı tarih retoriğine kapatılmışlardır. Tarih sömürgeleştiriliyor, üniversiteler sömürgeleştiriliyor. Bütün mukaddesler araçsallaştırılıyor. Politik ihtiraslar adına, ne kadar kutsal ve mutlak varsa bütün bunlar araçsallaştırılabiliyor. İslam otoriter bir zihniyetin emrine ve hizmetine verilebiliyor. Bugünün dünyasında İslam, aziz ve mükerrem İslam, hunharca ve barbarca şeyleştiriliyor, nesneleştiriliyor, araçsallaştırılıyor. Bütün bunlara cevap sadedinde, ne düşünce hayatının, ne kültür hayatının, ne ilahiyat hayatının bir cevabı yok. Neden? Çünkü bu popülizm çağında, niteliksizleşme derinleşiyor ve yayılıyor, bayağılaşma yayılıyor, çünkü arz ettiğim gibi lümpenleşme…

Bir toplum düşünün ki troll sürüleri var, aparatçik sürüleri var, düşünürleri yok! Böyle bir toplum olabilir mi? Böyle bir toplum tasavvur edilebilir mi? Seküler bilginin, sömürgeci bilginin dokunulmaz kılındığı bir dünyada, İslami varoluşun ve İslami bilginin tarihin dışına sürüldüğü bir dünyada, İslam’ın geleceği nasıl tasavvur ve tahayyül edilebilir?

Önce ne yapmak gerekiyor?

Önce ne yapmak gerekiyor? Hem ontolojik anlamda hem epistemolojik anlamda İslami zihni, Müslüman zihni özgürleştirmek gerekiyor. Bugün hem ontolojik bağlamda, hem epistemolojik bağlamda İslami zihnin nasıl özgürleştirilebileceğine ilişkin herhangi bir çözümleme ve içerik üretimi yapılmıyor. Çünkü şanlı tarih retoriği, şanlı geçmiş retoriği, bugünün gerçekliğiyle yüzleşme konusunda zihin dünyamıza imkan tanımıyor. Tarihsel bütünle ilgili çözümlemeler yapmıyoruz.

İslam’ın ilk yüzyıllarında, entelektüel özgürlüğün dokunulmazlığı, bağımsızlığı ve ayrıcalığı vardı. Bu dokunulmazlık ve ayrıcalık sebebiyledir ki, Müslüman zihinler evrensel anlamda içerik ürettiler. Zaten Müslüman olmak demek, evrensel anlamda içerik üretmek anlamına geliyor. Bugün, bu taşralı ilgilere, eğilimlere kapatıldığımız için, evrensel anlamda ne yapabileceğimize ilişkin hiçbir şeye sahip bulunmuyoruz, çözümlemeye sahip bulunmuyoruz. Ama zaten, bugün teknobilimsel kültürün hakimiyeti, yakın geçmişe kadar evrensel anlamda eleştirel entelektüel çözümler yapan entelektüellere fırsat veriyor idi, bugün bu imkanı büyük ölçüde kaybediyoruz. Artık günümüzde, bugünün dünyasında, bu teknobilimsel kültürün hakimiyeti sebebiyle, evrensel eleştirel entelektüel çözümlemeler yapma iradesi gösteren entelektüeller olmayacak. Çünkü teknobilimsel kültür artık uzmanlar yetiştiriyor. Uzmanlar herhangi bir parça üzerinde uzmanlaşacaklar, profesyoneller herhangi bir parça üzerinde uzmanlaşacaklar. Ama entelektüeller beşeri kültür, beşeri sosyal meseleler üzerinde yoğunlaşan filozoflarlardılar, evrensel zihinlerdiler. Yerel bir alana, dünyaya kapatılmış bir zihnin, bugünün tarihiyle ilgili niteliksel anlamda analizler yapması, çözümlemeler yapması beklenemez. Onun için bizim bu içinde bulunduğumuz yeni tarihsel süreçlerle ilgili, yeni niteliksel başlangıçlar yapmamız gerekiyor; bu bir. İki; şimdiye kadar yapıp ettiklerimizle ilgili olarak, örneğin İktibas camiası, Allah Ercümend Özkan’a rahmet etsin, mekanı cennet olsun. Kendisini özlemle tabii anıyoruz her zaman. Onunla başlayan bu süreç şimdiye kadar hangi merhalelerden geçti? Ercümend Beyin bu hareketi başlattığı dönemdeki tarihsel durumumuz, toplumsal durumumuz, siyasal durumumuz neydi, bugün nerede bulunuyoruz? Bu öteden beri kullanageldiğimiz tarzın/yöntemin yeni bir değerlendirmeye ihtiyacı yok mu? Çünkü gerçekten dünya her gün yeni alt-üst oluşlar yaşıyor ve bizim her gün yeni şeyler söylememiz gerekiyor. Ercümend Bey kendi döneminde sorumlu olduklarını yaptı. Sizler de, bizler de kendi dönemimizde sorumlu olanları yapmak durumundayız.

‘Genç kuşaklar internet sokağında yetişiyor’

Bugün büyük ölçüde genç kuşaklar internet sokağında yetişiyor, elektronik medya dünyasında yetişiyor, internet kültürüyle büyük ölçüde yetişiyor. İnternet sokağında yetişen gençlere, yerli ve milli jargonuyla hitap edilmesi, asla ve kata mümkün değil çünkü internet sokağında bu genç kuşaklar bütün kültürlerle karşı karşıya geliyorlar ve onlar tarafından olumsuz etkilere maruz kalıyorlar. Bu olumsuz etkileri dikkate alarak, bu genç kuşakların yeniden kazanılabilmesi için, çünkü genç kuşaklara hamaset diliyle, propaganda diliyle, efendim menkıbe diliyle hitap ettiğinizde -ki bugün bu noktada bulunuyoruz- bu dille hitap ettiğinizde genç kuşakların bütün entelektüel potansiyellerini büyük ölçüde yok etmiş oluyoruz.

İslam’ın ilk yüzyılında entelektüel zihnin dokunulmazlığı vardı, ayrıcalığı vardı ve büyük bir iktidarı vardı. O gün evrensel ölçekte düşünenlerin bugün hâlâ isimleri ve etkileri yaşıyor.  Bugün, büyük ölçüde taşraya kapatılmış bir kültür manzarası arz ediyoruz. Konformist kültür, bilinç dışı kültür, yani bilinç dışı kültürden kastım; işte hamaset, efendim menkıbe, şanlı tarih, geçmiş nostaljisi ila-ahir bu bilinç dışını oluşturuyor.

Bilinç dışı ne yaptı biliyor musunuz? Kent kültürünü, kentsel ilişkiyi, kentsel üretimi ve kentsel içeriği mahvetti. Toplum büyük ölçüde kabalaşıyor. O kentsel içerik, İslam kentsel bir içeriğin adı olarak tarihe girdi. Çünkü ilk Müslümanlar kozmopolit bir üst-kültür oluşturdular. Bu kozmopolit üst-kültür bütün medeniyetlere, bütün kültürlere nüfuz etmek amacıyla gerçekleştirilmişti. Bütün kültürlerle, bütün medeniyetlerle temas kuran ve onlardan kendi bünyesine uygun olanı alan bir kültür, bu sözünü ettiğim kentsel ilişkinin, kentsel tarzın ve içeriğin yollarını açtılar. Bugün tam tersi bir istikamette bilinç dışı ve konformizm ve şanlı tarih retoriği, bizi gerçek dünyadan alıkoyduğu gibi, aynı zamanda bir şekilde taşralaştırıyor. Taşralılık, büyük ölçüde o İslami ufku kapatıyor. Milliyetçilikler, mezhepçilikler, hizipçilikler, ulus devlet realizmleri İslami ufku kapatıyor, İslami bilincin ufkunu kapatıyor. Zaten arz ettiğim gibi bugün İslami bilinç hamaset yoluyla imha edilmiştir. İslami bilinç, hamaset dili, söylemi ve siyaseti yoluyla imha edilmiştir. İslami bilincin yeniden inşa edilmesi gibi hayati bir sorumlulukla karşı karşıya bulunuyoruz. İslami bilincin yeniden hayata ve tarihe kazandırılması için, çok yoğun bir şekilde, modern tarihle entelektüel anlamda hesaplaşmamız gerekiyor. Ve fakat, entelektüel anlamda bugün hesaplaşma yapabilecek kadrolara sahip değiliz çünkü entelektüel hayat, ilahiyat hayatı, büyük ölçüde bu entelektüel Haçlı seferleri tarafından kutsanan bütün kavram ve kurumların otoritesine karşı çok edilgen durumdalar. Bugün İslami düşünce hayatı, ilahiyat hayatı, kültür hayatı entelektüel Haçlı seferlerinin kutsadığı kavram ve kurumların otoritesi karşısında, edilgenliklerini ve hatta hayranlıklarını ifade eder bir noktaya gelmişlerdir. Çünkü, bu kesimlerin İslam’a karşı olan güvenleri sarsılmıştır, İslam’a karşı bir güvensizlik içindedirler. Bu nedenledir ki, İslam’ı bir bütün olarak, İslami bütünlüğün kamusal siyasal dünyaya kazandırılması noktasında herhangi bir projeye öncülük edecek cesaret ve şecaat sahibi kadrolar bunun için yok.

‘Sömürgeci mutlakıyetçiliğin otoritesi ve iktidarıyla savaşabilecek bir birikimimiz var’

Bizim sömürgeci mutlakıyetçiliğin otoritesi ve iktidarıyla savaşabilecek bir birikimimiz var, İslam bize bunu öğütledi. Çünkü, İslam sadece bir coğrafyanın, bir kültürün, herhangi bir kültürün, herhangi bir bölgenin adı değil. O, dünyanın en genç dini ve en genç dilini oluşturdu. Bu dilin bugün köhneleştirilmesine kayıtsız kalamayız. Bu dilin, bu genç dilin bugün bir enkaza dönüşmesine kayıtsız kalamayız. Bu dil; hayatı, sorunları, 21. yüzyılda konuşulması gereken sorunları konuşmuyor. Bu dil, 21. yüzyıla nasıl hitap edilebileceğini bilmiyor. Çünkü bu dil ne yapılmıştır? Tarihin taşrasına hapsedilmiştir, tarihin taşrasına mahkûm edilmiştir. Aklı edilgen kılan bir gelenek, modern tarihle hesaplaşmayı başaramıyor. Bugün dünya ölçeğinde bu araçsal aklın hakimiyeti, ideolojik aklın hakimiyeti; bütün bir yeryüzünde bütün kötülüklere önayak oluyor. Bizim, bütün bu dokunulmazlıkları aşabilecek bir gündeme yönelmemiz gerekiyor. İslami bilincin yeniden özgürleştirilmesi, yeniden bir otorite ve meşruiyet ve mevcudiyet sahibi olması için ne yapmalıyız? Bu konuyu müşavere etmeliyiz. Bu düzenlediğimiz etkinliklerde bu konuları gündeme alacak bir hassasiyeti öne çıkarmalıyız.

Hayati önceliklerimiz büyük ölçüde geriliyor. Daha çok maddi öncelikler, gündelik öncelikler gündemimize giriyor. Bugün yapılması gereken şey, nitelikler için mücadeleyi hayati önceliklerin önüne koymak olmalı. Nitelikli kadrolar nasıl yetiştirilebilir, bunlar nasıl geleceğe hazırlanabilir, geleceğe hazırlanmak için İslami tasavvur ve tahayyül nasıl özgürleştirilebilir konusunda bir çalışma yapmamız gerekiyor.

Ben sözlerimi burada bitiriyorum. Bir iki soru alarak bu toplantıya son verebiliriz efendim.

Sorular

MUSTAFA BOZACIOĞLU: Ağzınıza sağlık ağabey, Allah razı olsun, çok teşekkür ediyoruz. Şimdi sorunun birisi şöyle: “Konformist kültürü reddetmek, refah toplu olmayı da reddetmek anlamına gelir mi?” Bir tanesi de: “Entelektüel kadrolar nasıl oluşturulacak? Toplumun içine dalarak mı, münzevi bir çekilmeyle, bireysel yoğunlaşmalar mı?”

ATASOY MÜFTÜOĞLU: Şimdi birinci soruya cevabım şudur: Konformist bir kültür ve konformist bir toplum hiçbir alanda yeni bir başlangıç yapamaz, sadece geçmişi tekrar eder. O, romantizm ve nostalji mağduru haline gelmiş demektir. Yani, konformist bir kültür, hiçbir konuda bağımsız bir irade sahibi olamaz, yeni çözümlemeler yapamaz, yeni yorumlar üretemez, yeni bir dil oluşturamaz.

İkinci soruya şöyle bir şey söyleyebilirim, bu kadrolar nasıl oluşacak: Evvela bu kadroların oluşabilmesi için, bir tarih felsefesi çözümlemesi yapan bir okula ihtiyacımız. Okuldan kastım, yani diyelim ki bunu İktibas okulu da pekala yapabilir. Bünyesinde bir ünite açar ve bu ünite bu konuda, halen yapılan çalışmaları pekâla takip edebilir. Neler yapabilir? Mesela bugün bu postkolonyal okul, bunun yaptığı çok önemli çalışmalar var. Bizde yok, bizde yok. Postkolonyal okulun dünyanın pek çok yerinde yaptığı çok ciddi çalışmalar var ve bunlar bu Avrupa merkezci dilin iktidarını sarsan çalışmalar olma yönünde, bu daha da yoğunlaşacak. Şimdi bu konuda, bu postkoloniyel okul örneğindeki çalışmalar gibi, pek çok örneği var bunun, her gün yeni akımlar ortaya çıkıyor, eleştirel akımlar ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu postkoloniyel okulların yaptığı çalışma gibi bir çalışma… İslam dünyasında ilk kırılmanın, içe ve geçmişe kapanmak suretiyle başladığını hatırlayarak. Çünkü, İslam dünyası toplumları içe kapandıklarında dışarıda ne olup bittiğine ilişkin dikkatlerini kaybettiler, nüfuz yeteneklerini kaybettiler. Geçmişe kapandıkları için de, bugün de olup bitenlerle ilgili eleştirel nüfuz yeteneklerini kaybettiler. İçe ve geçmişe kapandıktan sonra ne yaptılar? Kendilerini tekrar etmeye başladılar. Tekrar eden ve taklit eden bir kültürün yeni bir irade ortaya koyması mümkün değildi. Dolayısıyla, geçmişle kavga etmeksizin, İslam dünyası toplumlarının içe ve geçmişe kapandıkları tarihten bugüne gelinceye kadar, bir tarih felsefesi çözümlemesi yapan kadroların, dediğim gibi bu tür okullar açmak suretiyle ya da enstitüler, araştırma merkezleri… Mesela, daha önce de bir konuşmamda İktibas’ta bir örnek vermiştim, Hindistan’daki Madun Araştırmaları Kolektifi gibi bir şey. Mesela bunun dünya ölçeğinde bugün temsilcileri var, bu çok önemli bir çalışma, dünya ölçeğinde. Bugün Güney Amerika ülkelerinde bu konuda çalışmalar yapan çok etkili isimler var. Yani bunların hepsinden pekâla yararlanılabilir; birincisi bu, yani içe doğru bir entelektüel hesaplaşma.

İki, dışa doğru bir entelektüel hesaplaşma. Dışa doğru entelektüel hesaplaşma, 1492’den sonra dünyada ne oldu? Yani İslam’ın ilk defa Endülüs’ten çekilmesiyle birlikte başlayan bir süreç var. Ne oldu? Yani şöyle bir şey tabii burada söylemek gerekiyor: 1492’den, Endülüs İslam uygarlığı bünyesindeki rakip akımlar, çekişen akımlar 1492’den sorumlu. Fakat 1498’le başlayan bir süreç var. Yani o ticaret seferleri, yolculukları, keşifler, bunlar çok masum şeyler değil. Bunlar bir şekilde İslam’la hesaplaşmanın başlangıç unsurlarıydı. Buradan başlayan bir şey yapılabilir. Yani 1492’den sonra Batıda neler oldu? İslam’ın içe ve geçmişe kapandığı tarihten itibaren İslam dünyasında neler oldu? Yani, aklı edilgen kılan ve bunu meşrulaştıran ve daha sonra bir şekilde akılsızlığı normalleştiren bir gelenek nasıl oluştu? Akıldan bağımsız bir gelenek bugün nasıl savunulabiliyor, tebcil ve takdis edilebiliyor? Akla ihtiyaç duymayan, ahlaka ihtiyaç duymayan bir din algısı nasıl oluştu? Bütün bunlar pekâla cevaplandırılabilir.

Söyleyeceklerim bu kadar. Size hepinize bin can ile selam ve dualarımı gönderiyorum efendim.

MUSTAFA BOZACIOĞLU: Ağabeyciğim, ben de tüm katılımcılar ve camiamız adına çok teşekkür ediyorum. Allah ömrünüze bereketler versin. Sağlık, afiyetler versin. İnşallah daha başka platformda yüz yüze daha sağlıklı ortamlarda buluşmak üzere diyorum. Sizi Allah’a emanet ediyoruz.

ATASOY MÜFTÜOĞLU: Biz yolun sonuna geldik, biz ölüm kuyruğunda sıra bekleyenlerdeniz. Rabbim hepimizin akıbetimizi hayra tebdil eylesin. Hepiniz her zaman aziz vakitler ve inşirah içinde olun efendim. Allah’a emanet olun.

MUSTAFA BOZACIOĞLU: Allah’a emanet olun, ağzınıza sağlık, hürmetler ediyoruz. Hayırlı akşamlar, tüm katılımcı arkadaşlara, dostlara da selam ediyoruz.

Etiketler : #Atasoy   #Müftüoğlu:   #İslam’ın   #söz   #hakkına   #sahip   #olmadığı   #bir   #zamanda   #   #bir   #dünyada   #ve   #toplumda   #yaşıyoruz   #(HABERVİDEO)   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN